Tekil Mesaj gösterimi
Alt 03-24-2010, 14:14   #22
Kullanıcı Adı
BaşıboşSaatler
Standart
Said-i Nursi’nin Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki yaşamı, Kürt isyanlarıyla ve cumhuriyet rejimini İslamcı/hilafetçi bir yapıya dönüştürme girişimleriyle iç içe geçerken, sürgün-mahkeme-ceza sarmalından kurtulamaz.
1932’de tutuklandı, 1934’te Isparta’ya sürüldü. 1935’te Eskişehir’de 11 ay hapse mahkûm oldu. 1936’da Kastamonu’ya sürüldü.
Kastamonu’da yedi yıl kalan Said-i Nursi, yörenin zenginlerinden Taşköprülü Sadık Demireller (1902–1979) ile birlikte yaşadı. “Miralay Sadık Bey” diye de anılan bu yeni “talebe” onun parasal destekçisi oldu; yemeğini yaptı, hatta ayaklarını da yıkadı.
Sürgünde yaşadığı ev giderek bir merkez oldu. Ünü ve etkisi giderek yayıldı. İbrahim Fakazlı’nın anlattıkları bu etkiye iyi bir örnek oluşturmaktadır:
“İkinci Cihan savaşında ihtiyat askeri iken bir gece rüyamda karargâh çadırında oturuyorduk. O sırada askerler bana dediler ki, ‘Peygamber Efendimiz (a.s.m.) karargâhımıza geldi.’ …Birden karşımda kendilerini gördüm. Belinde yerlere değen kılıç, başında o zamana kadar hiç görmediğim uzun bir sarık, ayağında normal bir şalvar, üzerinde göğsü açık bir gömlek, çok nurani sakalsız, bıyıklı bir zat. Ağlayarak kendimi ayaklarına attım.”
Böylece rüyada da olsa, peygamberin fiziksel tarifini yapan Fakazlı, daha sonra Kastamonu’ya gittiğini ve rüyasında gördüklerinin benzerini yaşadığını anlatmaktadır. Rüyaya inancın hiç kimseye bir zararı yoktur, ama başka kişiler üstünde egemenlik kurmak için kullanılması ya da kullandırılması daha sonra örnekleriyle göreceğimiz gibi, kişisel ve toplumsal zararlara yol açabilmektedir. İbrahim Fakazlı’nın rüyasına dönelim:
“Zira ben üstadımızı görür görmez, askerde gördüğüm rüya gözümün önüne geldi. Rüyada Peygamber Efendimizi aynı sarık, aynı kıyafet ve aynı endam ve nuraniyet içinde görmüştüm. Bunun için şaşkın ve perişan bir halde ağlayarak Üstadın mübarek ayaklarına kapanmışım, ‘Ancak gelebildim’ diyemiyordum.”
Said-i Nursi bağlılarının rüyaları kendi yaşamlarını etkilemekle kalmaz aynı zamanda adaletin yerine getirilmesinde de ana etken olur. T.C. yargıçlarından Abdurrahman Şeref, gördüğü ‘rüya’nın etkisiyle nasıl mahkeme kararı verdiğini anlatarak ilginç bir örnek oluşturmaktadır:
“1- Ben Said-i Nursi’nin ‘Tefrikaya düşmeyin. Birleşin, vahdette kuvvet var, nitekim üç ayrı elif üç eder. Yan yana gelirse (111) eder’ teşbihini çok beğenir, hemen her yeri düştükçe söylerdim… 2-Kararın yazılması sırasında rüyamda İmam-ı Gazali Hazretlerini gördüm, ‘Kararını okudum ve çok beğendim’ dedi. 3-Rüyamda celalüddini Suyuti Hazretlerini gördüm. Elinden öptüm, alnımdan öptü… 4-Rüyamda Hazret-i Ali’yi gördüm, ‘Bana yardım etmiyorsunuz‘ dedim. Harp kıyafeti içerisinde idi, gülümsedi. ‘Yardım ediyoruz, ediyoruz…’ dedi…”
Yargıç dava kararını rüyasında bağlamaya kararlıdır ama uygun bir gerekçe yaratmak için rüyasından bir süre daha yararlanmak ve davayı buna göre sonuçlandırmak gereksinimin duymaktadır.
“5- Rüyamda Ali Himmet Berki’yi gördüm. ‘28 buraya gel’ dedi. Koşarak gittim, eğil dedi. Eğildim. Sağ göğsüme bir madalya taktı. ‘Bu nedir efendim?’ dedim. Cevap verdi: ‘Gerekçeli olarak yazdığınız bir karardan dolayı…’ Uyandım. Ve, derhal rüyamı yazdım.”
Yargıç Abdurrahman Şeref’in Hz. Peygamber’i gördüğü son rüyası mahkeme kararını bağlar....
Said-i Nursi’nin olabileceklere işaret eden sözleri de varislik yaklaşımı aydınlatmaktadır. O, daha önceleri, kendisini mahkûm edecek olan yargıçlardan ve devlet yöneticilerinden öcünün nasıl alınacağını belirtiyordu:
“Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız! Kahhar bir el ile, cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan tardedilip ebedî zulümata çabuk atılacaksınız! Arkamdan, pek çabuk sizin Nem-rudlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gönderilecek. Ben de huzur-u İlahîde yakalarını tutacağım. Adalet-i İlahiye, onları esfel-i safiline atmakla intikamımı alacağım!”
Said-i Nursi’nin hoşgörüsü yoktur. Düşmanı olarak bellediği kişileri beyinlerini bomba ile dağıtmakla tehdit eder:
“Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz, bana ilişmeyiniz! İlişseniz, intikamım muzaaf (katmerli) bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz!
Ben rahmet-i İlahîden ümid ederim ki: Mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak!
Cesaretiniz varsa ilişiniz!
Yapacağınız varsa, göreceğiniz de var!”
(Meczup Yaratmak, UDY, 3. Basım, 2007)