Nadi Ersoy Edirne Günlerini Anlatıyor
Nadi Ersoy Kimdir?
—Selimiye Camii'nde 35 yıldan beri sesiyle ziyaretçileri Selimiye'ye bağlayan müezzin Nadi Ersoy kimdir, kısaca aileniz ve memleketiniz hakkında bilgi verir misiniz?

1940 yılında Edirne'ye bağlı Avarız köyünde doğdum. Nüfus kâğıdında o günün şartlarında 1943 yılında yazdırmışlar. 1952 yılında ilkokulu köyde bitirdim. Köyden şehre gidip okuma imkânı kısıtlı idi. Babamın okutacak durumu yoktu. Nasıl olduysa daha sonraları Edirne merkezde bir müddet hafızlığa çalıştım. Bilahare 1956 yılında İstanbul'a giderek 6-7 yıl kadar hafızlık, Kur'an tilaveti, Arapça ve dini bilgiler konusunda bilgilerimi geliştirdim. 1963 yılı sonlarında Edirne'ye döndüm.
1964 yılında Saraçhane mahallesindeki Çakır Ağa Camii'nde ilk defa göreve başladım. Selimiye'ye 1966 yılında geçtim. 2001 yılının Ağustos ayında emekli oldum. Fakat tekrar Selimiye'ye fahri olarak dönme durumu oldu.
Fakir Bir Ailenin Çocuğuyum
Babamın adı Hüseyin, annemin ismi Naciye'dir. Babam 23 Mart 1984'te vefat etti. Hocaefendi'ye muhabbeti olduğu gibi Bediüzzaman Hazretlerine de muhabbeti vardı. Hatta evimizde Kuran hatlarıyla "vema halaktül cinne vel inse illa liya'büdun" yazılı bir levha asılı idi. Babam o zaman Bediüzzaman Hazretlerine de muhabbeti vardı. Vefatı da Bediüzzaman'ın vefatıyla tevafuk oldu. Unutamıyorum. 23 Mart 1960'da Üstad vefat etti. Babam da 23 Mart 1984'te. Annem de 2002 yılında vefat etti. Allah razı olsun onların dualarıyla bugünlere geldik.
Normal bir ailenin ferdiyim. Babam 26 yıl mandıracılık yaptı. Peynir süt işleriyle uğraştı. Köylere giderdi. Çankırı'nın Çerkeş ilçesi var, galiba oraya bile gitti. 2-3 sene oralarda kaldı. Babamın okutacak durumu yoktu, okutmayı da düşünmüyordu. Okumaya ve hafız olmaya meraklıydım.
"Valla Billa Hafız Olacağım Anne"

İlkokulu bitirdim. Köyde devamlı "valla billa hafız olacağım" diye tutturuyorum. Vallahi billahi değil, o zamanın amiyane tabiriyle işte valla billa diyorum. Anneme bastırıyorum. "Hafız olacağım be anne" Annem de kızar "Tamam be evladım tamam" derdi.
Köyümüzde Nuri Bey adında bir ağamız vardı. Kapı karşı komşumuzdu. Edirne'den hafızlar getiriyordu. Köyde hafızlar okuyor, biz de böyle salonun parmaklığından onlara bakıyoruz. Okuyan hafızların sesi çok güzel, dinleyenler de "Allah Allah" diye kendilerinden geçiyorlardı.
Ben eve geldim. Daha bir Fatihayı okumayı öğrenmişim. Bir de Bakara süresinin ilk ayetleri elif lam mim. Akşam karanlığı oldu, babam evde yok. Yine köyün birinde mandıracılık yapıyor. Akşam karanlığı hafif basmıştı. Kendi kendime yüksek sesle okuyorum. O hafızların okuyuşuna çok özendim. Okuyucu da benim, dinleyici de. "Allah Allah" diyenler de benim. Elif lam mimi okumaya başladım. Bir ara "Allah Allah" dediğim zaman söğüt kirişli tavanlar, sazlık damı caaart diye çatırdadı. Toz ve talaşlar döküldü üstüme. Bunu görünce ben kendi kendime güldüm. Aklım ermiyor ki. Benim o "Allah Allah" deyişim ve kirişin çatlamasıyla gülmeye başladım. Aklım ermiyor ama o ne çatlamak Ya Rabbi! Çaaat edince o tavanın gözeneklerinden neler döküldü be kardeşim, neler dökül bir görseniz.
Kardeşlerim korktu, annem koştu "ne oldu Nadi" dedi ve tuttu elimden doğru babaannemlere gittik. Bu sefer başladım ağlamaya. Babaannem Allahümme Salli ala seyyidina, "bu çocuk okuyacak, bir Allah dedi kiriş çatladı" diye konuşuyorlar.
İstanbul'daki Talebelik Günleri
1956 yılında köyümüze Necati Yüceer diye Bolulu bir zat geldi. İstanbul Hacı Fahri Kiğılı Hocanın Kur'an kursundan. Ramazan ayına has görev yapmaya geldi. Sesimi dinledi. Sonra "siz bayramdan sonra gelin, ben sizi Fahri Kiğılı Hocaefendi'ye kabul ettireceğim" dedi. Tamam, gitmeye karar verdik. Gideceğiz yatak hazırlandı. Babam tutturdu okutamayacağım da okutamayacağım diye. Köse Hamzabey çiftliğine çoban verecekler beni. Fakir bir ailenin çocuğuyum. Ben de İstanbul'a gideceğim diye hazırlanmışım, seviniyorum. Babam böyle deyince benim sevincim gitti. Amcam ortaya atıldı ve dedi ki "bu çocuğu ben okutacağım." Aldı götürdü beni İstanbul'a. O zamanki adı Taşlıtarla Dörtyol idi. Şimdi oralar Gaziosmanpaşa oldu. Alibeyköy falan da diyorlar.
Neyse Rahmetli Hacı Fahri Kiğılı Hocamızın Kur'an kursuna vardık. Gelen çocukları imtihan ediyorlar. Kur'an okutuyor yüzünden, böyle açıyorsun rast gele bir yerden okuyorsun. Ben de açtım ve tevafuk oldu. Tevbe suresinden sonra gelen Yunus suresi çıktı. "Bismillahirrahmanirrahim elif lam ra" ile başlıyor. Oradan ben 3-4 satır okudum. Arkadan birileri "Allah Allah!" dedi. Onlar öyle bağırınca köydeki hadise geldi aklıma. Yüz, yüz elli kadar öğrenci vardı. Okuyuşumdan sonra Hocaefendi beni kabul etti.
Kirişin Çatlamasının Hatırlattığı Şey

Çocukken köyde Kur'an okurken kirişin caart diye ses çıkarmasını unutamıyorum. Hafız olmak istiyordum. İstanbul'da Hacı Fahri Hocaefendi'nin Kursundayız. Kur'an ve Arapça okuyoruz. İsra süresinde şöyle bir ayeti kerime var. "Tüsebbihu lehüs semavatüs seb'u vel erdu ve men fıhinne ve in min şey'in illa yüsebbihu bi hamdihi ve lakil la tefkahune tesbıhahüm innehu kane halimen ğafura" (İsra-17/44)
"Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır."
Ben o zaman hafızlığa çalışıyorum Arapçadan da anlıyoruz ya manalarını da mümkün mertebe bakıyoruz. Yine "Allah" dedim ve öyle deyince aklıma köydeki o çatlayan kiriş geldi. Yahu dedim bak. Ot, hut (balık) kurt, ağaç, sinek, yaprak, toprak, böcek ne varsa hepsi kendi dilince "Allah" diyor. Bir lisanı haliyle Allah diyorlar. Hemen o kirişin çatlaması geldi aklıma. "Allah Allah" dedim. Ama o zamanki safiyane halimiz işte pırıl pırıl bir gerçeği hatırlattı dedim. Şimdi bazı yaptığımız hatalarla alude mi olduk bilmiyorum, ne bileyim Allah affetsin.
Taşlıtarla Kur'an Kursunda hafızlığımı kavileştirdim ve hafızlığımı bitirdim. Arapçadan emsile, bina, avamil, maksut, izhar okuduk. 1963 yılı sonlarında Edirne'ye döndüm.
35 Yıl Selimiye'de Kaldım
—35 yıl süreyle aynı yerde kalmanız nasıl oldu? Siz mi ayrılmak istemiyordunuz, yoksa vazgeçilmez bir yönünüz mü vardı?
1966'dan beri 35 yıl Selimiye'de kaldım. Selimiye'ye gelen ziyaretçilere camiyi anlatıyordum, ezan okuyordum.
2001 yılının Ağustos ayında emekli oldum. Fakat tekrar Selimiye'ye dönme durumu oldu. Orayla sanki bütünleşmişim. Biz kadere iman etmiş insanlarız. Hakkımızdaki hükme boyun eğmekten başka çaremiz yoktur. Sultan Selim gelmiş geçmiş, Koca Mimar Sinan gelmiş geçmiş, onlara kalmamış, bize mi kalacak. Biz de gidiciyiz elbette. İmzamı attım ve artık ayrıldım. Tekrar dönmek istemedim. Fakat bu yeni müftümüzün Edirne'ye gelmesi, Ankara'dan gelen önemli şahsiyetlerin olsun, bürokratlar olsun veya diğer yerlerden gelen insanların beni burada görmek istemesi tekrar Selimiye'ye gelmeme sebep oldu.
Saçlarıma Dokunmayın
—Saçlarınız epeyce dikkat çekici, herhangi bir tepki almıyor muydunuz?

Bazıları bir ara saçlarını kestireceksin dediler. Bir cuma günü müftülüğe gittim. Mutemet Nuri Bey, Darülhadis Camiinin imamı Mahmut Bey, Ayşe Hatun Camii'nin imamı ve birkaç kişi vardı içeride. Dedim ki "hocam siz de sıkıntıya düşersiniz ben de, bu saçlarıma dokunmayın." Başladım biraz karşı koymaya. "Saçlarını kestireceksin" diyorlar. "Hayır, saçlarıma dokunmayacaksınız" dedim. Müftü Bey, "Nadi Hocam ben müftüyüm, her yerden tebrik alıyorum, iyi ki bu adamı buraya almışsın diye. Ben yurt içinden ve yurt dışından herkesten tebrik alıyorum" dedi. Sağ olsunlar saçlarıma dokundurtmadılar. Ben kendilerinden hep teveccüh gördüm.
Tansu Hanım Okuduğum Ezanı Dinledi
—Selimiye Camii'nde siyasi liderlerden karşıladığınız oldu mu?

Başbakanlardan Tansu Hanım Edirne'ye gelmişti. Baktım yabancı polisler getirmişler başka illerden, Selimiye'nin dış bahçesine beni almıyorlar. Tanımıyorlardı, bir tanesi oradan baktı "bir dakika o buranın görevlisi girsin, bırakın onu" dedi. "Vali Koru Engin Bey gönderdi beni buraya" deyince aldılar beni içeriye.
Tansu Hanım Selimiye'yi gezdi ve mihrabın yanından döndüler. Teveccüh edip artık çıkış yapacaklardı. Bütün basın mensupları 50-60 kişi hepsi gittiler Selimiye'nin çıkış kapısına, oradan çıkarken görüntüleyecekler. Biz içeride 15-20 kişi kaldık.
Tansu Hanım tam çıkmak için teveccüh edecekleri sırada minberin yanında bir şeyler anlatılıyordu. Dursun Demir hocamız vardı. Sultanbeyli müftüsü şimdi, o zaman müftü muaviniydi. Dedi ki "Sayın başbakanım, vaktiniz müsait değil ama cami görevlimiz Nadi Bey, yanımızda, isterseniz buranın akustiği çok hoştur, kısa bir şey okusun veya anlatsın" dedi. Tansu Hanım "Buyursun" dedi. Yüksek yerde ezan okumak sünnettir. Ben o şuur içerisinde herhalde yüksekçe hemen yakın iki üç metre çıktım, kürsü sağımda kaldı orada. "Allahu ekber, Allahu ekber, Eşhedü en la ilahe illallah" dedim. Yahu kardeşim tam döneceğim bir baktım 40-50 kadar kameraman, muhabir ne oluyor diye bir bağırdılar ama o kameramanların beni yakalamak için çantalarını birbirine çarpanlar, müezzin mahfilinin o ahşaplarına kafayı vuranlar falan ortalık birden karıştı. Adamlar görüntü yakalamak için bize doğru geliyor. "Eşhedü en la ilahe illallah" dedim. Bu sefer "devam et" dediler mi bana. Ezanı sonuna kadar okudum. Üzerimde Küçük Dünyam kitabında çıkan resimdeki bordo renkli elbiselerim vardı.
Akşamüzeri haberlere bakıyorum. Ulusal televizyonlar haberi verdiler. Sadece ezanın baş tarafı vardı ve kısaca geçiştirdiler. Bir de bölgemizin televizyonu Trakya TV'ye baktım. Yemin ediyorum bunu herkes bilir herkes gördü Tansu Hanım'ın, "hayyales salah" derken gözünden amma da yaşlar akıyordu. Gözünün yaşları öyle bir akıyor ki böyle hem kendimi seyrettim hem onun ağlayışını seyrettim. Ulusal kanallar hiç buralarını göstermediler.
Şerif Ercan Bey Edirne'den milletvekili seçilmişti. Tansu Hanım'ın yanında idi. Çıkarken bana demiş ki "Hocaefendi'ye Allahaısmarladık diyelim" demiş. Müftü muavini Dursun Demir Bey vardı o sırada. Müftümüz yoktu her halde, bir yere gitti, ona vekâlet veriyor. Dursun Bey "Nadi hocam bir dakika sayın başbakanımız çağırıyor" dedi ve başbakanın yanına götürdü. Tansu Hanım elimi tuttu, tokalaştık. "Allah nefesinizi arttırsın, gelene gidene okuyun, Allah daim etsin" dedi. Böyle bir güzel dualar etti. Ve o akşam kendisini gözyaşları içinde gördüm televizyonda.