Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07-06-2010, 11:33   #2
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart
Alıntı:
Ertuğrul ÖZGÜL Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

Osmanlı’nın su ile bütünlenmiş hali, 1552 yılında Osmanlılara esir düşüp, üç yıl boyunca Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’nın yanında kalan ve bu süre içinde kölelikten hekimliğe yükselen İspanyol Pedro’nun kaleme aldığı, “Kânunî Devrinde İstanbul” isimli kitabında şöyle anlatılır:
“İspanya’da ömrü boyunca iki kere yıkanmış hiçbir kadın ve erkek göremezsiniz. Türkler ise sık sık yıkanırlar. Türk hamamlarında bol su harcanır. Dünyada İstanbul kadar çeşmesi olan hiçbir şehir yoktur, her sokakta muhakkak bir çeşmeye rastlanır.”
Bu durum sadece İspanya’ya has bir durum değil, o dönem Avrupa’sında geçerli bir yaşam biçimidir. Zaten o dönem Avrupa’sında, doktorlar banyo tavsiye etmedikçe yıkanmanın sağlık açısından son derece zararlı olduğuna inanılırdı.
Doktor John: “Kulaklara su kaçırmamak şartıyla sadece başınızı yıkayabilirsiniz” diyordu.
Jean de Renoe isimli başka bir doktor ise “Sadece ellerinizi ve ayaklarınızı yıkamanızda bir mahzur yoktur; başa su sürmek, son derece tehlikelidir. Unutmamalıdır ki, başa sürülen su, her türlü derdin kaynağıdır” görüşünü savunuyordu.
Yazar Theophrashe Renaudot su konusuda daha temkinliydi: “Doktorlar tavsiye etmedikçe banyo yapmak sadece lüzumsuz bir hareket değil, tehlikelidir de... En büyük zararı da müstakbel annelerin karınlarındaki hayat meyvelerini yok etmesidir.”
XVI. yüzyılda Aziz Benedik, “Banyoya, ancak bazı durumlarda izin verilebileceğini” söylüyordu.
Aziz Francis ise “Yıkanmamış vücut dindarlığın işaretidir” diyerek, yıkanan Hıristiyanları neredeyse “kâfir” ilan ediyordu:
İspanya Kraliçesi İzabel, diğeri gerdek gecesi olmak üzere, tüm hayatında sadece iki kez yıkanmış olmakla övünüyordu.biri doğumunda,

Aradaki fark açık...
Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla