Zulüm ve gadr karşı tarafın şiârı olabilir; Müslüman'ın zaafını kabul etmek mümkün değildir. İhtimal, Allah Resûlü de, 'Allah'ım fâcirin celâdetinden, müttakînin de aczinden sana sığınırım' derken bu hususa işaret buyuruyordu.
Müslüman düşüncesi ve Müslüman mantığının sarsıntı geçirmesi, duraklaması, durgunlaşması, hatta bulanıp kokuşması Müslümanları Kur'ân hedefli, peygamber yörüngeli doğru yoldan uzaklaştırmış.. İslâm'ın evrenselliğine gölge düşürmüş ve bu âlemşümul dinin fonksiyonunu edâ etmesine mâni olmuştur
varlık ve hâdiselere İslâmî perspektifle yaklaşmak ve her şeyi İslâmî mantıkla değerlendirmek için İslâmî düşünce ve İslâmî tasavvurun yeniden gerçekleştirilmesi şarttır.
İslâm'ı, hayatın hemen her ünitesinde sürekli üzerinde durulan gündemin birinci maddesi konumuna yükseltmek.. tenâsüb-i illiyet prensibine göre sebep-sonuç mevzuunda hassas, riyâzî ve rasyonel davranmak.. gibi fonksiyonlar edâ edecek bu idrak kadrosu, kendimizi yenilememize yardımcı olacak ve bize ebed-müddet var olmanın erkânını öğretecektir.
İş; amel ve aksiyonda netice programlı olma, onu gâye-i hayâl haline getirme ve onun külfeti altına girme, hem bir ızdırap hem de -hâşâ- Allah'la pazarlık yapma gibi bir saygısızlık, iradeyi devre dışı bırakarak. neticenin harika bir yol ile harikalar kuşağında meydana geleceğini beklemek de bir kuruntu ve miskinlik kılıfıdır
Zaten Kur'ân-ı Mübin de hem de kim bilir kaç yerde 'yaptıkları şeyden ötürü', 'kazandıklarından ötürü' diyerek insanların başına gelecek iyi ve kötü şeylerin yine onların kendi amel, kendi aksiyon ve kendi davranışlarından dolayı meydana geldiğini ve geleceğini ihtar etmiyor mu?
Evet, İslâm, örgülenmesinde önemli birer unsur olan atkılarını, akıl, vicdan, ruh ve ceset üzerine atarak, o rengîn, derin dünya ve ukbâ buudlu dantelasını işleyip meydana getirmiştir. Sir seviyede bunlardan bazıları, yer yer diğerlerinin önüne geçse de, hiçbiri tek başına ne onu tam mânâsıyla aksettirmeye, ne temsile, ne de ifadeye gücü yetmez.


