HASAN BÜLENT KAHRAMAN-SABAH
Türkiye'de toplumsal, siyasal zıtlaşmaların altında eğitimin yattığı neredeyse kesindir. Bir toplum düşünün ki, eğitim sistemi ezbercilik üstüne otursun. Ezbercilik aynı bilginin, tekil bir bilginin, dışına çıkılmaz bir şekilde herkese belletilmesidir. Oysa analitik bir yaklaşım bu anlayışı kabul etmez. Bir tek, tekil doğru olmadığını, doğrular kümesi olduğunu önerir. Belli yöntemsel ilkeleri yerine getirmesi koşuluyla herkesin kendi doğrusunu öne sürme hakkına sahip bulunduğunu belirtir. Öte yandan doğrunun tekil olmadığını bir kez belledikten sonra bir başka doğrunun olabileceği, kabul edilebileceği de neredeyse kendiliğinden bir ilke haline gelir.
Şimdi söyleyin: sadece ilk ve orta eğitimde değil üniversitede de aynı kitabı okuyan, tek doğruyu kabule zorlanan bir insan düşüncesini kolaylıkla değiştirebilir mi, başka bir doğrunun olabileceğini düşünür mü? Herhangi bir konuda belirli bir görüşe inandırılan insanların oluşturduğu bir toplumda tüm gruplar kendi görüşlerini vazgeçmemek üzere, sıkı sıkıya savunurken kutuplaşma olmaz da ne olur?
Hep siyasetten mi eğitime gideceğiz, biraz da eğitimden siyasete gitsek?..
|