Ortadoğu'da Aslında Ne Oluyor?
Göktürk Tüysüzoğlu
Bu politikadan olumlu ya da olumsuz etkilenecek en önemli güçler ise Türkiye, İsrail ve İran olacaktır.
09 Şubat 2011
Ortadoğu'da ve Arap Dünyası'nda yıllardır beklenen halk isyanı Tunus ve Mısır'da yaşanan olayların ardından başlamışa benziyor.
Aralık 2010'un ortasından itibaren yaklaşık 2 aydır devam eden gösteriler neticesinde Tunus'taki Zeynel Abidin bin Ali Yönetimi ortadan kalkarken, Mısır'da Hüsnü Mübarek Yönetimi'nin de en fazla Eylül 2011'deki seçimlere kadar ömrünün kaldığı ortaya çıkmıştır. Üstelik Kuzey Afrika'da yanmaya başlayan ateşin yalnızca bu bölge ile sınırlı kalmayacağı da ortadadır.
Yemen'de başlayan ve günden güne güçlenen halk hareketi sonucunda devlet başkanı 2013 seçimlerinde aday olmayacağını açıklamıştır. Olaylar her an Cezayir ve Ürdün gibi dikta yönetimlerinin hâkim olduğu diğer ülkelere yayılabilir. Zira Arap Halkı artık anlamıştır ki, fildişi kulelerde oturan ve gizli polis teşkilatı sayesinde tüm toplumu göz hapsinde tutan halktan kopuk diktatörlerin de gücü bir noktaya kadar dayanabilmektedir.
Hüsnü Mübarek gibi devleti kendi isteklerine göre yeniden inşa eden, Batı ve İsrail ile çok yakın bağları bulunan bir lider dahi koltuğu bırakmak zorunda kalıyorsa, Cezayir'in Buteflika'sı, Ürdün'ün Abdullah'ı ya da Yemen'in Salih'i de bırakmak zorunda kalacaklardır.
Kuzey Afrika'dan başlayan ve anlaşıldığı kadarıyla tüm Arap Ortadoğu'sunu saracağa benzeyen bu fenomenin doğuşunda içsel sorunlar kadar küresel güçler tarafından ortaya atılan projeler de etkin bir rol oynamaktadır.
Ortadoğu Yönetimleri'nde yaşanan içsel sorunların kaynaklarına göz gezdirirsek, en önemli sorunun iktidarı ele geçiren hükümetlerin halkın daha fazla demokrasi, insan hakları ve özgürlük çağrısına kulaklarını tıkamaları ve halk ile aralarında bir bariyer işlevi görecek çeşitli güvenlik kurumları kurarak ülkeyi bir polis devletine döndürme çabası içerisine girmeleri olduğunu görürüz. Bu durumun temel sebebi, Arap toplumlarında demokrasi kültürünün oturmamış olmasından mütevellit, iktidara gelen karizmatik ve güçlü isimlerin bir süre sonra kendilerini vazgeçilmez bir siyasal lider olarak görmeye başlamalarıdır.
Yönetimi ele geçiren Arap siyasal liderler, başka bir siyasal gücün kendi koltuklarına göz dikmesini engelleyebilmek için muhalefet partilerini yasaklamakta, muhalif liderleri sürgüne göndermekte ya da belli bir noktaya kadar siyasal muhalefet olmasına izin vermelerine karşın, bu muhalefeti gizli polis ve bürokrasi eliyle çok sıkı bir kontrol altında tutmakta ve onları marjinal bir grup olarak gösterme çabası içerisine girmektedirler. Bu ülkelerde düzenlenen seçimler de siyasal bir düzmeceden başka bir şey olmamaktadır.
Nitekim geçtiğimiz günlerde iktidarda uzaklaştırılan Zeynel Abidin bin Ali'nin son seçimlerdeki halk desteği “resmi rakamlara göre” %90'ların üzerindeydi. Diğer ülkelerdeki durum da bundan farksızdır. Arap Yönetimleri'nin hepsi adeta karbon kâğıdı ile çoğaltılmış bir şekilde aynı rejimleri benimsemiş ülkeler haline geldikleri için resmi adı cumhuriyet olsun krallık olsun siyasal statü ve halkın pozisyonu değişmemektedir. Üstelik onlara demokratik yönetim, insan haklarına saygı ve şeffaflık gibi kriterlerin nasıl uygulandığını, çoğulcu bir siyasal yapının nasıl oluşturulabileceğini gösterecek kendi içlerinden çıkmış herhangi bir ülke de yoktur.
Türkiye, son zamanlarda bu rolü üstlenmeye çalışmaktadır. Ancak Türkiye'nin Arap liderler nezdinde bir tehlike olarak görüldüğünü söylemeye gerek bile yoktur. Tarihsel, kültürel ve siyasal sebepler Türkiye'nin uzattığı elin önüne duvar gibi dikilmektedir. Ne var ki, son dönemde bu duvarın korozyona uğramaya başladığını ve Türkiye'nin siyasal etkisinin Arap toplumları nezdinde bir canlanmaya neden olduğunu görüyoruz. Aslında Arap toplumlarının Türkiye'ye bu kadar ilgi duymalarının en önemli nedeni ne dinsel ve kültürel yakınlık ne de tarihsel ortaklıktır. Asıl sebep, Türkiye'nin, zaman zaman aksasa dahi, demokratik bir rejime ve çoğulcu bir siyasal sisteme sahip olmasıdır. Arap toplumları Türkiye örneğini kendi ülkelerinde de görmek istemektedirler.
Gerçekleşen isyanların arkasındaki bir diğer önemli içsel sebep de ekonomik sıkıntılardır. Zira bu ülkelerde milli gelir yönetici elit ve onlara yakın iş adamları ile bürokrasinin üst kesimleri arasında paylaşılmakta, toplumun alt katmanlarına neredeyse hiçbir şey kalmamaktadır. Kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hâsılanın düşük olması başta eğitim ve sağlık olmak üzere yaşamın tüm alanlarında etki doğurmaktadır. Bu ülkelerin mevcut ekonomik kapasiteleri ile üretim düzeylerinin oldukça yetersiz olduğu ve tüketim mallarını dahi ithal etmek zorunda kaldıkları düşünüldüğünde, Arap Devletleri'nin yalnızca siyasal görünüme haiz olan birer ekonomik bağımlı oldukları anlaşılabilecektir. İşte, Arap halkı artık bu bağımlı konumundan kurtulmak istemektedir.
Arap Ayaklanmaları'nın dışsal boyutuna bir göz atacak olursak, bölgeye ilgi duyan en önemli aktör olan ABD'nin strateji değişikliğine gittiğini çok net olarak algılayabiliriz. Zira ister Kuzey Afrika'da olsun, ister Süveyş'in doğusunda olsun başkanlık ya da krallık koltuğunda oturan ve halktan kopuk yaşayan tüm siyasal liderler ABD ile işbirliği içerisindedir. Zaten Arap halkları nezdinde ABD'nin imajının bu kadar bozuk olmasının en önemli nedeni de ABD'nin bu yaklaşımıdır.
ABD, radikal İslamcı hareketlerin iktidara gelmelerini engelleyen, İran'ı karşısına alan ve İsrail ile bir arada yaşamasını öğrenmiş Arap liderlerin iktidarda kalmasını istediği için, halktan kopuk yaşayan ve adeta birer nefret ikonu haline gelmiş olan Hüsnü Mübarek, Zeynel Abidin, vb. liderleri desteklemiştir.
Şimdi ise bu stratejide bir değişikliğe gidilmekte ve 2000'lerin başında ortaya atılan “Büyük Ortadoğu Projesi'ne” gerçeklik kazandırılmaya çalışılmaktadır. Buna göre Arap devletlerinde halk desteğine sahip yönetimler oluşturulacak, muhalefet temsilcilerinin çok daha yüksek oranlarda meclise girmelerine izin verilecek, basın, ifade ve örgütlenme özgürlüğü belli bir noktaya kadar işletilecek ancak yine de Batı ile işbirliği içerisinde olacak hükümetler oluşturulacaktır.
Bu defa yeni Hüsnü Mübarek'ler yaratılmayacak ancak çoğulcu sistem içerisinde yaratılacak yeni siyasal idoller ile hem halkın talepleri karşılanmaya çalışılacak hem de Avro-Atlantik Dünyası'nın dış politika stratejilerine uygun hareket edilecektir. Oluşturulacak siyasal yapılarda din belli bir noktaya kadar etkin ve birleştirici bir unsur olarak kullanılacak ancak radikal unsurların iktidara gelmesinin önüne geçilecektir. Anlaşıldığı kadarıyla Tunus ve Mısır, bu tarz siyasal yapıların Ortadoğu'ya yaygınlaştırılmasından evvel deneme sürecinin yaşanacağı ülkeler olacaktır. Tunus ve özellikle Mısır'da başarılı olacak bir yapının Ortadoğu'yu çepeçevre sarması çok da zor olmayacaktır. Zira domino etkisinin en işlevsel şekilde kullanılacağı coğrafya Arap Ortadoğu'sudur.
ABD'nin uygulamak istediği bu stratejinin en önemli kırılma noktalarından biri İsrail'in tepkisidir. Zira projenin deneme üssü haline getirilen Tunus ve Mısır, İsrail'in Ortadoğu'da en iyi anlaştığı Arap yönetimleridir. Hatta bugünlerde İsrail'de en çok konuşulan şey İsrail'in duruma nasıl tepki göstermesi gerektiğidir. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nde İslam bir referans olarak kullanılacağı ve iktidar ile muhalefetin eylemlerinde din etkisinin çok daha fazla hissedilmesi olası olduğu için, İsrail'in de söylem bazında da olsa Arap toplumlarına yaklaşımının değişmesi gerekeceği, özellikle Filistin Sorunu konusunda çok daha duyarlı davranması gerekeceği ortadadır. Zira bu projenin en önemli kırılma noktalarından biri de Filistin Sorunu'nun geleceği olacaktır. Filistin konusunda İsrail'in alacağı radikal bir tedbir ve müdahale Arap halklarının ve dolayısıyla Arap yönetimlerinin daha da radikalleşmesini beraberinde getireceği için İsrail'in tavrı ve eylemleri ABD için de önemlidir. Bugünkü İsrail Hükümeti'nin radikal tavrı planlanan değişim sürecinin önüne set çekebilecektir. Bu nedenle İsrail'de yakın bir dönemde iktidar değişikliği yaşanabilir. Yeni gelecek hükümet ise mevcut hükümete göre çok daha uyumlu ve hassas olacaktır.
AB, projenin uygulanması konusunda ABD ile birlikte hareket edecektir. Çünkü AB'nin mevcut dış politika stratejisi çerçevesinde Ortadoğu'daki ekonomik ve siyasal çıkarlarını başka türlü muhafaza etmesi mümkün değildir. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin karşıt olduğu en önemli güç ise İran olacaktır. Bugün yaşanan olaylar İran karşıtı Arap yönetimlerinin yıkılması şeklinde bir görünüm arz etmektedir. İran'ın en önemli hedefi ise Arap toplumları içerisindeki radikal dinci unsurlarla ittifak kurarak tüm Ortadoğu'yu etki altına alabilmektir. Ne var ki, tarihsel ve kültürel rekabet ile mezhep farkının yanı sıra ABD'nin oluşturmak istediği İslam ile barışık, insan haklarına saygılı ve demokratik yönetimlerin İran ile işbirliği içerisine gitmeyeceği, böyle bir şeye, ilk önce iktidara gelecek ABD ile işbirliği yanlısı isimlerin izin vermeyeceği ortadadır. Türkiye ise, oluşturulmak istenen düzende ABD'nin en önemli müttefiki konumuna gelecektir. Nitekim birkaç yıldır uygulanmaya çalışılan, komşular ile sıfır sorun odaklı, tarihsel ve kültürel unsurların ön planda olduğu diplomasi ile ekonominin iç içe geçtiği ve medyanın başarıyla kullanıldığı dış politika stratejisi, Türkiye'nin yumuşak gücünü tüm Arap toplumları nezdinde göstermiştir. Yaşanan olaylar sonrası, Batı Basını'nda Türkiye'yi öven ve Arap toplumlarına örnek olacak bir ülke olarak resmeden haberlerin giderek artmakta oluşu, Türkiye'nin ABD tarafından bölge ile ilişkiler ve oluşturulmak istenen yeni düzen bağlamında etkin olarak kullanılacağını göstermektedir. Bu durum, Türkiye'nin Batı'dan uzaklaştığını iddia eden ve ABD ile Türkiye arasında çok ciddi sorunlar yaşandığını belirten kesimlere bir cevap niteliğini de taşımaktadır.
Ortadoğu Bölgesi'nde yaşanabilecek bir değişimin bağımsız bir halk hareketi ile başladığını ve rastgele gerçekleştiğini iddia eden yorumlar ve açıklamalar gerçeği yansıtmamaktadır.
Halkın siyasal ve ekonomik talepleri etkili bir unsur olmakla beraber, değişimin arkasındaki en önemli gücün ABD ile onun yardımcısı AB olduğu ortadadır. Bu politikadan olumlu ya da olumsuz etkilenecek en önemli güçler ise Türkiye, İsrail ve İran olacaktır.
Türkiye ise bu değişimin olumlu ve daha fazla karmaşaya mahal vermeden gerçekleştirilmesi konusunda hem ABD'nin hem de Arap halklarının yanında yer alacaktır.
http://www.stratejikboyut.com/haber/...or--50209.html