Eğitim düzeyimiz düşüktü, kamusal alanda varlık gösterecek tezlerimiz yoktu. Hâlâ estetik açıdan tartışılabilir bir duruşumuz var. Müziği bilen ve anlayan için çok erken çabalardı bunlar.
‘Kentli müslüman’ algısı popüler kültüre teslim olduktan sonra kendi camiasında yapılan sanatı yeterli bulmadı. Ezgiye karşı ilgi azalması olmadı mı?
Oldu. Ama bu tamamen politik bir seyir. Dünyanın ideolojisizleştirilmeye çalışıldığı döneme denk düşüyor. Türkiye'de seksenli yıllardan yükselen neo-liberal trendin bir yansıması. Müslümanlar siyasetin merkezine oturmaya başladı. Bu süreç merkezin geleneksel yapısıyla da benzeşmesini getirdi. Bizim insanımız Klasik Türk Müziğini ve türküyü keşfetti.
Siz kentleşmenin neresinde kaldınız?
Albümlerimde zikir ve ayin formu kullanmadım. Kendi nefesimi müziği bilen arkadaşlarla paylaştım. Başından bu yana bir özgünlüğü hedefliyorum. Böyle eserlerde verebildiğimi düşünüyorum. Elli yıl sonra dinlenecek eserlerim olduğuna da inanıyorum. Çünkü kitlesel olarak bunun karşılığını görüyorum.
Ne yapılmalıydı?
İyiler ve kötüleri ayıklanmalıydı. Rasim Özdenören'in bir ifadesi var: "Sözün içinde Allah veya Peygamber geçmesi onu İslamî kılmıyor. Güzel sözle buluşmalı." Bu anlamda yelpazemizin geniş olması lazım. Bu toprakta üretilmiş müziklerin la-dinî olduğunu iddia etmemek ve bütün renklerin bir arada olabileceği bilmek gerekiyor. Ama bu renkler içinde kovulan tek renk bizim yorumumuz oldu. Biz emekleme döneminde müzik üretmeye çalışıyorduk ama bebekken boğuldu.
Sizin bu süreçte nasıl bir katkınız oldu peki?
Birçok kişiyi konservatura yönlendirdim. Ama artık benim gibi duyarlılığı olanlar da üretmek istemiyorlar. Bunların içinde çok iyi icracılar var. Ama onlar Klasik Türk Müziği koralarında yer almakla yetiniyor.
Siz aynı zamanda Mavi Marmara gemisinde olan bir iki sanatçıdan birisiniz. Bu ekiple daha önce bir bağlantınız var mıydı?
Birlikte projeler yapıyoruz. Gelenekselleşen yetim buluşmalarında, bağımsız etkinliklerde de rol alıyorum. Daha önce de Mazlum-Der'in yönetiminde yer almıştım.
Nasıl destek veriyorsunuz?
Akademisyen ve sosyal bilimciyim. Beyin fırtınaları veya bir takım projelerin üretim aşamasında yer alıyorum. Geminin tanıtım kampanyaları üç buçuk aydır sürüyordu. Arkadaşlarla Doğu ve Güneydoğu yoğun olmak üzere bir Anadolu turnesi yaptık. 'Rotamız Filistin, Yükümüz Özgürlük' sloganıyla kırka yakın etkinlik gerçekleştirdik. Özgürlük gemisi için konserler verdim. O gemiye binmemek olmazdı.
Siz ve Sinan Albayrak dışında gemide sanatçı var mıydı?
Mikail diye bir arkadaşımız vardı. Ama o daha sakin bir duruş sergiledi.
Neden bu kadar az sanatçı vardı?
Bu tür organizasyonlarda sanatçı duyarlılığı ve bakışı gerekiyor. Bu anlamda ülkemizin sanatçıları iyi bir sınav veremedi. Tabii ki kimseyi bu gemiye binmek ve riskleri üstlenmek için zorlayamayız. İHH'nın koordinatörlüğü ile yürütülen bu projeyi kendisine yakın bulmayabilir. Ama bu geminin yolcuları oldukça mozaik ve renkliydi. Salt İslamcı bir etkinlik değildi. Bu yönüyle öncelikle sanatçıların bu işe daha fazla rağbet etmesi gerekiyor. Ciddi bir ilgisizlik gördüm. Sanatçı duyarlılığı dediğimiz şey öncelikle bir asgari insanî duyarlılık gerektirir. Sağdan ve soldan baktığınızda altı yüze yakın olan kişinin içinde çok az sayıda eli kalem tutan adam ve sanatçı vardı.
O gemiye sanatçı kimliğinizle mi yoksa insanî duyarlılığınızla mı bindiniz?
Bu tür hesaplar hiç yapmadım. Ben "Ömer Karaoğlu olarak böyle güzel bir çalışmanın içinde yer almalıyım" diye düşündüm.
Bundan sonra katılım artar mı?
Artar. Çünkü dünyadan gelen tepkiler yeni kervanların düzüleceğini gösteriyor. Doğudan ve batıdan çok fazla kurum Gazze'ye doğru yola çıkma hazırlığı içerisinde.
Bu mozaik yardım kampanyasına hâkim olan söylemin öne çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gemide bulunanların her biri kuşkusuz varlık nedenlerini bir biçimde izah edeceklerdi. Ontolojik düzeyde bu sorumluluğun Müslümanlığın bir gereği olarak alırken, ateistler bunun bir insani erdem olduğunu ifade ederek vurguluyorlar. Gemide çok farklı mezhepten ve görüşten insanlar vardı. Herkes varlığını, oradaki bulunuş nedenini o şekilde vurguluyor ve bu doğal. Ben İsrail askerine "Allahu ekber" dediğimde yanımda bulunan hristiyan aktivist bunu yadırgamıyordu.
Dilde bir hata yapıldığını düşünüyor musunuz?
Hayır. Organize olan iradenin ısrarla böyle bir dil kullandıklarını görmedim. İnsanlarda standart tavır ve tutum sergilemelerini istemek mümkün değil. Geminin üst güvertesinde bulunan ve daha yiğitçe pasif bir direnişte bulunan ve istekli olan arkadaşlarımız vardı. Bunları biz orada gördük bu doğal gelişen bir durumdu. Onlar gemiye korsanların binmesine daha fazla tahammül edemediler.
Siz ne düşünüyordunuz?
İsrail'in yaptığı askerî müdahale onu devlet kılmıyor. Ben 1948'den itibaren bir biçimde uluslararası kamuoyunun 'Devlet' diye tanıdığı bu organizasyonun çok büyük bir terör örgütü olduğuna inanıyorum. Devlet olarak tanınmasının bir yanılgı olduğunu ve dünyanın bu yanlıştan bir gün döneceğini düşünüyorum. Yahudilerin bir devlete ihtiyacı varsa da devletin adresi bu topraklar olmamalı. Ortadoğu'nun kalbine saplanan organizasyonun nasıl inşâ edildiğini bütün insanlık biliyor. İsrail'de yaşayan insanların talebiyle ortaya çıkmış bir organizasyon değil.
Peki, neleri göze almıştınız?
Duygu dünyamızda bir hedefe kilitlenme vardı. Hepimiz Gazze sahillerine çıkmayı umut ediyorduk. Saldırı anında bile buna inanıyordum. Bir biçimde bu insanlar bizi etkisiz hale getirse de bu yardımları bir şekilde yerine ulaştırırız gibi geliyordu. Şehidleri görünce bu sefer hadisenin sandığımızdan daha ciddi olduğunu gördük. İsrail'in iddia ettiği gibi, bu geminin teslim alınması olsaydı, bunun birkaç yolu vardı. Askerî stratejistler ve kaptanlar bunu biliyor. Uyarırdınız, rotayı çevirirdiniz.
Gemi öncesi ve sonrası hayatınızda ne değişti?
Olaylara bakışımızda pek bir değişiklik olmadı. Ama İsrail'in soluk ve soğuk yüzüyle çok canlı bir biçimde karşılaştık. Çok kısa süreli mağduriyetlerim dışında böyle bir hapis hayatım olmamıştı. Aşdod Limanı’na indiğimizde insanlık dışı bir nefrete tanık olduk. Türkiye'yi hedef alan küfürler vardı. Bunlara canlı tanık olmak çok farklı.
Sami Yusuf Madonna gibi olmak istiyordu
En son 2006 yılında albüm çıkarmışsınız. Albüm yapmamanızın sebebi talep olmaması mı?
Aksine. Şu an bir albüm oluşturacak kadar eserim var. Ama çıkarmak istemedim. İhtiyaç duymadım çünkü paylaşabileceğim farklı alanlar vardı. Ben parçaları yapıyordum, arkadaşlarım onları internet ortamında paylaşıyorlardı. İlk albüm çıkardığımda tiraj hedeflememiştim ama yüz binlerce sattı. Hiçbir albümümde telif anlaşması yapmadım.
Müziği tebliğ aracı olarak mı görüyorsunuz?
Hayır. Sanat salt bir tebliğ aracı olamaz. Amacım insanın iç dünyasını keşfi, sonra üst değerleri sanat diliyle genç jenerasyona anlatmaktı. Yoksa sanat dini öğrenmenin, onu anlatmanın, açıklamanın bir aracı olamaz. Müziğimin sahici olduğunu düşünüyorum. Din tüccarı olsaydım böyle bir tepkiyle karşılaşmazdım.
Yaptığınız müzik ne kadar 'ilahi misyon' taşıyor?
Müziğe bakışım da hayata bakışım gibi. Sanatı hayatın dışında bir yerde görmüyorum. Ama sanatın doğasına eziyet etmeden onun da gereğini yerine getirmeye çalışarak belli bir estetik düzeye taşımaya gayret ettim. Hayatın bütün beşerî taraflarına rağmen ilahî olanın öncelikli olduğunu, yaratana karşı bir sorumluluğum olduğunu düşündüm. Allah bana böyle bir yetenek verdiyse ona hizmet etmeye karar verdim.
Neden popüler olmadınız?
Halktan kopuk, onların anlamayacağı sanat algısına biraz mesafeli yaklaşıyorum. Geniş kitlelerin de beğeni düzeyinin çok iyi olmadığını biliyorum. Ona teslim olmamak gerekiyor.
İçinde manevi duygular içeren bir müzik türü ne kadar popülerliği kaldırabilir? Mesela, Sami Yusuf konserlerinde kadınlar onun ismini taşıyan bandanalar takıyorlar.
Kaldırmıyor. Buradaki en önemli görev sahnedeki adamla onu dinleyenlere
düşüyor. Müziğimi paylaşmaya başladığım zamanlar popüler bir kaç bestem oldu. Bunun çok fazla biliniyor olması kötü değil. Ama burada bir dengeyi gözetmek gerekiyor. Sahnedeki adamın formu önemli. Batıda sahnedeki adam yarı tanrısal bir mit gibidir. Bizde böyle bir sanat ve sanatçı algısının tasfiye edilmesi lazım. Sami Yusuf "Madonna ne yapıyorsa biz de onu yapabilmeliyiz" diyen biri.
Peki, siz Sami Yusuf'un müziğini nasıl buluyorsunuz?
Sami Yusuf'un ürettiği müziğin özgün olmadığını düşünüyorum. Çoğu salavatlardan oluşuyor. Ses rengi güzeldir, ne yazık ki müzikal anlamda yeni hiçbir şey getirmez. Ona rağmen popüler olabilmiştir. Çok başarılı bir medya pazarlamasının ürünüdür. Haber saatlerine konuk olur, bilboardlarda fotoğrafları çıkar. Hangi boyutu nefsîdir, hangi boyutu İslam sanatına hizmet eder, tartışılır.
Siz bu konuda yanlış bir strateji uyguladığınızı düşünüyor musunuz? Özeleştiri yapıyor musunuz?
Hayır.
Neden?
O öz eleştiriyi içerikten çok teknik açıdan yapıyorum. Ürettiğim eserlerin daha güçlü besteler olmasına, yorumlarımın daha iyi olmasına dikkat ediyorum. Arayı bu kadar uzatmamın bir sebebi de bu. Onlarca bestem var ama onları bir albüme taşımada eskisi kadar kolaycı değilim. Şiirselliği önemsiyorum, bir dönem yaptığım sloganik ifadeleri şimdi kullanmayacağım. Yaptığımız bu çalışmaların yeni bir şeyler söylemek adına hâlâ önemli olduğunu düşünüyorum.