Yargı krizi ve statüko beyleri-2
Bürokratik seçkinlerin Cumhuriyeti eşitlikçi bir Cumhuriyet değil.
Onlar hukukun emrinde bir devlet ve demokrasiyle taçlanmış bir Cumhuriyet olsun istemiyorlar.
Çünkü hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir Cumhuriyet, onların sahiplik iddiasına son verir.
Demokrasinin hür ve eşit vatandaşlık anlayışını bu yüzden “irtica” ve “bölücülük!” biçiminde yorumlayarak püskürtmek isterler.
Sanki başı örtülü bir vatandaşımız ile başı açık bir vatandaşımız temel hak ve özgürlüklerde eşitlendiğinde laik cumhuriyet elden gidecekmiş gibi.
Sanki etnik anlamda Kürt olan vatandaşlarımızın eşitsizlik sorunu giderildiğinde ülke bölünecekmiş gibi.
Yaptıkları propaganda bu işte...
Bilmeyen de sanır ki laiklik ve cumhuriyet tehlikede... Ülke bölünüp parçalanıyor!
Tabii ki yok böyle bir şey!
Onların kafasındaki “makbul vatandaş”, verilene razı olan vatandaştır. Yani eşitsiz duruma itirazsız boyun eğen vatandaştır.
Verili özgürlük alanını kendileri için yeterli bulmayanlar, daha ileri gidip kendileriyle eşit olmak isteyenler ise ya “mürteci”dirler, ya da “bölücü”...
Dokunulmazlık ne işe yarar?
DTP’li vekilleri dokunulmazlık zırhına rağmen mahkemeye çağıran anlayış, Anayasanın 14 maddesinde saklı...
Söz konusu maddeyi bir kez okuyunuz lütfen.
Göreceksiniz ki, orada somut bir suç tanımı yok. Sadece soyut ve takdire bağlı belirlemeler var. “Eski Türkiye”nin ideolojik hassasiyetlerine göre askeri rejim sonrasında kurgulanmış ifadeler...
Her iki seçmenden birinin oy verdiği iktidar partisini (AK Parti) “laiklik” söylemi üzerinde kapatmaya çalışan zihniyet de mevcut Anayasanın özünde mündemiç...
Hülya Avşar’ın veya DTP’li vekillerin söylediklerini eleştirebilirsiniz, ama onların salt düşünce düzeyinde kalan söylemlerini yargı konusu haline dönüştürmek, “Yeni Türkiye”nin demokratik ruhuyla bağdaşmıyor.
Bırakalım herkes düşüncelerini özgürce ifade etsin.
Kim ne istiyorsa onu söylesin.
Artık Anayasanın 14. maddesi gibi somut suç tanımı yapmayan, ama soyut ve takdire bağlı suç tanımlarıyla ifade özgürlüğünün köküne kibrit suyu döken yasalarımız olmasın bizim.
DTP’lilerin suçu!
DTP’li vekilleri “bölücülük” suçuyla mı yargılıyoruz, yoksa terörü veya terör örgütünü övdükleri gerekçesiyle mi?
Eğer birincisiyse, bunun bir karşılığı yok artık.
Çünkü DTP’liler devletin üniter yapısıyla, bayrağıyla ve resmi diliyle hiçbir sorunlarının olmadığını söylüyorlar. En azından resmi söylemleri böyle...
Diğer görüşlerine veya siyaset yapma tarzlarına çokları gibi benim de eleştirilerim var.
DTP’nin eleştirilmesi ne kadar demokrasinin gereğiyse, DTP’nin de kendi düşüncelerini özgürce dile getirebilmesi demokrasinin gereğidir.
Sadece DTP’liler değil bu ülkede yaşayan tüm vatandaşlar düşüncelerini serbestçe ifade edebilmelidirler ki, demokrasimiz evrensel ölçülere uygun bir biçimde bu topraklarda kök salsın.
DTP’liler terör örgütünü veya liderini övdükleri için suç işliyorlarsa, bu yargılama pekala dokunulmazlıklar kalktıktan sonraya bırakılabilir.
Bu sonraya bırakma Türkiye’yi ne böler-parçalar, ne de Türkiye’nin gücüne gölge düşürür.
Tam tersine Türkiye’nin demokratik olgunluğunun nişanesi olarak alkışlanır.
Başka türlü hareket etmek, yani geçmişin o yasakçı ve baskıcı dayatmalarıyla hareket etmek, sadece sorunu kangrene dönüştürür.
“Eski Türkiye”ye ait anti-demokratik yasaklarla, kapatmalarla, gözaltı ve tutuklamalarla varabileceğimiz yer bellidir.
Bu sorun kangrene dönüşmeden çözülmelidir.
DTP’nin sorunlu dili
Başbakan Erdoğan’ın ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bu konuda sergilediği tavır, demokrasiye ve hukuka sahip çıkan bir tavırdır.
Dilerim DTP bunun kıymetini bilir de bundan sonra çözümsüzlükten nemalanan statükocu beylerin değirmenine su taşıyan ve yasal siyasetin zeminini de tahrip eden o sekter dilini terk eder.
DTP bu haliyle çözümün değil sorunun bir parçası olarak duruyor.
Çünkü DTP hala siyasetin dilini kuşanabilmiş değil.
Bakalım DTP kongresinde nasıl bir DTP çıkacak.
|