Pazartesi, Mart 27, 2006
III
Sevgili Dostum,
Bazen hayatımızın, dünyaya geldiğimiz toprağın zembereğine kurulduğuna inanmak istiyorum ama maalesef öyle değil! Topraktan çok, onu yöneten ve ismine “devlet” denilen bir grup insana borçlu doğuyoruz. Hem de son bir asırdır halkından uzak durmayı yeğlemiş ve onunla ancak çok zayıf bağlar kurabilmiş bir devlete… Milyonlarca insanın nasıl böyle bir şeye müsaade ettiğini anlayabilmek güç. Birtakım görünen ve görünmeyen devlet kalıtlarının üzerimize yağdırdığı yağmurla(bilmiyorum buna yağmur demek ne kadar doğru?) büyürken, çocukluğumuza ve ilk gençliğimize bulaşan ve artık bir tortu halini almış izleri silmek pek mümkün görünmüyor. Bir vakit, halkın yüreğinde otağ kuran ve oradaki duyguları bir amaç uğruna yönlendirmeyi bilen bir önder ile kurtuluşumuzu temin edebilmiştik. Ne zaman ki bu insanları tekrar böyle ortak bir duygulanımın içine sokarsak, işte o zaman tekrar aynı çatının altında hemhal olabilmeyi becerip adımlarımızı şaşkınlık mecrasından çekebiliriz. Biliyorsun, bu insanlar toplum olarak unuttuğu bir kültürü yaşamaya devam ediyor. Bilmek ile hal etmek arasındaki sıranın hayretle ters yüz edildiğine şahit oluyorum. Neyi yaşadığını bilmeyen ve fakat o halin içinde olan insanlar sanki hatırlatılmayı, uyandırılmayı bekler gibiler. Ama uykumuza ve unutmamıza sebepler arayan bir dolu iç ve dış mihraklarımız var aynamızda. Elbette bütün bunlar senin de çok iyi bildiğin şeyler ve hatta daha fenası, bütün bunlar o uyuyan ve unutan insanların da çok iyi bildiği şeyler. Bir bilmek ki bilinç düzeyine ulaşmış ve fakat kuvvetli bir duyguya mal olamamış henüz! Dürtülerimizin birikip ancak hat safhaya ulaşmış bir enerji ile boşalmasını beklemek, içinde hepimize kuvvet bahşeden ve fakat kontrolsüz bir öfkeyi de barındıracak geç bir vakte denk düşürebilir bizi. Bir an evvel, yani kısmi bir kontrole tabi iken, türlü yol ve yordamlar tesis etmeli! Yoksa üzerimize apansız yağan bombaların etkisiyle çil yavrusu gibi dağılacağız.
Yirmi beş yaşında bir yeni yetme olarak bugünlerde şiir yazmaktan ve düşüncelerime rüzgarlar bağışlayan akıllı başlı adamlar aramaktan başka bir şey yaptığım yok. Şiirin, toplumların en güçlü zamanlarında hep çok revaçta olan(ve hatta çoğu zaman en kıymetli sayılan)bir sanat olduğunu biliyor muydun? Büyük bir düşünürle yaptığım sohbetin birinde, şiirimizin akıbetini belirleyecek olan şeyin, toplumumuzun akıbetini belirleyen şeyle aynı olduğunu öğrenmiştim. Çok şükür hala şiir yazılıyor ülkemizde. Kimileri, bir dolu mimari kılıflar bulup, şu an yazılmakta olan şiirin yürürlükte olmayan, geçersiz bir şiir olduğu saçmalığına kendini inandırmış olsa da, yazılıyor! İnsanların şiir okumamasının sebebi şairlerdir deniyor. Bunun doğruluk payı var elbet ve lakin toplumun da şiir ve benzeri bir dolu sanat türevlerinden büyük bir “heyecansızlıkla” kaçtığını görmek gerekiyor. Bir şairin ya da şairlerin, dünyamızı, içine düştüğü bu durumdan kurtarabileceğini inandım hep! Bu söylediğimi garip bulacaksın belki ama şimdi apaçık bir biçimde görüyorum ki bu savaş, düpedüz şairlere açılan bir savaştır! Onları baskılamak, yazmamalarını sağlamak ve bu sayede toplumu heyecansızlaştırıp kuru bir toplum haline getirerek insanları sadece iş gücü sağlayabilecekleri makinelere dönüştürmeye uğraşıyorlar. Koca bir kültür ya da köklü bir medeniyetin üzerine bina edilmemiş duygusuz bir toplum için bu gerçekleştirilebilir bir proje ama bizim toplumumuz, en azından şu anda, buna direnç gösterebilecek bir yetiye sahip. İnsanların hala türküler söylediğini ve belki de dünyanın hiçbir tarafında göremeyeceğimiz raddede içlendiklerini görmek benim için uzak bir kıyametin belirtileri. Bu insanlar hala ağlıyorlar dostum, bizim savaşımız bu gözyaşlarının varlığıyla kendine bir dirlik edinecek!
Şimdilik susuyorum, birikiyorum. Halkımızın da bir gün konuşacağı güçlü ve sahih sözler için sustuğuna, biriktiğine inanıyorum. Evet, buna inanmak istiyorum. Seni hasretle kucaklıyorum, hepimiz gibi sen de bir tek Allah’a emanet ol!
|