Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09-23-2010, 12:39   #2
Kullanıcı Adı
HazâL
Standart
Ölüm Kampları

Nazi vahşetinin en büyük uygulama alanı, kuşkusuz yaklaşık 11 milyon insanın can verdiği korkunç ölüm kamplarıdır. Bu kamplar, din ahlakından yüz çeviren, vicdanını yok eden insanların ne kadar acımasız ve cani olabildiklerinin tarihi bir kanıtıdır.

Bu kamplar öncelikle birer "çalışma kampı" olarak kurulmuştur. Başta Auschwitz olmak üzere hemen hepsi büyük endüstri komplekslerinin yanında açılmış ve kamplara getirilen tutsaklar Alman savaş endüstrisine köle iş gücü olarak hizmete koşulmuştur. Ancak habis Nazi ideolojisi bu "pragmatik" zulümle kalmamış ve bu kampları birer ölüm kampına dönüştürerek "istenmeyen ırkların imhası"na girişmiştir. 1941 yılının son aylarından 1944 yılının sonlarına kadar geçen 3 yıla yakın bir süre boyunca, bu kamplarda 5.5 milyonu Yahudi olan toplam 11 milyon insan; gaz odalarında ve diğer toplu imha araçlarıyla katledilmiş ya da açlık, hastalık ve işkence sonucunda yaşamını yitirmiştir. Naziler, küçük bebeklere, masum çocuklara, yaşlı ve zavallı insanlara, sakat veya hastalara dahi hiç acımamışlar, sadist bir vahşetle tarihin en büyük kıyımını gerçekleştirmişlerdir.

Auschwitz başta olmak üzere, Avrupa'nın çeşitli yerlerinde bulunan ölüm kamplarında yaşanan aşağılanma ve zulüm tarihte eşine az rastlanır nitelikteydi.

Toplama kamplarında Ziklon B gazı kullanılıp kullanılmadığına dair tartışmalar vardır . Ancak burada önemli olan, bu kamplarda masum insanların katledilip katledilmediğidir. Bu acımasız katliam için nasıl bir yöntem kullanıldığı ise neticeyi değiştirmemektedir. Hangi yöntem uygulanmış olursa olsun milyonlarca mazlum ve zavallı insan vahşice yok edilmiştir. Neticede ortada çok büyük bir Nazi vahşeti ve bir Yahudi soykırımı bulunduğu kesindir. Toplama kamplarının müttefikler tarafından kurtarıldığı sırada görüntülenmiş olan insan cesetleri ve cesetten farksız olan zavallı insanlar, yaşanan akıl almaz trajediyi ispatlamak için yeterlidir.

Soykırım, tutsaklar kamplara adım attıkları andan itibaren fiili olarak başlamıştır. Bu insanlara reva görülen "yaşam", zaten yavaş yavaş ölümden farklı bir şey değildir. Kamionka toplama kampından kurtulabilmiş bir Yahudi tutsağın anıları kamplardaki "yaşam standardı"nı gözler önüne serer:

Kampın kapısından yürüdüğüm zaman, bazı korkunç sahneler gördüm. Alman askerleri, ellerinde makinalı tüfeklerle, gözetleme kulelerinden bizleri izliyorlardı. İçeride bulunan herkes, 50 kadar Rus, 100 kadar Polonyalı ve bin kadar da Yahudi korkunç bir haldeydi. Herkesin üstünde, 5 santime 5 santimetre kare bir kumaş parçası vardı. Ruslar'ın ve Polonyalılarınki kırmızı, Yahudilerinki ise sarıydı. Herkes o kadar zayıftı ki, neredeyse yarı ölü sayılırlardı. Adamlar, pislik dolu bahçede uykuda gezer gibi dolaşıyordu. Çoğunun, vücutları hala yaşadığı halde, ruhları tamamen ölmüştü. Bizim grubumuz girişte durmuştu ve uzun boylu bir Alman asker önümüzdeydi. Sürekli bizi izliyordu. Bize seslenmeden önce boğazını temizledi:

"Üstünüzdeki saatleri, değerli eşyaları, mücevherleri teslim edin! Eğer üstünüzde herhangi bir şey bulunursa, hemen vurulacaksınız."

Onun pis yüzüne ve güçlü silahına bakınca, dediklerine uymaktan başka çarem olmadığını anladım. Saatimi çıkarıp, cebimdeki bozuklukları ararken, Alman askerler midelerimize sopalarıyla vurmaya veya suratlarımıza tokat atmaya başlamışlardı bile. Bu sadist eğlenceden hiç vazgeçmiyorlardı...

Kamplardan kobay olarak seçilen insanlar (solda) üzerinde, canice deneyler yapan Josef Mengele (sağda).

O ilk gece, bir bardak 'çorba' içtikten sonra, barakalara götürüldük. O yerin zavallılığını anlatmak çok zor. Aslında hayvanlar için yapılmıştı ve insanlar için yapılan tek değişiklik ahırlara, 2-3 katlı tahtadan bitmemiş yatakların eklenmiş olmasıydı. Rüzgar, duvarlardaki çatlaklardan içeri giriyordu. Her yer pirelerle doluydu ve birkaç gün içinde pireler hepimize bulaşmıştı! Kısa zamanda, pirelerle yaşamaya alıştım. Pireler, tifüs taşıdıkları halde, kampın diğer sorunlarıyla karşılaştırıldığında, çok da önemli değillerdi...

Sabah saat 5:30'da uyandırıldıktan sonra, bize giyinmemiz için 2 dakika verdiler. Hazırlanamayan biri olursa, dövülecekti. Ancak herkes hazır olduktan sonra, bir bardak kahve alabilmek için sıraya girebiliyorduk. Kahve dedikleri aslında çok pis sıcak sudan başka birşey değildi. Bunun yanında bir dilim ekmek de verirlerdi; unun kumla karıştırılmış olduğu sert, yenilmesinin çok zor olduğu bayat bir dilim. Bunlar bütün gün için verilen tek yiyecek olduğundan, bazıları ekmeklerinin bir bölümünü 'öğle yemeği' için saklardı, bazılarıysa açlığa dayanamayarak o an hepsini çiğneyip yerdi. Ben bir bölümünü günün geri kalanı için saklardım. Bütün gün çalıştırılacağımızı, tüm fiziksel kuvvetimin eriyip gideceğini ve açlığımın daha da dayanılmaz boyutlara ulaşacağını biliyordum.6

Diğer tüm toplama kamplarında da bundan farklı bir yaşam standardı yoktur. Çalıştırılan insanlara hiçbir acıma ve merhamet gösterilmemiş, sadist Nazi subaylarının keyfi hakaretleri, tehditleri, işkenceleri altında, açlıktan ve yorgunluktan bitap şekilde yıllarca köle hayatı sürmüşlerdir.

Belsen kampında 10 bin insana ait gömülmemiş ceset bulunmuştur.

Bazı toplama kamplarında tutsaklar üzerinde çok daha korkunç işkenceler de yapılmıştır. Bunların başında, en büyük ölüm kampı olan (yaklaşık 1.5 milyon insanın katledildiği) Auschwitz'in cani doktoru Josef Mengele'nin insanlar üzerinde yaptığı deneyler gelir. Mengele, kamp tutsakları arasından "kobay" olarak seçilen yetişkinler ve çocuklar üzerinde, insan vücudunun acıya veya soğuğa ne kadar dayanabildiğini anlamak için korkunç denemeler yapmıştır. Soğuk kış gününde buz dolu sulara zorla sokulup bekletilen insanların, donmadan önce kaç dakika yaşayabildikleri test edilmiştir. Mengele'nin, denekleri üzerinde hiçbir anestezi yapmadan cerrahi operasyonlar yürüttüğü, örneğin insanların kollarını, bacaklarını veya midelerini canlı canlı kestiği bilinmektedir.

Mengele'nin en zalim deneyleri ise, kampa gelen ikiz çocuklar üzerinde olmuştur. Mengele kampa gelen tüm ikizleri diğer tutsaklardan ayırmış ve üzerlerinde farklı denemeler yaparak kalıtımsal faktörlerin etkisini ölçmüştür. Ancak kullandığı metodlar inanılmaz derecede zalimdir. İkizlerin kanını birbirine enjekte ederek tepkiyi ölçmüş, çoğunda ikizlerin biri veya ikisi şiddetli ağrılar ve yüksek ateş yaşamıştır. Mengele göz renginin kalıtsal olarak değiştirilip değiştirilmeyeceğini ölçmek istemiş ve bu amaçla ikizlerin gözlerine mavi mürekkep enjekte etmiştir. Çoğu denek büyük acılar çekmiş ve bir kısmı kör olmuştur. Küçük çocuklara çeşitli hastalıkların mikropları enjekte edilmiş ve bu hastalıklara ne kadar dayanabildikleri ölçülmüştür. Pek çok masum çocuk, Mengele adlı bu Nazi canavarının elinde işkence çekmiş, sakat kalmış veya ölmüştür.

Kamplardaki korkunç vahşet, ancak müttefiklerin savaşın sonlarında Nazi ordularını yenmesi ve kampların bulunduğu bölgeleri kontrol altına alması ile ortaya çıkmıştır. Kampları kurtaran Sovyet, İngiliz ve Amerikan birlikleri, karşılaştıkları korkunç manzara karşısında şoke olmuşlardır. Bergen-Belsen kampını kurtaran İngiliz birliklerinin düştüğü kayıt şöyledir:

Burası, ünlü Belsen Toplama Kampı'dır.
İngilizler tarafından 15 Nisan 1945'te kurtarılmıştır.
Burada 10 bin gömülmemiş ölü bulunmuştur.
13 bin insan da o zamandan bu yana dek ölmüştür.
Hepsi, Avrupa'daki Alman "Yeni Düzen"inin birer eseridir.
Ve Nazi kültürünün birer örneğidir.



Einsatzgruppen: Nazilerin Ölüm Mangaları

Gettolar ve toplama kamplarından başka Yahudi soykırımının bir başka uygulama alanı, daha önce de sözünü ettiğimiz ölüm mangalarıdır.

Bu mangalar, Nazilerin Polonya'yı işgal etmesinin ardından, Hitler'in talimatı ile Gestapo Şefi Heydrich'e verilen bir yetkiyle kurulan "Einsatzgruppen" timleridir. Bu özel birliklerin görevi, işgal edilen bölgelerde düzenli ordunun ardında hareket ederek, imha edilmesi gereken grupları bulmak ve öldürmektir. Bu grupların başında Yahudiler gelmektedir. Einsatzgruppe (çoğulu Einsatzgruppen) timleri, önce Polonya'da, ardından da işgal edilen Soyvet topraklarında şehirleri ve köyleri didik didik arayarak Yahudi avına çıkmışlar, buldukları insanları kadın-çocuk ayrımı yapmadan acımasızca kurşuna dizmişlerdir.

Polonya'yı işgal eden Alman birlikleri ilk olarak tüm köy, kasaba ve şehirlerde Yahudi avına çıktılar.

Einsatzgruppe komutanları tarafından Berlin'e verilen "başarı rakamları", işlenen cinayetlerin çapını gözler önüne sermektedir. Bu rakamlara göre Polonya ve Ukrayna ağırlıklı olmak üzere, Nazi işgalindeki bölgelerde toplam 1 milyonun üzerinde Yahudi kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Einsatzgruppe, bir şehre girdiğinde oradaki Yahudileri biraraya toplamış, sonra topluca şehir dışına götürmüş, burada onlara dev bir çukur kazdırmış, sonra da çukurun başında hepsini kurşuna dizerek cesetleri toplu mezar şeklinde gömmüşlerdir. Bazı kişiler çukura düştüklerinde henüz ölmemiş oldukları için, toprağın altında havasızlıktan boğularak can vermiştir.

Kiev kentinin 19 Eylül 1941 günü işgal edilmesinin ardından, bu kentteki Yahudilere karşı gerçekleştirilen Einsatzgruppe infazı, uygulanan vahşete dair bir fikir verebilir. 29 Eylül günü kentte anonslar yapılmış ve Yahudiler "yeniden yerleştirme yapılacağı" ilan edilerek şehrin dış mahallelerindeki bir mezarlığa çağrılmıştır. Yanlarına yemek, sıcak tutacak giysiler, evraklar, para ve değerli eşyalarını da almaları emredilmiş, böylece olayın bir katliam olduğunun anlaşılmaması sağlanmıştır. Olayın gelişimi, daha sonra yargılanan Nazi iş birlikçisi Ukraynalı bir subay tarafından şöyle anlatılmaktadır:

Bir tür toplu göç gibi olmuştu... Yahudiler dini şarkılar söyleyerek yürüyorlardı. Tren yoluna gelindiğinde ellerindeki yiyecekler ve eşyalar onlardan toplandı. Sonra da Almanlar onları itekleyerek daha dar şekilde sıraladılar. Çok ağır hareket ediyorlardı. Uzun bir yürüyüşten sonra iki tarafı Alman polisleri tarafından çevrili bir koridora getirildiler. Burada sopalar ve kırbaçlarla dövüldüler ve bazı polisler yanlarındaki polis köpeklerini Yahudilerin üzerine saldırttılar... Yahudilerin çoğu kan ve yara içinde kaldılar. Almanlar onları biraz daha yürüttüler ve Babi Yar'a getirdiler. Önlerinde derin vadi uzanıyordu. Ukrayna milisleri, Almanların talimatıyla, Yahudilere kıyafetlerini tamamen çıkarmalarını emretti. Reddedenlere, karşı koyanlara saldırdılar ve kıyafetlerini parçaladılar. Vücutlarından kan akan çıplak insan bedenleri her taraftaydı. Çığlıklar ve kahkahalar birbirine karışıyordu.7

Bundan sonra ise Yahudiler topluca kurşuna dizilmiş ve cesetleri derin vadinin içine atılmıştır. Kayıtlar o gün yaklaşık 33.700 kişinin bu şekilde katledildiğini göstermektedir.

Einsatzgruppe timlerinin infazları, soykırımın varlığını reddeden "revizyonist"lerin genelde görmezden geldikleri bir konudur. Soykırım konusundaki iddialarını genellikle gaz odalarının teknik kapasitesi veya Ziklon B gazının fonksiyonu üzerinde odaklamakta, ancak gettolardaki vahşeti ve Einsatzgruppe cinayetlerini konu edinmemektedirler. Oysa sadece bu timlerin varlığı bile, Nazilerin Yahudilere yönelik bir soykırım amaçladıklarını ve uyguladıklarını göstermeye yeterlidir. Masum insanları kadın, çocuk ayrımı yapmadan kurşuna dizen, bu katliamı gerçekleştirmek için özel timler kuran bir rejimin, aynı insanlara toplama kamplarında neler yapabileceği ortadadır.

Nazilerin Din Düşmanlığı

Yahudi soykırımı değerlendirilirken, önemli bir soruya cevap bulmak gerekir: Nazilerin Yahudilerden bu kadar nefret etmelerinin nedeni nedir?

Bu sorunun cevabı, sapkın Nazi ideolojisinde gizlidir. Bu kitabın giriş kısmında da belirttiğimiz gibi, Nazizm, "yeni paganlık" (yeni putperestlik) olarak tanımlanabilecek bir harekettir. Hitler ve Rosenberg gibi Nazi ideologları, Alman milletinin Hıristiyanlık öncesi batıl pagan kültürüne özlem duyma cehaletini göstermişlerdir. Bu pagan kültürün temel vasıfları, sapkınca kibiri, savaşı ve şiddeti yüceltmesidir; Hıristiyanlık ise tevazuyu, barışı ve merhameti yücelten ahlak anlayışı ile buna tamamen zıt bir kültür getirmiştir. Söz konusu Hıristiyanlık nefreti, ilk başta Nietzsche ile doğmuş, onun takipçisi olan Martin Heidegger ile devam etmiş ve bu iki ideoloğun batıl fikirlerini devralan Hitler ve Rosenberg'de doruğa çıkmıştır.

Hıristiyanlık nefretinin doğal bir sonucu ise Yahudi düşmanlığıdır. Çünkü Naziler kendilerince Hıristiyanlığı "Yahudi kültürünün Avrupa'yı istila etmesi" olarak yorumlamışlardır. Bunun nedeni, Hıristiyanlığın gerçekte Yahudiliğin içinden doğmuş bir din olmasıdır. Hıristiyanların inandığı Kitab-ı Mukkades'in büyük bölümü (Eski Ahit kısmı) Yahudilerin de kutsal kitap olarak kabul ettiği "Tora"dan oluşur. Yahudi peygamberlerinin hepsini Hıristiyanlar da sever ve benimserler. Dahası Hz. İsa ve onun havarileri de Yahudi soyundandır. Tüm bunlar, Naziler ve benzeri yeni paganların Hıristiyanlığı kendilerince bir "Yahudi komplosu" olarak görmelerine neden olmuştur. Naziler bu ırkçı nefrete bir de Yahudileri ırk yönünden aşağı gören sosyal-Darwinist bir nefret eklemişler, böylece son derece fanatik bir Yahudi düşmanlığı formüle etmişlerdir.

Nazi zulmüne maruz kalan Yahudilerin anılarında, Nazilerin Yahudi düşmanlığının aslında bir "din düşmanlığı"nın sonucu olduğunu gösteren pasajlar vardır. Nazilerin Yahudilerin dini sembollerine ve dini inançları nedeniyle giydikleri giysilere veya uzattıkları saç ve sakallarına olan saldırıları bunun en bilinen örnekleridir. Pek çok dindar Yahudi, özellikle de yaşlı insanlar, SS'ler ve diğer Nazi grupları tarafından sokak ortasında çevrilmiş, dini inançları gereği uzattıkları sakalları ve perçemleri makasla kesilmiştir. Yahudilerin dini kitapları yakılmış ve parçalanmıştır. Varşova Gettosu'nda yaşanan bir olay, görgü tanığı bir Yahudi'nin ifadelerinde şöyle anlatılmaktadır:

Bir öğlen, eve dönerken, bir grup genç insanın elleri havada duvar kenarında sıraya geçtiklerini gördüm.

Bu da neydi? Merak edip biraz yaklaştım. Acaba bir hırsızlık mı olmuştu? Bu çocuklar ne yapmıştı? Almanlar, bu kişileri bu şekilde neden sıraya sokmuşlardı?

Orada, parlak siyah botlarıyla elinde bir kamçı tutan bir SS subayı duruyordu. Görünüşü bana, hırsını karşısındakinin acısını görerek tatmin eden bir köpek eğitimcisini çağrıştırmıştı. Diğer bir SS görevlisi, elinde makasıyla, acı dolu kanayan suratlardan sakalları kesmekle uğraşıyordu.8

Din ahlakına düşman olan Naziler, özellikle Yahudilerin dini değerlerini hedef alıyorlardı. Sağda Yahudiler için kutsal olan bir Tevrat rolesi görülmektedir. Nazi iktidarı boyunca yüzlerce dini kitap yakılmıştır.

Nazilerin söz konusu din düşmanlığı, gerçekte Nazi zulmünün tarihte Firavun, Nemrud, Neron gibi pek çok örnekleri görülmüş olan dinsiz despotların yeni bir örneği olduğunu göstermektedir. Naziler, kendi ideolojilerini kabul etmeyen herkesi, özellikle de dindarları yok etmeye uğraşmışlardır. Bu dindarlar arasında Yahudiler olduğu gibi, Katolikler veya Yehova Şahitleri de vardır. Bunun detaylarını ilerleyen sayfalarda inceleyeceğiz.

Nazi zulmüne maruz kalan dindar Yahudilerin de onları Firavun'la özdeş olarak görmüş olmaları anlamlıdır. Toplama kamplarında çalışmış bir Yahudi'nin aşağıdaki anıları, bu konuda oldukça dikkat çekicidir:

.Tırmıkları çamura saplıyor, tekrar çıkarmaya çalıştığımızda ise ağırlıklarından ürküyorduk. El arabasına doğru yaklaşırken, çamur, tırmığın dişleri arasından akıyor, geriye azıcık kalıyordu. Yeniden daha kalın bir çamur parçasını hedefleyerek eğiliyorduk. Yine de, el arabasına varana kadar pek azı kalıyordu. Tekrar ve tekrar zayıf vücutlarımızı zorluyorduk. Bu iğrenç, mantıksız ve umutsuz işi yaparken arkadaşlarımı gözlüyordum ve aklımda trajik bir sahne canlanıyordu: Mısır'da Firavun'un şehirlerini kuran esir Yahudiler.
Yahudiler açlık sınırında yaşamaya çalışıyorlardı. Günlük öğünleri; başparmağı kalınlığındaki bir dilim siyah ekmekten, bir parçacık margarinden ve çorba olduğu iddia edilen bir kap sıvıdan ibaretti. Ara sıra içinde yüzen birşeylere belki rastlanabilirdi. 24 saat için tüm yiyecek buydu.
İlkel darağaçları kurulmuştu. Platformda, 6 genç adam durmaktaydı. Cellat, ipleri boyunlarından geçirmekteydi. Genç adamlardan ikisini tanıdığımı zannettim: Bunlar Spielman'ın kardeşleri değiller miydi? Evet, gerçekten de onlardı! Bu onların 'daha merhametli ' cezalarıydı.
"Herkes baksın!" diye her taraftan emirler yağdı. Ürperdim.
Birden Spielmanlar'dan birinin konuştuğunu duydum. Nazilere meydan okuyarak, ölümün yüzüne gururla baktı: "Siz bizi öldürebilir, binlerce Yahudi'yi de yok edebilirsiniz. Fakat Yahudi ulusunu asla yok edemeyeceksiniz! Her zaman olduğu gibi hayatta kalmayı başaracaklar, ...."Bununla, Şema İsrael'i söylemeye başladılar: Ölmeden önce mırıldanmayı başarabildiler: "Aşem Ehad-Allah birdir."9

HazâL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla