Vatikan Büyükelçiliği İstanbul Temsilcisi:"Allah Birdir, Hz.Muhammed(SAV) Allah'ın Son Peygamberi"

Yazar M. İsmail TEZER
Dinlerarası diyalogda Bediüzzaman’ın öncü ve örnek bir zat olduğunu söyleyen Vatikan Büyükelçiliği İstanbul Temsilcisi George Marovitch “Bediüzzaman’ı hergün duâlarımda anıyorum. Onun gibilere evliya diyorum. Hakikaten bizlere çok güzel örnek oldular. O, diyalogda öncü olmuştur. Ondan sonra çok diyalog hareketleri ve girişimleri yaşadık” diyor.
Gözlerimiz İslâma kapalı kalmış
Müslüman-Hıristiyan diyaloğuna nasıl bakıyorsunuz?
Bu tabiî dünya barışı ve yarınlar için çok önemlidir. Çünkü şimdi dünyada çok Müslüman var. Eskiden savaş vardı. İnancımızı kötü yaşadığımız için senelerce savaştık. Şimdi birbirimizle görüşüyoruz. Hepimizi Allah’ın yarattığını biliyoruz çünkü. Kur’ân-ı Kerim diyor ki: “Allah isteseydi, hepinizi bir ümmet yaratırdı. Fakat O ayrı ayrı yarattı, birbirinizle güzellikte yarışasınız diye.” Nasıl ki bir bahçede güller ve zambaklar, renk ve kokuları ayrı ayrı çiçekler vardır. Allah bizi yarattı, tâ ki en güzelini vermek için. Güzelliklerde yarışmak için birbirimizi tanımalıyız. Birbirimizi keşfetmeliyiz. Diyalog bunu sağlıyor. Meselâ İslamda olan güzellikleri görmeyebiliyoruz bazan. Eskiden gözlerimiz kapalıydı. Şimdi bakıyoruz, İslâm’da da güzel, manevî zenginlikler var. Papa Roncalli kendi zamanında bunu görmüştü. Müslümanlar da Hıristiyanları daha iyi tanırlarsa aynı güzellikleri paylaştığımızı görürler. Bir konuşmada dinliyordum, biri dedi ki: “Bizler tek kanatlı bir meleğiz. Birbirimize sarılırsak o zaman uçabiliriz. Yoksa tek kanatlı kalırsak uçamayız.” İşte diyalog bunu sağlıyor.
Hiçbir şey baskıyla olmaz
Gerek Türkiye’de, gerekse bazı Avrupa ülkelerinde anti-demokratik uygulamalara şahit oluyoruz. Başörtüsü ve haç gibi dinî inancı simgeleyen ritüellerin yasaklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu mevzu epey tartışılıyor tabiî. Müslümanlar bile kendi aralarında tartışıyor. Aslında bu meseleler bir zamanların ihtiyacı gibidir. Meselâ bizim zamanımızda bütün kadınlarımız kiliseye başörtülü geliyorlardı. Birisi başörtüsüz gelseydi onu almıyorlardı, çıkarıyorlardı. Ama şimdi yavaş yavaş kadınlar başörtüsüz de geliyor. O zamanda cemiyetin buna ihtiyacı vardı.
Eskiden Anadolu’daki Hıristiyanlar da kiliselerine ayakkabılarını çıkararak giriyorlardı. Çünkü çok çamur vardı. Ama bizim Avrupa’daki kiliselere ayakkabıyla giriyorlar. Bu zamanda bu olabilir, yollar ter temizdir. Ama çamurlu yerden geldiğinde içeriyi kirletirsin. Ondan sonra başını koyuyorsun, olmaz tabiî. O halde ayakkabıyı çıkaracaksın. İşte ben, bunlar zamanın gereği olan şeylerdir diyorum.
Ama bazıları inançları için yapıyor tabiî. Bizde meselâ rahibeler örtünüyorlar. “Biz kendimizi Allah’a vakfettik. Bunu, birisine kendimizi beğendirmek için yapmıyoruz” diyorlar. O yüzden örtünüyorlar, ama istemeyenler de örtünmüyor.
Şuna da çok dikkat etmek lâzım. Bazı yerlerde kuvvetler vardır, baskı yapıyorlar, “Bu olmasın” diyorlar. “İlle sen örtüneceksin” diyorlar. Bu olmaz tabiî. Meselâ, bazılarına zorla oruç tutturuluyor, bunun kıymeti olmaz. İsteyerek olması lâzım. Ben değil, Allah sana mükâfatını verecektir, en son yargıç O olacaktır. Fakat o kişileri teşvik etmeli. Hiç bir şey baskıyla olmaz.
Bediüzzaman’ı duâlarımda anıyorum
Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin de fikirleri var? Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben Bediüzzaman’ı hergün duâlarımda anıyorum... Onun gibilere evliya diyorum. Hakikaten bizlere çok güzel örnek oldular. O, diyalogda öncü olmuştur. Ondan sonra çok diyalog hareketleri, girişimleri yaşadık. Yeni Asya, Zaman gazetesi ve başkaları da hep Bediüzzaman’dan ilham almıştır. Ondan önce de yine Mevlânâ vardır bu konuda. Bütün dünyayı kucaklamıştır. “Kim olursan ol, gel” diyor. Çünkü Allah’ın sevgisi o kadar engin ve zengindir ki, herkesi kucaklıyor. İnsan günah işledi mi pişman olunca yine onu affediyor. Bütün dinlerde bu vardır. İşte Mevlânâ’nın sözü de budur: Her kim olursan ol, gel. Allah daima seni kucaklıyor.
Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesi konusuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Bu İncil’de de vardır. Fakat günü ve saati bildirilmiyor. Her zaman hazır olmak lâzım. Peki insan nasıl hazır olacak? Günahtan uzak kalarak, Allah’ın bize verdiği emirleri yerine getirerek... Çünkü bizim için dünyanın sonu öleceğimiz zamandır. Büyük kıyameti bilemeyiz, ama bizi ilgilendiren bizim kendi kıyametimizdir. Bizim yapacağımız şey; Allah’ı sevmek, Allah’a duâ etmek ve buna göre gitmek. Yani Hz. İsa’yı hergün bekliyoruz. Ama önemli olan ona hazır olmak.
Peki Hz. İsa gelince sizce onun misyonu ne olacaktır?
O geleceği zaman dünyada bir değişiklik olacaktır. Hak etmiş olanlar ve onu sevmiş olanlar mükâfatlarını alacaktır tabiî. Onu sevmeyenler ise ben inanıyorum ki çok az kişi olacaktır. Fakat Cennette de dereceler vardır. Meselâ su dolu bir bardak düşünelim. Bardak ne kadar büyük olursa daha çok dolacaktır. Yani kim bardağını büyütürse, o daha çok Cennetten istifade edecek. Bunu anlatmak zordur tabiî. Cennette birbirimizi kıskanmayacağız. Dünyada hakettiğimiz mutluluğa varacağız. Ama evliyalar vardır ki daha fazla iyilik yapmıştır. Dolayısıyla onlar Allah’ın verdiği mutluluktan daha fazla istifade edecekler.
Allah üç değil, tektir
Hz. İsa’yı nasıl görüyorsunuz?
Üç Allah olduğunu hâşâ söyleyemeyiz. Allah doğmayan, yaratılmamış ve ezelden beri var olan sonsuzdur. Aynı zamanda o bir akıldır. Akıl ne yapıyor peki? Düşünüyor. Ebediyen düşünüyor. O halde Onun düşüncesi Onun meyvesi olur. Nasıl ki düşündüğün zaman bir eser ortaya çıkarıyorsun, yazı yazıyorsun, senden doğuyor bu. O zaman Allah ebediyen düşündüğünde ve Onun bütün düşüncesi mükemmel olduğunda, o zaman işte biz Ona bir isim veriyoruz. Yani Onun düşüncesinin meyvesine isim veriyoruz. Buna Onun kelâmı, kelimesi diyoruz ki o da Hz. İsa’dır.
Biz inanıyoruz ki Allah ebediyen vardır. İlk insanları mükemmel olarak yaratmıştı. Onları Cennet’te yaratmıştı. Fakat sonra onlar Cenneti ebedî kazanmak için bir imtihandan geçirildiler. İyilik ve kötülük ağacından yemeyeceksin diye... Tabiî şeytana uyularak bir günah işlendi. O zaman o günahla Allah’ın huzurunda ebedî yaşama hakkını kaybettiler ve Cennetten çıkarıldılar. Biz inanıyoruz ki Allah insanları o zaman da seviyordu ve vaad etti ki bir kurtarıcı gönderecek. O zaman Allah’ın ebedî düşüncesi bir insan vücuduna gelmiştir. İsa da Allah’ın o ebedî düşüncesidir. Müslümanlar da Allah’ın kelâmı, kelimesi diyorlar ona.
Allah’ın kelâmı o insanda yaşadı, örnek oldu. Ve tabiî o, İncil yazın demedi. Kendi hayatında vardır ve bizim İncilimiz İsa’dır ve ondan dolayıdır ki İncil’i sokaklarda dağıtmaya karşıyız. Çünkü İncil bizim hayatımıza örnek olmalıdır. Biz birbirimizi seveceğiz, saygı göstereceğiz. Fakirleri, açları doyuracağız. Hz. İsa gibi yaşayacağız. Budur İncil, bizim hayatımız olacaktır. Ama sonradan zaman geçince şahitleri onu yazılı olarak yapmışlardır. Bundan dolayı meselâ diyoruz Luka’ya göre, Yuhanna’ya, Matta’ya, Markos’a göre... Nasıl ki bir maçı her yazar farklı yorumluyor. Fakat sonuç 3-0 ise 5-0 diyemez. Artık herbiri kendine göre İsa’nın hayatını anlatıyor. Ama İncil birdir, İsa’nın hayatının kendisidir.
Yani Allah’ın tek olduğunu, üç Allah’a inanmadığımızı ifade etmek istiyorum. Tek Allah inancına sahibiz, ama tabiî Allah’ın içinde hayat vardır ve o düşünüyor ve o düşüncesi daima bir meyve veriyor, o düşünce dünyada bir vücut almıştır. Bizim gibi insan olmuştur. Yani Allah bizim hayatımızı paylaşmıştır. Bu sevginin en büyüğüdür. İnsan birini sevdiği zaman onunla bir olmak istiyor.
Hz. Muhammed de Allah’ın peygamberi
Hz. Muhammed’e nasıl bakıyorsunuz?
Siz de biliyorsunuz ki İnciller Hz. Muhammed’in doğumundan önce yazılmıştır. Tabiî o, 6. asırda gelmiştir. İnciller ondan bahsedemezdi. Bundan dolayıdır ki, Hıristiyanlar için İslâm bir “acaba”dır. Fakat insan bir ağacı meyvelerinden tanıyor. Bakıyoruz ki, Hz. Muhammed gelmiş, oradaki putperestleri Allah’ın yoluna ve sevgisine getirmiş. Kaç kişi onun vesilesiyle kötü yoldan ayrılmıştır. Beş vakit namazı ve iyilikleri getirmiştir. O zaman ben diyorum ki, bu da oradaki insanlar için Allah’ın peygamberi olmuştur. Tek Allah inancını getirmiştir. Ama İncil bunu bahsedemez, çünkü daha önce yazıldı.
Yavaş yavaş diyalogla birbirimizi tanıyor, hürmet etmeye bakıyoruz. Eskiden bazı kitaplarda vardı ki; Hz. Muhammed’i kötü bir adam ve savaşçı olarak görüyorlardı. Halbuki şimdi birbirimizi tanıdığımız için bunlar değişiyor. Kötü bir ağaç iyi bir meyve veremez. Öyle de hakikî İslâm o değildir. Şimdi bazıları deli gibi insan öldürüyorlar. Bunu değil İslâm kimse tasvib etmez. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de de var: “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Maide Sûresi: 32) Dünya üzerinde görüyoruz ki birçok haksızlıklar var. Çünkü insanlar yolunu şaşırmış. Öyleyse el ele verip dünya üzerindeki haksızlıkları kaldırmalıyız.
Yani Hz. Muhammed’i Allah’ın peygamberi olarak görüyoruz, ama kilise olarak bunu resmen neşredemiyoruz. Ama biz yaşantımızda bunu görüyoruz. Madem ki bu kadar milyarlarca insanı Allah’ın sevgisine getirdi, o halde o şimdi Cennette değilse kim olacaktır? Demek ki diyorum o kadar iyilik neticesi şimdi Meryem Ana, Hz. İsa, bütün evliyalarla sen de Allah’ı görüyorsun, o halde burada el ele verip Müslümanlar-Hıristiyanlar beraberce sana doğru yürüyelim. Bu yavaş yavaş olacak. Ve şimdi ben bir kere daha söylemiştim: Noel zamanı Hz. İsa’nın doğumu kutlanır, neden Hz. Muhammed’in de doğumu kutlanmasın. O kadar insanı böyle güzel bir yola getirmiştir.
Yani Hz. Muhammed’i son peygamber olarak görüyor musunuz?
Tarihî bakımdan sondur. Fakat Allah’tan insanlara revelasyon verilmiştir. Yani Hıristiyanlara inanacakları şey verilmiştir. Ama Allah bazılarına belki bir İslâm olarak göstermiştir. Yani bu yerinde vardır, ama, Allah ışığı oraya getiriyor. Allah yeni bir şey getirmiyor. O peygamber üzerine de ışığını getiriyor. Hz. Muhammed insanlara bu ışığı getirmiştir. Şimdi beraberce çalışıldığı zaman bu tam olarak ortaya çıkarılacaktır.
Demek ki şimdi biz elimizden geleni yapacağız. En önemlisi Allah’ı sevmek ve başkalarını da kendimiz gibi sevmek. Kendi için istediğini kardeşleri için de istemek. Bu temeldir. Her dinde bu vardır. Birbirimizi sevmeye çalışacağız. Sevginin kaynağı Allah’tır. Demek ki işte bu sevgide yürürsek, Hıristiyan olalım, Müslüman olalım, Yahudi olalım doğru yoldayız. İslam ne demek? Allah’a teslim olmuş, kendini bırakmış, itaat etmiş. Kim Allah’a teslim olmuşsa İslâmdır, Müslümandır. Yani kendini Allah’a teslim etmiştir. Biz de başka türlü seviyoruz. Kurtulmak için vaftiz olmak lâzımdır diyorlar. Peki vaftiz nedir? Yine Allah’a kendini vermektir, yeniden doğmaktır. Demek ki birisi Allah’ı çok seviyorsa ve diyorsa “Allah’ım ben Senin dediğini yapmak istiyorum”, işte manen vaftiz olmuştur bize göre. Onun için birbirimizi buluyoruz buralarda. Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun geliyoruz, Allah’ın sevgisinde buluşuyoruz. İnsanı, Allah’ın yarattığını, yani birbirimizi seveceğiz ki Allah’ı da sevmiş olalım.
Vermek istediğiniz son bir mesaj var mı?
Hepimizin hedefi birdir: Allah’ı sevmek, Ona ibadet etmek, Onun yoluna gitmek ve bir gün ebedî hayatta Ona kavuşmak. Bu dünyada el ele verip, birbirimizi tamamlayarak—çünkü benim yapabildiğimi siz yapamayabilirsiniz, sizin yapabildiğinizi ben yapamayabilirim, Allah hepimize ayrı kabiliyetler vermiştir—Allah’ın istediği yolda ve Onun yardımıyla beraberce yürüyelim.
(Kaynak : Yeni Asya Gazetesi , 31.03.2005 - M.Ali Tezer röportaj)