KÖŞE YAZARLARI
GAZETESİ
MEHMET Y.YILMAZ
Kanunların Anayasa'ya uygunluğuna veda zamanı
"...ANAYASA, Cumhurbaşkanı'nı "tarafsız" olarak tanımlıyor ama bu ilkeye veda edeli çok oldu... Önümüzdeki dönemde, cumhurbaşkanı halk tarafından seçileceği için, bu siyasi kişiliğinin altı daha kalın bir çizgi ile çizilecek. Ve şimdi kuvvetler ayrılığı ilkesinin Cumhurbaşkanı üzerinden delinmesi sorunu ile karşı karşıyayız. AKP'nin Anayasa değişikliği paketinin Anayasa Mahkemesi ile ilgili hükümleri bunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi'nin 7 üyesini canı istediği gibi seçecek. Öte yandan dolaylı olarak Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek üç üye daha var. Cumhurbaşkanı YÖK Başkanı'nı seçecek, YÖK Cumhurbaşkanı'na "Anayasa Mahkemesi üyesi adayları" bildirecek ve Cumhurbaşkanı üç kişiyi de oradan tayin edecek. Böylece 19 üyeli bir mahkemenin 10 üyesi, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından tayin edilecek. Altı üye de yine Cumhurbaşkanı tarafından, Yargıtay, Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından bildirilecek adaylar arasından seçilecek. Etti mi 16! Geri kalan üç üyeyi de TBMM "gizli oyla" seçecek. Yani iktidarda kim varsa, onun adayları Anayasa Mahkemesi üyesi olacak... Ve bunun adı "demokratik Anayasa" değişikliği olacak!..."
EYÜP CAN
Kim Daha İyi Yenilecek?
"...Şimdi gelelim AK Parti'nin Anayasa değişiklik paketine. Paketin içinde aslında herkesi memnun edecek kadınlara ve çocuklara pozitif ayrımcılıktan, memurlarla toplu sözleşmeye, darbecilerin yargılanabilmesinden fişlemelerin son bulmasına üzerinde kolaylıkla uzlaşılabilecek maddeler var. Fakat kapatma davasının zorlaştırılması, HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısının değiştirilmesi özellikle yargı elitini ciddi biçimde rahatsız ediyor. Yargıtay Başkanı
‘bu paket yargıyı ele geçirme girişimidir' dedi. CHP 12 Eylülcülere yargı yolu açılması dışında yargı elitiyle aynı fikirde. MHP ise bu meselenin uzlaşma komisyonuna gelmesini ve seçimlerden sonraya bırakılmasını istiyor.
Erdoğan dün açıkça
"Meclis olmazsa milletimize gideriz" dedi. Yani referandumdan dönüş yok... Dedim ya bu konu en az Sağlık Reformu'nun Amerika'yı ikiye bölmesi gibi Türkiye'yi bölecek. Kim kazanır? Belli değil. Çünkü söz konusu olan tıpkı Amerika'daki gibi yüz yıllık uzlaşması zor bir mücadele..."
GAZETESİ
TAHA AKYOL
"Cumhuriyetin Ana Sütunu"
"
...CHP lideri Sayın Baykal'ı dinliyorum. Tabii, iktidarın anayasa değişikliğine karşı çıkıyor. Baykal kaybedeceği bir savaşa girmiş gibi geldi bana. Çünkü böyle giderse hem Meclis'te hem referandumda bu savaşı kaybedecek... Fakat CHP ‘pragmatik' olamıyor, her zaman olduğu gibi bu defa da ideolojik davranıyor; işte yine ‘Cumhuriyet elden gidiyor' retoriğine sarıldı. Bu söylem, Ak Parti dışındaki sağı da "evet"e yöneltecektir! Çünkü CHP "devlet, cumhuriyet, laiklik" dedikçe onun anladığı ile halkın anladığı farklıdır; en azından 1950'den beri böyle... Cumhuriyetin özü Sayın Baykal'ın, "CHP'nin genleri"ni yansıtan cümlelerini not ettim: "Cumhuriyetin ana sütunu yargıdır... Cumhuriyetin özü yargı bağımsızlığıdır... Bu değişiklik olursa bildiğiniz cumhuriyet artık aynı cumhuriyet olmayacaktır..." Önce birkaç düzeltme: Atatürk bütün ömrü boyunca "kuvvetler birliği"ni savundu, "kuvvetler ayrılığı"na şiddetle karşı çıktı. Bütün devrimci rejimler gibi bizim cumhuriyetimiz de "kuvvetler birliği"ni esas aldı. Atatürk, 21 Aralık 1921 günlü uzun konuşmasında, ‘yürütme'yi üstün kuvvet olarak niteledi. Onun altında ‘yasama' vardı, ‘yargı' ise en alttaydı, öbür iki kuvvete muhtaçtı; o yüzden bağımsız olamazdı: "Rica ederim, böyle bir kuvvet (yargı) nasıl bağımsız olabilir!"... Bizde "CHP, ordu, yargı" şeklindeki tarihsel blok algısı böyle oluştu. 1950'den beri de halk çoğunluğundan oy alamıyor. Baykal dünkü konuşmasıyla bu algıyı yeniden teşvik etti! 2007 referandumunda yüzde 67 "evet" çıktığını hatırlamadı bile! Cumhuriyetin evrimi Fransa'da ve bizde cumhuriyet devrim döneminin "kuvvetler birliği" ilkesinden liberalizmin "kuvvetler ayrılığı" ilkesine geçerek, yargı ise "bekçilik"ten "tarafsızlığa" geçerek evrimleşiyor. Bugün ‘birinci sınıf ülkeler' arasında yer almamız bu evrimin devamıyla mümkündür. Çağımızda hiçbir liberal demokrasi yoktur ki, Anayasa Mahkemesi'ne parlamentolar üye seçmesin! Hiçbir demokraside bugünkü HSYK gibi ‘kapalı kast' sisteminde bir ‘adalet idaresi' de yoktur! Çağımızda "Cumhuriyetin ana sütunu yargıdır" denilemez, yasama ve yürütme ‘ikincil sütunlar' gibi görülemez. Bu ‘vesayetçi' görüş, siyaseten halkın hissiyatına aykırı olduğu gibi, hukuk ve siyaset bilimlerine de aykırıdır. CHP niye sıçrama yapamıyor? Bundan... Baykal bu konuşmasıyla AKP dışındaki geniş halk kitlelerini yine referandumda "evet" demeye itti! ... Dün Baykal'ı dinleyen AKP'liler çok sevinmiş olmalılar. ..."
FİKRET BİLA
BDP'den 5 koşul
Anayasa değişiklik paketi açısından Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), iki yönlü anahtar konumunda duruyor. BDP'li 20 milletvekilinin pakete olumlu oy kullanmaları halinde, DSP ve bağımsızlardan alınacak destekle, AKP 367'yi bulabilir. Böylece anayasa paketi referandumsuz gerçekleşebilir. Bu bakımdan BDP kilit bir konumda. ... BDP, anayasa değişiklik paketine destek vermek için bazı koşullar öne sürüyor. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, dünkü görüşmemizde, pakete destek vermek için 5 koşul öne sürdü. BDP'nin koşulları şöyle: 1- Yüzde 10'luk seçim barajının düşürülmesi, 2- Genel seçimlerde yüzde 3 oy alan veya TBMM'de grubu bulunan veya 41 ilde örgütlenmiş olup son genel seçimlere katılmış olan partilere Hazine yardımı yapılması, 3- "Taş atan çocuklar" yasasının bir an önce çıkarılması, 4- Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 215, 216, 220 ve 314. maddelerinin değiştirilmesi, 5- Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) 7. ve 8. maddelerinin değiştirilmesi. ... Demirtaş, BDP'nin anayasa değişikliği önerilerini önümüzdeki iki günde yapacakları çalışmalardan sonra belirleyeceklerini de ekledi. ... Demirtaş'a, iktidarın bu koşullardan bazılarını kabul edip bazılarını etmemesi halinde -örneğin yüzde 10'un düşürülmemesi gibi- bir esneklik gösterip göstermeyeceklerini sorduğumda şu yanıtı verdi:"Biz yüzde 10'un düşürülmesi konusunda ısrarlıyız. Aslında diğer önerilerimizde de ısrarlıyız. Ancak, yüzde 10'luk baraj düşürülmez, diğer koşullarımız kabul edilirse tavrımızın ne olacağını şimdiden söyleyemem. Öyle bir durumda yetkili kurullarımızda durumu yeniden değerlendiririz. Ancak şu kadarını söyleyebilirim; eğer iktidar partisi, açıkladığı anayasa değişikliğini kelimesi kelimesine aynen komisyondan ve Genel Kurul'dan geçiririm diyorsa ve diyecekse, o zaman, bizde, ‘Bu AKP'nin anayasasıdır, hayırlı olsun' deriz ve destek vermeyiz." ..."
GAZETESİ
OKAY GÖNENSİN
İhtiyaç Farkı
"...Siyasette etkili bir demokratik sol hareketin eksikliği şu anda yaşanan anayasa tartışmalarında iyice ortaya çıkıyor. AKP yüksek yargıyla çatışmasında çevresini birkaç olumlu maddeyle kuşattığı bir anayasa paketiyle mücadele edecek, tutucu muhalefet partileri de paketteki hiçbir değişikliğin çıkmaması için "nasıl bir anayasa" üzerinden değil, yine yargı üzerinden kavga verecek... Başbakan bu anayasa paketinin ihtiyaçlardan doğduğunu söylüyor. Tabii ki doğrudur, Türkiye'nin ihtiyaçlarına ve hedeflerine bugünkü anayasa çok dar geliyor. İhtiyaç, yargının siyasetten tümüyle arınmasıdır. AKP'nin paketinde daha geniş katılımlı bir yargı yönetimi için yola çıkıldığı iddia edilmekle birlikte, kurulmak istenen yapı yargının daha da siyasileşmesi tehlikelerine daha fazla açıktır... Paketteki sakınca ve eksiklikler konusunda muhalefet partilerinin herhangi bir önerisi bulunmuyor. Yargının siyasetten kurtulması için Anayasa Mahkemesi'nin ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yeniden nasıl yapılandırılması gerektiği konusunda muhalefetin bir fikri yok. HSYK'nın başkanının Adalet Bakanı olmasına, müsteşarın katılmaması durumunda toplantı yapılamaması düzenine bile açık şekilde karşı çıkılmıyor. Nedeni de basit, önümüzdeki dönem için iki muhalefet partisi, CHP ile MHP bir koalisyon hükümeti kurma umudunu taşıyor. İktidar olmaları durumunda onlar da hâkim ve savcı atamalarını bir şekilde ellerinde tutmak istiyor. Parti kapatmanın açık olarak, çok sözü edilen "Venedik kriterleri"ndeki gibi "şiddet" unsuruna bağlanması konusunda da muhalefetin fikri yok. Daha doğrusu bugünkü durumun devamını istiyorlar, çünkü AKP'nin tekrar kapatılma tehdidi altına girmesi durumunda kendilerine iktidar yolunun daha kolay açılacağını düşünüyorlar. Bundan önceki parti kapatmalarında da ses çıkartmamışlardır... Demokrat bir sol hareket olmadığı için Türkiye'nin gerçekten ihtiyacı olan anayasa üzerinde bir tartışma da olmayacaktır. Aslında AKP ile CHP ve MHP'nin anayasa hakkında temel görüşleri farklı değildir... AKP'nin paketine karşı çıkan hukuk çevrelerinin ağzından da "çağdaş anayasa" kavramı çıkmadığına göre aslında herkes hayatından memnun. Türkiye'nin ihtiyacı onların için, iktidar imkânları ya da gelecekteki iktidar imkânlarıyla kısıtlı...."
BİLAL ÇETİN
Yargı ve muhalefetle ipler koptu...
Anayasa ve anayasa değişiklikleri ile ilgili olması gereken şu şekilde özetleniyor: "Anayasalar toplumsal sözleşme, toplumsal mutabakat metinleridir. O nedenle de hem yapılışı hem de değiştirilmesi asgari değil, azami siyasal ve toplumsal mutabakata dayalı olmalıdır..." ... Şu anda iktidar partisi geçici olanlarla birlikte 26 maddelik bir anayasa değişiklik paketini siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve anayasal kurumların görüşüne açmış durumda. ... Şu anda hükümetle yüksek yargı arasında tam anlamıyla bir savaş havası hakim. Siyasal alanda da durum farklı değil. Ancak, Meclis'te temsil edilen siyasi partilerin bu taslak üzerinde mutabakata varamayacakları zaten belliydi. İktidar partisi de başından itibaren bu durumu öngördüğü için anayasa paketinden önce referandum yasası değişikliğini gündeme getirdi. 120 günlük referandum süresini 60 güne çekti. Bu işlem tamamlandıktan sonra planlanan anayasa değişiklik paketi açıldı. Yani ne CHP'nin ne de MHP'nin pakete destek vermeyeceğini biliyordu Başbakan Tayyip Erdoğan ve kurmayları. ... İktidar açısından şu anda BDP'nin tutumu hayati önem taşıyor. BDP'nin kerhen de olsa vereceği destek, paketin en azından referandum eşiği sayılan 330 oyu garanti altına alıyor. Sonraki aşamada, yani referandum sürecinde meydanlarda muhalefet partileri CHP ve MHP ile kozunu paylaşmayı hedefliyor AKP. ... Türkiye yaklaşık bir yıl boyunca yüksek tansiyonlu, gerilimli bir siyasal atmosferle yoluna devam etmeye çalışacak. Tabii eğer referandum öncesi bir yargı kazası yaşanmaz ise... Şöyle ki, eğer anayasa değişiklikleri 330'un üstünde bir oyla Meclis'te kabul görür ise teorik olarak referandumun yolu açılıyor. Ancak paket Meclis'ten onay için Çankaya yoluna çıkarken hiç kuşku yok ki CHP de "iptal ve yürürlüğün durdurulması" dilekçesi ile birlikte Anayasa Mahkemesi'nin yolunu tutacak. Anayasa Mahkemesi CHP'nin yapacağı başvuruyu Yargıtay Başkanı Mustafa Gerçeker'in önceki gün dile getirdiği gibi, "Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri arasındaki hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkesi"ne aykırı bululursa ne olacak? Özetle anayasa değişikliği atağı her bakımdan riskli bir süreçte ilerlemeye aday gözüküyor..."
GAZETESİ
AKİF BEKİ
10 Soruda Yargı Reformu
Tek tek gidelim... Yargı kurumlarının en temel itirazı şöyle; "Bu Anayasa değişikliği, Anayasa'ya aykırıdır." Yok, bir de uygun olsaydı!... Adı üzerinde zaten, Anayasa reformu bu.
Soru 1- Yahu, mevcut Anayasa'ya aykırı olmayacaksa, niye ‘değişiklik' densin ki adına, düşündünüz mü hiç? ... Yargıtay, HSYK, YARSAV ve CHP, bu veciz cümlede birleşiyor. Cerbeze, mugalata ve safsata sanatlarında son nokta! ... Soru 2-Yüksek yargı kurumları, Meclis'teki siyasi muhalefetin bir parçası mıdır? Baykal diyor ki; "Bu Anayasa değişikliği, yargıyı, AKP yargısı haline getiriyor." Tersinden sormazlar mı peki; Soru 3- İyi de, sözünü ettiği bu yüksek yargı, CHP'nin yargısı, partisinin organlarından bir organ mıdır? Yapılmak istenen değişikliğin, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olduğunu söylüyorlar. Ama yüksek yargıçlar, Meclis'in yasama tekeline açıktan müdahale etmekte hiçbir beis görmüyor... Soru 4- Yargı, yasama erkinin alanına girdiğinde, kuvvetler ayrılığı ilkesi nerede kalıyor? Eleştiri sadedinde yine diyorlar ki, "Yüksek yargı devreden çıkarılıyor." ... Halihazırdaki yüksek yargı düzeni, 12 Eylül'ün eseri. Kürsü yargıçlarını, yerel mahkemeleri zapt-ü rapt altına almak için tesis edilmiş bir darbe nizamı... Soru 5- Ne yani, çıkarılmasın mı? Bu reformla, yerel hâkim ve savcılar, yüksek yargı kurullarının seçimine katılacak... Başka bir deyişle... Yargı üzerindeki yüksek yargı vesayeti sona erecek. Soru 6- Ermesin de, yargıya demokrasi gelmesin mi? Demokrasiye direnenlerin itirazlarından biri de şu; "Taslak metin, yüksek yargı kurumlarına sorulmadan hazırlandı." Darbe anayasası, darbeci bir anlayışla değiştiriliyormuş. Yüksek yargı, kendi kendini kutsuyor, dokunulmaz ilan ediyor. Meclis'in her yasama tasarrufu ilgili kurumun rızasına tabi olacaksa, bürokratlar izin vermeden bürokrasiye dokunulmayacak demek ki. Soru 7-Darbecilere yargı yolunu açma tasarrufu da darbeci askerlere mi sorulacak o zaman? Denilebilir ki, çıkar çatışması ikilemi, siyasetçiler için de geçerli. Oysa onlar, kendilerini ilgilendiren konular üzerinde tasarruf yetkisine sahip. ... Soru 8- O yargı, bir siyasi parti gibi doğruları ve yanlışları için sandıkta halka hesap da versin mi? Anayasa Mahkemesi'nin, Yargıtay'ın, HSYK'nın tartışmalı içtihatları, referandumla halkın onayına sunulsun mu? Esaslı bir itiraz daha var sırada... "Yürütme yargıyı ele geçiriyor, yüksek yargıyı siyasallaştırıyor" diyorlar. Doğru, Meclis'in her türlü müdahalesi siyasaldır... Siyaset, halkın sisteme tek katılım köprüsü olduğuna göre, halkın karıştığı her iş de siyasallaşmış olur... Soru 9- O halde, siyaset kötüdür ve halkı hiçbir işe bulaştırmamak mı gerekir? Demokratik dünyadaki uygulamaya ters, bize mahsus ve işlemeyen bir yargı sistemine sahip olduğumuz açık... ‘Uzlaşma arayın' diyenler, teklif sahibinin yüzüne kapatıyor kapılarını. Soru 10- Sistemi kilitlemek de çözümün parçası mıdır, yoksa bizim bilmediğimiz bir tür uzlaşma mı? Bir de serzenişi var itiraz cephesinin. Şikâyet sebebini şöyle anlatıyorlar; ‘Yüksek yargı ile dalga geçiyorlar.' Eşantiyon sorusu- Bunu söyleyenler, halka nasıl da nanik yaptıkları fark edilmiyor mu sanıyorlar hâlâ?
CENGİZ ÇANDAR
2010'da 1982'ye sarılamayız
"...Anayasa bir ‘toplum sözleşmesi'dir. Bugünün Türkiye'sinde böylesine keskin bir siyasal kutuplaşma varken, bir ‘toplumsal sözleşme'nin ‘imzalanması' şansı ve ihtimali var mı?... Nitekim ana muhalefet partisinin lideri Deniz Baykal, 26 maddelik Anayasa değişikliği paketine ilişkin olarak Başbakan ve iktidar partisini eleştirerek/suçlayarak şunları söyledi:
"Kimseye danışmış değil. Ne hukuk otoritelerinin ne üniversitelerin ne siyaset camiasının ne sendikaların ne esnafın ne işadamlarının bilgisi var. Kimse bilmiyor. Kim biliyor, başbakan ve yanındakiler biliyor. Bunu hazırlamış diyor ki 3 güne süre size. Böyle anayasa değişikliği olmaz. Olursa bu anayasa olarak millet tarafından benimsenmez."... Ama ilk bakışta her sözcüğü, her cümlesi doğru gibi gözüken bu ‘itiraz' doğru değil. Doğru değil çünkü 26 maddesi değiştirilmek istenen zaten üçte biri değiştirilmiş olduğu halde bu ülkenin üzerine gelen dar bir elbise gibi oturtulmuş ve teyelleri atmış olan 1982 Anayasası'dır. Yani değişikliğe karşı çıkılarak, son tahlilde, korunmasına çalışılan düpedüz bir ‘askeri darbe belgesi'dir, 12 Eylül'ün anayasasıdır... 1982 Anayasası, bir ‘toplumsal sözleşme' miydi? Hayır. Halka bir ‘kaba dayatma' idi. ... Yeni, sivil ve demokratik bir anayasa yapılması zorunlu. ... Şimdi 26 maddelik, içinde yeterli ölçüler içinde olmasa bile AB'nin yıllardır her ilerleme raporunda adeta ‘olmazsa olmaz' bir şart haline getirdiği ‘yargı reformu'nun da yer aldığı bir paket söz konusu. Buna ‘yöntem' gerekçesiyle ‘hayır' diyerek, 1982 Anayasası'na ‘mahkûmiyet'in kabulü de kabul edilebilir bir şey değil. ... Değişiklik paketi, yetersiz bulunabilir. Bununla birlikte hem zorunlu ve hem de siyaset ve hukuk sahnesini değişikliği istenen Anayasa maddelerine oranla çok daha ileri noktaya taşıyacak nitelikte. Şu ‘kutuplaşma' tablosunda gerçekleşmesi mümkün mü? Yüksek yargı organları ve onların adına Türkiye'deki ‘bürokratik vesayet rejimi'nin savunucusu olan CHP ‘istemezük' diye ayaklanmış durumda. MHP, ‘yeni TBMM yapsın' diye ‘olmaz' diyor -2007'de Nisan ayındaki Cumhurbaşkanı seçimindeki tavrının tekrarı- ve BDP şu an ‘peki' denemeyeceğini bildiği şartlar ileri sürüyor. Ak Parti, ‘referandum' için kendi 336'sından çok güvenli ve emin değil. ... ‘Referandum'a gidilirse, referandumda kabul edileceği şu anda bilinmezlik içinde. Bu durumda, devreye ‘siyaset' girecek. Ak Parti, ‘iç bütünlüğü'ne ne kadar sahip, BDP'nin ‘intihar yeteneği' ne ölçüde, göreceğiz. Soru, söz konusu değişiklik paketi, yetersiz bile olsa, gerekli mi ise, cevabımız belli: Gereklinin de ötesinde zorunlu! 2010'da ‘sivil darbe' safsatasıyla, 1982'nin ‘askeri vesayet rejimi'ne sarılamayız..."
GAZETESİ
MEHMET ALİ BİRAND
Anayasa Bal Gibi Değiştirilir...
"...Bundan böyle, Anayasa değişikliği tartışmaları günlük yaşamımızı kaplayacak, çok heyecanlı ve bol kavgalı bir sürece girdik. Bu kavgada muhalefetin direnmesini gayet iyi anlıyorum, ancak doğrusu hak veremiyorum. Başbakan ile kimi zaman ters düşüyorum ve eleştiriyorum, ancak bu defa attığı adımı destekliyorum. Şu soruya yanıt arıyorum: Anayasalar değiştirilemez mi? Gayet tabii değiştirilir. Hele 12 Eylül Anayasası gibi, her tarafı dökülen bir Anayasa mutlaka değiştirilmelidir. Keşke tümüyle değiştirilebilse. Bu kadarını dahi ben memnuniyetle karşılıyorum. Muhalefet, genel seçimlere yaklaşık 1,5 yıl kala Ak Parti'nin ve bu Meclis'in Anayasa değişikliğine hakkı olmadığını söylüyor. Neden? Eğer bu sistemin adı demokrasi ise, o zaman demokratik seçimler sonucunda iktidar olan bir partinin Anayasa'yı değiştirmeye hakkı vardır... AK Parti'nin hakim ve savcıları atayan mekanizmayı değiştirip, kendilerine yakın bir yargı yaratmaya çalışması. Yani yandaş yargı yaratma çabası. Peki o zaman, bugünkü yargı kimin yandaşı? Ulusalcılardan mı yana, yoksa laikleri mi gözetiyor? Olur mu böyle şey? Yargıçlarımızı ve savcılarımızı damgalamıyor muyuz? Yandaş yargı yaratmak bu kadar kolay bir iş mi?... Hele iktidarın, eleştirileri azaltmak ve muhalefetin desteğini almak için, pakette yaptığı son değişiklikleri de dikkate alınca, ben "yandaş yargı yaratma" suçlamalarına katılamıyorum... Yüksek yargının etkinliğini kaybetme tehlikesi karşısındaki tepkisini de anlıyorum, ancak bunu yargıyı teslim almak olarak görmüyorum. Bütün bu eleştirilere karşılık, değişiklik paketinin içindeki diğer maddeleri, özellikle de parti kapatılmasının zorlaştırılmasını, darbecilerin bundan böyle yargılanması gerektiğinin işaret fişeği anlamındaki 15'inci maddenin iptalini, askerin sivilde yargılanmasını ve yaş kararlarının yargıya açılmasını son derece önemsiyorum. Bu değişiklikleri bir devrim olarak niteliyorum... AK Parti, büyük olasılıkla muhalefetten hiç destek göremeyecek ve referandum zorunluluğu doğacak gibi görünüyor. İşte asıl kritik süreç ondan sonra başlayacak. Kim ne kadar tersini söylerse söylesin, Başbakanımız eleştiriden hoşlanmasa, her defasında çok sert şekilde tepki gösterse dahi, Türkiye'de demokrasi giderek yerleşiyor... Yargı dünyasının böylesine sert tepki göstermesi, konumlarını kaybetme kaygısından kaynaklanıyor. Bu duyarlığı da anlayışla karşılıyorum, ancak iktidarın genel dengelere ince ayar yapma isteğine de hak veriyorum. Demokrasi buna denir..."
GAZETESİ
EMRE AKÖZ
Bürokrasiye teslim olmak veya olmamak işte asıl mesele bu
"...Anayasa taslağıyla ilgili tartışmaları izlerken akıldan çıkartılmaması gereken bir durum var: Bu çekişme demokrasi ile bürokrasi arasında. Bu temel mesele, hukuki açıdan 1961 Anayasası ile başladı. Demokrat Parti dönemini (doğru ya da yanlış) tek parti diktatörlüğü diye niteleyenler, bir "denetleme sistemi" kurdu. 1982 Anayasası ile bu kutuplaşma daha da güçlendirildi. İşte görüyorsunuz: Yasamayı (Meclis'i) halkın oyları belirliyor... Yürütme de (Hükümet) zaten o Meclis'in bir fonksiyonu... Buna karşılık Yargı (yani yüksek yargı), yüzde 99 oranında bürokrat kökenlilerden oluşuyor. Örneğin Cumhurbaşkanı atama yaparken, bürokratlardan bürokrat beğenmek zorunda kalıyor. Bu durum değiştirilmeye çalışıldığında da bürokratlar yaygarayı koparıyor. Güç kimde olacak? Asıl mesele işte bu! Yüksek yargı bürokrasisi, sivilleri tamamen sistemin dışına atmaya çalışıyor. Gerekçe olarak da Avrupa Birliği ilkelerini gösteriyor. Sanırsınız ki yargı bağımsızlığı konusunda fevkalade titizler... Keşke öyle olsa!... Gelelim muhalefetin tavrına. Muhalefet, "Kardeşim Anayasa taslağınızda özgürlükleri ve demokratikleşmeyi niye bu kadar kısıtlı tuttunuz" diye AKP'lilerin yakasına yapışacağına, tam tersini yapıyor... Daha taslak önlerine gelmeden, "Biz karşıyız" diyor... MHP Başkanı Devlet Bahçeli de "Alelacele hazırlanmış taslak" diyor. Halbuki bu Anayasa meselesi 1990'lardan beri konuşuluyor... CHP Başkanı Deniz Baykal, "Bu taslak, AKP'nin korkularını yansıtıyor" dedi ya... Haklı! Eğer CHP de sade suya tirit delillerle kapatılmaya kalkışılsaydı; görürdük halini. Şimdi dayamış sırtını bürokrasiye, ahkâm kesiyor. Bürokrasi, demokrasiyi 'güdüklemeye' çalışırken, CHP ile MHP, "Ne yapsak da pay alsak" telaşı içinde.
Hadi CHP'yi anladık da; MHP niye "Demokrasi Bamyası" ödülünü kazanmaya çalışıyor?..."
GAZETESİ
MUSTAFA KARAALİOĞLU
Demokrasiye karşı uzlaşma
"...Türkiye, herkesin "değişmesi" yönünde mutabık olduğu bir anayasa ile yaşıyor. Yani Meclis'teki oylamadan önce uzlaşma gerekiyorsa, bu ülkede anayasa değişikliği kadar hiçbir konuda uzlaşma sağlanmış değildir. Yakın geçmişe gidelim... AK Parti'nin başına kapatma davası belasını açan, Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinin değiştirilmesi de aslında aynı mutabakat ve uzlaşma temeline dayanıyordu. Toplum genç kızların başörtüleriyle üniversitelerde okuması konusunda mutabıktı, uzlaşmıştı. Sadece toplum değil parlamentonun yüzde 80'den fazlası 411 üyesi de bu kanaati taşıyordu. Bu zeminde anayasa değişikliği yapıldı ve neler oldu biliyoruz. O maddeler, yetkisi olmayan bir kurum tarafından iptal edildi ve iktidar partisi de kapanmaktan son anda kurtuldu. Biraz daha geriye gidelim... "Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olması konusunda uzlaşma yoktur" denildi. Gül aday olunca bu kez çıta "Bir AK Partili'nin Cumhurbaşkanı olması konusunda uzlaşma yok" seviyesine çıkarıldı. 367 rezaleti da malum, bu sahte analiz üzerine yaşandı. Seçim oldu ve görüldü ki o uzlaşma varmış... "Uzlaşma" şimdi yine sahnede. Anayasanın bir adım daha sivilleşmesini önlemek için... Artık biliyoruz ki CHP, kendisinin benimsemediği hatta benimsese bile öncülük etmediği herhangi bir değişiklik, yenilik, reformu geçirmemek için elinden ne geliyorsa yapacaktır. Geçmişiyle, kendi ürettiği metinlerle çelişme pahasına, toplumdan tamamen kopma pahasına, dünyaya mahçup olma pahasına... İşte, "uzlaşma" denilen içi boşaltılmış kavram da bu parti ve bu partinin kurumsal yandaşlarının elindeki son kozdur. Milletin, sandığın, seçimin vermediği bir hak ve imtiyazı bu yolla temin etmeye çalışmaktadırlar. Millet iradesin, çağdaş hukuk normları, parlamento hakkı ve dünya gerçekleri karşısında tükenen bir anlayış şimdi bir kez daha çaresiz bir şekilde "uzlaşma" diye sayıklamaktadır..."
ERGUN BABAHAN
Demokrasi iyi bir rejim midir?
"...Yoksulluk ve eşitsizliği ortadan kaldıramadı... Cinsiyetler arası eşitliği sağlayamadı... Çocuk sömürüsünü bitiremedi... Savaşsız bir dünya yaratamadı... Doğanın sömürüsünü yok edemedi... Çevre kirliliğiyle mücadelede başarı sağlayamadı... Çok başarılı bir sabıka kaydı değil. Bu bardağın boş yanı. Ama bireyi kölelikten, toprağa bağlılıktan kurtardı. Çarpık ve yanlı da olsa, bir hukuk sistemi içinde bireye korunma hakkı sağladı. Cinsiyetler arası eşitlik konusunda önemli adımlar attı. Çocuk emeğinin sömürülmesini durduramadı ama bunun dünya kamuoyunca duyulmasını sağladı. Bu da bardağın yarı dolu yanı. ... Varacağımız sonuç üç-aşağı beş yukarı aynı olur: Demokrasi bugünkü yapısı itibariyle en ideal bir yönetim biçimi değildir. Çünkü yaş, cins, sınıf gibi temel adaletsizlik konularında bir çözüm sunmamaktadır. ... Bugün elimizde varolan yönetim biçimleri içinde en ehveni şer olanı demokrasi. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, birey hakkının artması, sivil toplumun alanını genişlemesiyle birlikte zenginleşiyor. AK Parti bugün bu alanların zenginleşmesi, genişlemesi, demokrasinin bu alanlarda kök salması için kavga veriyor. ... Türkiye bir değişimin kaçınılmaz dönüm noktasına gelmiş bir noktada. Kader bu noktada Recep Tayyip Erdoğan'ı bu değişimi başaran insan olarak taçlandırmayı uygun görmüş. Çünkü artık toplumun ergenliği değişimi zorluyor. 1960 Anayasası egemenlere lüks geliyordu, 1980 Anayasası da topluma dar geliyor. Ne yöneten, ne yönetilen bu anayasadan memnun. Onun için hüküm verildi: Darbe anayasası devri kapanmıştır..."
GAZETESİ
MEHMET KAMIŞ
Değişim isteyenlerle statükocuların seçimi
"...Türkiye'de bugün sağcılarla solcular arasında, dindarlarla dindar olmayanlar arasında, Kürtlerle Türkler arasında bir kavga yok. Yaşanan gerilimler de aslında AK Parti ile CHP arasında ya da MHP veya başka bir parti arasında yaşanmıyor. Bütün kavga, değişimcilerle statükocular arasında, darbecilerle demokratlar arasında oluyor... Bu ülkeyi Kapıkule ile Habur arasına sıkıştırıp sürekli kendi içiyle meşgul edenler, yanı başında kopan kıyamete bigane bir ülke halinde tutmak isteyenler değişime direniyor. Eski statükonun etkin ve seçkin isimleri, bu değişimden bir hayli rahatsız. Bürokraside, medyada yenileşmenin akamete uğraması için cansiparane çarpışanlar var. Rejim elden gidiyor dedikleri, aslında kendi saadet zincirlerinin bozulmasından başka bir şey değil. Kürt meselesinin çözülmesinden bir hayli rahatsız olan ve iş ne zaman çözüme doğru evrilse kanlı bir provokasyonla baltalayanlar da bunlardan başkası değil... Hükümetin önayak olduğu küçük anayasa paketi de aslında yenilikçilerle statükocuların kavgasına sahne oluyor. Bu paketin detayları tartışılabilir, pek çok eksiği olabilir ancak iki konuda ciddi adımlar atılıyor. Birincisi HSYK'nın ideolojik bir odak olması engelleniyor, ikincisi de Yargıtay Başsavcısı'nın partilerin üzerinde Demokles'in kılıcını sallandırmasının önüne geçiliyor... Anayasa paketinin muhtemel bir referanduma gitmesi durumunda seçim, AK Parti ve diğerleri şeklinde geçmeyecek, değişimcilerle statükocular arasında geçecek. Hükümet, eğer iyi bir strateji belirlerse bu seçimin 'AK Parti ve karşıtları' şekline dönüşmemesini sağlayabilir. Mevcut yapının Türkiye'nin önünde büyük bir takoz olduğunu, herkes için büyük bir tehdit unsuruna dönüştüğünü gösterebilirse referandumun değişimcilerle statükocular arasında geçmesinin de yolunu açabilir..."
MUSTAFA ÜNAL
Reformcular, statükocular
Keşke Anayasa topyekun değişseydi. Demokratik sistem çağın gereklerine göre baştan aşağı yenilenebilseydi... Türkiye'nin hukuk sistemi Avrupa standartlarından ve dünya gerçeklerinden çok uzak... O yüzden 'Parti kapatma gibi, 367 gibi' asla olağan ülkelerde eşine rastlanmayacak türden gariplikler üretebiliyor. Reformlar statükonun direnci kırılamadığı için gecikti. Ama bugün büyük değişim kaçınılmaz. Mevcut statükoyu bu haliyle geleceğe taşımak mümkün değil. Yargı reformu önce AK Parti içinde tartışıldı. Partide karşı çıkanlar oldu. Başbakan Erdoğan tavrını reform yönünde koyunca hazırlıklar hızlandı. Mini paket hafta başında görücüye çıktı. Yeterli mi? Değil, ama bu kadarı da önemli... Aceleye mi getirildi? Hayır, geç bile kalındı. Paketin hacmi daha büyük olabilirdi. 12 Eylül askerî darbesinin ürünü Anayasa'da bugüne kadar defalarca değişiklik yapıldı. Ama ilk kez Anayasa'nın ruhuna ilişiliyor. Yapısal sorunlara neşter vuruluyor. Sözde değil özde değişiklik... En azından bundan sonra darbeye yelteneceklere bir gözdağı... Gayri darbe cezasız kalmayacak. Türkiye bu demokratik olgunluğa erişti. Hesap sormak için artık 30 yıl beklenmeyecek. Türkiye kolay parti kapatan bir ülke olmaktan çıkacak. Parti kapatmak ne hukuki ne siyasi çözüm getirdi. Sonuçları ortada... Aksine sorunları daha da ağırlaştırdı. Meclis'in sürece dahil edilmesi doğru bir karar. Başta Avrupa olmak üzere çağdaş demokrasilerde uygulama böyle. HSYK'nın ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısı evrensel normlara göre şekillenecek. Gidiş geriye değil ileriye, yerelden evrenselliğe doğru... Pakete tepkiler farklı... Kamuoyu olumlu karşıladı. Sokaktaki vatandaş değişiklikten yana. Bu yöndeki eğilimi anketlere yansıdı. CHP ve MHP'nin tutumunda değişiklik yok. CHP kapıları baştan kapattı. İlk CHP'nin gündeme getirdiği geçici 15. maddenin pakete ilave edilmesi CHP'yi yumuşatmadı. Anamuhalefet partisi katı tutumunu sürdürüyor. Tam statükonun partisi. Her türlü değişime karşı. MHP, 'Şimdi komisyon kuralım, paketi yeni Meclis'e bırakalım' yaklaşımını koruyor. CHP'nin itirazını anlamak mümkün... Özellikle yargıdaki statükonun bozulmasından endişe duymakta haklı sayılabilir. Eski Adalet Bakanı Mehmet Moğultay tarihin gördüğü en büyük sol kadrolaşmaya imza attığını bizzat kendisi itiraf etti. CHP tamam da MHP'yi anlamak zor... En manidar tepki yüksek yargıdan... Yargıtay Başkanı ve HSYK Başkan Vekili yargı reformuna karşı çıkarken hukuki kavramlarla değil siyasi kavramlarla konuşmayı yeğliyorlar. Ne yazık ki yargının böyle bir alışkanlığı var. Yargıtay Başkanı, yargıyı kuşatmaktan, ele geçirmekten söz ederken HSYK Başkan Vekili yüksek yargı ile dalga geçildiğinden dem vuruyor. Ancak yargıyı ele geçiren, bir başkasının ele geçirmesinden endişe eder. Bu üslup kaygı verici... Anayasa paketine karşı çıkanlar statükocu, destekleyenler reformcu. Mücadele değişimle, eskiyi muhafaza arasında...
GAZETESİ
ALİ BAYRAMOĞLU
Yargı kalesinin duvarları aşınırken...
"...Değişim sürecinin sınırları geldi ve sonunda yargı kalesinin sınırlarına, duvarlarına dayandı. Türkiye'de yargı, özellikle yüksek mahkemeler birey değil devlet, hak değil ödev esaslı bir yaklaşıma sahip olmuşlardır... Bu işlevler 28 Şubat'la birlikte arka plandan ön plana çıktı, yüksek yargının mutlak siyasallaşması, arka arkaya gelen kapatma davaları ve kararlarıyla tartışılmaz bir nitelik kazandı... Takip eden dönemde bu işlevinin yanına siyasi kararları esastan denetlemek işini de ekledi. Örneğin Anayasa Mahkemesi kendisini ilgilendiren bir değişikliğin bile Anayasa'ya aykırılığını, üstelik esastan aykırılığını ileri sürecek kadar aktörleşti. Ergenekon sürecinde de açıktır ki en derin devlet ayaklarından birisi olarak karşımıza çıkmıştır yargı. Bugün Anayasa değişikliğinin hedeflediği açık olarak bu yapıdır. Bundan dolayıdır ki, yüksek yargı organlarının temsilcileri sert ve kesintisiz sesler çıkarıyorlar. Dün yargının kuşatıldığından söz ediyorlardı, bugün kuvvetler ayrılığının ihlalinden dem vuruyorlar... Yüksek yargıçların kendilerine bakacakları "siyasi bir ayna" var mıdır acaba? Anayasa Mahkemesi'nin 367 hadisesiyle bizzat Anayasa'yı ihlal ettiği, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun Şemdinli savcısı hakkında verdiği karar ve Ergenekon davasında aldığı yandaş tavırla yargı düzenini iyice siyasileştirdiği bir ülkede yaşıyoruz... 28 Şubat zihniyetinin yüksek yargıçları tarafsızlıktan uzak, hukuki hiçbir ilkeyle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bir duruşun bağımsızlığı ve tartışılmazlığını talep ediyorlar... Ama sular tersine akıyor... Ülkedeki hakim toplumsal dalga, bugün ortada bir sorun varsa, bunun her şeyden önce yargı mensuplarının zihniyeti ve ideolojik tutumlarıyla, etik tutumlarıyla ilgili olduğuna işaret ediyor. Aralık ayında Taraf manşet yapmıştı. Yargıtay'ın internet sitesindeki 'Güncel Kararlar' bölümünde üç örnek karar vardı. Birincisi Hrant Dink'in Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde bilirkişi raporunun "Suç unsuru yoktur" raporuna rağmen 'Türklüğü tahkir ve tezyif' ettiği iddiasıyla 301. maddeden mahkûmiyet kararının onaylandığı karar tutanağıydı. İkincisi ise, ünlü Şemdinli davasında faillerin serbest kalmasına yol açacak sivil mahkemenin verdiği kararı usulden bozarak Askeri Mahkeme'ye gitmesine yol açan süreçle ilgiliydi. Sitede yer alan üçüncü "örnek" karar ise bir "töre" cinayetinde kadın hakları örgütü AMARGİ Kadın Akademisi'nin davaya müdahil olma talebinin reddi üzerine verilen karardı. Yeteri kadar açık değil mi? Bu tablo değişmeli... Referandum belki de bu konudaki son ve gerekli büyük demokratik hesaplaşma olacaktır... Umarız olur..."
FEHMİ KORU
Meramları şimdi anlaşıldı
"...'Sivil darbe' diyorlardı da neyi murat ettiklerini anlamakta zorlanıyorduk. Meğer kast ettikleri 12 Eylül'den (1980) sonra oluşan askeri vesayet düzeninin değişmesiymiş... Meramlarının bu olduğunu CHP lideri Deniz Baykal dün partisinin grup toplantısında açık etti. Baykal'ın çarpıcı cümlesi şu: "Anayasa değişiklikleri gerçekleştiğinde sivil darbe süreci tamamlanmış olacak..." İyi de, iktidar partisinin üzerinde mutabakat aramak üzere tartışmaya açtığı anayasa değişikliği paketinde yer alan maddeler, neredeyse bütünüyle, ülkemizi Avrupa Birliği (AB) ile demokrasi zemininde buluşturup çağdaş bir hukuk devleti haline dönüştürmeyi amaçlıyor. Memurlara grev hakkı tanıyan, tamamen keyfi alınan tek-yönlü kararları yargı denetimine açan, askerlerin anayasal düzeni bozmaya yönelik suçlarını sivil mahkemelerde yargılamayı ve darbecileri mahkeme önüne çıkartmayı öngören, partilerin kapatılması sürecini başlatmayı tek bir kişinin elinden alan maddelere, bir siyasi kadro, hangi gerekçeyle karşı çıkabilir? Demek ki, 'sivil darbe' bugünler için pişirilmiş bir gerekçeymiş... Eğer 12 Eylül (1980) askeri döneminin mantığını günümüze kadar taşıyan anayasa matah bir şey idiyse, CHP başta olmak üzere bütün partiler, ülkemizin öndegelen aydınları ve fikir adamları, yıllardan beri niçin 'sivil anayasa' talebini seslendirip durdu? 1989 yılında Deniz Baykal'ın da içinde yer aldığı bir kadro tarafından hazırlanan anayasa değişikliği, kapsam olarak, şimdilerde tartışmaya açılmış olan paketten çok daha kapsamlıydı... CHP'nin muhalefetini 'sivil darbe' gibi kavramlar arkasına sığınarak yürütmesi, niyetin aslında varolanı her halükârda korumak olduğunu açık ediyor. Yargının yetkilerini kabul edilebilir sınırlara çekmek için yapılmak istenen düzenlemelere ya da siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmaya yönelik tedbirlere CHP başka neden karşı çıksın ki? Yüksek yargının yetkilerinin AB standartlarına çekilmesi bütün siyasi partiler açısından istenmeli değil mi? HSYK ve Anayasa Mahkemesi üye sayısının artırılması, üye seçimine TBMM'nin de karışması ne sakınca yaratır? Halkın temsilcilerinden oluşan TBMM'yi 'sakıncalı' görmek ne derece demokrat bir düşüncedir? CHP yönetimi dışarıdan nasıl göründüğünü bir bilse... Keşke bilse..."
GAZETESİ
ADEM YAVUZ ARSLAN
Reformcu musun darbeci mi?
"...Paket alıcı gözle incelendiğinde, tarihi bir fırsatla karşı karşıya olduğumuz net... İlk kez darbe anayasasının özüne, ruhuna dokunuluyor. Bu noktada hükümete 'uzlaşma aramadı' demek de haksızlık... AK Parti'nin taslağına bütün olarak bakıldığında öne çıkan üç konu var: HSYK'nın yapısı, Anayasa Mahkemesi ve siyasi partilerin kapatılmasına yönelik düzenleme. Diğer maddelere kimsenin itirazı yok. Taslakta bireysel özgürlüklerin önünün açılması ve AB'ye uyum esas alınmış. Yargı çevrelerinden gelen tepkilere gelince... Eleştiri ve önerilerin hukuki çerçevede olması beklenirdi. Ama yüksek yargı siyasi parti jargonuyla konuşuyor. Burada önemli bir tezat da var. Bugün hararetle karşı çıkanlar dün aynı konuda taslaklar hazırlamıştı... Yüksek yargının itirazı elindeki imtiyazı kaybedecek olmasından kaynaklanıyor. CHP içinse yargı ile koalisyonunun bitmesi endişesi var. Peki referandum yapılabilecek mi? Kulislerde senaryo bol. CHP ve MHP kapıları kapattı. Paketin ne olduğunun önemi yok, CHP kategorik olarak karşı. Açıkçası MHP'nin hayır gerekçesi anlaşılamadı... BDP ve Meclis dışı muhalefete gelince. BDP seçim barajında ısrarlı. Ama Hazine yardımı ve taş atan çocuklar yasası BDP'nin fikrini değiştirebilir... AK Parti açısından 330 sorunu yaşanacak mı?... Ama parti yönetimi 330 endişesinde değil. Hatta BDP ve bağımsızların oyunu alarak 367'yi aşma ihtimali bile değerlendiriliyor. Oylamanın gizli yapılması nedeniyle MHP ve CHP'den gelebilecek sürpriz oylar da ihtimal dışı tutulmamalı. Bu arada paylaşalım, AK Parti kapsamlı bir saha çalışması yaptırdı ve referandum paketinin kesin olarak geçeceğini gördü. Bu noktada Ankara'nın karanlık koridorlarında dolaşan bir senaryo daha var ki değinmeden geçmek olmaz... Kulis şöyle; paketin tamamı 367'nin üzerinde oyla geçirilecek. Cumhurbaşkanı da onayladıktan sonra CHP soluğu Anayasa Mahkemesi'nde alacak... Peki senaryo bununla sınırlı mı? Hayır değil. 'Anayasa'ya aykırılık' noktasından AK Parti'ye bir de kapatma davası açılarak final yapılmış olacak. Olmaz demeyin. 367 sürprizinden sonra her şey mümkün. Fakat bu tür senaryoları yapanlar Gül faktörünü unutuyor. Gül, 367 ve üzeri oy alsa da referanduma götürme kararı alabilir. Böyle bir karar da sürpriz olmamalı... Hükümet, paketi Meclis'ten geçirdikten sonra kapı kapı dolaşıp referanduma asılacak. Soru ise basit: Özgürlükçü müsünüz yoksa statükocu mu?
GAZETESİ
EMİN PAZARCI
"İstamezük cephesi" ayakta
"...Ha bugün, ha yarın derken, AK Parti tarafından 23 maddelik değişiklik paketi, ortaya çıktı. Muhalefetle birlikte yüksek yargı ayağa kalktı. Oysa, bütün siyasi partilerimizin geçmişine baktığımızda anayasa değişikliğinin gerekli olduğunu söylemeyen yok. Hatta daha da ileri gidip, mevcut Anayasa'nın toptan değiştirilmesini savunan da çok. Buna rağmen bir "istemezük cephesi" oluştu. Henüz oturulup görüşülmeden kestirilip atıldı:
"Biz bu paketi desteklemiyoruz." Önce sondan başlayalım... 12 Eylül darbecilerine dokunulmazlık sağlayan Anayasa'nın geçici 15. Maddesi kaldırılıyor. Darbeciler yargılanır ya da yargılanmaz, o ayrı mesele. Ancak, anayasamızdaki bir ayıp ortadan kalkıyor. Bunu ilk ortaya atan CHP'ydi. MHP'lilerin ise üzerine balıklama atlaması gerekiyor. Çünkü, 12 Eylül sonrası Türkiye'nin dört bir yanında işkencehaneler kuruldu. MHP'li gençler buralarda inim inim inletildi. Buna rağmen iki taraf da ayak diretiyor. YAŞ kararlarının yargıya açılması imkanı geliyor. Bu düzenlemeye CHP karşı çıkabilir. Ancak, MHP'nin karşı çıkmasını anlamanın izahı yok. 28 Şubat sürecinde yaşananlar ortada... Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun meslekten ihraç kararlarına da yargı denetimi getiriliyor. Ama yargı ayağa kalkıyor:- Yargıyı felç ediyorlar. Yargı siyasallaşıyor!.. Çok garip, "yargı denetimi" iş kendilerine geldiğinde yargıya takılıyor! Bir başka düzenleme ile askeri mahkemelerin sadece askeri görevlerle ilgili suçlara bakması öngörülüyor. Sivillerin sadece savaş hallerinde askeri mahkeme önüne çıkması hükmü getiriliyor. Demokratik bütün ülkelerde böyle yapılıyor. Ama bizimkiler karşı çıkıyor. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun üye sayısı artırılıyor. 7'den 21'e çıkarılıyor. HSYK yine hop oturup, hop kalkıyor. Hakimler ve savcıların oluşturduğu bir kurul, kendi üyelerinin kendi meslektaşları tarafından seçilmesine karşı çıkabiliyor!Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı 11'den 19'a çıkarılıyor. Üyelerden bazılarının Meclis tarafından seçilmesi hükmü getiriliyor. Avrupa'nın pek çok ülkesinde böyle olmasına rağmen, itirazlar yükseliyor:- Yargı siyasallaşıyor! Milli iradenin araya girmesi "siyasallaşma" olarak değerlendiriliyor. Sonuçta, "istemezük cephesi" her düzenleme için ayrı bir bahane buluyor!Bu düzenlemelerden yola çıkılarak, "Yargı siyasallaşıyor, AK Parti kurumları ele geçiriyor" yorumları yapılıyor. Çünkü, Cumhurbaşkanı'nı seçen AK Parti, şimdilik Meclis'te de çoğunluğu temsil ediyor. Peki ya yarın? Belli ki muhalefetin yarınlara yönelik herhangi bir umudu yok. Yaptıkları eleştirilere, gösterdikleri tepkiye bakılırsa, bizim muhalefet hep yerinde sayacağını ve iktidara bir türlü gelemeyeceğini hesap ediyor!..."
GAZETESİ
AHMET GÜRSOY
Anayasayı değiştirmeden önce...
"...Anayasayı değiştirelim! Niye? Tam zamanlı demokrasiye geçmemiz için bu şart. Sahi mi?
Ekonomik standartları düşük, önemli bir bölümü yeşil kartlı olan ve köylülük psikolojisinden kentlilik psikolojisine geçememiş toplumda acil olan sorun bu mu?... Aklımız karışık. Nasıl karışmasın. İktidardaki parti Anayasa Mahkemesince rejim muhalifi... Şu hale bakınız... İnanırsak bize adalet ve demokrasi getireceklerini söylüyorlar. İşte asıl mesele bunlar. Sosyal gerçek ortada. Siyasal gerçek sırıtıyor. Anayasayı değiştirelim. İleri demokrasi düzeyine gelelim. İtirazı olan mı var? Yok elbette. Milli demokratik, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne garanti veren bir anayasamız olmasını kim istemez? ... Siyasi Partiler Kanununu değiştirin. Demokrasi okulları olan siyasi partilerin, parti içi demokrasiyi nasıl uyguladıklarını görelim. Görelim parti liderlerinin demokratik davranışlarını. Sonra Seçim Yasasını değiştirin. Temsili demokrasinin ne kadar tabana yayıldığına şahit olalım. Anlayalım ki siz bütün bunları yaparak gerçekten bizi ihya etmek istiyorsunuz. Ve bilelim ki siz özde demokratsınız. Güvenimiz artsın size... Artık kapatılma davası açılmayacak biçimde sisteme biat ettiğinizi anlayalım. Mecliste bekleyen yolsuzluk dosyalarına hakkaniyetle yaklaştığınıza tanıklık edelim, işte o zaman buyurun arkadaş istediğiniz anayasayı çıkarın. Kim ne diyebilir size? Kim güvensizlik duyar? ... Sonra standardı yüksek demokrasinin, standardı yüksek halka ihtiyacı yok mu? Öyle ise yoksulluğu kaldırın. İşsizliği çözün. Gayrisafi milli hâsıladan her bir yurttaşa, büyük meblağlar düşsün. Milli gelirin çoğu, toplumun kaymak tabakasına gitmesin. Orta sınıf daha güçlü olsun. Bu arada tabanı da unutmayasınız. Yeşil kartlıların yüksek demokrasisi olsa ne yazar olmasa ne yazar. Yüksek standartlar, yüksek yaşam ister.
Anayasayı değiştirmeden evvel önce siz değişin lütfen. Değiştiğinizi ve iyi niyetinizi görelim. Ondan sonra buyurun anayasa sizin..."
GAZETESİ
AHMET ALTAN
Yargı kendine baksın
"...Yargı kendine baksın... Yüksek yargı, anayasa değişikliği konusunda arka arkaya açıklamalar yapıyor. Hepsi de siyasi açıklamalar. Sanırsınız ki karşımızda bir siyasetçiler grubu var. CHP lideri Deniz Baykal'la aynı paralelde konuşuyorlar, bu anayasa değişiklikleri olursa "yargı bağımsızlığını" kaybedecekmiş. Yargı "bağımsız" olsa belki ne dediklerine kulak veririz ama yargının bağımsızlığı pek gerçekmiş gibi gözükmüyor. CHP'nin ve yüksek yargının asıl korumak istedikleri kurum, yargıçlarla savcıların atamalarını düzenleyen HSYK. Bu kurumun yapısını "muhafaza" etmek istiyorlar. Niye bu kadar şiddetle bu kurumu koruyorlar? Bu kurum, Şemdinli'de "iyi çocukların" düzenlediği suikastla ilgili iddianameyi yazan "savcıyı" meslekten men etti. "Bağımsız" bir şekilde mi verdi bu kararı? Hayır... CHP de, yüksek yargı da, HSYK'nın "bağımsızlığını" değil, bizzat Büyükanıt'ın itiraf ettiği "askere bağımlılığını" korumak istiyorlar. Askerle elele verip "halkın iradesini" geriletmek, siyaseti kendi denetimleri altına almak peşindeler... Onların korkusu "halkın" yönetime ağırlığını koyması... Medya da AKP'ye akıl veriyor "anayasayı mutabakatla değiştir" diye, ne mutabakatı, kiminle mutabakat? Askerî düzenin devamını isteyen "tutucu" CHP'yle, Genelkurmay Başkanı'ndan emir alan yüksek yargıyla mı mutabakat yapılacak? Anayasayı değiştirmek için "367" kararına imza atmış, defalarca anayasayı çiğnemiş Anayasa Mahkemesi'ne mi danışılacak? ... Yüksek yargı ise kendi işini gücünü bırakmış boğazına kadar siyasete batmış. Bunun neticesinde de hukuk sistemi iflas etmiş... "Yargının bağımsızlığını" koruduğunu söyleyen CHP bununla ilgileniyor mu, HSYK'nın Genelkurmay Başkanı'ndan emir almasına karşı çıkıyor mu? Hayır. Bunların derdi ne adalet, ne hukuk, ne özgürlük, ne Türkiye, bunların derdi eski usul "azınlık sultasının" devamı. Bunlarla mutabakat falan olmaz, boşverin siz bunları. Bu düzen değişecek, bu hukuk sistemi düzelecek, ordu ve yargı siyasetten çıkacak. Bugün değilse yarın. Ama mutlaka bu ülke hukuka, adalete, özgürlüğe kavuşacak ve bunu da "gericilerle" mutabakata vararak değil, halkla bütünleşerek yapacak..."
YASEMİN ÇONGAR
Evrenselleşmek, toplumsallaşmak
"...Türkiye'de yüksek yargının aldığı kararlar, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nin önüne gittiği zaman, bunların yüzde 90'dan fazlası geri dönüyor. Çünkü yüksek hâkimlerimizin azımsanmayacak bir bölümü, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinle uyumlu bir hukuk pratiğini yürütmekten âciz... Mahkeme sürecini beklemeksizin ve açıkça yargıyı etkilemeye çalışarak, hakkında ağır hapis cezası istenen "terör" sanığı ordu komutanına, "suçsuzdur, arkasındayız" diye sahip çıkan bir Genelkurmay Başkanı var bu ülkenin... Ve şimdi 12 Eylül'ün "hukuk yoluyla darbe" düzenini kalınlaştırmaya yarayan anayasasında birkaç gedik daha açılacak diye bayağı paniklemiş durumdalar. Bu ülkenin yüksek yargı organlarının, yavaş yavaş demokratik ülkelerdekine benzemeye başlayacak olmasından rahatsızlar. Anayasa Mahkemesi'nin yapısı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bileşimi, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin mevzuat, askerî yargının sınırları gibi alanlarda Türkiye'nin Avrupalılaşmayı denemesi yüksek hâkim ve savcılarımızın canını sıkıyor. AKP hükümetinin 23+3 maddelik anayasa değişikliği teklifinin, Avrupa Konseyi'nin anayasal konulardaki danışma organı olan Venedik Komisyonu'nun görüşleriyle uyumlu olduğunun farkındalar ve bu teklifin bu toplumun oylarıyla kabul edilmesinden ürküyorlar. Ürktükleri değişimin özünde, hukukun toplumsallaşması ve evrenselleşmesi var. Hükümetin önerdiği evet yetersiz, evet ürkek ama yine de önemli ve genel olarak olumlu değişiklik paketi, sivil iradeyi, siyasi temsili, hesap verebilirliği ve şeffaflığı güçlendiren maddeler içeriyor. Yüksek yargıdaki kast sisteminin belini kırmayı deneyen, daha çoğulcu, daha demokratik bir yargı denetiminin mekanizmalarını kurmanın ilk adımını atan öneriler bunlar. Ve kast sisteminin mensupları, bu önerileri karalamak için toplantı üstüne toplantı yapıyorlar iki gündür; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay ve Danıştay başkanları değişime karşı bayrak açıyor. Şaşıracak bir şey yok. Aynı pankartı sağdan tutana beraat, soldan tutana altı yıl üç ay hapis cezası veren mahkemelerin ülkesinde yaşıyoruz biz. Genelkurmay Başkanı'nın açıkça suç işlemesine ses çıkarmayan savcıların diyarı burası... Ama artık geri dönüş yok. AKP, bu son anayasa paketiyle, ülke gündeminin dümenini bir anda yeniden demokratikleşmeye doğru kırdı. Referandumu göze alarak, dolayısıyla siyasi açıdan riske girmek pahasına "oyun"u değiştirdi. Artık 2011 seçimlerine giden yolda, siyasi mücadelenin ekseninde, hukukun toplumsallaşması ve evrenselleşmesi; yargının halktan kopukluğunun giderilmesi ve "sürekli darbe" ortamını mümkün kılan anayasal çerçevede gedik açılması var. Bu, aslında Avrupa'nın demokratik normları ve Türkiye toplumunun beklentileri ile askerî vesayetin taşıyıcısı olan yüksek yargının alışkanlıkları arasındaki uçurumu ön plana çıkaran bir mücadeledir. AKP eğer süreci, değişim karşıtlarının "uzlaşma" çağrıları yerine, evrensel normları ve toplumun beklentilerini ön plana koyarak yönetirse, bu mücadeleyi kazanabilir... Kazanan Türkiye olur..."
GAZETESİ
YİĞİT BULUT
Türkiye seçime ‘referandum krizi' ile gidecek!
"...SEVGİLİ dostlar, kamuoyunda tartışılıyor; Anayasa değişecek, özgürlük, demokratikleşme, yargıya baskı! ... Bana göre gerçek farklı; Türkiye 12-14 ay içinde seçime gidecek ve bu gidişin "tez-antitez" döngüsü içinde, daha da açık söylemek gerekirse; bir algılama "dalgalanması" içinde olması isteniyor... Neden mi? Sebebi "genel bir kural"; siyasi iktidarları ortaya çıkaran "krizler-dalgalanmalardır". Dümene geçmek isteyenleri "kaptan" yapan da dalgalı denizdir... 2001 krizi olmasaydı Türkiye'de siyasi doku "mutasyona" uğramazdı. Bu Türkiye'ye özgü bir dinamik de değil, dünya genelindeki tüm siyasi "dinamikler" için geçerli. Bana göre bu gerçeği bilen ve artık "siyasette tecrübesi ile" analiz yeteneği artan siyasi otorite seçime giderken "kendi eliyle" bir dalga yaratıyor. Üstüne bir de yargı gaza gelir ve bir kapatma davası açarsa "tadından yenmez"! Sonuç: Kimse alınmasın, amaç "yargıda reform" falan değil, hatta yargıyı istendiği gibi değiştirmek bile değil. Amaç "Kaptanın köşkünü" koruması için "ortamı" yaratmak. Son söz: 2001 krizinde o günün "iktidarı" gerçekleri görüp gereğini yapabilseydi yani IMKB 3.7 sent zirvesinde ve yabancı bono takası tam "tepedeyken" kur, Merkez Bankası tarafından baskı altında tutulup, yabancı çıkışına servis edilmek yerine serbest bırakılsaydı, Türkiye 2001 döngüsüne girmez, serbest bırakılınca "talep sonucu yükselen" kur, yabancıların kârını "yok eder" ve Türkiye'den büyük çıkışlar önlenirdi. Yükselen kur süratle cari açığı "normal sınırlar" içine çeker ve "sallanan ama devrilmeyen" bir yapıda yolumuza devam ederdik. Ve en önemlisi, 57. hükümet siyaseten yok olmazdı!..."
FATİH ALTAYLI
Kazan kazan olur mu?
"...MUHARREM Sarıkaya'nın AKP'nin önemli isimleriyle yaptığı sohbetten anladığım kadarıyla iktidar partisi, Anayasa değişikliği meselesini "win win" yani "kazan kazan" olarak görüyor. Anayasa Meclis'ten geçerse, "İşte demokratik yollarla Anayasa'yı değiştirdik. Çağdaş bir Anayasa yaptık. Türkiye'yi daha da özgürleştirdik" diyecekler. Anayasa Meclis'te değil de referandumla kabul edilirse, "İşte halk bize destek verdi. Meclis'te bizi engellemelerine rağmen halk bizden yana tavır aldı" diyerek bunu bir güvenoyu olarak gösterecekler. En kötü senaryo olarak da referandumda yüzde 40 civarında bir "Evet" çıkmasını bekliyorlar ve bu durumda da "Anayasa'yı değiştiremedik ama bakın halkın yüzde 40'ı hâlâ bizden yana" diyerek bunu bir güvenoyu olarak lanse edecekler... Bense hiç bu fikirde değilim. Anayasa Meclis'ten geçerse bu AKP'nin zaferi olur. Buna kuşku yok. BDP ve DSP'ye de "Hazine yardımı" vererek bu partilerin evet demesini sağlamayı planlıyorlar. Ben, Öcalan'ın sözlerini okuyorum sağda solda. Pek öyle bir hava yok BDP'de. Değişikliğin Meclis'ten geçme ihtimali yoka yakın. Referandum sonucu şu an için meçhul... Sonuç partilerin performansına bağlı. Ancak değişiklik referandumla da yapılamazsa o zaman bana göre iktidar ciddi yara alır. Referandum bir güvenoyu gibi algılanır ve AKP'nin bundan sonra yapacağı her şeyi tartışmalı hale getirir. Eğer referandum yapılır ve yüzde 50.1'le bile "Hayır" çıkarsa bunun kaçınılmaz sonucu "Erken seçimdir". AKP bundan önce iki kez "win win" politikası uyguladı. Biri AB'ye tam üyelik için, diğeri ise Kıbrıs'ta çözüm arayışında. Her ikisinde de sonuç ortada..."
GAZETESİ
RAHİM ER
Yargıda kuşatılma vehmi
"...Bir darbe anayasasından daha sivil, daha demokrat ve daha çağdaş bir anayasaya geçiş herkesi kahir ekseriyeti memnun ederken bazıları farklı yerde. Gayrı memnun belli başlı iki zümre var. İki muhalefet partisi. Yüksek yargı. Partileri anlamak mümkün. Bizde partilerin yek diğerine muhalefeti topyekûn red üslubuyla yapılması bir siyasi maluliyettir. Yüksek mahkeme temsilcilerini anlamaksa mümkün değil. Yargıtay başkanı, değişikliğin anayasaya aykırılığını iddia etmekle kalmıyor, yargının kuşatıldığından söz ediyor. Hakimler savcılar kurulu başkanı ise önce direnmekten bahis açmıştı. Bu o kadar sakil bir sözdü ki Yargıtay başkanı bile öyle şey olur mu neye direneceğiz? Meclis kanun çıkarttıktan sonra uyacağız demişti ki doğrusu bu sözlerdi. Fakat bu defa daha aradan bir hafta geçmeden aynı Yargıtay başkanı az evvelki tuhaf çıkışla gündemde. HSYK başkanı ise bu defa direnme haberi vermese de yargıyla alay edildiği gibi ciddiye alınması zor sözler sarf etmekte. Yargı sert, çok sert... Değişiklik anayasaya aykırı gibi, yargı kuşatıldı gibi insanın kulaklarına inanamadığı çıkışlara şahit olunmakta. Yürürlükten kaldırılmakta olan bir anayasaya aykırılık nasıl olur? TBMM'nin kabul ettiği teklif, Cumhurbaşkanı tarafından imzalandığında eski maddeler kalacak mı ki aykırılık olsun? Dalga geçme ibaresi ise zaten üzerinde durulmaya değmez. Fakat yargı kuşatıldı ne demek? Hangi düşman kuvvetleri gelip mahkemelerimizi kuşatmış? Değişiklikleri yapanlar, destek olanlar düşman mı? Biz hukukçularımızdan yorum beklerdik. Hukukçuya yakışan içtihattır. Yol açmaktır. Fikir üretmektir. Yakışık almayan bu iddialar yerine mukabil teklifleriniz neler onları söylemelisiniz. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kanun, 367'nin üstünde veya altında hangi oyla kabul edilirse edilsin imzaladığı an hemen referanduma sevk etmelidir. Millet iradesini ortaya koysun. İstemezse millet istemesin. Buna değişiklik isteyenler bir şey diyemez. Millet kabul ederse de herkes sussun. Milletin aynen kabul edeceğini bile bile bu evham neden?..."