—Hocaefendi Edirne'den Kırklareli'ne oradan da İzmir'e gittikten sonra bir ziyaret veya görüşmeniz oldu mu?

Hocaefendi İzmir'e gidince Edirneli arkadaşlar ve Hocaefendi'nin burada beraber olduğu insanlar 1967 yılında İzmir'de ziyarete gitmeye karar vermişler. Tam da benim evlendiğim günlerde idi. Bunlar rahmetli Hamdi Esenkal ve abisi Raif Esenkal, Hakkı Topçu, kabzı mal Turgut Efendi, Hacı Muhip Efendi karar vermişler Hocaefendi'yi ziyaret edecekler. Bana 'sen de geleceksin, sen gelmezsen olmaz, biz Hocaefendi'ye haber verdik, ziyaretinize geleceğiz dedik' dediler. Ben de 'daha yeni evliyim, hanımım yalnız, gelirsem onu köye götürmem gerekecek, ben gelemeyeceğim' dedim. Benim gibi birkaç kişi daha gelemeyeceğini ifade etti. Fakat bunlar beni ikna etti ve ben İzmir'e gitmeye karar verdim. Hemen köye haber verdim, babam geldi Edirne'ye bizim hanımı aldı götürdü köye. Biz de arkadaşlarla yola koyulduk ve İzmir Kestanepazarı'na gittik. Yol uzun, yolculuk yorucu bir iş. Şimdiki gibi hızlı vesaitler yok. Yollar desen şimdiki gibi değil. Zar zor gidiliyor.
İzmir'e vardık. Kestanepazarı'nda kaldığı küçük tahta kulübesini bulduk. Ben çay yapmaya karar verdim. Yoldan geldik yorulmuşuz. Dedim ya çayı çok seviyorum diye. O zaman sarı-kahverengi paketli Rize çayları vardı. Kalabalığız diye ben de çokça çay koydum demliğe. Demli çayı seviyorum. Mehmet Örs diye bir arkadaş vardı. Kendisi Edirnelidir ama İzmir'e taşınmıştı. Ertesi sabah kalktık. Hocaefendi çaydanlığı boşaltacak. Demliği bir türlü boşaltamıyor. Çok çay atmışım, demliğin dibine çökmüş. Hocaefendi Mehmet Örs'e 'Mehmet kardeş bizim Nadi hoca epeyce çay koymuş demliğe, boşaltamıyorum' dedi. Hakikaten de fazla koymuşum, belki paketin yarısını kullanmışım. Neyse Hocaefendi sallaya sallaya çay posasını boşalttı.
Edirneliler Risale-i Nur'u Ezbere Bilir
—İzmir'de ziyaret esnasında unutamadığınız hatırınızda kalan hadiseler var mı?

İzmir'de bulunduğumuz akşam bizi aldılar götürdüler Mustafa Birlik ağabeyimizin evine. Çok kalabalık bir ziyaretçi topluluğu vardı. Belki yüze yakındı. Oturduk, sohbet yapıldı, kitaplardan bir şeyler okundu. Çaylar içildi. Burada parantez sadedinde bir şey hatırlatmak istiyorum.
Biz Edirne'de Darülhadis Camii'nde Hocaefendi ile kitaplardan bir yer okuduğumuzda kaldığımız yerin ipini çekip kapatırken Hocaefendi 'Suat Bey, bende hafıza olsa burayı ezberlerdim' derdi. Biz hemen atlardık tabii. Neresi hocam orası? Bakıyorduk tamam şu sayfa. Üç gün içinde ben o sayfayı Kur'an ezberler gibi ezberliyordum. Geliyorum kaldıkları eve. Evde bazen sadece Suat Bey olurdu. Hocam ben burasını ezberledim, ezberden okumak istiyorum, bir dinler misiniz derdim. Tam okuyorum. Bu arada Hocaefendi çıkar gelir. Suat Bey durumu izah eder. Hocam işte 'siz geçen gün, bende hafıza olsa burayı ezberlerdim demiştiniz ya, işte Nadi Efendi de gitmiş o sayfayı ezberlemiş gelmiş' derdi. Hadi bakalım bir de Hocaefendi'ye okuyordum ezberden. Bunu şundan anlattım.
Şimdi Mustafa Birlik ağabeyin evinde sohbet ederken çaylar içildi, bitti. Tam o esnada elektrikler pat diye gitti. Hepimiz karanlıkta kaldık. Bir iki kişiden eyvah elektrikler gitti diye sesler duydum. Aradan 5 saniye geçmedi Hocaefendi'nin sesi duyuldu. 'Edirneliler Risale-i Nur'u ezbere bilir' diye bir cümle söyledi. Ben yanında oturuyorum. Tabii bunu duyunca herkes sus pus oldu. Edirneli arkadaşlardan biri 'hadi bakalım Nadi hoca' dedi. Ne okuyayım, ne edeyim derken o esnada İşaret-ül İcaz kitabından ibadet bahsi geldi aklıma. Aslında ikinci lema, altıncı söz, Ezher üniversitesi hocalarından Mısırlı Şeyh Bahid Efendi'nin Üstad hakkında söylediği 'Anadolu'nun sarp yalçın kayalıklarından İstanbul'a gelen adam' diye bahsettiği yerler aklımdaydı. Ezberlemişim oraları. Bu kısım özellikle Hocaefendi'nin hoşuna gider orayı okumamı isterdi. Sohbette bulunan arkadaşlara nereden okuyayım diye sordum. Belki Hocaefendi'nin de istediği bir yer vardır diye düşündüm. Kimseden de ses çıkmayınca birden ibadet bahsi geldi aklıma. Oradan okumaya başladım. 'Ya eyyühennâsü'büdu rabbekümüllezi halakaküm vellezine min kabliküm lealleküm tettekûn. Yani 'Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah'ın azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz' (Bakara suresi-2/21) İkinci ayete geçtim. 'O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler ve gıdalar çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın' (Bakara suresi-2/22) şeklinde ayetlerin meallerini verdikten sonra geçiyordum. Yine devam ediyordum.
'Akaidi ve imani hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke haline getiren sadece ve sadece ibadettir' dedikten sonra birkaç saniye duruyordum. Bu okuyuşum, tarzım ve hareketlerim herhalde böyle Hocaefendi'nin hoşuna gidiyordu. Çünkü Edirne'deyken de böyle dinliyordu beni. Camime gelir cemaatle namaz kılar ve beni okuduğum sureleri dinlerdi. Yine bir soluk aldıktan sonra devam ediyorum.
'Evet, Allah'ın emirlerini yapmaktan, nehiylerinden sakındırmaktan ibaret olan ibadetle, vicdani ve akli olan imani hükümlerle terbiye ve takviye edilmezse eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale Âlem-i İslam'ın hali hazırdaki vaziyeti şahittir' dedikten sonra burada duruyordum. Hocaefendi bunun üzerine bazı izahatlarda bulunuyordu. Bu ezberden okuduğumuz bir iki sayfanın açıklaması vesairesi 15-20 dakika bilemedin yarım saat tuttu. Sohbetin sonuna geldim ve 'fatiha' deyiverdim ki ışıklar birden yanıverdi.
Biz Edirneliler olarak ertesi gün geri döndük. Yolda gelirken arkadaşlardan biri 'Nasıl hafızım haberin var mı, dün İzmir'deki sohbet esnasındaki ışıkları mahsus söndürdüler' demez mi. Allah Allah... olacak iş değil. Hakikaten de ışıkları mahsus söndürmüşler ki bizi konuştursunlar. Ben işte oradaki Hocaefendi'nin 'Edirneliler Risale-i Nur'u ezberden okur' demesini hiç unutamıyorum.
Yaşar Tunagür ve Fethullah Hocaefendi'nin Hutbeleri
—Risale-i Nur'dan ezberlediğiniz yerler var, hitabetinizde de sanki Hocaefendi'nin bir tesiri var gibi. Ne dersiniz?

1960'lı yılların başında Tunagür hoca buradayken ben İstanbul'daydım. Fethullah Hocaefendi'ye çok muhabbet gösterdiğini duydum. İstanbul'da okurken izinlere gelir Edirne'de camilerde müezzinlik yapardım.
Bazen hutbelere çıkardım. Çok rahat okurdum. İzmir'de Hocaefendi'ye ziyarete gittiğimiz zaman bakkal Hamdi Esenkal abi büyük bir teyp getirmişti. Hocaefendi'nin kasetlerini dinliyordum teypten. Kısa zamanda aklımda kalmaya başladı ve Hocaefendi minberde ne söylemişse burada ben de minberde aynısını söylemeye başladım.
'İbadallah' Allahın kulları... 'ittegullahe ve atiû' Allahtan korkun ve ona itaat edin. 'İnnallahe ye'müru bil adli vel ihsani ve ita izil kurba veyenha anil fahşai vel münkeri vel beğy' Şüphesiz Allah dosdoğru olmayı, kafana göre doğruluğu değil, Kur'ana göre doğru olmayı ve istikametle Resulüllah'ın gösterdiği dürüstlükle ve yakınlarına birşey vermekle, vermenin en güzeli bozuk taraflarını tamir edip İslami örnekleri vermekle ve en şümüllü manasıyla insanlara emrediyor. İnsanın el ulvisi İslamın emirlerini lutfedip ihsan etmekle...
Bu cümleleri daha önceden hayal meyal hatırlıyorum. Yaşar Tunagür Hoca hutbeden inerken bunları okuyordu. Fethullah Hocaefendi de bunun aynısını yapıyordu ama Hocaefendi daha tafsilatlı okuyor açıklıyordu. O zamanlarda Yaşar Tunagür'den bunları duyuyordum.
1962-63'lerde o zaman görevde değildim ben. İstanbul'dan izne gelmiştim. Selimiye'de bir cuma namazına gittim. Aman Ya Rabbi, Yaşar Tunagür hoca Selimiye'yi doldurmuş. O yıllarda Selimiye'yi doldurmak öyle kolay iş değildi. Allah'ım Ya Rabbim. Bir doktor Nadir bey vardı arka taraflarda bölmelerin yanında yere oturmuş, ellerini kilitlemiş ayakları üzerinde Yaşar Hocayı dinliyordu. O adamın hali gözümün önünden gitmiyor, pür dikkat Yaşar Hocayı dinliyordu. Yaşar Hocanın da mikrofonda bir sesi vardı ki caminin dış bahçelerinden bile rahat dinleniyordu. O günlerde Yaşar Hocayı dinliyorduk hep. Yani cumanın haricinde bile konuşurdu Yaşar hoca, cemaat öğlen vaktine yarım saat kala Selimiye'ye dolardı. Yaşar beyin vaazlarını dinlemeye millet çok erken geliyordu. Cemaatte bir ağır başlılık vardı. Paldır küldür hareket eden yoktu. Abdest alanlar hemen camiye dalıyorlardı, dışarıda muhabbet eden, lak lak eden falan yok. İçeriye girme hazzıyla sessiz ve edepli bir şekilde gelirdi millet. O zaman öyleydi. Yaşar Hocanın manevi bir atmosferi oluşmuştu Selimiye'de.
Hocaefendi Selimiye'ye Ziyaretime Geldi
—Hocaefendi daha sonraları Edirne'ye geldiği olur muydu?

Hocaefendi'nin Edirne'ye benim gördüğüm gelişi şöyle oldu. Bir defasında çarşıda dolaşıyordum. Selimiye'deki imam ve müezzin odası için çay takımı, kaşık bardak bakıyorum. Ama en güzelini arıyorum. Kaliteli, iyi ve güzel olsun istiyorum. Tepsisi gümüş olsun istiyorum. Tam aradığım gibi bir takım buldum. Bir ikindi vaktinden sonra Selimiye'ye gittim. Hatta aldığım dükkândan 'hocam siz zahmet etmeyin, biz bir elemanla size bırakırız' dediler. Sağ olsunlar getirdiler Selimiye'ye. Ben onları bir güzel gıcır gıcır yıkadım, peçetelerle kuruladım. Tepsiye dizdim ve götürdüm bizim imam odasına koydum.
Ertesi günü yine Pazar günüydü herhalde. Camiye gittim. Camideki görevli arkadaşlar 'Fethullah Hocaefendi buralarda, gördün mü' dediler. Yapmayın yahu dedim. Her defasında böyle oluyor. Nerde falan filan derken şadırvanda olması lazım dediler. Ben de hemen bir havlu hazırlayayım dedim. Hatta kendi kendime 'niye ben böyle hazırlıklı bulunmuyorum' dedim. Güzel bir beyaz havlu almıştım. Hatta ilk aldığımda onu da güzelce yıkamış kurulamış ve kaldırmıştım. Havluyu götürdüm Hocaefendi'ye ve kurulandı kendileri. Bu sefer bir arkadaş o havluyu elimden almak istedi. Ben de kızdım ona, 'her defasında böyle yapıyorsunuz' dedim. Hocaefendi o havluyla kurulandı diye onu elimden almak istedi.
Derken Hocaefendi içeriye girdi. Bizim imam odasına oturuyoruz. Orada bir telefon vardı, o dikkatini çekti. O sırada benim bir gün önce aldığım çay takımı ve bardakları da gördü. 'Nadi Efendi bunlar da ne böyle' dedi. Dedim hocam 'ben bunları daha dün almıştım, gıcır gıcır yıkadım, kuruladım, buraya dizmiştim, ilk çay size mi nasip olacakmış' dedim. 'Ama bak bu sefer ıhlamur yok ona göre. Çok açık çay yapacağım, sizi hiç rahatsız etmeyecek tamam mı?' dedim. 'Tamam, olur' dedi. Yaptım çayı, güzelce demledim. Bu arada kimsenin haberi yok Hocaefendi'nin geldiğinden. Telefonla birkaç arkadaşa haber vereyim dedim. Mobilyacı Ali Osman Efendi adında bir ağabeyimizin bir telefonu vardı bende. Tuttum onu aradım. 'Ali Osman Efendi bak Fethullah Hocaefendi burada Selimiye'de benim yanımda, buradan ötesi size ait, artık Hüseyin Top hocaya mı haber verirsin, Hakkı beyi mi, Yüksel beyi mi, kime verirsen ver' dedim. Aman Allah'ım 15 dakika içinde Selimiye'ye bizimkiler akın ettiler. Biz bu arada onlar gelinceye kadar çaylarımızı içtik ve caminin girişinde başka bir odaya geçtik. Çayı da az yapmıştım, bir iki kişi oluruz diye. Fakat ne hikmetse o çaydan çoğu arttı.
Üç Saniyede Yer Açtılar Bana
—Hocaefendi Kırkpınar güreşleri dolayısıyla 1995'te Edirne'ye gelişinde kendisiyle görüştünüz mü?

Ben yine Pazar günleri izin kullanıyordum. Dışarı çıktım ve minibüse binerek Selimiye tarafına doğru gittim. Eski Cami'nin altındaki durakta minibüsten indim. Caminin alt tarafındaki merdivenleri tırmanırken birden karşıma biri çıktı. Biraz dolgun, tıknaz, hafif saçları dökülmüş bir arkadaş bana 'selamün aleyküm Nadi Bey' dedi. Allah Allah şaşırdım kaldım. Yanında da genç bir talebe vardı. Aleyküm selam dedim.
'Tanıdınız mı beni' dedi. Kim bilir acaba İstanbul Müftüsü Selahattin Kaya Beyefendi olmasın dedim. Yok dedi. Ben Suat Yıldırım demesin mi? Amman hocam yahu dedim, kaç yıl oldu görüşmeyeli, bir sarıldım boynuna. 'Hocaefendi buralarda gördün mü?' dedi. Yok, hocam nerde göreyim, daha şimdi indim minibüsten dedim. Her defasında böyle oluyor, sıkıntılı oluyorum, atıyorum kendimi dışarıya bakıyorum Hocaefendi gelmiş. Allah Allah, var bunda bir şey dedim. Suat hoca 'hadi gidelim o zaman, ben seni görüştüreyim' dedi. Selimiye'ye doğru yürürken bir baktık ki yanımızdan arabalar geçiyor. Suat hoca 'dönelim, Hocaefendi buraya geliyor, Kervansaray oteline geçecek' dedi. Biz Kervansaray'ın önüne gelinceye kadar onlar çoktan indiler. 150-200 kişi kadar var. Kameralar, gazeteciler, kalabalık bir insan grubu var. Ben Suat beyle gidiyorum. Kervansaray otelinin içindeki bahçeye girdik. Hocaefendi ve etrafındakiler bahçede yarım daire kadar yürüdüler. Suat Bey benim sol elimi bir yakaladı 'gel seni Hocaefendi'ye götüreyim' dedi. Kalabalığı yararak yanına vardık. Orada Hocamla selamlaştık, beş on saniye ayaküstü musafaha ettik. Derken bahçedeki tur tamamlandı ve yukarı kata çıktık. Tabii etraf çok kalabalık, orada kanepe gibi bir oturma yeri hazırlanmış. Sağında Suat Bey, solunda Hüseyin Top hocamız beraber aynı kanepeye oturdular. Ben gençlerin arkasında kaldım. Ayakta durup onların omuzlarından Hocaefendi'yi görmeye çalışıyordum. Hocaefendi oturduğu yerde şöyle bir yanına baktı, bir de başını kaldırarak benim olduğum tarafa doğru kaldırdı. Başını kaldırır kaldırmaz bir hareketlenme oldu. Herkes kime ve nereye doğru baktığını merak ediyordu. Sonra bana doğru baktığını anladılar. Üç saniye içinde hemen anında bir koridor açıldı. Yanına davet etti. Suat beyle kendi arasına oturttu beni. Çok hafif bir sohbet ettik, halimi hatırımı sordu. Sonra 'Nadi Efendi bir sesini dinlemek istiyorum ama aşır mı okursun, bir ilahi mi okursun' dedi. 'Aşır da okurum hocam ama malum benim bir defterim vardı, siz oraya bir Risale-i Nur'dan nurlu birkaç parça diye güzel bir şey yazmıştınız. Ne yazık ki ben o defteri birine göstermiştim, elimden aldı ve o da kaybetmiş. Sizin o deftere yazdığınız güzel bir kaside vardı, fakat son satırlarını hatırlıyorum. Onu ben mevlitlerde yüzünden bakar okurdum. Bilmem gerisini bir daha yazar mısınız' dedim. Aklımda kalan son iki satırı şöyleydi. 'Ya Rabbi ala habibike yelteci, yercü minke keramet la tahimi, vela havle fettahel Ya enisi-l münibi' deyince 'tamam hatırladım' dedi. Hatırladınız amma ben o defteri kaybettim hocam, yine bir ara bir şeyler karalar mısınız' dedim. Biz kendi aramızda böyle konuşuruz. Derken bu sohbet faslından sonra Kur'an'dan Fetih suresinin ilk sayfası ile ikinci sayfanın başına kadar bir aşır okuduktan sonra 'fatiha' dedik ve oradan kalktık.
Hocaefendi yine arkadaşlarıyla Edirne'yi gezmeye devam etti. Ardından Selimiye Camii'ne geçtik. Sanıyorum Kırkpınar güreşleri esnasında idi. Küçük Dünyam'da çıkan resimlerden birinde ben de varım. Çünkü Hocaefendi'yi Selimiye'de gezdirirken ben de vardım.
—Hocaefendi'ye bu kadar yakın davranmanız çevrenizde nasıl bir etkisi oldu?
Hocaefendi'nin rahatsızlığı, alerjisi vardı ya, hani kaşınıyor demiştim. Bakkal yoğurtları dokunduysa falan diye düşündük. Benim bisikletten sonra gazlı bir motorum oldu. Bakırcığı (bakraç) motorun koluna takardım. 2-3 kilo alüminyum bakraç idi. O yoğurt dolu bakracı doğru Hocaefendi'ye götürürdüm. 'Hocam taze, taptaze, annem dün köyde hazırladı, size gönderdi' diyordum. Bazen birileriyle köye haber gönderiyordum, yarın geleceğim annem yoğurt mayalasın diyordum. Hemen köye gidip alıp getiriyordum yoğurdu. Ve işte o yıllarda Hocaefendi'yi ben yalnız bırakmadım. Ama bazı imam efendiler onun yanına şucu bucu diyecekler diye sokulmuyorlardı. Ben onu yalnız bırakmadım. Eğer fedakârlık denecekse böyle bir fedakârlığımı mı gördü herhalde, bilemiyorum.
—Hocaefendi ile irtibatınız devam ediyor mu, selamlaşıyor musunuz?
Geçenlerde ABD'ye bir arkadaş ziyaretine gitmiş. Hocaefendi ona buradaki eski arkadaşlardan Mehmet Yerli ve diğerlerini sormuş. Selam söylemiş, sağlığımızı sıhhatimizi sormuş. 'Bizim Nadi hoca nasıl?' demiş. Sağolsunlar, bizleri unutmuyorlar...