|
İFTİRA : Halbuki bu adam; hayatının bir bölümünde açık açık Kürtçülük yapmış;
CEVAP :
KÜRTÇÜLÜK MESELESİ
Merhuma isnat olunan şeylerden biri de “kürtçülük” tür. Bu da hiç aslı olmayan bir iftira ve isnattır. Muarızlar, buna delil olarak yalnız millî elbise ile İstanbula gelişini, bu kıya fetle dolaşmasını, büyük İslâm mücahidi ve kahramanı Salâhaddin Eyyübîyi takdir ile yad etmesini ileri sürüyorlar. Başka hiçbir sözünü, hiçbir hareketini bulup da ortaya koya mıyorlar.
Maksat malûm. Ona siyasî bir isnatta bulunarak efkârı umumîye nazarında onu lekelemek. Evet, merhum, Türk’ün can, vatan ve din kardeşi olan Kürt soyundandır. Büyük mü cahit Salâhaddin Eyyübînin kahraman soyuna mensuptur. Fakat kastedilen mânada ona Kürtçülük isnadına hiçbir veç hile imkân yoktur.
Bir kere o, hakikî bir Müslüman olmak, Kur’an ve Sün nete bütün varlığıyla iman etmiş olmak itibariyle kavmiyyet aleyhinde olduğunda hiç şüphe yoktur. Bu yolda evvel, âhir hiçbir hareketi hiçbir sözü, hiçbir iddiası vaki olmamıştır. Böyle siyasî bir hüviyeti ve faaliyeti olmadığı 1949 senesinde Büyük Millet Meclisi Başkanlığını yapan Fuat Sirmen, 163 üncü maddenin tadili sırasındaki tenkitleri Adalet Vekili sıfatiyle cevaplandırırken kürside Bediüzzaman hakkında: “Hüviyetleri siyasî olmayan, faaliyetleri siyasî olmayan Said-i Nursî” demek suretiyle bu hususu resmen tescil eylemiştir.
Merhumun Kürtçülükle hiçbir alâkası olmadığını, bilâkis her nev’i kavmiyetçi hareketlerin tamamiyle aleyhinde oldu ğunu kendi eserlerinden nakledeceğimiz bir kaç cümle, kat’i surette isbat etmektedir. Ezcümle mütareke devrinde Kürt Tealî Cemiyetinin Reisi Abdülkadirin kendisini kavmiyet çiliğe yönelen faaliyetlerine iştirake davetlerine karşı merhum Said Nursî şu cevabı vermişti:
-“Allahu Zülcelâl Hazretleri, Kur’an-ı Keriminde: “Öyle bir kavm getireceğim ki onlar Allahı severler, Allah da onları sever” buyurmuştur. Ben bu beyan-ı İlâhî karşısında düşündüm. Bu kavmin bin yıldan beri âlem-i İslâmın bay raktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahra man millete hizmet yerine ve 450 milyon hakiki Müslüman kardeş bedeline birkaç akılsız kavmiyetçi kimselerin peşinde gitmem.
Şark’ta Şeyh Sait hâdisesi çıktığı sıralarda mektup yazarak kendisine:
- Nüfuzunuz kuvvetlidir. Bize yardım edin! Diyen Şeyh Saide merhum Said Nursî, şu cevabı gön dermişti:
- “Türk milleti asırlardan beri İslâmın bayraktarlığını yapmış, çok veliler yetiştirmiştir. Bu kahraman milletin to runlarına kılıç çekilmez. Kardeşi kardeşe çarpıştırmak doğru olmaz. Böyle kötü ve sakat teşebbüslerden vazgeçiniz!”
Merhum Said Nursî, Vanda bulunduğu sırada, Şeyh Said tarafından bazı aşiret reisleri kendisini ziyarete geldikleri sı rada Şeyh Said hareketine katılmayı istiyen bu ağalara şöyle söylemişti:
“Yine menfî bir fikirle mi geldiniz? Türk milleti tarihte İslâmın reisliğini en iyi şekilde yapmıştır. Şimdiden sonra da İslâmın reisliğini yine onlar deruhte edecektir. Bu yolsuz ha reketlerden vaz geçiniz.”
1933 yılında Eskişehir Ağırceza Mahkemesinde merhum Said Nursî şöyle demişti:
– “Risâle-i Nur’un her bir cüzü bir âyet-i Kur’aniyenin hakikatini tefsir eder.. İman ilminden ibaret olan Risâle-i Nur cüzleri emniyet ve asayişi tesis ve temin ederler. İmansızlıktır ki seciyesizliği ile emniyeti ihlâl eder. Kâinatta dinsizlikle din darlık, Âdem Aleyhisselâm zamanından beri cereyan edip ge liyor ve Kıyamete kadar da devam edip gidecektir. Bu mese lelerin künhüne vakıf olan herkes, bize olan hücumun doğru dan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz oldu ğunu anlar. Benim ismim Said Nursi iken Said Kürdi ve Kürt diye yadediyorlar. Bundan güdülen maksat, hem âhiret kar deşlerimin hamiyeti milliyelerine ilişip aleyhime bir his uyan dırmak, hem mahkemeye adaletin mahiyetine bütün bütün zıd bir cereyan vermektir.”
Bu mevzuda merhumun bir eserinden nakledeceğimiz bir fıkra ise, merhumun ve talebelerinin kavmiyetçilik ithamı ile asla alâkası olmadığının en beliğ reddiyesidir.
Merhum Said Nursî diyor:
– “Eskiden Türk olmıyan bir talebem vardı. Eski medre semde sıhhatli ve gayet zeki olan o talebem, ulum-u diniyeden aldığı hâmiyet dersiyle her vakit şöyle derdi: “Salih bir Türk elbette fasık kardeşimden ve babamdan daha ziyade kardeştir ve akrabadır.” Sonra aynı talebe, talihsizliğinden başka terbiyenin tesiri altında kalmış; ben dört sene sonra esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyeti milliyye bahsi oldu. Bu defa dedi ki: “Ben şimdi Rafızî bir Kürdü salih bir Türk hocasına tercih ederim.” Ben, de: “Eyvah, dedim, ne kadar bozulmuşsun!” Bir hafta çalıştım. Onu kurtardım. Eski hakikatli hamiyete çevirdim.”
Merhum bu fıkraya şunları ilâve ediyor:
– “Benim gibi ciddi bir muhabbetle Türk milletini seven ve Kur’anın senasına mazhariyetleri cihetiyle Türk milletini pek çok takdir eden, altı yüz seneden beri bütün dünyaya karşı koyan ve Kur’anın bayraktarı olan bu millete karşı, şid detli taraftar bulunan; hocalık haysiyetiyle izzet-i ilmiyeyi mu hafaza eden; hakaik-ı imaniyeyi vazih bir surette teşrih ile ders veren bir insanın on sene, belki yirmi otuz sene zarfında yirmi otuz değil; belki yüz, belki binlerce talebesi sırf iman ve hakikat noktasından onunla fedakârane bağlansa ve Âhiret kardeşi olsalar çok mudur? Zararlı mıdır? Hiç ehl-i vicdan, ehl-i insaf bunları tenkide cevaz verir mi?.”
Son olarak şunu da ilâve edelim: Moskovanın kontro lünde, gayeleri malûm, bazı aşiret mensuplarından Şark’ta yakalanan iki casus; ne maksatla Türkiyeye geldikleri husu-sunda Millî Emniyette sorguya çekildiklerinde şu cevabı vermiş olduklarını görmekteyiz:
– Biz, Türkiyeye Şark bölgesindeki faaliyetimize sed çeken Risâle-i Nur Talebeleriyle mücadele için gönde rildik. Nur talebelerinin varlığı gayemizin tahakkukuna mâni teşkil etmektedir.
Bu derece kavmiyetçilik ve Kürtçülük aleyhinde olan bir adama; halis muhlis mümin olan bir Müslümana Kavmiy-yetçilik, Kürtçülük isnadı çok zalimane bir iftira değil midir?
“Kürtçülük hususunda Millî Mücadele tarihi ve Meclis zabıtlarında yaptığımız araştırmalar neticesinde hakikat anla şılmış bulunmaktadır. Bediüzzaman ve talebelerinde Kürt çülük fikri ve böyle bir devlet kurmak hülyası olsa idi, bazı hocaların asıldığı bir vakitte M. Kemal ona ilişecekti. Bilâkis ona: “Sizin gibi bir hoca bize lâzımdır” diyerek Büyük Millet Meclisinin açıldığı vakitlerde üç defa şifre telgrafla İstanbuldan Ankaraya çağırıldığı; milletvekilliği; Şeyh Sunusî yerine Şark Umumî Vâizliğini ve Diyanet İşleri Reisliğini tek lif ettiğini görüyoruz. Fakat Bediüzzaman: “Ben imana hiz met edeceğim, siyasete girmiyeceğim” diyerek bu teklifleri kabul etmemiştir.
Hattâ Meclisin açılışında, Ankara’ya çağırıldığı vakitte kendisine Meclisçe “Hoşâmedî” yapılmıştır. Meclisçe hoş âmedî ve dua teklifine dair kayıtlar, Meclis zabıtlarında vardır: Birinci devre, üçüncü içtima senesi zabıt ceridesinin 24 üncü cildinin 4057 inci sayfasında Teşrinisani 338 Perşembe inika dın zaptı da, mezkûr hususu aynen mevcuttur.
“O zaman Bediüzzaman, Büyük Millet Meclisinde, Şarkta din dersleriyle fen ve teknik derslerinin beraber oku tulacağı bir Üniversitenin açılmasını teklif etmiş, iki yüz küsur Mebustan 163 ü bu teklifi kabul ederek yeni açılacak Üniver site için 150 bin lira tahsis edilmesine karar vermişlerdir. Yâni bugünkü Şark Üniversitesinin temel fikrini, o zaman teklif ettiğini yine Meclis zabıtlarından anlamış bulunuyoruz. Kana atimizde eğer gerici, isyancı olsaydı, herhalde o karışık za manda Büyük Millet Meclisinde olmazdı.
“Umumî Harpte, Şark Cephesinde, Kafkas Cephesinde Milis Alay Kumandanı olarak Enver Paşa, Van Valisi Cevdet Bey, Kumandan Kılıç Ali, Bitlis Valisi Memduh Bey gibi ku mandan ve Valilerin takdirkâr nazarları önünde Cepheden cepheye harp ettiğini, üç mermi yarası aldığını, bir çok Müs lümanların ve şehirlerin kurtulmasına vesile olduğunu görü yoruz.
“İşte Atatürk onu gerici yobaz değil, Büyük Harpte ve Millî Mücadelede bir çok yararlıkları görülen; ileri fikirli bir hoca bildiği için o zaman hiç ona ilişmemiş, bilâkis onu An kara’ya çağırarak büyük vazifeler teklifinde bulunmuştur. Mi lis Alay Kumandanı olarak Büyük Harpteki mücahede ve ya rarlıkları görülmek istenirse, Genel Kurmayda Harp Tarihî Şubesindeki dosyasına da, bakılabilir.
“Elde ettiğimiz kanaat, 37 senedir, eğer kendisinde Kürt çülük fikri bulunsaydı, muhakkak bir sızıntısı, bir ip ucu, bir delil bulunacaktı. Halbuki yüzlerce mahkemeden birisi bu hu susta en ufak bir delil bulamamış ve bir mahkûmiyet verme miş olduğunu görüyoruz.
“Gerek umumî emniyet; gerek millî emniyette yapılan araştırma ve soruşturmalarda Kürtçülüğe dair en ufak bir de lil görülmemiştir.
“Malûmunuzdur ki 960 senesinin Aralık - Ocak aylarında Kürt devleti kurmak niyetinde olan gizli bir teşkilât kuruldu. Türkiye’nin her tarafında yapılan tahkikat neticesinde geniş tevkifat yapıldı. Hiç şüphesiz Bediüzzaman ve talebelerinin en ufak bir alâkaları bulunsaydı, en az onlar da sorguya çekilir ve tevkif edilirlerdi.
Böyle bir şeyin olmaması, onların böyle bir iddiada bu¬lunmadıklarını açıkça göstermektedir.
“Bediüzzaman’ın kitaplarında böyle bir Kürtçülük fikri var mı? diye o cihetten tetkik edildi. Bilâkis kendisinin, memleketi birbirinden ayırıcı, menfi milliyet fikrî aleyhinde olduğu görüldü. Mektubat adlı eserinde menfi milliyet için şöyle dediği görülüyor: Mealen:
“Evet, ben Şark’ta doğdum. Fakat felillâhihamd Müslümanım. Her asırda kudsî milletimin üç yüz elli milyon efradı vardır. Bu üç yüz elli milyon hakikî, ebedî kardeşleri, üç buçuk milyon Kürde değişmem. Kürtçülük, Türkçülük, Arapçılık gibi menfi milliyet fikri hariçten içimize sokulmuş bir zehirdir, bir frengi illetidir. Dessas Avrupa zalimleri ve Asya münafıkları, bizleri birbirimize düşürüp parçalamak ve yutmak için bu menfi milliyet fikrini aşıladılar. Çünki onlar “Parçala ve yut” diye birbirimizin aleyhine türlü yalanlar ve iftiralar uydurarak bizi birbirimize düşürürler. Bir zaman dünyaya hükmeden İmparatorluğumuzu bu şekilde kardeşi kardeşe vurdurmak suretiyle parçaladılar.”
“Yine bir vakit, Mevlâna Rifat namında birisi, Kürdistan devleti kurmak fikri ile Kürt Teali Cemiyeti kurmuştu. Bu cemiyetin reisliğine Bediüzzamanı getirmek için yaptıkları teklife: “Yaptığınız, milleti parçalamaktır, millete ihanettir. Ben sizin cemiyetinize giremem” diye şiddetli bir surette red detmiştir. Bu red mektubu hâlen hayatta bulunan Konsulâtçi Asaf namiyle maruf ihtiyar bir gazetecidedir.
“Şark isyanını çıkaran Şeyh Saide:
“– Bin seneden beri âlemi İslâmın bayraktarı olan bu milletin torunlarına kılıç çekilmez” diye isyandan vazgeçmesi için mektuplar yazmıştır. “Kuva-yı Milliye hareketi başladığı zaman, işgal altındaki İstanbulda Şeyhülislâm Dürrîzadenin: “Bu Millî Mücadele hareketinin. Padişahlığa isyan ve bu ha rekete katılanların âsi olduğu” şeklinde fetva vermesi üzerine Bediüzzaman:
“– İşgal altındaki bir memlekette İngilizlerin emri ve taz yiki altında bulunan bir idarenin ve meşihatın fetvası muallel dir mesmu olamaz. Düşman istilâsına karşı harekete geçenler âsi değillerdir, fetva geri alınmalıdır.”
Diye fetva vermiş olup bu hususla ilgili evrak meşihat ev rakı arasında mevcuttur
“Bediüzzaman’ın eserlerinde Türkler hakkında şu cüm leleri görüyoruz:
(İşte ey ehli Kur’an olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kur’anı Hakimin bayraktarı olarak bütün cihana karşı mey dan okuyup Kur’anı ilân etmişsiniz. Milletinizi Kur’ana ve İslâma kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz. Müthiş tehacümatı defettiniz.. “Allah öyle bir kavim getirdi ki onları sever, onlar da ONU sever. Müminlere karşı şefkatlidir. Kâ firlere karşı hiddetlidirler. Allah yolunda mücahede ederler.” Âyetine güzel bir mâsadak oldunuz! Şimdi Avrupanın Frenk-meşrep münafıklarının desiselerine uyup şu âyetin evve lindeki hitabe mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalı sınız.
“Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş, ondan kabili tefrik değil, Tefrik et sen mahvsın. Bütün senin mazideki mefahirin İslâmiyet def terine geçmiş, bu mefahirin zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde sen şeytanların vesvesesiyle desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme.”
“Ve netice itibariyle Said Nursi’nin hayatım Türklerin içinde geçirmesi, ekseri dost ve muhipleri Türklerden olması ve yüz otuz eserini Türkçe yazması ve bütün eserlerinde böyle bir dâvayı reddetmesi onun Kürtçülükle hiçbir alâkası olmadığının kuvvetli bir delilidir.” (Maarif Din Plânlama Komisyonuna verilen rapor: Said Özdemir.)
|