05-16-2010, 20:10
|
#3
|
|

Yollar kıvrım kıvrım uzanır sonsuzluğa kadar.
Ve yolcular vardır bu yollarda, çağlayan sular, ağlayan bulutlar gibi..
Mahlûkatın solukları sayısıncadır yollar.
Ve her varlık, kendine has bir yolda koşar durur hedefinden yana...
Solucan sürüm sürüm kateder yolunu.
Kaplumbağa adım adımdır kendi yolunda.
Atlar sekerek, kuşlar kanat çırparak geçer giderler yollarından.
Yıldırımların bir ayrı seyahati; güneşlerin bir ayrı akıp gidişi vardır bu yollarda...
Ne gariptir ki; yolsuzluk da onunla doğmuş ve yolların rağmına; bir lahza olsun, onun yakasını bırakmamıştır.
Evet, her devirde, yıldızlar arası seyahat edenlere mukabil, bataklıkta yol arayanlar da eksik olmamıştır.
Yolda yürüme, emniyetin ve hedefe varmanın ilk şartıdır.
Bu itibarla da, zevkli ve ümit vericidir.
Ne var ki, aynı yolun, bir sürü de, inişi, çıkışı; deresi, tepesi; sıkıntı ve ızdırabı vardır. Hele bizim yolumuz, hele bizim yolumuz..!
“Bu yol uzaktır,
Menzili çoktur,
Geçidi yoktur,
Derin sular var.”
(Yunus)
...
Ah keşke! Bütün bunları insanımızın ruhuna duyurabilseydik!
Geçeceği dikenli yollardan, yolunu kesen gulyabanîlerden, zulümlerden, gadirlerden ve önündeki tepe tepe vahşetlerden bahisler açarak, ona gerçeğin yüzünü gösterebilseydik...
Evet, bu karasevdalıların yolunda “bir an bela-yı dertten cüda” kalmanın mümkün olmadığını anlamak, hakikatin ifadesi ve bu dertliler yolunun esasıdır.
Kendi insanına hizmet yolunda koşanlara, bu hakikatin anlatılmasında zaruret vardır.
Aksine, onlar bu hakikati anlayıncaya kadar, ne yoldan ne de yolcudan bahsetmeye imkân yoktur.
|
|
|