Tekil Mesaj gösterimi
Alt 04-13-2010, 19:25   #8
Kullanıcı Adı
montenegro
Standart
a) Emek-Sermaye Mücadelesi

Amel ve ücret, sa'y ve sermaye konusu, sosyal ihtilaller tarihine girmiş çok önemli bir meseledir. Nitekim; Bediüzzaman Hazretleri, “Şu âlemin ihtilâli nedir?” sorusuna “Sa'yin sermaye ile mücadelesidir.” diye cevap vermiştir. Zenginlerin, az bir ücret mukâbilinde fakirleri kendilerine hizmetçi yapmalarının, yani, sermaye sahiplerinin ehl-i sa'yi ve ameleyi küçük bir ücrete mukâbil istihdam etmelerinin büyük ihtilallere sebebiyet verdiğine dikkat çekmiştir. Evet, Sosyalistlik ve Bolşeviklik sûretinde, önce Rusya'yı perişan eden, sonra da bütün dünyaya yayılan emek-sermaye kavgası zengin-fakir arasına öyle bir kin ve nefret sokmuştur ki, sabahtan akşama kadar on kuruşluk bir ücret için çalışıp didinen fakir insanların kalbine, bankalar vasıtasıyla bir günde bir milyon kazanan sermaye sahiplerine karşı kin duygusu yerleşmiş, her yerde halk ayaklanmaları baş göstermiş ve bu şekilde başlayıp devam eden sınıf kavgaları senelerce sürmüştür.

Aslında, kavgaya esas teşkîl eden konu gâyet basittir: “Sermaye mi asıldır, yoksa emek mi?” İşte dünden bugüne bütün söylenilenler bu basit sorunun etrafında örgülenmiştir. Ne var ki, işin başında bir fâsit dâireye girilmiş ve oradan bir türlü çıkılamamıştır.

İktisadî sistemlerin bazıları, sermayeyi esas kabûl ederek onu her şey saymış ve “Sermaye olmadan hiçbir şey yapılamaz” görüşünü savunarak insanın terine ve emeğine hiçbir kıymet vermemişlerdir. Onlara göre; işçi ister yeraltı madenlerinde çalışsın, ister dehlizlerde nefes tüketsin, ister tarlalarda orak sallasın ve isterse sırtında taş taşısın emeğin değeri sınırlıdır. İşçiye verilen ücret de, sermayeyi kullanmaya vesile olmasına binaendir ve sadaka kabilinden bir şeydir. Görüldüğü gibi, bu anlayışta sermaye adeta putlaştırılıp mâbud hâline getirilmek istenmektedir ki; eski dünyanın huzurunu bu telakki bozduğu gibi günümüzdeki pek çok millet ve devleti de yine bu anlayış yutmuştur/yutmaktadır.

Buna reaksiyon olarak ortaya çıkan diğer bir kısım sistem ve anlayışlara gelince; onlar da emeği totemleştirip, “her şey emekten ibarettir” diyerek yeni bir put teklif etmişlerdir. Bunlara göre sermaye sadece bir sömürü vasıtasıdır. Sermayedâr ise, emekçinin kanını emen bir parazitten ibârettir.

Her iki zihniyet ve düşünce arasındaki bu sert kutuplaşma, belli dönemlerde çok büyük boyutlara ulaşan kargaşaya ve anarşiye yol açmıştır. Öyle ki, bu tâlihsiz dönem, kitlelerin sokaklara döküldüğü, çalkantıların çalkantıları takip ettiği ve dünya çapında sınıf çatışmalarının yaşandığı bir karanlık zaman dilimi olmuştur. Tabiî bu arada toplu sözleşmeler, grevler ve lokavtlarla sürekli çözümler aranmıştır ama acaba bütün bunlar açılan onca yarayı tedaviye yetmiş midir, yoksa büsbütün onu azdırıp kangren hâline mi getirmiştir, bunu zaman gösterecektir!..

b) İslamî Perspektiften Emek ve Sermaye

Mevzuya İslamî perspektiften bakıldığında, emek ile sermayenin ruh ve cesed gibi bir bütün olduğu görülür. Ruh, yani emek asıldır; cesed, yani sermaye ise, ona bağlıdır. Sermayedeki düzen, sistem, âhenk, canlılık ve cevvâliyet, emekle yakından alâkalıdır.

“Bugünkü sermaye, dünkü emeğin karşılığıdır” diyen Marks, emek-sermaye münâsebetinin bir yönünü ifâde etmiştir. “Bir yönünü” diyorum, zira behemehal her sermayenin bir emeğe dayalı olduğu doğru değildir. Çünkü, kendi mahiyetimiz ve içinde yaşadığımız dünya inceden inceye tetkik edildiğinde, sayısız ilk mevhibelere hiçbir emek sarfetmeden, meccanen mazhar olduğumuz ve hayat boyu da her an lütuflar sağanağı içinde bulunduğumuz daha iyi görülecektir.

Meseleye değişik bir zaviyeden bakacak olursak, Marks'n bu yaklaşımında bir doğruluk payı da yok değildir. Çünkü, Allah (celle celâlühü), “İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Gayretinin semeresi ise ileride mutlaka ortaya çıkar; emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenir.” (Necm, 53/39-41) buyurmaktadır. Öyle ki, Kur'an-ı Mûcizü'l-Beyân'ın bu ifâdesine im'ân-ı nazar edince, sermayenin altında emeğin bulunduğu hakikati de görülecektir. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, yine esas olan emektir; sermaye ise, ona tâbidir. Fakat, bu yaklaşımda sermayeyi bütün bütün değersiz sayma mevzubahis olmadığı gibi, emeği putlaştırıp mihrap hâline getirme de söz konusu değildir.

Başkaları meseleyi ne şekilde ele alırsa alsın, İslam sa'y (emek) ile sermayeyi yan yana getirip, her hak sahibine hakkını hem de vakit fevt etmeden vermiştir. Zira, Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Bir işçi tutan kimse, daha işin başında ona vereceği ücretin miktarını bildirsin!” (Nesaî, Eymân ve'n-Nüzûr, 44) ve “Çalıştırdığınız kimsenin ücretini henüz teri kurumadan veriniz!” (Heysemî, Mecmau'z-zevâid, IV/97) buyurarak, bir yandan çalışmayı alkışlamış; diğer taraftan da sermaye sâhibini gözeterek, işverenin herhangi bir hakkının zimmete geçirilmesini ve iş hukukunun çiğnenmesini haram saymıştır.

Diğer taraftan, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz ara sıra ümmetinin dikkatini çekmek üzere anlattığı kıssaların birinde, mü'min işverenleri işçinin emeğini nemalandırarak onu da sermaye sahibi yapmaya teşvik etmiştir. “Mağara hadisi” olarak da bilinen bu hadis-i şerifte şu hadise anlatılmaktadır:

Gecelemek için bir mağaraya sığınan üç kişi, dağdan kopan büyük bir kaya parçası yuvarlanıp çıkışı kapayınca bir türlü oradan çıkamazlar. Bunun üzerine, sırayla Hak katında makbul olduğuna inandıkları bir ameli vesile kılarak Cenâb-ı Hak'tan kayanın yuvarlanıp gitmesini dilerler. Onlardan birincisi, anne-babasına karşı ihsanla davranışını vesile edinerek onunla niyazda bulunur; ikincisi, tam harama girip, iffetini kirleteceği bir anda, sırf Allah korkusu sebebiyle böyle bir günaha girmekten vazgeçişini duasına mevzû yapar. Her iki duada da taş biraz kımıldar, ancak yine de çıkabilecekleri kadar bir boşluk meydana gelmez.

Üçüncü şahıs ise şöyle dua eder:

“Rabbim, yanımda bir işçi çalıştırdım. Diğer işçilerin ücretini verdiğim gibi, onun ücretini de ödemek istedim. Halbuki o, teklif ettiğim ücreti azımsadı ve ‘Ben bunu almam' deyip gitti. Onunla bir koyuna anlaşmıştık. O gidince ben de koyunun ayrı üremesine zemin hazırladım. Seneler geçti ve bu bir tek koyun büyük bir sürü hâline geldi. Derken, bir gün bu adam kapımı çaldı ve benden hakkını istedi. Ben de o sürüyü göstererek, ‘İşte bunlar senin hakkındır' dedim. ‘Ben fakir bir insanım, benimle alay etme' deyince; ‘Vallâhi, alay etmiyorum, alıp da götürmediğin o koyun işte bu hale geldi. Şimdi al götür' dedim. Sevine sevine bütün sürüyü alıp götürdü. Rabbim, bunu ben Senin için yaptım. Eğer bu amelimden razıysan mağaranın ağzını aç.”

Bu duadan sonra, taş sonuna kadar kayar, mağaranın ağzı açılır ve hep beraber dışarıya çıkarlar. (Buhari, Buyû' 98, İcâre 12; Ebû Dâvud, Buyû' 29.)

İşte, Peygamber Efendimiz, bu hadiseyi anlatarak toplum hayatında huzur ve güvenin teminatı olabilecek üç önemli meseleyi nazara vermiş; yaşlılara hürmet edip anne-babanın hukukunu korumanın, hem iffetli yaşayıp hem de insanların iffetlerine dokunmama ahlakının ve bir de işçi haklarını gözetmenin, hatta işçiyi bir ortak gibi kabul edip onun da sermaye sahibi olması için gayret göstermenin önemine vurguda bulunmuştur.

Sözün özü; İslam, sermayenin de, emeğin de varlığını tanımış ve bu konuda şu temel ilkeyi ortaya koymuştur: Emekçi, işini bağlılıkla ve tüm kabiliyetlerini harcayarak yapacaktır; işveren ise, işçiye hizmetinin karşılığını zamanında ve tam olarak ödeyecektir. İslam'a göre; işveren işçiye zulüm yapsa dahi, işçi ona zulümle mukabelede bulunmamalıdır; aynı mesele aksi durum için de söz konusudur. Zira başkasının zulmü, insanı zulüm işlemekte mâzur hâle getirmez: “Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet nümunesi şahitler olun! Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvaya en uygun hareket budur. Allah'a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Mâide, 5/8) âyeti karşısında, ister işçi olsun ister işveren, her mü'min tir tir titremelidir. Evet, İslam, müntesiplerine kazandırdığı bu bakış açısıyla meseleye manevî bir yön vererek, sermaye ile emek arasında kopmaz bir bağ kurmaktadır.
montenegro isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla