|
SOSYALİZM ÜZERİNE SORULAR
EKONOMİK SİSTEMİMİZ KAPİTALİSTLER OLMAKSIZIN İŞLEYEBİLİR Mİ?
Bu sorudaki kapitalistler sözcüğünü değiştiriniz, tarihin her döneminde sorulmuş beylik bir soruyu görürsünüz. Dört yüz yıl önce Avrupa'da soru şöyleydi: ekonomik sistemimiz feodal beyler olmaksızın işleyebilir mi? Yüz yıl önce Amerika'da soru şöyleydi: ekonomik sistemimiz köle sahipleri olmaksızın isleyebilir mi?
Toplum, feodal beyler ve köle sahipleri olmaksızın da pekâlâ yaşayabileceğini nasıl gördüyse, kapitalistler olmadan da yasayabileceğini görecektir.
Kapitalistler ile, bunların sermaye olarak sahip oldukları üretim araçları arasında bir ayrım yapmak gerekir. Toplum, hiç kuskusuz, bu üretim araçları, yani toprak, madenler, hammaddeler, makineler ve fabrikalar olmadan edemez. Bunlar gereklidirler. Robert Blatchford, Merrie England adlı tanınmış yapıtında bu ayrımı şöyle belirtir:
'Sermaye olmaksızın çalışamayacağımızı söylemek, tırpan olmaksızın çayır biçemeyeceğimizi söylemek kadar doğrudur. Oysa, kapitalist olmadan çalışamayacağımızı söylemek, bütün tırpanlar tek bir adama ait olmadan çayır biçemeyeceğimizi söylemek kadar saçmadır. Bundan da öte, bütün tırpanlar tek bir kişiye ait olmadan ve bu adam, ürünün üçte-birini, tırpanlarını ödünç verdiği için almadan, çayır biçemeyeceğimizi söylemek kadar saçmadır."
Kapitalist, zorunlu yönetim işlevini yürüttüğü, gelirini hakettiği sürece toplum için gerekli bir kimseydi, oysa şimdi tutulmuş yöneticiler işi yürütürken kendisi sadece hisse senetlerine ve tahvillere sahip olduğu için Ve haketmediği bir gelir sağladığı için gerekli değildir.
Bir zamanlar yararlı olan mülkiyet, artık asalaktır. Ekonomik sistemimizin, asalaklar olmadan işleyebileceğini – hatta öncekinden daha da iyi işleyeceğini– kim yadsıyabilir?
İşin aslı aranırsa, bugün biz, toplumun, kapitalistler olmadan işleyebileceği noktaya değil, işlemek zorunda olduğu noktaya gelmiş bulunuyoruz, çünkü bunların, üretim araçlarına sahip olmaları nedeniyle ellerinde bulundurdukları güç, işsizliğe, güvensizliğe ve savaşa yolaçacak biçimde kullanılıyor,
İNSANLAR KAR TEŞVİKİ OLMADAN DA ÇALIŞIRLAR MI?
ı> Bu soruya verilecek en iyi karşılık, kapitalist toplumda, bugün bile pek çok kimsenin kâr teşviki olmadan çalıştığıdır. Bir çelik fabrikasında, bir dokuma fabrikasında ya da bir kömür madeninde çalışan bir işçiye, emeğine karşılık ne kadar kâr elde ettiğini sorunuz. Size çok yerinde olarak böyle bir kâr elde etmediğini söyleyecektir. Bu kârlar, fabrika ya da maden ocağı sahibine gitmektedir. Öyleyse işçi niçin çalışıyor?
işçiyi teşvik eden, "kâr. değilse nedir? Kapitalist toplumda insanların çoğu, çalışmak zorunda oldukları için çalışır.. Çalışmazlarsa karınlarını doyuramazlar. Bu, bu kadar basittir. Bunlar, kâr elde etmek için değil kendileri ile ailelerini doyurmak, giydirmek ve barındırmak için gerekli ücret için çalışırlar.
Sosyalizmde de aynı zorunluluk olacaktır, insanlar yaşayabilmek için çalışacaklardır.
Sosyalizmde, kapitalizmin sağlayamadığı bazı ek teşvikler de vardır, işçilerden, kimin uğruna üretimi artırma cabsına girişmeleri istenecek? Sosyalizmde daha fazla ve cfetha iyi çalışma isteği, haklı bir temele, yani bundan bütito toplumun yararlandığı gerekçesine dayanır. Kapitalizmde böyle değildir. Orada fazla çabanın sonucu, kamu yararı değil, özel kârdır. Bunlardan ilkinin bir anlamı vardır, ikincisinin yoktur. İşçiyi, birisi elinden geldiğince çok vermeye; ötekisi ise elinden geldiğince az vermeye özendirir. Birisi, insanın manevî isteklerini doyuran ve onu heyecanlandıran bir amaçtır; ötekisi ise, yalnızca basit kafalıları ayartan bir erektir.
Buna karşı şu itiraz öne sürülür: kâr teşvikinin büyük ölçüde zaten bir hayal olduğu ortalama işçi için bu doğru olabilir, ama, kâr teşvikinin gerçek olduğu deha, mucit ya da kapitalist girişimciler için aynı şey söylenemez.
Bilim adamlarını ve mucitleri, denemelerini başarıya ulaştırmak için gece gündüz çalışmaya iten şeyin zenginlik hayali olduğu doğru mudur? Bu savı destekleyen pek az kanıt vardır. Öte yandan, yaratıcı dehaların, buluşlarından duydukları büyük haz ya da yaratıcı güçlerinin tam ve serbestçe kullanılmasından doğan mutluluk dışında bir ödül peşinde olmadıklarını gösteren pek çok kanıt vardır.
Şu isimlere bakınız: Remington, Underwood, Corona, Sholes. Bunlardan ilk üçünü, başarılı daktilo yapımcısı olarak hemen tanırsınız. Ya dördüncüsü, Bay Christopher Sholes de kimdi? O da daktiloyu icat eden zat! Acaba onun beyninden doğmuş olan yaratık, Remington'a, Underwood'a veya Corona'ya getirdiği serveti ona da kazandırmış mıdır? Ne gezer. O, buluşu üzerindeki haklarını, Remington'a 12.000 dolara satmıştır!
Öyleyse, Sholes'ı teşvik eden kâr mıydı? Onun hayatım yazan yazara göre değil: "Parayı pek az düşünür, aslını ararsanız, sıkıntı verici bir şey olduğu için, para kazanmak istemediğini söylerdi. Bu nedenle iş konularına pek aldırmazdı."
Sholes, yaratıcı çalışmalarına kendilerini büsbütün verdikleri için "parayı pek az düşünen" binlerce bilim adamı ve mucitten sadece birisidir. Bu, elbette, kârın tek teşvik unsuru olduğu bazı kimselerin bulunmadığı anlamına gelmezr.
Altına tapan toplumda, bu da beklenir. Ancak, böyle bir toplumda bile, insanlığa hizmetin tek teşvik unsuru olduğu büyük isimlerin listesi, dehaların kâr teşviki olmaksızın çalıştıklarını kanıtlayacak kadar uzundur.
Eskiden bu konuda bir kuşku olsa bile bugün olamaz. Çünkü, bilim adamlarının kendi hesaplarına çalıştıkları günler çoktan geride kaldı. Bilim dünyasındaki yetenekli kişiler, artık belirli ücretle laboratuvarlarda çalışmak üzere büyük şirketler tarafından kiralanmaktadır. Güvenlik, düşte görülebilecek cinsten bir laboratuvar, kendini işe vermekten gelen tatmin – bunlar, bilim adamının aradığı şeylerdir, ve çoğu zaman da bunlara kavuşurlar, ama kâra değil.
Diyelim ki, yeni bir süreç buldular. Bu buluşun getirdiği kâr onlara mı gider? Hayır. Ek prestij, terfi ve daha çok ücret elde edebilirler ama kâr değil.
Sosyalist bir toplum, bilim adamlarını ve mucitleri nasıl teşvik edeceğini ve onurlandıracağını bilir. Onlara, hem paraca ödül, hem de lâyık oldukları saygınlığı sağlar. Ayrıca onlara, her şeyden fazda değer verdikleri bir şeyi verir: yaratıcı faaliyetlerini en geniş ölçüde yürütme olanağını.
Kâr, çok eskiden kapitalist girişimci için gerçekten teşvik ediciydi, ama bu kişi artık sanayi alanından çekilmiştir. Rekabetçi sanayiin tekelci sanayie dönüşmesi ile, bu duruma daha uygun olan yeni bir tip yönetici, onun yerini al-mıştır. Eski tip girişimcinin özellikleri olan atılganlık, cesaret ve saldırganlık, bugünün tekelci sanayiinde aranmamaktadır. Büyük şirketler risk altına girmeyi asgariye indirmişlerdir, işleri mekanik ve planlıdır. Kararları, artık, sezgiye değil, istatistik! araştırmalara dayanmaktadır.
Bu şirketler, artık dünün mal sahibi-girişimcileri tarafından yönetilmiyor. Bunların sahipleri yönetime hiç karışmazlar; bunları, kâr için değil, maaşla çalışan ücretli kimseler yönetir. Bunların maaşları çok ya da az olabilir. Bundan başka ikramiye de alabilirler. Başka ödüller de olabi"îir:"övgü,"saygınlık, kudret, işi iyi yapma zevki. Ama Amerikan iş hayatını yöneten insanların çoğu için kâr teşviki çok-ıtan ortadan kalkmıştır.
Peki, insanlar kâr dürtüsünden başka şeyler için de çalışabilirler mi? Bunu tahmin etmeye gerek yok, biz çalıştıklarını biliyoruz,
SOSYALİST TOPLUMDA HERKES AYNI ÜCRETİ Mİ ALIR?
Hayır, herkes aynı ücreti almaz. Usta işçi, usta olmayan işçiden, ve yönetici de, işçiden daha fazla alır. Büyük müzisyen, ortalama bir müzisyenden daha fazla alır. 400 kile buğday üreten bir çiftçi, 300 kile üretenden daha fazla; sekiz ton maden çıkartan bir madenci, altı ton çıkartandan daha fazla para alır ve bu örnekler böyle sürer gider, insanlara, yaptıkları işin nicelik ve niteliğine göre para ödenir.
Sosyalist toplumda en yüksek ücreti alan kimse bile, bunu, çalışmasıyla hakettiği sürece alır. Bunu, üretim araçları satın alarak, başkalarının emeğinin sırtından, kazanılmamış paraya çeviremez. Zaten üretim araçları satın alması olanağı yoktur, çünkü sosyalist toplumda, üretim araçları halka aittir, satılık değildir. Daha çok ya da daha iyi çalışarak daha yüksek ücret alması, onun başkalarından daha iyi yaşamasını sağlar, ama hiç kimseyi sömürmesine elvermez. Sosyalist toplumda ücret eşitsizliği olmakla birlikte fırsat eşitliği vardır. Usta işçi daha yüksek ücret alır, ama hüneri olmayan işçinin önünde de usta olabilmesi için gerekli eğitim ve uygulama olanakları da açıktır. Her ne kadar mühendisler, yöneticiler, yazarlar, sanatçılar daha çok kazanırlarsa da, herkese, yetenekleri ile orantılı ücretsiz eğitim sağlanır; herkese bu mesleklere giriş kapıları ardına kadar açık tutulur. Sosyalist toplumda "herkese" demek sözcüğün tam anlamıyla herkese demektir, yoksa, sadece ücretleri ödeyebilene, ya da tutum ve davranışları kusursuz olana, ya da zenci veya yahudi olmayana demek değildir.
SOSYALİZM İLE KOMÜNİZM ARASINDAKİ FARK NEDİR?
Sosyalizm ite komünizm, her ikisi de, kullanım için üretim yapan sistemler olması ve üretim araçlarının mülkiyetinin kamuya ait bulunması ve merkezî planlamaya dayanması bakımından benzer sistemlerdir. Sosyalizm, doğrudan doğruya kapitalizmden doğup gelişir, yeni toplumun ilk biçimidir. Komünizm çlaha ileri bir gelişme ya da sosyalizmin "daha yüksek bir aşamasıdır".
Herkesten yeteneğine göre, herkese yaptığı iş kadar (sosyalizm). Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesi kadar (komünizm).
İşe göre, yani yapılan işin nitelik ve niceliğine göre, sosyalist dağıtım ilkesi, hemen uygulanması mümkün ve pratik bir ilkedir. Öte yandan, gereksinmeye göre komünist dağıtım ilkesi, hemen uygulanması mümkün bir ilke değil, son bir hedeftir.
Besbellidir ki, bu aşamadan önce üretimin çok yüksek bir düzeye erişmesi gerekir; herkesin gereksinmesinin karşılanması için her şeyin çok bol olması zorunludur. Ayrıca, insanların işe karşı tutumlarında bir değişiklik olması gere kir; zorunlu oldukları için çalışma yerine, çalışma, hem topluma karşı bir sorumluluk duygusunu karşıladığından, hem de kendi hayatlarında bir boşluğu doldurduğundan, insanlar arzu ettikleri için çalışacaklardır.
Sosyalizm, bolluğu gerçekleştirmek ve halkın zihnî ve manevî görünümünü değiştirmek için üretici güçleri geliştirme sürecindeki ilk adımdır. Yani sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçişte zorunlu bir aşamadır. Sosyalizm ile komünizm arasındaki ayrımdan, yeryüzünde sosyalist diye adlandırılan partilerin sosyalizmi savundukları, komünist partilerin ise komünizmi savundukları sonucu çıkartılmamalıdır. Durum bu değildir. Kapitalizmin yerine ancak sosyalizm geçeceği için, komünist partiler de tıpkı sosyalist partiler gibi sosyalizmin kurulmasını hedef olarak almışlardır.
Bu durumda, sosyalist ve komünist partiler arasında bir fark yok mu demektir? Hayır, arada bir fark vardır. Komünistler, işçi sınıfı ile müttefiklerinin, durumu elverir elvermez, devletin yapısında'temelli bir değişiklik yapması gereğine inanırlar; kapitalistlerin bir sınıf olarak (birey olarak değil) varlığına son verme ve en sonunda sınıfsız bir topluma ulaşma sürecinde, işçi sınıfı üzerinde kapitalist diktatörlük yerine, kapitalist sınıf üzerinde işçi sınıfı diktatörlüğünü kurmalıdırlar. Sosyalizm, sadece, eski kapitalist hükümet mekanizmasını devralmak ve bunu kullanmakla kurulamaz. İşçiler, eski devlet aygıtını parçalamak ve kendi yeni devlet aygıtlarını kurmalıdırlar, îşçi devleti, eski egemen sınıfa, bir karşı-devrimi örgütleme fırsatı vermez. Kapitalist direnmenin doğduğu yerlerde, bunu ezmek için, silahlı gücünü kullanmalıdır.
Sosyalistler ise devletin niteliğinde temel bir değişiklik yapılmadan kapitalizmden sosyalizme geçilebileceğine inanmaktadırlar. Bu görüşte olmalarının nedeni, kapitalist devleti esas olarak, kapitalist sınıfın diktatörlüğünün bir kuru-mu olarak değil de, daha çok onu ele geçiren sınıfın kendi yararına kullanabileceği yetkin bir mekanizma olarak kabul etmeleridir. Bu durumda, iktidardaki işçi sınıfının eski kapitalist devlet aygıtını yıkmasına ve kendisininkini kurmasına gerek yoktur. Sosyalizme doğru yürüyüş, kapitalist devletin demokratik çerçevesi içinde adım adım gerçekleştirilebilir.
Her iki partinin de, Sovyetler Birliği'ne karşı tutumları, (Joğrudan doğruya bu soruna yaklaşmaları açısından ileri gelmektedir. Genel bir deyişle, komünist partiler Sovyetler Birliği'ni övmekte, sosyalist partiler değişik ölçülerde onu yermektedir. Komünistler için Sovyetler Birliği, sosyalizm düşünü gerçekleştirdiği için bütün gerçek sosyalistlerin övgüsüne hak kazanmıştır. Sosyalistler içinse, Sovyetler Birliği sosyalizmi hiç kuramadığı için –hiç değilse onların hayal ettikleri sosyalizmi kuramadıkları için– sadece yergiye lâyıktır.
SOSYALİZM, HALKIN ÖZEL MÜLKİYETİNİ ELİNDEN ALMAK MI DEMEKTİR?
Sosyalistler, halkın özel mülkiyetini elinden almak şöyle dursun, daha çok insanın eskisinden daha fazla özel mülkiyeti olmasını isterler.
iki çeşit özel mülkiyet vardır. Niteliği gereği kişisel olan mülkiyet vardır: kişisel tatmin için kullanılan tüketim malları. Bir de, kişisel nitelikte olmayan özel mülkiyet türü vardır: üretim araçları mülkiyeti. Bu tür mülkiyet kişisel tatmin için değil tüketim mallarının üretimi için kullanılır.
Sosyalizm, birinci çeşit özel mülkiyeti, diyelim ki, giydiğiniz elbiseleri elinizden almak değildir, ikinci tür özel mülkiyeti, yani elbiseyi yapan fabrikayı almak demektir. Azınlığın elindeki üretim araçlarının özel mülkiyetini kaldırarak, tüketim araçlarında çoğunluk için daha fazla özel mülkiyeti sağlar. Sosyalizmde, işçiler tarafından üretilmiş olup da kapitalistin kârı biçiminde ellerinden alınan servet, daha fazla özel mülkiyet, yani daha çok elbise, daha çok mobilya, daha fazla yiyecek içecek, daha fazla sinema bileti satın alabilmeleri için gene işçilerin olur. Kullanım ve eğlence için daha fazla özel mülkiyet vardır, ama ezme ve sömürme için özel mülkiyet yoktur, îste sosyalizm budur.
SOSYALİSTLER SINIF SAVAŞI ÖĞÜTLEMEZLER Mİ?
Toplum, çıkarları karşıt olan sınıflara bölündüğü sürece sınıf savaşının varlığı zorunludur. Kapitalizm, yapısı gereği bu bölünmeyi yaratır. Toplum düşman sınıflara bölünmediği anda, sınıf savaşı da sona ermek zorundadır. Sosyalizm, özü gereği sınıfsız bir toplum yaratır.
Sosyalistler sınıf savaşı "öğütlemezler", zaten var olan sınıf savaşını açıklarlar. Zorunlu olarak sınıflara bölünmüş bir toplumun, böyle bir bölünmenin olanaksız hale geleceği bir topluma dönüştürülmesi işinde, işçi sınıfını yardıma çağırırlar. Kapitalizmde bir hayal olan ve ancak sosyalizmde gerçekleşebilecek olan evrensel kardeşliğin kurulması için diretirler.
Sosyalistlerin öğütlediği şey, hıristiyanlığın akidesidir, insanlığın kardeşliğidir. Sosyalistlerin öğretileri için Encyclopedia Britannica'nm da söylediği budur: "Sosyalist ahlâk, hıristiyan ahlâkın aynısı olmasa bile, ona çok yakındır."
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ HALKI, SOVYETLER BİRLİĞİ HALKINDAN DAHA İYİ DURUMDA DEĞİL MİDİR? BU, KAPİTALİZMİN, SOSYALİZMDEN DAHA İYİ OLDUĞUNU KANITLAMAZ MI?
Birleşik Devletler'de kapitalizm 150 yıllık, Sovyetler Birliği'nde sosyalizm sadece 50 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bunun için, ikisi arasında bir karşılaştırma yapmak, yetişkin bir insan ile henüz yürümeye başlayan bir çocuğun kuvveti arasında karşılaştırma yapmak gibidir.Üstelik, Sovyetler Birliği, doğuşu sırasında, savaş ve kıt-lığın perişan ettiği geri bir sanayi ülkesiydi. Tam gelişmeye başladığı sırada, ikinci Dünya Savaşında bir kere daha yakılıp yıkıldı. Sosyalizm ile kapitalizmin birbirlerine göre üstünlükleri, dünyanın en zengin kapitalist ülkesi olan, sanayide en ileri ve üstelik savaşın yıkımından en az zarar gören bir ülkeyi örnek alarak kanıtlanamaz.
Daha âdil bir karşılaştırma, Çarlık Rusyası kapitalizmi ile Sovyetler Birliği sosyalizmi arasında yapılacak karşılaştırma olur. Bunda, tarafsız her gözlemci, sosyalizmin her bakımdan çok üstün olduğunu kabul eder. Bunun gibi, gene âdil bir karşılaştırma, kapitalist Birleşik Devletler ile sosyalist Birleşik Devletler arasında yapılacak bir karşılaştırma olabilir.
Dünyanın hiç bir tikesinde maddî koşullar, sosyalizm için bu derece olgun değildir. Kapitalizmin güvensizliğinden, yoksulluktan ve savaştan, sosyalizmin güvenliliğine, bolluğa ve barışa geçiş, hiç bir yerde buradaki kadar hızlı ve asgarî karışıklık ve huzursuzlukla olamaz. Sosyalizm yolunda olan öteki ülkeler, sanayi kuruluşları, bilimsel ve teknik bilgiyi elde etmek için büyük fedakârlıklar yapmak zorunda oldukları halde, bizde bütün bunlar hazır durumdadır. Başka ülkelerde, Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi, bolluk yaratacak üretim düzeyine ulaşmak için halkın fedakârlık yapması gerekir, oysa Amerika'da üretici güçler hazır durumdadır, tek yapılacak şey, bunları kurtarmaktır, îşte bunu, kapitalizm değil, ancak sosyalizm yapabilir.
SOSYALİZM, ANTİ-AMERİKAN DEĞİL MİDİR?
Sosyalizmin, anti-Amerikan olması için, amaçlarının Amerikan halkının ruhu ve gelenekleriyle uyum içinde olmaması gerekir. Durum böyle midir? Sosyalizmin amaçları olan sosyal adalet, fırsat eşitliği, ekonomik güven ve barıştan daha Amerikan ne olabilir? Bütün bunlar, Bağımsızlık Bildirisi ile Anayasada yer alan Amerikan ilkelerinin ta kendisidir. Gene bütün bunlar en büyük devlet adamlarımızın yaymaya çalıştığı idealler değil midir? Karl Marx'm sosyalizmi bir bilimdir. Bütün öteki bilimler gibi evrenseldir ve Amerika da dahil, yeryüzünün her köşesindeki milyonlarca insanın düşüncesini doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak etkilemiştir. Bir fikrin Amerikan ya da anti-Amerikan olmasının ölçüsü, o fikrin nereden geldiği değil, Amerika'ya uygulanabilir olup olmamasıdır.
"İNSAN TABİATINI DEĞİŞTİREMEYECEĞİMİZE GÖRE" SOSYALİZM OLANAKSIZ BİR ŞEY DEĞİL MİDİR?
"İnsan tabiatını değiştiremezsiniz" savını öne sürenler, insanın, kapitalist toplumda, belirli bir biçimde davranmasına bakarak, bunu, insanoğlunun tabiatı diye kabul et-me ve başka türlü davranmasına olanak olmadığını varsayma hatasına düşüyorlar. Bunlara göre kapitalist toplumda insan, "hep bana" diyen bir tabiattadır, onu harekete getiren şey, bencil bir hırs ile iyi ya da kötü her yola başvurarak, öne geçme dürtüşüdür. Bundan da şu sonucu çıkartıyorlar: bu, bütün insanlar için "doğal" bir .davranıştır ve özel kazanç için rekabetçi mücadele dışında herhangi bir şeye dayanarak bir toplum kurmak olanaksızdır.
Ne var ki, antropologlar, bunun saçma olduğunu söylüyorlar ve bugün varolan başka toplumlarda insan davranışının kapitalist toplumlardakine hiç benzemediğini belirterek bu sözlerini kanıtlıyorlar. Ve bunlara katılan tarihçiler de, gene bu savın saçma olduğunu söylüyorlar ve köleliğe ve feodalizme dayanan toplumlarda yaşayan insanların davranışlarının, kapitalist toplumdakine hiç benzemediğini belirterek, bu sözlerini kanıtlıyorlar.
Bütün insanlarda, hayatta kalabilme ve türünü sürdürme içgüdüsünün doğuştan varolduğu belki de gerçektir. Beslenme, giyinme, barınma ve cinsel aşk gereksinmeleri, temel gereksinmelerdir. Bu kadarı "insan tabiatı" diye kabul edilebilir. Ancak, bu isteklerini tatmin etmek için seçtikleri yolun, kapitalist toplumda alışılagelen yol olması gerekmez. Bu, daha çok, içinde doğup büyüdükleri kültüre bağlıdır. Eğer bir insanın temel gereksinmeleri, bir başkasını yere sermekle karşılanabiliyorsa, insanların birbirlerini yere sereceklerini varsayabiliriz; yok eğer, insanın temel gereksinmeleri işbirliği ile daha iyi karşılanabiliyorsa, insanların işbirliği yapacaklarım varsayabiliriz. însanm bencilliği, daha çok ve daha iyi yiyecek, giyecek, barınak ve güvenlik isteğinde ifadesini bulur. Bu gereksinmelerin, kapitalizmde, sosyalizmdeki kadar karşılanamayacağını öğrenirse, gerekli değişikliği yapar.
|