|
Tanzimat dönemi
C-ASKERLİK ALANINDA TANZİMAT
Askerlik alanındaki ıslahata çok önceleri başlanmış.,Avrupa’nın silah ve eğitimi orduya sokulmuştu. Fakat , bu alanlarda yapılan satıhta kaldı. Ruh ve yapı değişmedi, 2. Mahmut’un kurduğu Asakir-i Maksure-i Muhammedi ye de böyle idi. Askerlik için belirli bir yaş ve süre yoktu.
Tanzimatçılar, ordunun devlet hayatı için ehemmiyetini kavradılar.[43]Fermanın ilk bölümlerinde askerlik görevinin önemi belirtilerek hakça uyğulanması ve bu görevin gerektirdiği harcamaların kaçınılmazlığı açıklanmıştır. Tanzimat Fermanı ile önerilen yenilikler askere alma ve askerlik süresi ile ilgilidir.[44]Belirli bir yaşa gelenler arasında kura ile gerekli oranda asker alınması ve bunların beş yıl sonunda terhis edilmesi kabul edildi. Bununla ilgili nizamname 1847’de çıkarıldı. Buna karşılık daha önce beş yılını dolduranlardan isteyen terhis edilerek bunların yerine gönüllüler ve eyaletlerdeki redif askerleri alındı.
1843’te bütün kara kuvvetleri altı ordu halinde teşkilatlandırıldı. Bunlar merkezi İstanbul olan Hassa ordusu, Merkezi Üsküdar olan Der saadet (eski Mansure ) ordusu, Merkezi Manastır olan Rumeli ordusu, Merkezi Erzincan olan Anadolu ordusu , Merkezi Şam olan Arabistan ordusu ve Merkezi Bağdat olan Irak ordusuydu.[45]
D- EĞİTİM ALANINDA TANZİMAT
Tanzimat fermanlarında eğitimden söz edilmemişti.[46]Fakat, Tanzimat Fermanı ile birlikte getirilen yeni reformların başarıya ulaşmasını , çağdaş bir eğitim sisteminin kurulmasına bağlayan Sultan Abdulmecit Maarif işlerine daha fazla önem vermeye başladı. Bunun üzerine Maarif meseleleriyle uğraşacak olan bir Muvakkat Meclis-i Maarif Teşkil edildi. Muvakkat Meclisin çalışmaları neticesinde , öğretimin batıdaki gibi üç kademeli olması ve okulların yönetimini sağlamak üzere bir daimi Maarif Meclisine ihtiyaç olduğu , hükümete bildirildi ve 1846’da Meclisi Maarif-i Umumiye Teşkilatı kuruldu ki modern anlamda merkezi teşkilatın temeli böylece atılmış oldu. Gayesi ve vazifesi Maarif ile ilgili meselelerde gerekli reformları yapmaktı. Bu meclis bir karar organı mahiyetinde olduğundan , aldığı kararları uygulamak üzere daha önce kurulmuş Makatib-i Rüştiye Nezareti’nden bağımsız olarak Mekteb-i Umumiye Nezareti teşkil edildi. Bu şekilde ayrı bir kuruluşun oluşturulmasındaki temel sebep Evkaf Nezareti dolayısıyla medrese zihniyetinin tesirinden mektepleri kurtarmaktı. Böylece öteden beri var olan eski-yeni mücadelesi yeni eğitimde ikilik iyice su yüzüne çıktı.[47]Tanzimat adamları medreseleri ıslaha cesaret edemeyerek olduğu gibi bıraktılar. Yeni açtıkları mektepleri de tamamen din tesirinden kurtaramadılar.[48]Medreseler şeyhülislama , askeri okullar ise Seraskere bağlı kaldı.
Tanzimat devrinde cehaletin giderilmesi ve kamu terbiyesinin sağlanabilmesi için sıbyan mekteplerinin ıslahı konusunda bazı kararlar alındı. Buna göre, eğitimin ıslah edilmesi işine ilk önce mahalle mekteplerinden başlanacak, mevcut okul hocalarına okutacakları derslerle ilgili birer talimat verilecek , yetersiz kimselere hocalık yaptırılmayacak , bu gibiler başka işlerde görevlendirilecek , sınıf ve imtihan usulü getirilecek , bütün işlemler nizam ve usule uygun yürütülecekti.
2. Mahmut devrinde sıbyan okullarının yetersiz olduğu anlaşılınca 1838 yılında ıslahı gidilmiştir. Sıbyan okullarının üstünde sınıf-ı sani okullarının açılmasına karar verilmiş daha sonra adları padişah tarafından değiştirilerek rüştiye olmuştur. Rüştiyelerin idaresi ile meşgul olmak üzere Makatib-i Rüştiye Nezareti kurulmuş ve başına da bir nazır tayin edilmiştir. Ancak, bu sırada açılan ve ilk rüştiye olarak tanıtılan Umum-u Edebiye birer rüştiyeden ziyade rüştiye seviyesinde meslek okulları idi. Rüştiyelerin durumu ve yeri 1845’te toplanan Muvakkat Maarif Meclisince Sıbyan Okullarının üstünde, Dar’ul Fünun’a öğrenci yetiştiren orta dereceli okul olarak belirlendi . 1847’de açılan ilk rüştiyenin olumlu sonuç vermesiyle hızla yenileri açıldı. Böylece, 1869’da çeşitli vilayetlerde 87, İstanbul’da 12-13 Rüştiye öğretim yapmaktaydı.
Başlangıçta ders ve öğretim süresi bakımından sık sık değişikliklere uğrayan rüştiyelerde Kur’an , Akaid, Arapça, Hesap ve yazıdan başka 1848 den sonra Farsça, Coğrafya ve Hendese dersleri ilave edilmiştir.[49]
Rüştiye mezunlarının Dar’ul Fununun derslerini takip edemeyecekleri düşünülerek 1849’da idadi seviyesinde ilköğretim kurumu olan Valide Mektebi açıldı. Sonradan Darul Maarif adını alan bu okul zamanla açılan benzerleriyle üç yıllık lise sistemi kuruldu. İdadilerde okutulan dersler şunlardır; Türkçe Kitabet ve ihşa , Fransızca, Mantık, Coğrafya,Tarih-i Umumi, Cebir, Hesap ve Defter Tutma, Hendese, Kimya ve Resim.
1846 yılında Dar’ul Fünun’un binasının temeli atıldı. Darul Fünun’un İstanbul’un uygun mahallelerinden birinde açılacaktı. Öğrenciler yatılı olarak eğitim göreceklerdi. Böylece , Müslim ve gayri Müslimlerin bir arada okuyup yetişmeleri hedeflenmiş aynı zamanda bu şekilde sosyal barışın sağlanması planlanmıştı. Okulun bina ihtiyacını karşılamak üzere İtalyan Mimar Gaspare Fossati’ye devrin ölçülerine göre büyük ve modern sayılabilecek bir plan ve proje yaptırıldı. Yapımı yirmi yıl kadar sürdü. Dar’ul Fünun’un bu binadan hiçbir zaman müstakil olarak yararlanamadı sadece bazı odalarından faydalanılabildi. 1864’te bu binaya Maliye Nezareti taşındı.
1851’de Dar’ul Fünun’da okutulacak dersler için eserler hazırlanmak üzere[50]Encümeni Danış ( ilk Osmanlı ilimler Akademisi) geçici olarak Dar’ul Maarif binasında Sadrazam Raşit Paşa, Hayrullah Efendi ve Cevdet Efendinin nutuklarıyla açılmıştır. Açılış töreninde Sultan bizzat hazır bulunmuştur.[51] öğretmen ihtiyacını karşılamak amacıyla da iki öğrenci eğitim yapmak üzere Paris’e gönderildi. Ercümen’i Danış kendisinden beklenen ders kitabı hazırlama vazifesini yerine getirememiştir. Zira1863’te Darul Fünunda serbest derslere başlanıldığında Ercümen-i Danışın burada okutmak üzere tek bir eser dahi hazırlamamış olduğu görülür.
Tanzimat devri eğitim çalışmalarından en önemli icraatlardan biri de öğretmen yetiştirmeye yönelik çabalardır. Bu amaçla 1848’de İstanbul’da ilk defa öğretmen okulu ( Darul Muaallimin ) açılmış daha sonra vilayetlerde de açılması cihetine gidilmiştir. Böylelikle gerçek anlamda eğitim reformunun başlatılabilmesi için en önemli adımlardan biri atılmış oluyordu.[52]Darul Muaallimin ilk müdürü 1850 tarihinde tayin edilen Meclis-i Umumiye Azasından Ahmet Cevdet Efendidir.
Tanzimat devrinde diğer öğretim kademelerinde olduğu gibi mesleki ve teknik öğretim alanında da bazı teşebbüslerde bulunulduğu görülmektedir. Bu alanda yapılan ilk teşebbüs 1847 tarihinde Yeşilköy’de açılan Ziraat Okuludur. Öğrencileri Müslim , gayri-Müslim olmak üzere karma olan ziraat okulunda Amerikalı , Fransız ve Ermeni uzmanlarda görevlendirilmiştir.
Bu dönemde sanayileşme[53]yolunda cılız adımlar atılmış olsa da yeni kurulan fabrikalara teknik eleman gerektiğinden 1848 yılında ilk olarak Zeytinburnu Sanayii Okulu açıldı. Fakat , bu okul öğretim elemanı yetersizliğinden ve maddi imkansızlıklar dolayısıyla çok geçmeden kapandı.
Sonuç olarak Tanzimat Fermanı ile birlikte Osmanlı İmparatorluğunun her alanında yeniden yapılanmaya çalışması bu yeni dönemde çağdaş kültür ve medeniyetin gereklerini yerine getirecek yetişmiş elemana olan ihtiyacı daha da artırmıştı. Batılılaşma ve modernleşme dönemi olarak ifade edilebilecek bu yıllarda girişilen teşebbüslerin başarısı yeni ve çağdaş eğitim ve öğretim kurumlarının yerleşmesine bağlıydı. Buna rağmen uzun zaman ilk okullar ve medreseler reform hareketlerinin dışında tutuldu. Şüphesiz böyle bir kararda devrin hakim güçlerinin tepkisini çekmeme düşüncesi rol oynamıştı. Dolayısıyla askeri okullarda başlayan eğitimde modernleşme hareketi ,Tanzimat yıllarında yavaş yavaş yer yer inişli çıkışlı bir gelişme seyri takip etti. Özetle, Tanzimat devri köklü bir yapı getirmekten ziyade Gülhane ve Islahat Fermanının öngördüğü idari,mali , vergi, siyasi , adli , ve sağlık reformlarını uygulayacak memur kadrosu yetiştirme yönünde olmuştur. Bu bakımdan Tanzimat devrinde, ilk ,orta ve yüksek öğretim hatta mesleki ve teknik eğitim için , nazari alanda önemli kararların alındığı fakat uygulamada ise başlangıç aşaması gözüyle bakılabilir.[54]
E- EDEBİYAT ALANINDA TANZİMAT
Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkılmaktan kurtarmak veyahut onu batı medeniyetine yaklaştırmak için devletçe yapılan çalışmalar arasında ‘’Edebiyatta Tanzimat ‘’ diye bir problem yoktu. Fakat , 18. Yy’da başlayan ıslahat hareketleri ve Gülhane Hattı prensiplerinin bütünü edebiyata bir Tanzimat hareketi doğurmuştur.
Tarih yönünden Edebiyatta Tanzimat, yalnız bir sanat ve sanatçı işi değildir. Batının teknik, haklar, ve siyasetinin , onun dünya görüşünü , hayat anlamını , duygu ve düşüncelerini ifade de kullandığı şekilleri benimsemeye başlaması , Edebiyatta Tanzimat olayını anlatır.
Tanzifattan önce Osmanlı imparatorluğunda bilim ve sanat çalışmaları din telakkileri ile sınırlandırılmıştı. İslamlığın yalnız ahreti sağlayan bir sistem olmayıp dünya hayatını da düzenlemesi medreseyi her türlü bilimlerin ve bu arada edebiyatında önderi yapmıştı. Medrese eğitim dili olarak Arapça’yı , edebiyat dili olarak Farsça,Arapça kelime ve kurallarıyla yoğrulmuş Osmanlıcayı , edebiyat ideali ol arakta dünya ve sosyete ile bağıntısı bulunmayan mücerret bir alemin değerlerin kabul etmişti. Medresenin tesir sahası dışında kalan büyük Türk topluluğunun duygu ve düşüncelerini öz dilinde ve çok kere mistik eğilimlerin dışında belirtmeyi Osmanlı cemiyetinde edebiyatın divan edebiyatı ve halk edebiyatı bölümlerine ayrılmasını neticelendirmişti. Osmanlı devletinin mukadderatında rol sahibi bilgin ve aydınların edebiyatı divan edebiyatı idi. Bu bilgin ve aydınlar Osmanlı devletinin siyasette olduğu gibi ilimde de kendi yetersizliğine inandığı müddetçe Batı dünyası ile düşünce bağlantıları kurmayı küfür saydılar.[55]
Fakat Tanzimat ile birlikte Batının kültürel değerlerine de yönelme başlamıştı. Bu dönem de Tanzimat aydınlarından Ziya Paşanın ‘’Harabat ‘’ adlı eserinde yer alan şu sözle dikkat çekmektedir.
‘’Cihanı anlamak isterken Avrupa dili öğrenmeli, orada fenler ilerlemiş ,öğrenmekten çekinme ; oradaki fenleri bilmek gerek: bağnazlığı deliliği bırak ;bir kimse dille kafir olmaz, onsuz kişi tam şair olamaz , Sen de vatanseverlik varsa onları öğrenmeye çaba göster. Onları tercüme etki millet yararlansın , Sanatlarını ve ilimlerini al , kötülüklerini ve törelerini bırak, Taklit ile kendi aslını unutma , milli değerlerini aşağı görme’’[56]
Avrupa’ya giden Türk gençleri (öğrencileri ) Avrupa’nın düşünce ve sanat alemiyle de temas ettiler bu düşünce dünyasıyla temas onlarda Batı ile Doğu değerleri arasında bir savaşın başlamasına yer verdi. Sonuçta, Batının değerleri , Doğunun değerleri yanında yerleşmeye başladı. Bununla beraber Tanzimat bilginlerinden Avrupa’yı tanıyanlar tam manasıyla Batılı adam olamadılar divan edebiyatının şekillerine , Doğunun mistik felsefesine kısmen bağlı kaldılar. Fakat batı kaynaklarıyla sağladıkları temas neticesinde Batının edebiyat ve sanat şekillerini , hatta bu edebiyat ve sanatın konularını ve bu konuları işleyen şeklini benimsemeye başladılar. Ancak, Tanzimat bilgin ve aydınları İslamlığın felsefesiyle yoğrulmuş oldukları için Tanzimat edebiyatında türlü yönden din değerlerine yer vermekte devam ettiler. Bu sebeple devletin ve cemiyetin diğer alanlarında yapılan yeniliklerde gördüğümüz ikilik Tanzimat edebiyatında da sürdü.
Ayrıca Avrupai tipte okullar açılmasıyla birlikte Türkçe’nin ilim ve edebiyat dili olabilmesi için bir takım çalışmalarda yapıldı.
Gülhane Hatt-ı Hümayununun bir anayasa gibi alkışlayan Fransız gazetelerinden birinde yer alan şu ifadeler dikkat çekicidir:
‘’Tazimatın gerçekten verimli olabilmesi için, Müslüman tebaa ile Hıristiyan halk arasında bütün ayrılıkların kaldırılması ve konuşulan Türkçe ile yazı Türkçe si arasındaki ayrıntıları açıkça belirterek, aynı maksadın gerçekleştirilmesi için dilin de sadeleştirilmesi gerekir.’’[57]
Ancak medrese mektep çatışması bu konuda hızlı gelişmenin olmasını engellemekteydi. Daha basit daha çok kişinin anlayabileceği bir dili tercih etmek gerektiği bu devir aydınlarından bir kısmının savunduğu görüştü. Mesela Ziya Paşa ‘’Maliye dairesinden çıkan bir yazıyı yazan okuyabilir ama elinden yazı alınsa ve yazı konusunu anlatması istense’’ diyerek resmi yazışmalarda kullanılan uslubu tenkit etmekteydi.[58]
Ali Suavi Osmanlı dili deyiminin yanlış olduğunu , bunun siyasi bir tabir olduğunu belirterek doğrusunun ‘’Türk dili’’ şeklinde olması gerektiğini ifade edip yazıların anlaşılmazlığı yüzünden halkın cahil kaldığını savunmuştu.
Şüphesiz dilde yenileşme taraftarları birden bire söylediklerini gerçekleştirebilmiş değildi, ancak bilhassa üst makamlarda bu görüşe taraftar olanlar çoğaldıkça gittikçe resmi yazışmalarda daha sade ifade kullanılması söz konusu oldu. Bunlar arasında Mustafa Reşit Ali, Fuat Paşalar önde gelenlerdendir. Ali Paşa kaba Türkçe yazmakla övünürdü. Medrese kökenli olduğu halde bu hususta en önemli hizmeti Ahmet Cevdet Paşa yapmıştı. O 1851’de kurulan Encümeni Danışın kuruluşu hakkında hazırladığı layihada:
‘’Encümen, Türk dilini geliştirecektir. Bu dil ihmal edilmiştir. Eskiler eserlerinde Arapça ve Farsça kelimelere o kadar yermişlerdir ki bir sahifede ancak bir iki Türkçe sözcüğe rastlanmaktadır’’diyordu.
Türkçe’nin yapısı ve problemleri hakkında bilhassa 2. Abdulhamit devrinde önemli ilerlemeler olmuştur.
F-TANZİMAT DEVRİNDE KADIN
Tanzimat ile Batıya açılan Osmanlı İmparatorunun idari ve siyasi yapısı değiştiği gibi fikri ve sosyal yapısı da değişir. Bu değişmeden etkilenen müesseselerden biri de aile ve onun içindeki kadındır. Bu devirde kadın evin içinden dışına doğru çıkar , Kadının dış dünyaya yönelmesi , zaruretten çok modaya kapılması ile olur. Bunda Mısırlı kadınlarında tesiri görülür. Kırım Savaşı yıllarında , Hıdiv ailesinin hanımlarının kılık-kıyafet ,eğlenme tarzı ve davranışları İstanbul hanımlarınınkinden daha açık, daha serbest ve alafranga tarzdadır. Mısırlı hanımları ilk önce saray hanımları sonra vükela (bakan, vekil) hanımları taklit eder.
Tanzimat devrinde kadınların tahsili meselesine de önem verilir. Bu devirde kızlara ailenin verdikleri özel eğitimin mecrası değiştiği gibi resmi eğitimde de ilerlemeler kaydedilir. Orta ve fakir ailenin kozlarını da daha çok devlet düşünür ve bu kızlar için okullar tesis eder. 1842’de ebelik kursu açar. Tanzimat yıllarında devlet kadar, aydınlarda kadınlarımızı düşünür kadınlarımız hakkında gazete ekleri çıkartılır. Edebi eserlerin en önemli konularından biri kadın meselesi olur.
Tanzimat devriyle birlikte evin içinden dışına çıkmaya başlayan kadın, sosyal dünyamıza yeni bir çehre verir. Bu hareketin asıl akisleri 2.Meşrutiyet ve Cumhuriyetten sonra görülür.[59]
|