Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06-11-2010, 00:58   #3
Kullanıcı Adı
Kur'ânTalebesi
Standart
Allah korkusu amaç değil; araçtır. Bu doğru korku, istenen amaçları gerçekleştirmiyorsa, doğru olmaktan çıkar. Allah’tan korkmak, O’nun emir ve yasaklarına titiz bir şekilde yapışmayı neticelendirmelidir. Allah korkusu, kişiyi sorumluluk bilincine, teslimiyete götürür/götürmelidir. Mü’min, Allah’ın sevgisini kaybetmekten korkar. Allah sevgisinin ve rızâsının bedeli de O’na her konuda itaattir. Amelde tesiri olmayan korku, hayvanı yürütmeyen kamçı gibidir, bir değer taşımaz.

Zâlim müstekbirler, tarih boyunca tedhiş, zulüm, baskı ve psikolojik dayatma gibi şiddetli korkutma araçlarını etkili bir silâh olarak kullanıp halklarını istedikleri gibi yönlendirebilmişlerdir. Bu günkü dünyada da temelde pek farklılık yoktur; sadece yöntem ve araçlar daha modern şekillerde insandaki korku hissine emperyalist amaçlar çerçevesinde yön vermektedir. İslâm, insanı korku sebebiyle zâlimlere esir olmaktan kurtarabilmek için, sadece Allah’tan korkmayı esas almış, ruhlarda bu anlayışı yerleştirmeye çalışmıştır. Allah korkusunun gereği gibi yerleştiği kalplerde başka kimselerden ve herhangi bir şeyden korku olmaz. Mü’minde dünyevî korkular, gerçek korku değil; mecâzîdir, bir çeşit tedbirden ibarettir. Mü’min bilir ve inanır ki, Allah kendisini korku ile imtihan etmektedir.[121] Kimlerin ve nelerin korkusunu ne oranda kalbine yerleştireceği sınanmaktadır. O yüzden, bazı insanların korkusuyla; inancından, imanını dışa yansıtmaktan, kamuya açık alanlarda da mü’min gibi görünüp mü’min gibi davranmaktan tâviz ver(e)mez mü’min.

Yalnız, korku ile tedbiri karıştırmamak gerekir. Korku, kalp ve duyularla ilgilidir; tedbir ise davranışlarla ilgili. Gerçek mü’minlerin Allah’tan başka hiç kimseden korkmayışları, onların tedbirsiz olmalarını gerektirmez. Kendisine, mü’min kardeşlerine ve onlardan daha önemli olan dâvâsına gelebilecek zarardan dolayı, tâğutlara, müşrik ve kâfir egemen güçlere karşı tedbirli olmaya, gerekli konularda gizliliğe son derece gayret etmek, dâvâ adamının şiârıdır. Çünkü teşkilâtlanma ve cihadla ilgili gerekli durumlarda gizlilik ve tedbir, Rasûlullah’ın sünneti ve ashâbının prensibidir.

İslâm dışı düzenler korku rejimidir, baskıcıdır, zorbadır. Bu rejimlerin başındaki egemen güçler, etrafa korku ve dehşet salmaya, hakkını arayanları sindirmeye ve insanları robot gibi tek tipleştirmeye, daha doğrusu kendilerine kul/köle yapmaya çalışırlar. Bırakın eylemi, düşünmek bile yasaktır, düşüncesini söylemek ve yazmak sadece rejimden yana olanların yapmasına izin verilen bir lütuftur. İnsanlar öyle korkutulmuştur ki, her yerde devletin gözü kulağı var zannedilir. Devlet, bilinçaltında dev’letilmiş, devleştirilmiştir. Devlet denince öncelikle karakol, polis, askerlik, mecbûrî eğitim, vergi, mahkeme, suç-ceza, hapishane… akla gelmektedir. Bu tür korku rejimlerinin kutsal kitapları şu cümleyle başlar: “Yurtta sus, cihanda sus!” Nice insan, omuzlarındaki kameraman ve yazıcıları düşünmez de konuştuklarının rejim tarafından dinlendiğinden kuşkulanır. “Haram” pek önemli değildir sokaktaki vatandaş için, ama “yasak!”, o başka. Hapis korkusu, nice insanda cehennem korkusunun önüne geçmiştir. Ama gerçek mü’min, sadece Allah’ın kulu olduğunun bilincindedir. Müşriklerin korktuğu korkunç insanlar, bostan korkuluğu gibi gözükür müttakî mü’minin gözüne.

İnsan, dünyevî ve fâni şeylerden korkmayı ifrat derecesine vardırırsa, küçük ve gizli de olsa şirke düşmenin sınırına girmiş olur. Mü’min inanır ki, insanları ve bütün varlıklarıyla tüm dünya bir araya gelse, Allah istemediği müddetçe en küçük bir zarar veremezler. Güç ve kuvvet, yalnız Allah’ındır. O yüzden korkulmaya lâyık tek zât O’dur. Bazı insanlardan korkmanın getireceği esâret ve istibdat zehirinin panzehiri olarak İslâm, Allah korkusunu yerleştirmiştir. Allah korkusu olmayan kimsenin başına on tane polis diksen, işini bilen insan suç işlemenin bir yolunu mutlaka bulacaktır. Bir de o polislere de ayrıca polis gerekecek; rüşvet yemesinler, görevlerini kötüye kullanmasınlar diye, tabi o polislere de başka polisler… Mehmed Âkif’i gel de hatırlama:

“Ne irfandır ahlâka yükseklik veren, ne vicdandır;

Fazilet hissi, insanda Allah korkusundandır.”

Bir-iki âyet-i kerîmeyi meal olarak görelim: “Bir kısım insanlar, mü’minlere: ‘Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman korkun, sakının onlardan!’ dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter; O ne güzel vekildir!’ dediler.”[122]; “İşte o şeytan, yalnız kendi dostlarını korkutabilir (Veya şeytan, sizi kendi dostlarından korkutmaktadır). Eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, Benden korkun.”[123] Unutmayalım ki, Allah, bizim içimizden, gerçekten iman edip sâlih ameller işleyenlere, halifelik/egemenlik vererek yeryüzünde hâkim kılacak, korkularımızı güvene tebdil edecektir. Ama bunun için iki şart vardır: Sadece Allah’a ibâdet/kulluk ve hiçbir şeyi O’na şirk/eş koşmamak.[124]

Birkaç da hadis-i şerif: “Allah’ım! Korkaklıktan Sana sığınırım.”[125]; “Cihadın en efdali, değerce en kıymetlisi zâlim sultana karşı hakkı söylemektir.”[126]; “Eğer ümmetimin, zâlime: ‘Sen zâlimsin!’ demekten korktuğunu görürsen, bil ki onun varlığı ile yokluğu birdir.”[127]; “Aman dikkat edin! Halk korkusu, kişiyi hakkı söylemekten alıkoymasın.”[128]

İmanlar, korku terazisiyle tartılmaktadır. Korkunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Ya sadece Allah’tan korkup takvâ zirvesine tırmanarak Allah katında en ekrem, yani ikram edilmeye en lâyık yiğit bir Allah eri olmak; ya da ayaklar altında ezilinceye kadar sümüklü böcek gibi yaşamak. İnsan özgürdür; bu iki yoldan birini seçebilir. Ama takvâ yolunu seçerse, bilmelidir ki, bunun bedeli ucuz değil! Korku hissinin tevhidî bilinçle, mü’mine has irâdeyle kontrol altında tutulması, şeytanın korku oklarının fedâkârca savuşturulup karşı hücuma geçilmesi gerekecektir, hem de ömür boyu.

Kur’an’ın Örnek Gösterdiği İkinci Şahsiyet: Put Kıran Korkusuz İbrâhim (a.s.)

Korkunun kol gezdiği, güvenin yıkıldığı, insanın metâ olarak algılandığı, eşyalaştırıldığı; paranın, maddenin, gücün putlaştırıldığı bir dünyada ve ülkede kurtuluşun tek reçetesi, “İbrâhimî duruş”tur. Hz. İbrâhim’in, sapık bir toplum düzenine karşı gösterdiği onurlu direniş ve karşı koyuştur. Bir tarafta babasının da içinde yer aldığı bâtıl bir düzen ve halk, diğer tarafta yalnızca Allah’a iman edip O’na güvenen ve yalnızca O’ndan korkan Hz. İbrâhim… Muvahhid kimliği gereği putperest sisteme karşı çıkan tek kişilik bir ümmet.

Tarihî süreci incelediğimizde, ihdas edilen ve koruma zırhına büründürülen putlarla ilgili hiçbir tartışma yapılamadığını görmekteyiz. Bu ülkelerde putların dışında, Allah’ın varlığı da dâhil olmak üzere, her şeyi tartışabilirsiniz; fakat putları tartışamazsınız. Onlar hakkında, refahtan azan önde gelenler, bu konuda ileri sürülebilecek her türlü fikri engellemek için korkuyu, bir yönetim aracı olarak kullanmaktadırlar.

Bu yüzden Hz. İbrâhim: “Ben hanîf (Allah’ı bir bilen ve O’na yönelmiş) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: ‘Beni doğru yola hidâyet etmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na şirk/ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Siz, Allah’ın size, haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na şirk/ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım?! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan (Allah’ı tek ilâh kabul edenlerle O’na ortak koşanlardan) hangisi (Allah’ın azâbından) emniyette/güvende olmaya daha lâyıktır?“[129] diyerek putperest düşünceye karşı tavır almaktadır.

Yukarıdaki âyetlerde konumuz açısından şu noktalar önemlidir: Putperestler, Allah’tan korkmamakta; fakat iman edenlerin putlardan korkmasını istemektedirler. Putları önemli bir korku kaynağı olarak insanların hâfızalarında diri tutarak toplumu yönetme ilkesi egemendir, bu tür toplumlarda. Bundan dolayı, putların gölgesinde sürdürdükleri otoritelerini sarsacak her düşünce ve hareketi tehlikeli sayarlar. Farklı düşünenler; yıpratma, tehdit ve korkutma gibi yöntemlerle sindirilmeye çalışılır. Hz. İbrâhim, babasını putlardan vazgeçirme konusunda ısrarcı olunca, oğluna verecek cevabı kalmayan baba, putlara olan bağlılığını oğlunu tehdit ederek ortaya koymuştur: “(Babası) Demişti ki: ‘Ey İbrâhim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni kovar, taşa tutarım! Uzun bir zaman benden uzak dur! İbrâhim: ‘Sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime duâ etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam.“[130]

Putperest/câhilî düzenin yöneticileri, otoritelerini zedeleyecek hiçbir inanç, düşünce ve davranışa asla tahammül göstermezler. Sisteme ve düzenin ana felsefesine yönelik köklü eleştiri bir tek kişi tarafından da başlatılmış olsa, bundan şiddetli bir paniğe kapılırlar; zira “haksız” olduklarının bilincindedirler ve eleştirileri cevaplayacak tutarlı bir fikir bütünlüğüne sahip değildirler. Nitekim, Nemrut ve adamları, Hz. İbrâhim’in putlara ve putperest düzene yönelik eleştirilerini sürdürmedeki kararlılığı karşısında, onu yakma girişiminde bulunmaktan çekinmemişlerdir: “Dediler ki: ‘Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!’ Biz de dedik ki: ‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!’ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.”[131]

İbrâhim (a.s.), sırf inançlarından dolayı, babasının da dâhil olduğu bir topluluk tarafından yakılmak istenir. Yerleşik değerlerin (putperestlik) temellerine yönelen bir eleştiri, çok şiddetli bir cezalandırma yöntemiyle susturulmak istenir. Refahtan şımarıp azan önde gelenler, sömürü ve zulüm çarkının işlemesini engelleyecek her türlü inanç, düşünce ve harekete karşı tahammülsüzdür. Tarihte Hz. İbrâhim’in yakılma teşebbüsü bunun en canlı örneklerinden biri olmuştur. Günümüzde yapılanlar ise, refahtan şımarıp azan önde gelenlerin toplumu korku, tedhiş ve terör kıskacında yönetebilmek için tarihte benzer zihniyettekilerin yaptıklarının bir tekrarından ibarettir. Tarihsel süreç incelendiğinde benzer senaryolar hep tekrarlanıp durmuştur. Halkı sindirerek daha rahat yönetebilmek için korku, silâh olarak kullanılmakta ve tüm ülke acımasız bir psikolojik savaşın içine sokulabilmektedir. Halkın muhâlif olduğu politikalar karşısında sessiz kalmasını sağlayabilmek için klasik bir yöntem vardır: Yüreklere korku salmak. Halk, malının ve canının bir büyük düşmanın tehdidi altında bulunduğuna inandırılırsa, muhâlif olduğu programların uygulanması karşısında sessiz kalmayı tercih eder; yapılanları hoş karşılamasa bile, zarûri bulabilir. Yüreklere korku salabilmek için propaganda sistemi çalıştırılır.

İstenen sonuca ulaşabilmek için, o zamana kadar halka söylenilen ve fakat gerçekte inanılmayan birçok kavram, ilke unutulur. Her şey te’vil edilerek birçok kavramın içi boşaltılır, anlam alanları daraltılır veya saptırılır. Her türlü hile, entrika, yol ve yöntem mubahlaşır: “Nuh dedi ki: ‘Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine kayıptan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular. Ve büyük hileli düzenler kurdular.”[132] Ama İbrâhim (a.s.), putperest düzene karşı mücâdelesinde bütün olumsuz koşullara rağmen, inancının gerektirdiği duruşu, tavrı sergiler: “Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.”[133] Hz. İbrâhim, yalnızca Allah’a ibâdet ve itaat etmenin, yalnızca O’nu ilâh ve Rab kabul edinmenin, yalnızca O’ndan korkmanın doğal sonucu olarak böyle bir tavır, bir duruş ortaya koyar. Bu nedenle Allah, tüm mü’minlere Hz. İbrâhim’i örnek gösterir: “İbrâhim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.”[134]

Putperest bir toplum içerisinde tek başına kalmış olmasına karşın inancından ve bu uğurdaki kararlı mücâdelesinden vazgeçmemiş olması ise, İbrâhim (a.s.)’in en belirgin vasfıdır. Tek başına olmasına rağmen hiçbir korku ve kaygıya kapılmadan, en olumsuz şartlarda direnmenin, ayakta kalmanın sembolüdür Hz. İbrâhim. O nedenle Kur’ân-ı Kerim onu hem tekil (muvahhid), hem de çoğul (ümmet) olarak tanıtmakta ve örnek olarak gelecek nesillere göstermektedir: “Gerçek şu ki, İbrâhim tek başına bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.”[135]

Hz. İbrâhim’in ateşe atılırken söylediği “Allah bana kâfidir” ve kavmi ile tartışmasında söylediği “ben sizin ilâhlarınızdan korkmuyorum”,[136] “sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıp ayrılıyorum.”[137] İbrâhim: ‘Öyleyse’ dedi, ‘Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız? Yuh olsun size ve Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere! Siz akıllanmaz mısınız?”[138] sözleri, onun teslimiyetinin bir ölçüsü olmanın yanı sıra; tüm korkuları, Allah korkusu içinde eritip yok ettiğinin de bir göstergesidir. Bir önder ve örnek olarak o, özgür olmanın yolunun yalnızca Allah’tan korkarak ve böylelikle tüm korkulardan arınmaktan geçtiğini, tüm iman edenlere göstermektedir. Yalnızca Allah’tan korkan bir mü’min, Allah’ın çizdiği sınırları koruma konusunda gerekli hassâsiyeti gösterir.

Yalnızca Allah’tan Korkmak

Malın, canın, neslin ve inancın tehlike altında olması durumunda genelde insanlar, özelde mü’minler, inancını yaşatmak için tüm imkânlarını seferber ederek ölüm de dâhil olmak üzere her şeyi göze alırlar. Bu insanlık tarihinde genel bir kanun olarak hep var olmuştur. Mü’minler ise bu noktada özel bir yer işgal ederler. Onlar, öldükten sonra dirilmeye, Allah’ın huzurunda hesap vermeye olan inançlarından dolayı dünyayı âhiret için bir hazırlık, bir tarla gibi görürler. Öldükten sonra dirilme ve yaptıklarından dolayı hesap verme, mü’mini teyakkuz halinde tutan bir duygu oluşturur. Hesap gününde Allah’ın huzurunda mahcup olma, Allah’ın rızâsını kaybetme mü’minin asıl korkusudur.

Birçok korku kaynağı aynı anda vuku bulduğunda, mü’minin bunların etkisi altında kalmaması mümkün olmayabilir. Korkular anaforunda yaşanan geçici durum bu bakımdan önemli değildir. Önemli olan kalıcı haldir; kalıcı hal üzerinde hangi korku kaynağının etkili olduğudur. İşte yalnızca Allah’tan korkmaktan kasdettiğimiz, kalıcı halin Allah korkusu ile tâyin edilmesidir. Bu nedenle mü’min, inancına zarar verecek, dolayısıyla ölüm ötesi hayatta kendini sıkıntıya sokacak herhangi bir davranış içinde bulunamaz. İşte bu yüzdendir ki Allah, mü’minleri yalnızca Kendinden korkmaya çağırarak korkularından arındırmak ister: “Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, itaat-kulluk da O’nundur. Böyleyken Allah’tan başkasından mı korkup sakınıyorsunuz?”[139]; “Öyleyse insanlardan korkmayın; Benden korkun ve âyetlerimi az bir değere karşılık satmayın.”[140]

Allah, Kur’an’ın değişik yerlerinde, kâfirlerden, zâlimlerden, müşriklerden ve onların ilâh kabul ettiklerinden, kınayıcıların kınamasından ve şeytandan korkmamaları gerektiğini mü’minlere hatırlatmaktadır.[141] Yalnızca Allah’tan korkmanın, mü’min olma şartı ile birlikte ifade edilmesi, mü’min olmaktan ne anlamamız gerektiğini de berraklaştırmaktadır: “İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını (kendi dostlarından) korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minseniz Benden korkun.”[142] Allah’tan korkmak, O’nun azâbından ve O’nun sıfatlarının derin anlamlarını bilmekten doğan uyanıklık ve dikkat halinde bulunmaktır. Kendisinden dolayı ceza çekeceğini bildiği şeyleri yapmaktan kaçınan kimse, gerçekte Allah’tan korkmaktadır. Mü’minlerin, temiz akla sahip olarak Allah’tan korkup sakınmaları Kur’an’da ısrarla istenmektedir.[143]

“Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, müslüman olmaktan başka bir din ve tutum üzerinde ölmeyin.”[144] Allah’a yaraşır şekilde Allah’tan korkmak demek, Allah’ın adını yükseltmek, O’nun emir ve yasaklarına riâyet ederek gösterdiği yolda yürümek demektir. Onun dışında edinilen tüm ilâh ve rablerın hükümranlığına son vermektir: “Benden başka ilâh yoktur; şu halde Benden korkup sakının diye uyarıp korkutun.”[145] Bir mü’min için; şeytanın taraftarları ile işgal edilmiş bir dünyada, Allah’tan başka ilâh ve rab olmadığını deklare etmek demek, zulme karşı Hz. İbrâhim gibi meydan okumak, kıyâma kalkmak demektir. İşte böyle bir durumda dimdik ayakta durabilmek için, Hz. İbrâhim’in ateşe atılırken “Allah bana kâfidir” şeklindeki sözünü diyebilme güç, irâde ve bilincinde olmak gerekir. Bunun yolu da, Allah’a güvenip dayanmak, O’na teslim olmak, O’ndan gereği gibi korkup O’na yönelmektir.

Zâlimleri etkisiz hale getirmenin yolu mücâdeledir. İnatla, sabırla ve meşrûiyet içinde yürütülecek bir mücâdele ile bütün engeller aşılabilir, kurulan tuzaklar işe yaramaz hale getirilebilir. Bütün korkulardan arınıp yalnızca Allah’tan korkarak, O’na güvenip dayanarak, O’na sığınarak Allah’ın gösterdiği dosdoğru yolda İbrâhimî duruşu göstererek ve bu yolda tüm mazlumlara kimlikleri sorulmadan birlik içinde sahip çıkarak zulme son verilebilir.[146]

“İbrâhim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz/reddediyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.’ ‘Rabbimiz! Ancak Sana tevekkül edip dayandık, Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır. Andolsun, onlar sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah ğanîdir (zengindir), hamîddir, hamde lâyık olandır.”[147]

Kur’an, “üsvetün hasenetün (güzel örnek)” ifadesiyle tüm müslümanlara örnek gösterdiği Muhammed Mustafâ (s.a.s.)’dan[148] başka sadece Hz. İbrâhim’i aynı vasıfla (“üsvetün hasenetün”) zikreder.[149] Bu, Hz. İbrâhim’in Allah katındaki faziletini gösterdiği gibi, bizim de pratik hayatımızda Hz. İbrâhim’i model almamız, onun davranışlarını hayatımıza geçirmemiz için de her dönem referansımız olması açısından önemlidir.

“İbrâhim’de, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.”[150] O, öyle bir örnektir ki, baba sevgi ve saygısı, onu dâvâsından tâvize mecbur edemediği gibi, evlât sevgisi de ilâhî emrin önüne geçirememiştir. En inatçı müşrik bile olsa, babaya dâvâ anlatılırken nasıl bir üslûp kullanılması gerektiğini öğreten bir evlâttır o. Ne saygı ve sevgiden dolayı tâviz; ne de hakkı anlatırken haksız duruma düşüren kabalık, küstahlık, saygısızlık ve ukalâlık… Babasının, putperestlerin önde geleni olmasına rağmen, onun eylemlerine Allah için buğzederken, “yâ ebetî, yâ ebetî” hitabıyla babasını fıtratının sesine çağırmıştır. “Babacığım, ey babacığım” gibi hem hürmet, hem şefkat yüklü bir hitapla babasını şeytanın icat ettiği putlara tapmaktan alıkoymaya çalışan bir peygamberdir o. Her yanı küfür ateşinin sardığı bir ortamda yakıcı ateşler içinde kalmış, ama yanmamıştır. Hiçbir ânını ve hiçbir duygusunu küfür ateşine atmamış; o yüzden, yıllar sonra Nemrut’un dağ gibi ateşleri bile, Allah’ın izniyle onu yakmamıştır.

İbrâhim (a.s.)’i örnek almak demek; İbrâhim olup Allah’tan başka en çok sevdiğimiz İsmâil’lerimizi Allah yoluna fedâ edebilmek demektir. Putlara, putlaştırmaya ve putçulara karşı tek başımıza da olsa mücâdele edebilmektir. Allah’tan başka hiç kimseden korkmamak demektir. Âhiret ateşine atılmamak için dünya ateşlerinden korkmamak, ateşle imtihanı göze alabilmektir. Babamız ya da zâlim devlet reisi de olsa muhâtaplarımıza hakkı haykırabilmektir.

“Zincirlerin altınsa da hattâ koparıp kır;

Susmak ne demekmiş? Yere haykır, göğe haykır!”

“Korkup susma! Susarsan sıra (hem burada, hem orada) sana da gelecek.”

Ey Allahım! Korktuklarımızdan bizi koru. Korkulardan emin kıl. Korkaklıktan, Senden başkasından korkmaktan, Senin sevgini kaybetme korkusundan başka korkulacak şeylerden Sana sığınıyoruz. Bizi umduğumuz güzel şeylere kavuştur.

Ahmed Kalkan
Vuslat dergisi

[1] 17/İsrâ, 44
[2] 33/Ahzâb, 72
[3] 2/Bakara, 74
[4] 12/Yûsuf, 13 ve 17
[5] Tirmizî; Tuhfetu’l Ahvezî Şerhu Câmiu’t Tirmizî, 8/423; Deylemî; İbn Aslâkir, Tarih
[6] 8/Enfâl, 25
[7] 9/Tevbe, 13
[8] 33/Ahzâb, 39
[9] 5/Mâide, 54
[10] Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/293
[11] 10/Yûnus, 107
[12] 2/Bakara, 212; 3/Âl-i İmrân, 175; 5/Mâide, 57
[13] 33/Ahzâb, 37
[14] 20/Tâhâ, 77
[15] 20/Tâhâ, 65-68
[16] 16/Nahl, 51-52
[17] 39/Zümer, 53
[18] 32/Secde, 6
[19] 8/Enfâl, 2
[20] 32/Secde, 16
[21] 22/Hac, 1-2
[22] 33/Ahzâb, 10-11
[23] 21/Enbiyâ, 40
[24] 98/Beyyine, 7-8
[25] 62/Cum’a, 8
[26] 4/Nisâ, 77
[27] 28/Kasas, 57
[28] 64/Teğâbün, 14
[29] 64/Teğâbün, 15; 8/Enfâl, 28
[30] 17/İsrâ, 31
[31] 2/Bakara, 268
[32] 51/Zâriyât, 58
[33] 51/Zâriyât, 22
[34] 7/A’râf, 88; 36/Yâsin, 18; 19/Meryem, 46
[35] 10/Yûnus, 83
[36] Ebû Dâvud, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 51
[37] 17/İsrâ, 76-77
[38] 119/Nasr, 1-2
[39] 22/Hac, 1-2: 54/Kamer, 7-8; 101/Karia, 1-11
[40] S. Buhâri, Tecrîd- Sarih Terc. II/751
[41] Seyyid Kutub, Kur’anda Edebî Tasvir, s. 11
[42] Hayati Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Timaş Y., s. 94-96
[43] 41/Fussılet, 30
[44] Buhâri, Edeb 72; Müslim, Fezâil 127-128
[45] 35/Fâtır, 28
[46] 2/Bakara, 119; 34/Sebe’, 28; 35/Fâtır, 24; 41/Fussılet, 4
[47] 49/Hucurât, 13
[48] 51/Zâriyât, 50
[49] 3/Âl-i İmrân, 175
[50] 55/Rahmân, 46
[51] 8/Enfâl, 2
[52] 64/Teğâbün, 16; Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 119
[53] Osman Necati, Kur’an ve Psikoloji, Fecr Y., s. 57
[54] Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/293
[55] S. Müslim Terc. 7/188
[56] Y. Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlık, 3/1213
[57] 11/Hûd, 103; 14/İbrahim, 14; 55/Rahmân, 46
[58] 2/Bakara, 38
[59] 2/Bakara, 112
[60] 6/En’âm, 48
[61] 46/Ahkaf, 13
[62] 10/Yûnus, 62
[63] 7/A’râf, 56, 205; 13/Ra’d, 13; 32/Secde, 16
[64] 5/Mâide, 54
[65] 2/Bakara, 155
[66] 2/Bakara, 38
[67] 2/Bakara, 62
[68] 2/Bakara, 74
[69] 3/Âl-i İmrân, 173
[70] 3/Âl-i İmrân, 175
[71] 9/Tevbe, 13
[72] 9/Tevbe, 56
[73] 24/Nûr, 37
[74] 39/Zümer, 13
[75] 49/Hucurât, 13
[76] 59/Haşr, 21
[77] Müsned, IV/124, 126; Buhâri, Cenâiz 73, Rikak 7; Müslim, Fiten 110; Ebû Dâvud, Nikâh 12
[78] Ebû Dâvud, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 51
[79] Buhâri, Edeb 72; Müslim, Fezâil 127-128
[80] Müslim, Tevbe 23 hadis no: 2755; Tirmizî, Deavât 108, hadis no: 3536; Kütüb-i Sitte Terc. c. 6, s. 355
[81] Tirmizî, Cenâiz 11, hadis no: 983; İbn Mâce, Zühd 31, hadis no: 4261; Kütüb-i Sitte Terc. c. 6, s. 351
[82] Buhârî; Müslim
[83] Buhârî; Müslim
[84] Ebû Dâvud, Edeb 93, hadis no: 5004; Kütüb-i Sitte Terc. c. 15, s. 213
[85] Müslim, S. Müslim Terc. 7/188
[86] Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 6, s. 349
[87] a.g.e., aynı sayfa
[88] a.g.e.
[89] a.g.e.
[90] 31/Lokman, 32
[91] 31/Lokman, 33; 35/Fâtır, 5
[92] 67/Mülk, 14
[93] Gazâli, a.g.e. c. 4, s. 306
[94] 39/Zümer, 55
[95] Faruk Gürbüz, Kur’an’da Denge, Denge Y., s. 182 vd.
[96] 6/En’âm, 32
[97] 47/Muhammed, 36 ve bkz. 29/Ankebût, 64; 57/Hadîd, 20
[98] 32/Secde, 15-16
[99] Ahmet Baydar, Kur’an Açısından Korku ve Büyü, Beyan Y., s. 58-59
[100] 3/Âl-i İmrân, 175
[101] 98/Beyyine, 7-8
[102] 36/Yâsin, 11; 79/Nâziât, 45
[103] 20/Tâhâ, 3; 87/A’lâ, 10
[104] 13/Ra’d, 21
[105] 21/Enbiyâ, 25; 23/Mü’minûn, 57
[106] 21/Enbiyâ, 49; 35/Fâtır, 18; 50/Kaf, 33
[107] 5/Mâide, 52
[108] 26/Şuarâ, 106-108
[109] 23/Mü’minûn, 23
[110] 16/Nahl, 51-52
[111] 9/Tevbe, 18
[112] 24/Nûr, 52
[113] 39/Zümer, 23
[114] 33/Ahzâb, 37
[115] 5/Mâide, 3
[116] 33/Ahzâb, 39
[117] 3/Âl-i İmrân, 151
[118] 13/Ra’d, 28
[119] 2/Bakara, 38, 62
[120] 55/Rahmân, 46
[121] 2/Bakara, 155
[122] 3/Âl-i İmrân, 173
[123] 3/Âl-i İmrân, 175
[124] 24/Nûr, 55
[125] S. Müslim Terc. 7/188
[126] Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 6, s. 349
[127] a.g.e. aynı sayfa
[128] a.g.e.
[129] 6/En’âm, 79-81
[130] 19/Meryem, 46, 48
[131] 21/Enbiyâ, 68-70
[132] 71/Nûh, 21-22
[133] 6/En’âm, 79
[134] 60/Mümtehıne, 4
[135] 16/Nahl, 120
[136] 6/En’âm, 80
[137] 19/Meryem, 48
[138] 21/Enbiyâ, 67
[139] 16/Nahl, 51-52
[140] 5/Mâide, 44
[141] 5/Mâide, 3, 54; 6/En’âm, 81, 82
[142] 3/Âl-i İmrân, 175
[143] 33/Ahzâb, 39; 35/Fâtır, 28; 5/Mâide, 100; 65/Talak, 10
[144] 3/Âl-i İmrân, 102
[145] 16/Nahl, 2
[146] 8/Enfâl, 45-47; Yıldırım Canoğlu, İbrâhimî Duruş, Umran, sayı: 77, Ocak 2001
[147] 60/Mümtehıne, 4, 6
[148] 33/Ahzâb, 21
[149] 60/Mümtehıne, 4, 6
[150] 60/Mümtehıne, 4
  Alıntı ile Cevapla