Elbette. Kemalist mühendislik projesi aslında başından beri muhalefetin tasfiyesi üzerine kurulmuştur. Çünkü otoriter olan bu dil daha sonra totalitarizme evrildi. Bu dilden dolayı da muhalefetin her türü tasfiye edildi. Birinci meclis bunun için tasfiye edildi. İkinci meclis bunun için tasfiye edildi. Hilafet muhalif bir unsur olarak görüldüğü için tasfiye edildi. 1925’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası bunun için tasfiye edildi. Şeyh Said isyanı gerekçe gösterilerek memlekette ne kadar muhtemel muhalefet varsa bunun için tasfiye edildi. Daha önceki isyanlarda olduğu gibi daha sonraki isyanlarda da bu bir fırsat olarak kullanıldı ve Kemalist kadrolara muhalif ne kadar unsur var hepsi tasfiye edildi. 1919-1921 arasında tam 14 tane Türk isyanı var: Hart (Bayburt) isyanı, 1. Düzce isyanı, 2. Düzce isyanı, Çorum isyanı, 1. Yozgat isyanı, 2. Yozgat isyanı, Zile isyanı, Konya isyanı, 1. Bozkır isyanı, 2. Bozkır isyanı, 1. Aznavur isyanı, 2. Aznavur isyanı ve daha başkaları… Dolayısı ile sadece Kürtler isyan etti, bilmem bu kaçıncı Kürt isyanıdır sözlerini duyuyoruz. Bu doğru değil. Yarısı söylenen hakikat, yalanın en sinsi olanıdır. İşte Türk isyanları da var.
Şu kısma farklı bir yönden bakan yazar okudum dün , gerçi temelde aynı şeyler ama , genelleme yapma yerine Zaman gazetesinde yazan bir yazar münferit şeyler olduğunu ima etmesi olaya bütünü ile hakim olmayı sağlayabilir. Müsadenizle ekliyorum
[Yorum - Doç. Dr. Erol Göka] 
.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu aklı, yaşanan acı günlerin getirdiği müthiş siyasal tecrübeyle, Fransız ve Sovyet devrimcilerinin yaptıkları hatalara fazla düşmemiştir. Cumhuriyet'in kurucu aklı, sınırları içinde yaşayan insanları ırk değil, yaşayan kültür temelinde değerlendiren bir resmi ideoloji (Hegelci terimlerle "sivil din") oluşturmaya girişmiş, devletin ve toplumsal hayatın geleneksel değil, modern bir yönde gelişmesini hedeflemiştir. Ama bir yandan da dinin toplumsal yaşamdaki değerinden vazgeçmemiş, laiklikle din ve diyanet işlerini bir arada yürütebileceği bir formül aramıştır.
kuruluşunda ırkçılık var demek insafsızılık olur
Ancak kabul etmek gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki toplumsal formasyonda bu hedeflerin gerçekleştirilmesi, hatta karartılıp çarpıtılmaması çok zordur. Toplumun kendi içindeki etnik, dinsel ve toplumsal çelişkiler, Cumhuriyet projesini torpilleyecek mayınlarla doludur; tüm bunlara uluslararası konjonktürün gerekleri, yöneticilerin yaptıkları hatalar da katıldığında bu zorluk kat be kat artmaktadır. Her ne kadar bazı çevreler, "Kemalizm"i Cumhuriyet'in resmi ideolojisi olarak sunmaya kalkışsalar da, bu doğru değildir. Doğru olan, resmi ideolojinin Cumhuriyet tarihinin her aşamasında, koşullara göre değiştiği; hatta kimi zamanlar kaba, abartılı ve hatta trajikomik yeni biçimler aldığıdır. Resmi ideolojinin içerikleri ve uygulamaları elbette tartışılabilir, tartışılmalıdır. Örneğin resmi tarih yazımında, tarihe geçecek hatalar yapıldığı, sanki çok gerekliymiş gibi saçma bir köken ve kıdem söylemi yaratılmaya girişildiği bugün genellikle kabul gören bir gerçektir. Aynı şekilde sürecin demokrasi yolundan geri çevrilmeye çalışıldığı dönemler ve darbe zamanlarının da savunulmayacak nitelikleri açıktır. Resmi ideolojinin zaman içindeki şekillenişlerine yönelik eleştiri hakkını mahfuz tutmak şartıyla, kabul edilmesi gereken bir gerçek de Türkiye Cumhuriyeti'nin temel yöneliminin bugün de vazgeçilemeyecek kadar tutarlı, yoğun bir siyasi aklın ürünü olduğudur. Bugün gündeme gelen demokratik açılımlar bu aklın neticesidir. Yürüyüş, daha çok demokrasi, daha çok özgürlük ve çağdaş dünyayla daha çok kaynaşma doğrultusundadır. Bir noktaya açıklık getirmekte fayda var; çünkü bizim doğru diye nitelediğimiz
Cumhuriyet'in yönelimi içinde en çok eleştirilen, biyolojik-ırkçı safsatalarla sislendirilen, çarpıtılan nokta burasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, Türk etnisitesine göre temellenen ırkçı bir devlet olmakla suçlanmakta ya da alkışlanmaktadır. Elbette bariz ırkçı tutumlar gösterilen icraatlar olmuştur ama devletin temel çizgisini hükümet politikalarında aramaktan kurtulan bir anlayışla konuya yaklaştığımızda, Türkiye Cumhuriyeti'nin ırkçı bir temelde kurulduğunu söylemenin insafsızlık olduğu görülecektir. Bu temel çizgi, 1924 Anayasası'nın 88. maddesinde kendini apaçık göstermektedir: "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur. [...] Türklük sıfatı kanunen muayyen olan ahvalde izae edilir." 1924 koşulları göz önüne alındığında, "Türk" sıfatının asla bir etnik gönderme taşımadığı, bu sıfatın seçilmesinde bizim kendimizi değil, onların (Batılıların) bizi üstelik pejoratif bir biçimde nitelemesinin esas alındığı görülecektir. Devlet, vatandaşlarına birleştirici "Türk" sıfatı yükledi diye, (belki bir avuç Türkçü aydın dışında) düğün bayram eden bir etnik grup, hatta Türk olduğundan haberdar bir üst-ırk söz konusu değildir. "Türk", yukarıdan aşağıya inşanın temel direği olarak, üstelik Batı nezdindeki tüm olumsuz çağrışımlarına rağmen seçilmiştir. Cumhuriyet'in kurucu aklı, insanları bir arada tutan şeyin, biyolojik orijinleri değil, birlikte üretebildikleri hayat mücadelesi ve kendilerini mutlu hissettiren kültürel yapımlar olduğu gerçeğini fark etmiştir. Bugün demokrasimizin geldiği noktada, yapılması gereken, etnik kimlikleri bastırmaktan vazgeçmek, anadilleri özgürleştirmek, farklı etnik kimliklere rağmen Cumhuriyet'imizin bizi bir arada tutmaya yeteceğine dair bir inanç geliştirmeye çalışmaktır