...
- Dünkü gazetede Paris'te düzenlenen müzayedenin haberini okudun mu, Diana?
- Yoo, neden sordun anneciğim?
- Descartes'in yeleği 125.000 dolara alıcı bulmuş da...
- Yaaa! İyi ki gitmemişiz. Sen satın almazdın, benim de içimde kalırdı. Hem bak, benim gömleğim kesin onun yeleğinden daha şıktır.
- Tam tamına 125.000 dolar, Diana.
- Ha tamaaam, şimdi anladım. Sen bana, 1100 doların böyle bir gömlek için az bile olduğunu söylemeye çalışıyorsun, değil mi anişkom?
Annesinin böyle düşünmediğini adı gibi biliyordu ama, işi şirinliğe vurup, bi an önce yeni gömleğini gönül rahatlığıyla diğerlerini yanına asmak istiyordu.
- Bir konuda haklısın yavrum. Senin gömleğin Descartes'ın yeleğinden çok daha şık. Descartes'ın yeleği, ne ipek, ne de kaşmir...
Ne Donna Karan, ne de Prada... Hatta bir mağazaya götürsen, beş dolar bile etmez.
- Eee, o kadar da olsun anne, fiyat gayet makul, o yeleği Descartes giymiş sonuçta.
- Doğru. Descartes gibi insanlar, giydikleri kumaş parçalarına değer kazandırıyorlar. Bir de tam tersini düşünsene.
- Ne gibi?
- Kumaş parçalarını insanlara değer kazandırdığını.
Diana bir an başını öne eğmiş ve annesinin yeri geldiğinde kendine has yöntemlerle kızına hissettirmeye çalıştığı şeyi düşünmüştü:
Kendini özel hissetmek için ihtiyacın olan tek şey, kendinsin.
(Kayıp Gül / Serdar Özkan)
|