|
İftirâdan alıkoydu
Doğru sözlü olmayı, emânete hıyânet etmemeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günâhlardan ve kan dökmekten sakınmayı bize emretti. Her türlü ahlâksızlıklardan, yalan söylemekten, yetimlerin malını yemekten, namuslu kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten bizi alıkoydu.
Allahü teâlâya eş, ortak koşmaksızın ibâdet etmeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi, oruç tutmayı bize emretti. Biz de kabûl ettik ve îmân ettik. Onun Allahtan getirip bildirdiklerine tâbi olduk. Allahü teâlâya ibâdet ettik, O'nun bize harâm kıldığını harâm, helâl kıldığını helâl olarak kabûl ettik.
Bu yüzden kavmimiz, bize düşman olup, bize zulmettiler. Bizi, dînimizden döndürüp, Allaha ibâdetten vazgeçirip putlara taptırmak için türlü işkencelere uğrattılar. Bizi perişân ettiler. Bizi, yeniden putlara taptırmak için zulmettiler. Bizi sıkıştırdıkça sıkıştırdılar. Bizimle, dînimizin arasına girdiler ve bizi dînimizden ayırmak istediler.
Biz de yurdumuzu yuvamızı bırakarak senin ülkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himâyene, komşuluğuna can attık. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramıyacağımızı ummaktayız.
Necâşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki:
- Sen, Allahın bildiklerinden biraz biliyor musun?
- Evet, biliyorum.
- Ondan bana biraz oku!
Tatlı ve güzel kelâm
Hz. Ca'fer de Meryem sûresinin ilk âyetlerini okumaya başladı. O okudukça Necâşî ağlıyordu. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ıslatıyordu. Rahibler de çok ağladılar. Necâşî ve Rahibler dediler ki:
- Ey Ca'fer! Bu tatlı ve güzel kelâmdan biraz daha oku!
Hz. Ca'fer, Kehf sûresinden okudu. Necâşî, kendisini tutamıyarak:
- V i, bu aynı kandilden fışkıran bir nûrdur. Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ da onunla gelmiştir, dedi.
Necâşî daha sonra Kureyş elçilerine döndü:
- Gidiniz! V i ben ne onları size teslim eder, ne de onlara bir kötülük düşünürüm.
Bunun üzerine Abdullah bin Ebî Rebia ile Amr bin Âs, Necâşî'nin huzurundan çıktılar.
Amr bin Âs, Necâşî'nin huzurundan eli boş çıkınca, arkadaşı Abdullah'a dedi ki:
- Onların bir kabahatini Necâşî'nin yanında ortaya koyup, köklerini kazıtayım da gör. Onların, Meryem oğlu İsâ'yı bir kul olarak bildiklerini ihbar edeceğim.
Ertesi günü, Necâşî'nin yanına varıp:
- Ey Hükümdar! Onlar Meryem oğlu Îsâ hakkında ağır sözler söylüyorlar. Onlara Hz. Îsâ için ne söylediklerini sor, dedi.
Ne cevap vereceğiz?
Bunun üzerine Necâşî, muhâcir Müslümanlara adam gönderdi. Müslümanlar, tekrar bir araya toplandılar. Birbirlerine sordular:
- Îsâ aleyhisselâm hakkında sorarlarsa ne cevap vereceğiz?
Hz. Ca'fer dedi ki:
- Hz. Îsâ hakkında Allahü teâlânın buyurduğunu, Peygamber efendimizin bize getirdiğini söyleriz.
Necâşî'nin huzuruna çıkınca, Necâşî sordu:
- Siz Meryem oğlu Îsâ hakkında ne biliyorsunuz?
Hz. Ca'fer şöyle cevap verdi:
- Biz Hz. Îsâ hakkında, Peygamber efendimizin bize Allahü teâlâdan getirip tebliğ eylediğini söyleriz. Onun Allahın kulu ve Resûlü olduğunu, dünyadan ve erkeklerden vazgeçerek Allaha bağlanmış afîfe bir kız olan Hz. Meryem'den babasız olarak dünyaya geldiğini kabûl ederiz. Allahü teâlâ Hz. Âdem'i topraktan yarattığı gibi Hz. Îsa'yı da babasız yaratmıştır deriz.
Necâşî, elini yere uzatıp, yerden bir saman çöpü aldı ve dedi ki:
- Yemîn ederim ki Meryem oğlu Îsâ da sizin söylediğinizden fazla bir şey değildir. Arada bu çöp kadar bile fark yoktur.
Siz ne derseniz deyin
Necâşî bunu söylediği zaman etrafındaki hükûmet erkânı ve kumandanları, aralarında fısıldaşmaya ve homurdanmaya başladılar. Necâşî, bunu görünce, onlara:
- Yemîn ederim ki, siz ne dersiniz deyin, ben bunlar hakkında iyi şeyler düşünüyorum, dedi.
Sonra Müslüman muhacirlere dönerek devam etti:
- Sizi ve yanından geldiğiniz zâtı tebrik ederim! Ben şuna inandım ki; O Allahın Resûlüdür. Zâten biz, onu İncil'de görmüştük. O Resûlü Meryem oğlu Îsâ da haber verdi. V i eğer O, buralarda olsaydı gidip onun ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım! Gidiniz! Ülkemin el değmemiş kısmında, her türlü tecâvüzden uzak, emniyet ve huzura kavuşmuş olarak yaşayınız. Size kötülük edeni helâk ederim. Bana dağ kadar altın verseler de, sizlerden birini üzüntüye sokmam.
Necâşî, bundan sonra, Kureyş elçilerinin getirdikleri hediyeler için:
- Benim bunlara ihtiyacım yoktur! Başkalarının gaspettiği bu mülkümü, Allah bana geri verirken, halkı bana boyun eğdirirken, benden rüşvet almadı, diyerek hediyelerini kendilerine geri verdi.
Necâşî İslâmiyeti seçmiş ve Eshâb-ı kirâmı ziyâdesiyle sevindirmişti.
Bir gün, Necâî eski elbiselerini giyip sarayından çıktı. Başında tac ve arkasında padişahlık elbisesi yoktu. Toprak üzerine oturdu. Papazlar bu hâle şaşırdı. Sonra Hz. Ca'fer'i ve diğer Eshâb-ı kirâmı çağırdı. Onlar geldiler. Melik'i bu vâziyette görüp sustular. Necâşî, Hz. Ca'fer'e dedi ki:
- Ben etrafa haberciler gönderdim. Bana müjde haberi getirdiler. Allahü teâlâ, Resûlüne yardım etmiş, Bedir savaşında düşmanlarını helâk eylemiş. Kâfirlerden Şeybe, Utbe bir Rebia, Ebû Cehil, Ümeyye bin Halef cümlesi helâk olmuşlar ve bir çoğu da esir olmuşlar.
Hz. Cafer sevincini açıklayıp şükrettikten sonra sordu:
- Ey Melik! Böyle eski elbiseler giymenize sebep nedir?
Hangisine sevineyim
Necâşi şöyle cevap verdi:
- İncilde gördüm ki, Hak teâlâ, kullarına bir ni'meti başkasına haber veren kimsenin tevâzu yapması gerekir, buyuruyor. Şimdi Hak teâlâ, Sevgili Peygamberine zafer ihsân eylemiş. Ben de bunu size haber vermek için böyle yaptım.
Hz. Ca'fer ve beraberindeki Müslümanlar, birkaç sene kaldıktan sonra Habeşistan'dan Medîne'ye geldiler. Böylece iki defa hicret ettiler. Dönüşleri hicretin yedinci yılında, Hudeybiye'den sonra ve Peygamber efendimiz Hayber'de bulundukları sırada olmuştu. Peygamber efendimiz, Hz. Ca'fer ile karşılaşınca, onu alnından öpüp bağrına bastı ve buyurdu ki:
- Ben Hayber'in fethine mi, yoksa Ca'fer'in gelişine mi sevineceğim bilemiyorum. Sizin hicretiniz iki defadır. Siz, hem Habeş ülkesine, hem de yurduma hicret ettiniz.
Hz. Ca'fer Habeşistan'dan döndükten iki yıl sonra Mûte seferi kararlaştırıldı. İslâm Ordusu kısa zamanda hazırlandı. Resûlullah efendimiz, mübârek sancağı Hz. Zeyd bin Hârise'ye teslim etti ve buyurdu:
Zeyd bin Hârise'yi, cihâda çıkacak olan şu insanların başına kumandan tâyin ettim. O şehîd olursa yerine Ca'fer bin Ebû Tâlib geçsin, O da şehîd olursa yerine Abdullah bin Revâha geçsin. O da şehîd olursa, Müslümanlar, aralarında uygun birini seçip onu kendilerine kumandan yapsınlar!
Çok kalabalık idiler
Peygamber efendimiz tarafından uğurlanıp yola çıkan mücâhidler yollarına devam ettiler. Şam topraklarından Maan denilen yere varınca biraz dinlendiler. Mücâhidler ilerlerken Meşârif diye anılan köyde düşman askerlerinin yaklaşmakta olduğunu görünce, hemen Mûte'ye çekilip, savaş düzenine girdiler.
İki taraf arasında çok şiddetli bir savaş başladı. Müslümanların başında bulunan Hz. Zeyd bin Hârise'nin elinde Peygamber efendimizin sancağı bulunuyordu. Rum askerlerinin mızrak darbeleriyle, mübârek vücudu parçalanıp, kanlar fışkırıncaya kadar, kahramanca saldırıp dövüşmekten geri durmadı ve şehîd oldu.
Bundan sonra Hz. Ca'fer hemen sancağı kaptı. Elinde sancak, atını düşmana doğru sürdü. Düşman askerleri Hz. Ca'fer'in heybetinden korkup aralarında şöyle konuştular:
- Bunun hakkından kim gelecek?
Sancağı yere düşürmedi
Hz. Ca'fer, düşman askerlerinin arasına iyice dalmıştı. Nihâyet bir düşman askeri Hz. Ca'fer'in koluna bir kılıç darbesi vurdu. Sağ eli kesilen Ca'fer, sancağı diğer eline aldı. Biraz sonra o eli de kesilince, sancağı bırakmamak için, pazılarıyla göğsüne kaldırdı.
Nihayet mızrak ve kılınç darbeleriyle şehîd oldu. Şehîd olduğunda, mübârek vücudunda yetmişten fazla mızrak, kılınç ve ok yarası görülmüştü ve hepsi de vücudunun ön kısmında idi. Sonra sancağı Abdullah bin Revâha almış o da şehîd olunca Hâlid bin Velid almıştır.
Rumlarla yapılan bu savaşta kumandanların şehîd olduklarını, Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize bildirmiş. Hz. Peygamberimiz de mescidde Müslümanlara haber vermişti. Peygamber efendimiz çok üzülmüşlerdi. Eshâb-ı kirâm dediler ki:
- Yâ Resûlullah! Sizi üzüntülü görmek bizi daha çok üzüyor.
Bunun üzerine üzüntülerinin, şehîdlerin Cennette, karşılıklı tahtlar üzerinde oturduklarının kendisine gösterilmesine kadar devam edeceğini beyân ettiler.
Ca'fer-i Tayyâr'ın hanımı Hz. Esmâ binti Umeys anlatıyor:
"O gün ekmek yapacağım hamuru yoğurduktan sonra, çocuklarımı yıkadım, temizledim, güzel kokular sürdüm. Resûlullah teşrif etti. Buyurdu ki:
- Ey Esmâ! Ca'fer'in çocukları nerede? Onları bana getir!
Çocukları getirdim. Onları sevdi, okşadı ve mübârek gözlerinden yaş aktı. Bunun üzerine kendilerine sordum:
- Ey Allahın Resûlü! Niçin ağlıyorsunuz? Yoksa Ca'fer ve arkadaşlarından size bir haber mi geldi?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Evet, onlar bugün şehîd oldular.
Bunu duyunca ağlamaya başladım. Peygamberimiz, ağzımdan uygun olmayan bir söz çıkmamasını tenbih edip, evlerine gittiler."
Bundan sonra Peygamber efendimiz, kerîmesi Hz. Fâtıma'nın yanına vardı. O da ağlıyordu.
Peygamberimiz Hz. Ca'fer'in âilesi için yemek yapılmasını emretti. Üç gün ev halkına yemek yedirildi ve bu sünnet oldu.
Fakirlerin babası
Peygamber efendimizin üzüntüsü devam ederken, Cebrâil aleyhisselâmın gelerek, Hz. Ca'fer'in kesilen iki eli yerine Allahü teâlâ tarafından yâkuttan iki kanat ihsân olunduğunu , o kanatlarla Cennette uçmakta olduğunu haber vermesi üzerine Peygamber efendimiz, Hz. Ca'fer'in ailesine;
- Ey iki kanatlı mesûd kimsenin çocukları, diyerek bu durumu müjdelemişti.
Bunun için, Hz. Ca'fer, Tayyâr=Uçan ismiyle tanınmıştır.
|