Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06-25-2010, 22:49   #9
Kullanıcı Adı
El Emin
Standart
Hocaefendi yazıda Risale-i Nur sözler 14. sözün hatimesinede yer vermiş onuda paylaşayım dedim.

“Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna... Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.
Ey gaflete dalan ve şu geçici hayatı tatlı görüp, ahireti unutup dünyaya talip olan ve sadece dünyaya hasrı nazar eden talihsiz nefsim! Sen bu halinle deve kuşuna benziyorsun ki, avcıyı gördüğü zaman uçamadığından başını kuma sokar.Güya bu davranışıyla kendini saklamaya çalışır.Her ne kadar o avcıyı görmese de koca vücudu dışarıda olduğundan dolayı avcı onu görür. Güneşin keskin ziyası karşısında gözünü kapatan şahıs gibi sadece kendine karanlık yapar.Oysa güneş tüm çıplaklığıyla ortadadır.
Ey nefis! Şu temsile bak, gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalb eder.
Değerli kardeşim bil ki! Bakışları ve düşünceyi sadece şu dünya ile sınırlamak ve her şeyi bu fani ve geçici dünyadan ibaret bilmek güzel ve tatlı bir lezzeti acıklı bir kedere çevirir.
Meselâ; şu karyede (yâni Barla'da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı İstanbul'a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız bir tek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul'a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse “Oraya git”, sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksan dokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak ister.
Örneğin ;Şu Barla köyünde iki adam düşünün ki,birisinin sevdiklerinin ve dostlarının yüzde doksan dokuzu İstanbul’a gitmiş ve orada güzel ve rahat bir hayat yaşıyorlar.Sadece kendisi burada kalmış o da oraya gidecek.Dolayısıyla bu adam İstanbul’a gitmeye istekli ve arzuludur.Sürekli orayı düşünür ve sevdiklerine kavuşmak için can atar.Birisi ona artık “Oraya git” dese sevinir,gülerek isteyerek oraya gider. İkinci adamın ise; bütün sevdikleri ve yakınları buradan gitmişler.bir kısmı perişan olmuşlar.Bir kısmının akibetinden bile haberi yok.Nerde olduklarını ve ne yaptıklarını bilmiyor.İşte bu çaresiz adam bütün bu olanlara ve dostlarının perişan akibetlerine karşlık,yalnız biri ile yakınlık kurup onunla teselli bulmak ve elim ayrılık acısını dindirmek ister.
Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme! Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder! Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak ne ister! Sakın gafil olup ikinci adama benzeme!



Ey Nefs! Örneği anladıysan şimdi temsildeki hakikate bak şöyle ki;
Başta Resulullah (sav) olmak üzere bütün peygamberler,evliyalar, sıddıklar,şehitler ve bütün sevdiklerin yakınların kabrin öbür tarafında olup, ahiret alemine göç etmişler.Geride kalanlar ise “Onların ecelleri geldiği vakit ne bir an ileri gidebilir nede bir an geri kalabilirler” ve “Her nefis ölümü tadacaktır” ayetlerinin kesin işaretiyle bu geçici alemden bir gün göçüp gidecekler.Bu hakikat gün gibi ortadadır.Ve maalesef kaçış yok. Öyleyse ölümden ürküp,kabirden korkarak başını ümitsizlik içerisinde avuçlarının arasına alıp da bu önemli ve kati mesele karşısında naçar kalmamanın çaresini ara…Erkekçe yiğitçe kabre bak dinle senden ne istiyor.Yine yiğitçe ölümün korkunç ve soğuk yüzüne gülerek hakikati anlamaya ve gereğini yapmaya çalış.Sakın ha Allah’ın emir ve yasaklarını unutan gafil insanlar gibi olup hikayedeki ikinci adama benzeme..
Ey nefsim! Deme: “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur.” Çünki: Ölüm değişmiyor. Firak bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insânî değişmiyor, ziyâdeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peyda ediyor.
Ey nefsim!
Sakın zaman değişmiş,asır başkalaşmış,medeniyet mesafe kat etmiş ve insanoğlu bilim teknoloji ve uzay çağını yaşıyor.Bu zamanda bu şartlar altında herkes dünyanın uğursuz ve aldatıcı yüzüne kanmış geçim derdiyle dünya ve içindekilere taparcasına yönelmiş.Hal böyleyken ölümü hatırlamak ve gereğini yapmak kimin aklına gelir demeyesin.
Evet zaman ve şartlar değişebilir.Her şey ve herkes değişebilir.Ama değişmeyen çok mühim bir hakikat var ki o değişmiyor .Ölüm… Evet ölüm değişmiyor, ayrılık sonsuzluğa dönüşerek kaybolmuyor.En önemlisi, insanlığın acziyeti zayıflığı ve fakirliği ile beraber muhtaç oluşu değişmiyor.Bilakis ihtiyaçlar her geçen gün artıyor.Ve en alıcı noktada ise beşeriyetin alemi ervahtan , çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan , kabirden, haşirden ebede kadar uzanan yolculuğu değişmiyor,yavaşlamıyor aksine sürat peyda ediyor.
Hem deme: “Ben de herkes gibiyim.” Çünki, herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musîbette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira, şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan; hiçbir şey'i nizâmsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizâmsız, gayesiz kalabilirsin?
Ey Nefsim!
Sakın bende herkes gibiyim demeyesin.Hem sorumluluk sahibi bir müslüman herkes gibi olmamalıdır olamaz da ; çünkü mümin kişi kendisine karşı sorumluğu olduğu gibi içinde yaşadığı sosyal çevreye ve toplumun sair fertlerine karşı alakadar ve sorumludur. Hem herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Nitekim Hz.Peygamberimiz: “Ölüyü (mezara giderken üç şey onu takip eder. Bunlardan ikisi geri döner, biri kalır. Onu ailesi, (dost ve yakınları) malı ve yaptıkları takip eder ; ailesi ile dostları ve malı geri döner, yaptıkları kalır.'' buyurmuş ( Müslim Zühd )
Demek amelimizden gayri bize dost yok.Hem herkesle musibet ve sıkıntılı anlarda beraber olmaktan ibaret olan teselli ise ancak kabrin bu tarafında geçerli olup,öbür dünyada pek esassızdır.Kıymeti hiç hükmündedir.
Ey nefsim ! Kendini başıboş zannetme.Zira Rabbimiz “İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”(Kıyame Suresi 36 ) buyurur ve yine “Biz her şeyi bir takdir üzere yaratmışızdır. ( Kamer 49 ) ayetindeki sırra göre herşeyi bir ölçü ve nizam içinde yaratmıştır.Hal böyleyken ve şu dünya misafirhanesinde hikmet penceresinden bakıldığında hiçbir şey nizamsız , gayesiz yaratılmamışken nasıl olurda kainatın istidat ve yetenek itibariyle en mükemmel meyvesi olan insan başıboş bırakılabilir.

Galiba sorunumuza cevap.
El Emin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla