Tekil Mesaj gösterimi
Alt 04-13-2011, 03:04   #5
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Eshabı Kiram ile müşrikleri takipten karargâha dönen Sevgili Peygamberimiz, süal buyurdular:

- Ebu Cehil'den bir haber var mı? Ölü mü, yaralı mı, kaçtı mı?

Muaz radıyallahü anh:

- Ebu Cehili merhum kardeşim Muavvaz ile birlikte öldürdük ya Resulallah...

Hazreti Ömer, hayret etti:

- Bir yanlışlık olmasın! Biz Ali bin Ebi Talib ile O'nu öldürmüştük.

Hazreti Muaz:

- Hayır Hayır! Hatta O'nu katlederken Muavvez'i de kaybettik.

Ensar'dan Abdullah ibni Mes'ud, söz aldı:

- Ya Resulallah müsaade ederseniz meydanı bir gezeyim, ölü veya yaralı olup olmadığını şimdi öğreniriz.

Efendimiz izin verdiler.

İşte, biraz evvel insan, deve, at, ok, gürz, kalkan ve kılıç seslerinin birbirine karıştığı meydan...O velvelenin, o gulgulenin yerini şimdi derin bir sessizlik almıştı. Abdullah ibni Mes'ud, çöle serilmiş ölü ve yaralıları tek tek yokladıktan sonra aradığı şahsı buldu. Evet; Ebu Cehil Amr bin Hişam; Kureyş kabilesinin bu mühim siması, müşriklerin lideri işte âciz bir şekilde can çekişiyordu. Aziz sahabi, bir ayağı ile islâmın amansız düşmanı baş kâfirin göğsüne bastı ve eliyle sakalından tutarak sarstı:

- Heyy! Sen Ebu Cehil değil misin?

- Evet; ben Ebu Cehilim. Ama sen o yüksek yerde ne arıyorsun ey koyun çobanı! Unutma ki çıktığın yer yalçın bir dağdan daha sarptır.

- Ey mel'un! Cehennemi boylamak üzeresin ama hâlâ kibir nutukları atıyorsun.

- Keşke o göğse Yesribli bir köylü değil de bir Mekke'li çıksaydı.

- Hâlâ mı büyüklenme?

- Zafer hangi tarafta?

- Elhamdülillah ki müslümanların.

- Yaa! Demek öyle!... Git Muhammed'e deki: Bugüne kadar O'na düşmandım. Şimdi düşmanlığım bir kat daha arttı!

Abdullah ibni Mes'ud'un cevabı, ayağı altında zelil ve hakir bir şekilde acılar çeken korkunç kâfirin yüzüne kırbaç gibi indi:

- Alçak! Kafanı keseceğim senin! Hem de yıllarca belinde gururla taşıdığın şu kendi kılıcınla keseceğim!

- Bari omuzuma yakın yerden kes ki başım heybetli görünsün.

- Zebaniler heybet neymiş şimdi gösterirler sana kibir putu! Al bakalım!!!!

Mübarek sahabi, bir hamlede Ebu Cehil'in kafasını gövdesinden ayırdı. Murdar vücut, kafası koparılan bir horoz gibi bir-iki çırpınıp debelendikten sonra kaskatı kesildi. Yıllarca Allah Resulü ile eshabına olmadık eziyetler çektiren koca zalim, dünyadan yıkılıp gitmişti. Hem de ne ibretle! Kendini beğenmiş ve mağrur Ebu Cehil, ayağa kalktığında ancak oturan bir babayiğidin yüksekliği kadar boyu olan Abdullah ibni Mes'ud'un ayağı altında şerefsiz bir şekilde ve kendi kılıcı ile ...

Aziz sahabi, Ebu Cehl'in zırhını, kılıcını ve bir ipe takarak sürüte sürüte getirdiği kafasını İki Cihan Sultanının mübarek ayakları dibine bıraktı...kafa kan, toz topraktan tanınmaz haldeydi.

- Ya Resulallah! İşte Allah düşmanı Ebu Cehlin başı!..

- La ilahe illallah! Ey Abdullah ibni Mes'ud! Bunun Amr bin Hişam'ın başı olduğuna dair kendisinden gayrı ilâh olmayan Allah'a yemin eder misin!..

- Evet ya Resulallah! Kendisinden gayrı ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki mübarek ayaklarınız dibindeki bu baş Ebu Cehil'e aittir.

Sevgili Peygamberimiz azgın bir şakînin islâm yolundan çekilmiş olmasından dolayı memnun oldular; iki rek'at şükür namazı kıldıktan sonra sonsuz hamdlere layık olana yöneldiler:

- Allah'a hamd-ü senalar olsun ki kuluna yardım etti; dinini üstün kıldı, buyurdu ve devam etti, Allahım vaadini yerine getirdin; hakkımdaki nimetini tamamla...

...ve İbni Mes'ud ve bir kısım eshabla beraber Ebu Cehlin cesedinin bulunduğu yere gittiler.

Amansız islam düşmanının ölüsü üzerine gelince:

- Ebu Cehil, bu ümmetin fir'avnı idi, dediler ve seslendiler:

- Ey Allah düşmanı! Allah'a hamdolsun ki seni zelil ve hakir etti.

......

......

Böylece savaş, öğlen sıralarında müslümanların mutlak zaferi ile noktalanmıştı.

Efendimiz tekrar karargâha döndüler ve şehidlerin, ölülerin, yaralıların, esirlerin ve ganimet mallarının tesbitini emrettiler.

Cebrail aleyhisselâm ve diğer melekler izin isteyerek gittiler.

......

......

Müslümanlar, Bedr meydanında büyük islâm davası uğruna ondört şehid vermişlerdi. Bu ondört kişinin altısı muhacirinden sekizi ensardan idi...

Şehid muhacirler:

Mihca, Ubeyde bin Haris, Züşşimaleyn bin Abdi Amr, Akıl bin Bükeyr, Safvan bin Beyza ve onaltı yaşındaki gencecik Umeyr bin Ebi Vakkas.

Şehid Ensar:

Hârise bin Süraka, Sa'd bin Hayseme, Mübeşşir bin Abdülmünzir, Umeyr bin Hümam, Rafi bin Mualla ve analar anası Afra hatun radıyallahü anha'nın goncaları Yezîd bin Haris, Avf bin Haris, Muavvez bin Haris.

...aziz şehidler al kanlı elbiseleri ile yan yana dizilmişlerdi. Yüzlerine sanki pembecik pembecik cennet gülleri yansıyordu; ferah, aydınlık, huzurlu rahmetullahi aleyhim ecmain.

Kâinatın Sultanı, mübarek şehidlerin önünde durdular. Sahabiler de arkada safa geçtiler. Az evvel omuz omuza savaştıkları arkadaşlarının şimdi cenaze namazını kılıyorlar. Efendimiz tekbirler getiriyor; cemaat tekrarlıyor...

Namazdan sonra yan yana ondört cennet bahçesi açıldı ve aziz naaşlar toprağa emanet edildiler... Onlar ne bahtiyar insanlar ki islâmiyet uğruna en kıymetli varlıklarını; canlarını verdiler. Cenaze namazlarını Allahın Resulü ve Allahın yeryüzündeki arslanları kıldılar... Onlar ne seçilmiş insanlar ki vasıfları Bakara suresi yüzelli dördüncü ayeti ile anlatıldı: Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyiniz. Hayır, diridirler. Fakat siz farkında olmazsınız...

......

Tabiatiyle bir çok da yaralı mücahid mevcuttu. Meselâ Zübeyr bin Avvam radıyallahü anh. Hayli yarası vardı; ama en derini boynundakiydi. Bu yaraya parmak rahatlıkla girebiliyordu.

......

......

Ensar'dan Harise bin Süraka'nın Bedr'de genç yaşta hayatını kaybettiği haberi Medineye annesi Rubeyde Hatun'a gelince yiğit ananın tavrı merak mevzuu oldu. Acaba ölüm haberi, cahiliyet döneminde olduğu gibi O'na saç baş yoldurup hüngür hüngür göz yaşı döktürecek miydi? Soylu ana dedi ki:

- Benden cahiliyet zamanının alışkanlıklarını beklemeyin. Şimdi evlat kaybetmenin acısını kalbime gömüyorum. Resulullahın avdetini bekleyeceğim. Şayet Harise şehid olarak cennetlik olmuşsa elbetteki gözümden tek damla yaş sızmayacak; şükür secdesine varacağım. Ama ruhunu imansız olarak teslim etmişse; bu gözlerin şu dünyayı görmesine artık lüzum kalmaz. O zaman kanlı göz yaşları ile ağlayacağım.

......

......

İman ordusunun ondört kaybına karşılık, küfür ordusu yirmidördü Kureyş reislerinden olmak üzere yetmiş ölü ve ayrıca yetmiş de esir vermişlerdi. Müslümanların eline geçen ganimet ise yüzelli deve, otuz at, çok miktarda kırmızı kadife, kılıç, ok, mızrak, yay, gürz gibi savaş aletleri, ev eşyası, elbise ve benzeri şeylerdi.. Ganimet Emirliğine Abdullah bin Ka'b tayin edildi. Yetmiş müşrikten onaltısını Ali rahmetullahi teâlâ aleyh hazretleri, öldürdü. Beş kişinin de öldürülmesinde diğer eshaba yardım etti. Beş kişiyi Hazreti Hamza radıyallahü teâlâ anh öldürdü. Dört müşriki de Ammar bin Yasir rahmetullahi teala aleyh katletti. Ammar bin Yasir anne ve babası ile ilk imana gelenlerden. Bu sebeple küfrün ilk azgın dalgaları bunlara; ilklere çarptı... Çok işkence gördüler. Annesi Sümeyye Hatun işkence altında iken "İslamdan dön!" baskılarına "hayır!" dediği için Ebu Cehil tarafından süngü ile vurularak hunharca şehid edilmişti..ilk şehidimiz bir anne; evlâdlar, annelerden çoğalır. Sanki Sümeyye radıyallahü anha sonraki şehidlere manevi anne oldu da asırlar boyu çoğaldılar; çoğalacaklar.

......

Hazreti Ebu Bekr'in oğlu Abdurrahman ise kılıçtan kurtulmuştu. Şimdi kılıçtan; günü gelince de eshabdan olarak cehennemden...

......

Büyük kumandan Sevgili Peygamberimiz Kureyş reislerinden yirmidört ölünün Kalib denilen taşla örülü kör kuyulardan birine atılmasını emrettiler. Sürüterek çeke çeke kuyuya ilk atılan koca gövdeli Utbe bin Rebia oldu. Efendimiz, Ebu Huzeyfe'nin yüzüne baktılar. Babasının berbat akıbeti O'nu sarartmıştı. Halbuki Ebu Huzeyfe, O'nun hep imana geleceğini bekliyordu. Müşrikler, bir bir kuyuya dolduruldular. Umeyye bin Halefse zırhının içinde şişmişti. Zırhtan çıkartılmaya çalışılınca etleri dağılmaya başladı. Bu sebeple o'nu olduğu yerde bırakarak üstüne taş-toprak yığıldı.

...İslâmiyeti yok etmek için saldıranların kendileri yokolmuştu... Sevgili Peygamberimizle Hazreti Ebu Bekr, koca kâfirler, kuyuya atılırken savaş alanını geziyorlardı. Peygamberimiz, sürekli hamd ediyorlar: "Allah'a hamdolsun ki bana olan vaadini yerine getirdi"..

......

......

Harp artığı müşrikler, Mekke'ye vardıklarında Sürakayı az kalsın parçalayacaklardı:

- Ya Süraka başımıza gelenler hep senin yüzünden!

- Ne! Benim yüzümden mi? Ben ne yapmışım ki!

- Daha ne yapacaksın? Eğer savaş meydanından kaçmasaydın Mekke ordusu bozguna uğramayacaktı.

- Kim? Ben mi?

Kalabalık Sürakayı bunaltıyordu.

- Elbette sen!

- Emin olun ki ben Bedr'e gelmedim. Hatta sizin gittiğinizi bile nice zaman sonra işittim.

Süraka şeklinde görünenin iblis; diğerlerinin de şaytanlar olduğunu nasıl bilebilsinlerdi?

......

......

İslâm ordusu, Bedr'de savaştan sonra üç gün daha kaldı.

Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, son gece ay ışığının çölü gündüz gibi aydınlattığı bir sırada müşriklerin atıldığı kuyuya doğru yürüdüler. Eshab da peşinden yürüdü. Fakat, Allah Resulü'nün nereye gittiğini tahmin edemediler... Merakları, Efendimizin, müşrik ölülerinin dolu olduğu kuyu başına gelmesine kadar devam etti. ...kuyudaki ölüleri tek tek, isim isim sayarak hitap buyuruyorlar:

- Ey Ebu Cehil Amr bin Hişam! Ey Utbe bin Rebia! Ey Şeybe bin Rebia! Ey Nevfel bin Huveylid! Ey Huzeyfe bin Ebi Huzeyfe... Siz, Peygamberinize karşı ne kötü bir kavimdiniz. Siz beni yalanladınız; başkaları doğruladı. Siz beni evimden ve yurdumdan ettiniz; başkaları bana destek oldular. Siz benimle savaştınız; başkaları beni size karşı korudu. Siz Rabbinizin size vâd etmiş olduğu azaba kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin bana vaad ettiği yardım ve zafere kavuştum!

Eshabı kiram, Sevgili peygamberimizi hayretle takip ediyorlardı. Zira böyle bir hadiseyi ilk defa yaşıyorlardı. Hazreti Ömer sordu:

- Ya Resulallah! Ruhsuz cesetlere, kokmuş leşlere mi sesleniyorsunuz?

Peygamberimiz, arkadaşlarına dönerek buyurdular ki:

- Muhammed'in varlığı kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitici değilsiniz! Ancak onlar cevap veremezler.

Eshab, iliklerine kadar ürperdi.. Bu ne müthiş hakikatti böyle?

......

......

Üçüncü gün olunca develerini istediler; yol ihtiyaçları deveye yüklendi. Hareket emrini verdiler.

...ordu derhal ve kısa zamanda hazırlandı. Bu üç gün içinde yaralar sarılmış yorgunluklar atılmıştı. Aslında müslümanlar, zafer sevinciyle yorgunluk ve yaraların farkında bile değillerdi... Onlar; o yüksek kahramanlar, İslâm nimetinin külfetini işkenceler, zulümler, hakaretler görerek veya bu uğurda hayatlarını vererek ödediler... Vazifeli eshabın muhafazası altında olan müşrik esirlerini Hazreti Hamza, sıkı sıkıya ve kaçmalarına mani olacak şekilde bağladı.

Ordu, Useyl'e doğru hareket etti..."ah keşki Medine'ye geldikleri gibi yine eksiksiz dönebilselerdi." Ama bu mümkün mü? 'Hiç bir dâvâ yoktur ki şehidi ve çok üzüleni olmasın'. İşte dünya durdukca duracak olan hakikat. İslâm dini ise dâvâların en mukaddesi. Bedr'e kadar çok üzüntüler yaşandı; çok üzülenler oldu. Bedr'de ise bu dâvâ şehidlerini de verdi.

Eshabı kiram, şehidliğin önünde dualarını okuyup uzaklaşırken kalblerini yine de aziz arkadaşlarının ayrılık alevi şöyle bir kavurup geçiverdi.

......

Useyl, hayli uzun bir vadi. Vadi ortalandığında akşam olmak üzereydi. Efendimizin emriyle gecenin burada geçirilmesi kararlaştırıldı. Akşam namazı kılıp, bir şeyler yendiğinde vakit yatsıyı bulmuştu. Sevgili Peygamberimiz,

- Bu gece bizi kim bekleyecek? Diye sual buyurdular. Birisi karanlıkta ayağa kalktı. Şanlı Peygamber O'na:

- Sen kimsin, dediler.

- Zekvan bin Abdikays ya Resulallah!

- Otur, buyurdular.

Peygamberimiz, suali tekrarladılar:

- Bu gece bizi kim bekleyecek?

Bu defa başka birisi, ayağa kalktı. Efendimiz ona:

- Sen kimsin? Dediler.

- Abdi Kaysın oğluyum.

- Sen de otur.

Üçüncü bir şahıs kalktı. Resulullah ona da sordular:

- Sen kimsin?

- Ebu Seb, ya Resulallah...

Bir mikdar durduktan sonra Resulullah efendimiz:

- Üçünüz birden ayağa kalkınız, emrini verdiler.

Sadece Zekvan bin Abdikays ayağa kalktı. Peygamberimiz:

- Diğerleri nerede? Buyurdular.

Zekvan radıyallahü anh:

- Ya Resulallah her üç suale de cevap veren bendim, dedi..

Efendimiz, Zekvan hazretlerinin, bu hizmet etme aşkına çok memnun oldular ve hayır duada bulundular:

- Allah da seni muhafaza etsin.

...o gece Zekvan radıyallahü anh'dan gayrı daha başka müslümanlar da nöbet tuttular. Bunlardan biri de Ebu Katade radıyallahü anh'dır. Efendimiz, sabahleyin bu mübarek sahabiye de dua ettiler.

- Allahım! Bu gece Ebu Katade, senin Resulünü koruduğu gibi sen de O'nu koru.

......

Useyl'de ordu istirahate çekildi... Uzakta gece böcekleri sonu gelmez bir telaşın içindeler. Yakında nöbetçilerin ayak sesleri ve dertli esir iniltileri. Ay yükselmiş ve etrafı halelenmiş halde. Yıldızlar cıvıl cıvıl. Mücahidler, derin bir uykudalar...fakat hassas ve ince kalbli mübarek Peygamberin mübarek gözleri uykuyu kabul etmiyor. Herkes uykudayken Resulullah uyuyamıyor. Böylece hayli zaman geçmişti ki Sevgili Peygamberimizin uyuyamadığı nöbetçilerden birinin dikkatini çekti:

- Anam-babam sana feda olsun ey Allahın Resulü. Niçin uyumuyorsunuz?

- Abbas inliyor...

Hazreti Ömer, sıkı şekilde bağladığı için Abbas bin Abdülmuttalib, derinden derine inliyordu. Nöbetçi, hemen esirlerin arasına gitti ve Abbasın bağlarını gevşetti. Bu nöbetçi biraz sonra yine Resulullahın yakınından geçerken sordular:

- Abbasın sesi neden kesildi?

- Bağlarını gevşettim ya Resulallah...

- Öyleyse diğer esirlerin de bağlarını gevşetin, buyurdular...

...Ve ondan sonra uyuyabildiler.

......

Useyl'den hareket edilmeden evvel esirler Resulullah'a takdim edildi.

Nerede büyüklenip duran; Peygamber'e savaş açan cengaverler? Şimdi şu yüksek huzurda başları önlerinde suçlu suçlu bekleşenler o yiğitler mi?

Esirler'den biri de Abbas. O iri-yarı, güçlü-kuvvetli Abbas'ı zayıf ufak-tefek bir mücahid yakalamıştı. Bazı kimseler meraklarını yenemeyip sordular:

- Ya Abbas seni esir alan yarı cüssende, ona nasıl yakalandın?

- O zayıf adam, üstüme gelirken bana Handeme dağ gibi göründü.

Eşsiz sabır timsali aziz Peygamber, Nadr bin Haris zalimini görünce O'nu uzun uzun süzdüler... Nadr, Allah'ın nuru ile dolu bu nazardan son derece rahatsız oldu ve yanındaki diğer esire fısıldadı:

- Beni öldürtecek. Bakışlarından bunu sezdim. Evet beni öldürtecek, dedi ve Mus'ab bin Umeyr'i aracı koymak istedi:

- Ey Mus'ab! Senle akraba olduğumuzu unutma! Bana farklı muamele yapılmasın. Diğer esirlere nasıl muamele edilirse bana da aynı muamele yapılsın. Peygamberin, beni öldürme kararında. Buna mani ol!..

Hazreti Mus'ab cevap verdi:

- Akraba olmamızın sen kâfir kaldıkça hiç bir kıymeti yoktur. Bana nasıl iltimas teklif edersin? Bugün merhamet dilendiğin Peygambere de O'nun dinine de hakaretler eden sen değil miydin ey korkak?!

Can derdine düşen ödlek kâfir, Hazreti Umeyr'i duymak istemiyordu.

- Diğer esirlere eman verilirse bu hak bana da tanınmalı...

- O hükmü Allah ve Resulü verir.

...ve hüküm verildi:

Sevgili Peygamberimiz, yiğitler yiğidi hazreti Ali'ye emrettiler:

- Vur şunun boynunu!

Derhal habisin kafası gövdesinden ayrıldı. Nadr bin Haris, Hazreti Mıkdat'ın esiri idi. Mıkdat radıyallahü anh bu netice ile ileride fidye alma şansını kaybetmiş oluyordu. Olsun ne çıkarki bundan! En yüksek Nebi'nin bereketli duası olduktan sonra:

- Allahım! Mıkdat'ı fazlı kereminle zengin et...

......

Ertesi gün ikindi namazını müteakiben Useyl terk edilerek yola çıkıldı.

Medine'ye doğru yürüyüş devam ediyor.

Safra Boğazı geçildi. Seyer adlı kum tepesinde dalları ile çevreyi kucaklayan ulu bir ağacın altında konakladılar...

......

Enfal suresinin kırkbirinci ayeti ile Peygamberimizin ganimet mallardan beşte bir hisse alabilmesine izin verilmişti:

- Biliniz ki, kâfirlerden ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyin muhakkak beşte biri Allah içindir. O da Resule ve O'nun akrabasına, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir; eğer siz Allah'a iman etmiş ve o hak ile batılın ayrıldığı Bedr günü, o iki ordunun birbiriyle çarpıştığı gün kulumuza (Hazreti Peygambere) indirdiğimiz âyetlere iman etmişseniz. Allah, her şeye kadirdir.

...Yüce Allah, peygamberine önceki Nebi ve Resullerden farklı olarak düşmandan zorla alınan ganimet maldan hisse alma imtiyazı veriyordu. Ki Sevgili Peygamberimiz, öbür Peygamberlere göre kendisine tanınan beş farklı mazhariyeti şöyle sıralıyorlar:

- Bana düşmanın kalbine korku salma kaabiliyeti verildi, bütün yeryüzü benim için mescid kılındı; bana sözün bütün imkân ve kudretini kendinde toplayan Kur'an verildi; ganimet malı bana helâl kılındı; bana şefaat makamı verildi ki bu beş şey benden önceki Peygamberlere verilmemişti.

...kılıçla kazanılan mallar, bu ağacın serin gölgesinde harbe iştirak eden bütün kahraman mücahidlere, mübarek şehid evladlarına ve aralarında Hazreti Osman radıyallahü anh'ın da olduğu Bedr'den izinli sekiz sahabiye taksim ediliyor... Kahraman Peygamber, Ebu Cehl'in devesini kumandan hakkı/safiy olarak kendileri aldılar. Ve Hudeybiye Umresine kadar bu deve ile gazalara çıktılar. Ganimet bölüştürülürken Münebbih bin Haccac'a ait olan Zülfikâr ismindeki kılıç da Sevgili Peygamberimizin payına düştü. Efendimiz, bu meşhur kılıcı zaferde büyük emeği olan Hazreti Ali radıyallahü anh'a hediye ettiler. Böylece harbe bizzat iştirak edenler, karargâhta nöbet tutanlar ve ganimet malları bekleyenlerin tamamına pay verildi. Sa'd bin Ebi Vakkas radıyallahü anh arz etti:

- Ya Resulallah! Kuvvetlilere de, zayıflara da ganimet dağıtmaktasınız...

Efendimizin buyurdukları dünya durdukça bir altın kaide olarak pırıldayacak:

- Zaferiniz zayıfların duası bereketiyle değil mi?

......

Esirler için o âna kadar vahiy gelmediğinden Resulullah eshabı ile istişare ederek bir karara varmayı arzu buyurdular:

- Ya Eba Bekr esirleri ne yapalım?

Diğer sahabiler dikkat kesildiler.

- Ey Allahın Nebisi. Bunlar en nihayet bizim akrabamız. Bize kurtulmak için fidye ödesinler, derim. Alacağımız fidye ile biz kuvvetleneceğiz; onlar zayıflayacaklar. Bakarsınız zamanla onlar da hidayete kavuşurlar.

Efendimiz, Hazreti Ömer'e sordular:

- Ya Ömer sen ne dersin? Fikrin nedir?

- Ya Resulallah; ben, Ebu Bekr'le aynı fikirde değilim... Esirleri öldürelim. Düşmandan fidye kabul etmeyelim. Hatta akrabam olanların boynunu vurmam için bana; Abbas'ın boynunu vurmak için kardeşi Hamza'ya, Akîl'in boynunu vurmak için kardeşi Ali'ye lütfen müsaade buyurunuz. Böylece islâm düşmanlarına karşı ne kadar kararlı olduğumuz herkes tarafından anlaşılmış olur.

Allahın Resulü, bir zaman sükût edip bir şey söylemedikten sonra, bazı insanların yumuşak; bazı insanların sert tabiatlı olduklarını ifade buyurdular ve Ebu Bekr radıyallahü anhın halinin, İbrahim aleyhisselâm ile İsa aleyhisselâm; Ömer radıyallahü anh'ın halinin ise Nuh ve Musa aleyhisselâmlara benzediğini anlattılar ve devam buyurdular:

- Esirlerden fidye alınacaktır.

O esnada Abdullah ibni Mes'ud heyecanlanarak söze karıştı:

- Sehl bin Beyza bu karardan istisna edilmelidir. Çünkü o müslümandır. Ben müslüman olduğuna şahidim.

Sevgili peygamberimiz söze susarak karşılık verdiler. Abdullah ibni Mes'ud, ânında hatasını farkederek bin pişman oldu. Ne yapmıştı? Bu nasıl konuşmaydı öyle. O kadar korktu; Resulullah'ı incitmiş olma ihtimalinden öyle sıkıldı ki gökten üzerine taş yağmasından endişe etti... Neyse ki merhamet Sultanı da:

- Evet; Sehl bin Beyza hariç.

Buyurdular da Abdullah ibni Mes'ud azıcık nefes alabildi. Sehl bin Beyza, gerçekten Mekke'de iken imana gelmişti. Ancak bunu müşriklerden saklıyordu. Bedr'e kendisini zorla getirmişlerdi. O da göstermelik dövüşmüş ve bir ân evvel esir olmuştu.

Esirlerden Süheyl bin Amr bir punduna getirip kaçtıysa da en kısa zamanda yakalandı. Süheyl, Kureyşin iyi hatiplerindendi. Üst dudağı yarıktı. Sevgili Peygamberimiz aleyhinde konuşmalar yapardı. Hazreti Ömer radıyallahü anh dedi ki:

- Ya Resulallah lütfen müsaade ediniz şunun iki üst dişini sökeyim de bir daha hiç bir yerde sizi karalamasın.

- Ya Ömer! Bu esirin dişlerini söktürmem demek O'na işkence yapmam demektir. Eğer böyle bir şey yaparsam Allahü teâlâ da bana işkence eder. Belki gün gelir Süheyl, beğeneceğin işler de yapar. O, bir gün öyle bir makamda bulunacak ki sen O'nu o yerde öveceksin.

......

......

Bedr'de ve yol boyunca muzaffer müslümanlar, yüksek bir sevinç yaşarken Medine'dekiler merak içindeydi. Sevgili peygamberimiz, Üseyl'de iken Medine'ye manevi evladı Zeyd bin Harise ile Abdullah bin Revaha'yı haberci olarak gönderdiler. Zeyd bin Harise'ye kendi develeri Kusva'yı vermişlerdi. Abdullah bin Revaha da başka bir deveye binmişti. Haberciler, Medine dışındaki Akik mevkine gelince herkesi haberdar etmek maksadıyla birbirlerinden ayrılarak şehre iki ayrı yönden girdiler. Abdullah bin Revaha devesinin üzerinden seslendi:

- Ey Ensar müjdeler olsun! Resulullah sağ ve selamette! Ebu Cehil, Zem'a bin Esved, Umeyye bin Halef ve daha nice müşrik ya öldürüldü veya esir alındı. Sevinin! Allahü teâlâ, müslümanlara zafer ihsan etti. Mekke kâfirleri perişan oldular. Kaçabilenler kendilerini şanslı saydı...

Âsım bin Adiy, Abdullah bin Revaha'ya dediklerini bir kere daha doğrulatmak istedi. Bu ne muazzam haberdi böyle?

- Doğru mu bu dediklerin ya Abdullah bin Revaha?

- Vallahi doğru söylüyorum. Nitekim Resulullah da esirler de yoldalar. Geldiklerinde hakikati bizzat öğreneceksiniz.

Çocuklar, habercinin etrafını sarmış o ne diyorsa aynısını tekrarlayarak sevinç gösterileri yapıyorlardı.

...şehrin diğer mahallelerinde de Zeyd bin Harise Kusva'nın üzerinden aynı haberi veriyordu. Haberi işiten güya müslüman; dışı müslüman içi kâfir münafıklar, kulaklarına inanamadılar. Mekke'nin o kadar namlı reisi daha ilk çarpışmada müslümanlar tarafından nasıl öldürülebilirdi! Hayır bu haber doğru olamazdı. Münafıklar gerek Zeyd'in oğlu Üsame bin Zeyd'e ve gerekse Medine valisi Lübabe'ye şunu söylüyorlardı:

- Hayır! Zeyd ne dediğini bilemiyor! Eğer haberi sahih olsa niçin Kusva ile gelmiş olsun? Belli ki Peygamber öldürülmüş; o da üzüntüsünden böyle konuşuyor. Belki Ali ve başka kimseler de öldürüldü.

Ebu Lübabe:

- Hayır! Ey iki yüzlüler! Diye bağırdı. Yalan söylüyorsunuz. İslâm ordusu bu zaferi kazandı. Zeyd doğru söylüyor.

Vali, çıkışı tam zamanında yapmıştı. Yoksa bir çok kimsenin zihni bulanmaya başlıyordu. Bu sebeple Zeyd radıyallahü anh'ın oğlu Üsame bin Zeyd, babasından haberi bir kere daha ve hararetle sordu:

- Baba! Bu münafıklar yalan söylüyor değil mi? Gerçek senin ve Ebu Lûbabenin dediği gibi değil mi; fevkalede bir hal yok değil mi?

- Fevkalâde bir hal olmaz olur mu oğlum! Allah düşmanlarının sırtı yere geldi. Varolma veya yokolma kavgasını Rabbimizin inayeti ile ümmeti Muhammed kazandı.

Üsame, zihnini çelmeye çalışan münafıka koştu:

- Ey gerçek yüzü ortaya çıkan sahtekâr! Peygamberimiz gelince senin kelleni vurduracağım!

Her münafık gibi o da sıkıyı görünce derhal yön değiştirdi:

- Canım nereden bilirim. Herkes öyle diyordu. Ben de doğru sandım.

......

......

Zafer haberinin Medine'ye ulaştığında; çocukların habercilerin etrafında sevinç çığlıkları attığında; müminlerin yüzlerinde huzur aydınlıkları dolaştığında; münafıkların bu huzura, bu neş'eye, bu aydınlığa şüpheler düşürmeye çalıştığında; şehrin dışında; az ilerisinde Hazreti Osman radıyallahü anh'ın da aralarında olduğu bir başka cemaat bir başka işle meşguldü; evet onlar bir defin işiyle meşguldüler. Çünkü Sevgili Peygamberimizin kızlarından; Hazreti Osman'la nikâhlanması vahiyle bildirilmiş olan Rukayye radıyallahü anha o gün henüz yirmiiki yaşında iken dünyasını değiştirmişti... Merhumeyi Ümmü Eymen annemiz yıkadı. Cenaze namazını ise bizzat kocası Hazreti Osman kıldırdı. Baki kabristanında toprağa verildi; Sevgili Peygamberimizin çilekeş ve sevgili kızı, babacığı muharebede olduğu için son bir defa görüşemeden; fakat O'nun zafer haberinin Medine'ye geldiği gün ebediyet yurduna geçiyordu.

Peygamberimiz, bir zafar kazanmış; fakat aynı zamanda bir evlad kaybetmişti. En yüksek sevinçle en derin keder, aynı kalbde aynı zamanda buluşuyordu.

......

......

Irkızzubya'ya varıldı. Ordu bir mikdar da burada konakladı.

Irkızzubya arkada bırakılırken Resulullah efendimiz Âsım bin Sabit radıyallahü anha:

- Ya Âsım! Ukbe bin Ebi Muaytin boynunu vur! Emrini verdiler.

Ukbe, küstahlaştı.

- Bu kadar esir içinden niçin ben seçiliyorum?

- Sen Allah'a ve Resulüne şiddetle düşmansın!

- Herkese nasıl davranırsan bana da öyle muamele et! Herkesi öldürürsen beni de öldür; herkesi serbest bırakırsan beni de bırak; herkesten fidye alırsan ben de ödeyeyim!!!

- Ey Ukbe! Allah'ı, Resulünü ve kitabını inkâr eden ve O Resule olmadık işkenceleri reva gören senden daha azgın bir islam düşmanı var mı?

Bütün zalimler, zulüm imkânları kalmayınca sefil mahluklar olurlar. Şerefsiz, haysiyetsiz, beş paralık.

İslâmiyeti yaydığı için ahir zaman Nebisi'nin yakasına yapışıp boğmaya çalışan, evinin önünü kirleten, namazda secdeye gitmişken omuzuna pis deve işkembesi koyan Ukbe bin Ebi Muayt, atından yere suratı üzerine yere çakıldığından beri merhamet sömürüsü yapıyor:

- Ya Muhammed sen beni öldürtürsen çocuklarım n'olacak!

- Ya Âsım! Vur şunun boynunu!

...güneşte parlayan kılıç, yuvalarından fırlayacak gibi korku ile açılan gözler ve bir imansızın tozlara bulanan kafası...

......

......

Medine'ye zafer habercilerinin gönderilmesinden bir gün sonra Peygamberimiz, esir muhafızlarının başına kölesi Şakran'ı kumandan tayin ederek Medine'ye yolladı...ne ibretli hadise! Kendilerini düne kadar asilzâde gören insanlar, şimdi bir kölenin emrinde ahalisini çiftçi diye aşağı gördükleri bir şehre elleri arkadan bağlı olduğu halde sürülerek götürülüyorlar. Esirler, hem yol alıyor hem de bir hayretin cevabını bulmaya çalışıyorlardı. Müminler, niçin onları dövüp sövmüyor; niçin kırbaçlar sırtlarına inip kalkmıyordu? Şunu birbirlerine itiraf etmekten geri kalmadılar: "Şu vaziyette yerlerimiz değişmiş olsaydı; biz onların en az yarısını yollarda kırbaçlayarak öldürürdük.

......

......

......

Küfür ordusu, Bedr'e müslümanlar üzerine sefere çıkınca geride kalan müşrik gençleri her gece Zi Tuva'da toplanarak kahramanlık şiirleri okuyor, destanlar söylüyor, menkıbeler naklediyor ve müslümanları kötülüyorlardı...gençler, her gece yaktıkları ateşin etrafında sarhoş oluncaya kadar içiyor ve bekledikleri zaferi şimdiden kutluyorlardı. Yükselen alev gölgeleri yüzlerinde oynaşırken; onların kopardığı kahkaha çığlıkları, öğürtü ve böğürtüler, gecenin sessizliğini dalgalandırıyordu...ama bir gece meçhul bir sesle titrediler. Bu sesin sahibi kimdi; ses nereden gelmişti, nasıl işitmişlerdi? Anlayamadılar. Delikanlılarını taş gibi donduran, çivi gibi yerlerine mıhlayan, kadehleri ellerine yapıştıran bu dehşetli ses, müşrikleri kötülüyor ve hezimete uğrayacaklarını; boşu boşuna zafer hulyalarına kapıldıklarını ihtar ediyordu...öyle korktular ki içlerinde bu korku yüzünden hastalananlar bile oldu.. Ertesi gün, Mekke, gençlerin anlattığı belirsiz sesin esrarı ile şaşkınken Haysuman bin Abdullah çıkageldi...duvarların gölgeli serinliğine kaçmış halk, Haysuman'ı görünce yeni bir haberin ümidi ile canlandılar...

- İşte savaşın ta ortasından gelen biri... Durun hiç muamma çözmeye uğraşmayın! Şimdi her şeyi öğreniriz.

Haysuman yaklaşırken yaşlılardan biri seslendi:

- Yaklaş ya bahadır! Zaferden haber ver bize! Siz orda düşmanı cezalandırırken biz burada hasretiz tebşirinize!

...devesinden bitkince inen Haysuman bir taşın üstüne çöküverdi...

- Sen ne diyorsun ey ihtiyar? Bırakın şimdi bu kırık dökük manzumelerle güpegündüz zafer rüyaları görmeyi!

- Asıl sen ne diyorsun ya Haysuman? Ne rüyası? Ordudan haber ver lafı ağzında geveleme çabuk...

- Ordu!... Hıh, Ordu!... olmayan şeyin neyini haber vereyim size... Ordu-mordu kalmadı. Bir avuç âsiye yenildik. Bozulduk mahvolduk!... Zafer tâcı müslümanların başında. Şerefimiz yerlerde sürünüyor.

...Haysuman katıla katıla ağlıyor; kafasını yumrukluyordu.

Herkes şaşkına döndü. Orada kim varsa bir an dilsiz kesildi sanki. Adeta her şey buz tuttu; hiç bir şey kıpırdamaz oldu. Yirmi dört saat içinde ikinci vurgunu yemişlerdi. Sessizliği Safvan bin Ümeyye bozdu:

- Ya Haysuman! Aklın başında mı? Sarhoş olmayasın? Veya güneş geçmiş olmasın başına?

- Mahvolduk; mahvolduk. Nerede ise Kureyşin bütün reisleri öldürüldü. Birçok kimse de esir edildi...meselâ ya Safvan senin baban ve kardeşin de öldürüldü...

Safvan çılgına döndü.

- Sus ey uğursuz! Kıyamet koptu de bari...sus ey şom ağızlı...

- Bozguna uğrayanları karşılamaya gidin. Aralarında bir çok yaralı var...

Dişler, ağızlarda asabiyetle öğütülüyordu:

- Ah keşke kıyamet kopsaydı da bu günleri görmeseydik! Nedir şu başımıza gelenler?

çııÖÖçşıÜüENMAR GAZASI: Bu sefere "Enmar Gazası" dendiği gibi "Zi-Emr Gazası" ve "Gatafan Gazası" da denir.

Bedr'in intikam ve öfkesiyle kavrulan Muhariboğullarından ve bu kabilenin en cesuru Avres bin Haris, halkı kışkırtarak bir bölük asker topladı...düşman askeri, Necd'in Zi-Emr denilen bölgesinde karargâh kurdu. Biraz sonra Avres bin Haris, bir taşın üzerine çıkarak askerlerine seslendi:

-Ey kahramanlar! Bedr'i unutmadık ve unutamayız! O, alnımızda silinmez bir kara leke!

Bazı askerler, mızraklarını yukarı doğru yükselte yükselte haykırdılar:

-İntikam! İntikam!

-Lütfen sükûnet!

Dedi Avres ve devam etti:

-Elbette intikam! Ama nasıl bir intikam!

Bunu derken dişlerini sıkmış, yumruğu ile görünmez bir cismi sıkıp ezer gibi bir hal almıştı.

-Öyle bir intikam alalım ki, Yesrib çevresinde ne bulursak yağmalayalım. Taşıyabileceğimizi yanımıza alalım. Alamadığımızı vurup kıralım, yakıp yıkalım.

Düşman bir ağızdan bağırdı.

-Vurup kıralım! Yakıp, yıkalım!

......

Hicretin üçüncü yılı, Rebiülevvel ayının onikisi idi.

...düşmanın yeri, sayısı ve niyeti derhal islâm istihbarat elemanları tarafından Peygamber Efendimiz'e haber verildi. Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, yerine Osman bin Affan'ı vekil bırakarak derhal dörtyüzelli sahabi ile düşmanın bulunduğu mıntıkaya doğru harekete geçtiler.

......

Bazı sahabiler, yolda Salebeoğullarından Cebbar ile karşılaşınca O'nu tutup sorgulamaya başladılar:

-Dur bakalım ya Cebbar! Nereye?

-Yesrib'e..

-Kabilen, Medine üzerine baskın hazırlığındayken sen salına salına Medine'ye gezmeye mi gidiyorsun böyle ya Cebbar?

-Hayır! Benim Salebeoğullarından haberim yok. Ama Avres bin Haris'in bir sefer için ahaliyi toparlamaya çalıştığını işittim.

-Sonra?

-Sonrası o kadar! Başka birşey bilmiyorum.

......

Cebbar gayet sakindi ve her haliyle itimat telkin ediyordu.

...kendisini yakalayan sahabiler, O'nu Resulullah Efendimizin huzuruna çıkararak aralarında geçen konuşmayı arz ettiler. Cebbar, belki de hayatından endişe ederken; bir teklifle şaşırdı...evet kelimenin bütün mânâsı ile şaşırdı. Çünkü kabilesi, Medine üzerine gelirken O, bundan habersiz de olsa müslümanların eline düşmüştü. Her türlü kötülüğü yapabilir; canına kıyabilirlerdi..

...ama yapmadılar. Zira onlar müslümandı; Allah'ın seçilmiş kulları. Cebbar, hayatından bile kaygılanırken en ufak bir taciz ve hakaret görmediği gibi koskoca bir Peygamber O'nu muhatab almış hak dine davet ediyordu...sıcacık; yumuşak, saran ve kucaklayan bir sesle. Cebbar, hiç zorlanmadan içten gelen bir arzu ile hemen müslüman oldu; radıyallahü anh.

Ve şu bilgiyi verdi:

-Ya Resullallah! Onlar, sizinle karşılaşma cesaretini gösteremezler. İslâm ordusunun üzerlerine gelişini haber alırlarsa muhtemelen dağlara kaçacaklardır. Nerelere gizleneceklerini tahmin edebiliyorum. Eğer müsaade ederseniz sizinle gelip saklanacakları yerleri haber vereyim...

...bir yerde cihad varsa, bu cihada iştirak her müslümanın üzerine farzdı; ve farzdır. Cebbar radıyallahü anh da müslüman olmakla bu yüksek mükellefiyete dahil olmuştu.

Efendimiz teklifi memnuniyetle kabul buyurdular; ve Hazreti Cebbar'ı Bilal-i Habeşi radıyallahü anh'ın yanına verdiler.

......

Şanlı islâm ordusu, Zi Emr'e geldiğinde bulutlanan gök, dökmeye başlamıştı bile.

...hakikaten Cebbar'ın dediği oldu. O kahraman edalı şirk ordusu, varlıklarından haberdar olan islâm askerinin gelmekte olduğunu öğrenince soluğu dağ duldalarında almışlardı.

...islâm ordusu, meydana doğru ilerlerken rahmet, bir başka rahmeti müjdelercesine hızlandıkça hızlanıyordu...kalkanı olanlar bunlarla, olmayanlar bulabildikleri ile korunmaya çalıştılarsa da sevgililer sevgilisi aziz Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem dahil, müminler, tepeden tırnağa su içinde kalmışlardı.

...yağmur, bir zaman olanca şiddeti ile devam etti ve sonra sakinleşti, yavaşladı ve dindi...şimdi güneş açmış; kurşuni bulutlar çekilmiş, her taraf aydınlığa boğulmuş; bir ebemkuşağı, ufka türlü renklerle köprüsünü kurmuş; hava iyiden iyiye ısınmaya başlamıştı...herkes bir tarafta üstünü başını kurutuyordu.

Resulullah Efendimiz de vadinin tenhaca bir yerine gittiler ve elbisesini çıkartarak bir bodur ağaca serdiler. Elbise kururken, Efendimiz yağmur sonrası o güneş güzelliğinde yumuşak kumlara uzandılar...sağ yanları üzerine idiler ve sağ avuçları sağ yanaklarının altındaydı.

......

Müminleri bulundukları dağ kovuklarından dikkatle izleyenler, Avres'e koştular. Bir büyük işi başarmışcasına nefes nefese idiler:

-Ya Avres! Muhammed, kenarca bir yerde; bir ağaç altında yalnız. Ne yapılabilirse şimdi yapılır. Haydi!

Avres:

-Siz burada kalın; O'nun işini ben bitireceğim.

...dedi ve kılıcını aldığı gibi gizlene gizlene Peygamber Efendimizin istirahat buyurdukları ağaç dibine kadar sokularak başuçlarında dimdik yükseldi. İşte kılıcı, kendisi ve düşmanı karşı karşıya idiler. Heyecandan belli belirsiz titriyordu. Nice kimsenin öldürmek için peşinde olduğu insan, önünde yapayalnız uyuyordu.

Efendimiz, birden mubarek gözlerini açtılar ve vaziyeti farkederek derhal ayağa fırladılar; ancak kılıçlarına uzanma imkânını bulamamışlardı.

Neticeden emin olan Avres gürledi. Sesi yırtıcı, gözleri hırsla dolu, kılıçlı sağ eli havadaydı:

-Ya Muhammed! Şimdi seni elimden kim kurtaracak? Şurada kılıçsız sen ve silahlı ben, yapayalnızız! Kim kurtaracak seni elimden kim? Söyle!!!

Avres, hançeresini paralar; pazu ve kılıcına güvenirken; karşısındaki muhteşem insanı dize getireceği zannındaydı. Zavallı ve sefil bir zan.

Sevgili Peygamberimiz, Avres'i şaşırtan bir sakinlikle cevap verdiler:

-Ya Avres! Allah, beni kurtarır; seni de mahcup eder...

Avres, kendisindeki kızgınlık ve şiddete mukabil muhatabındaki sakinlik karşısında ürktü. Az fakat emin konuşmuştu. O, bu ruh halindeyken yetişen Cebrail aleyhisselam, Avres'in göğsüne şiddetli bir yumruk indirdi.

...ta gerilere savrulan Avres, sırtüstü yere yuvarlanmış; elinden kurtulan kılıcı Efendimiz'in önüne düşmüştü. Kılıcı yerden alan Kahraman Peygamber, bir sıçrayışta düşmanın yanına gelerek başucuna dikildi. Avres kumların üzerinde bir böcek gibiyse, Sevgili Peygamberimiz elinde kılıç ile heybetli bir dağ gibiydi. "Eyvah", dedi Avres içinden, "İşte sonum geldi. Ben O'nu öldürecektim; halbuki şimdi O, beni öldürecek." Soğuk terler döküyordu.

Kâinatın Sultanı, ayakları dibindeki adama sordular:

-Ya Avres! Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?

..."Benim" dediği öz kılıcı, yerdeki adamın boynunu kesmek için güneşte yanıp dururken, sarı toprak, sarı kum ve Avres'in yüzü aynı rengi almışlardı. Yüzünü yalayan bir rüzgar, alnına yapışan saçlarını yerinden oynatamadı...gözlerine doluşan tuzlu terleri kolunun yeni ile sildi ve kuruyan boğazını yutkuna yutkuna yumuşatmaya çalıştıktan sonra, en alt perdeden yalvarmaya başladı:

-Hata ettim!

-Evet hata ettin. Ama asıl hatan küfrde inat etmen. Hataların menbaı küfrün. Sen inansan da inanmasan da mutlak hakikat değişmez. Bu sebeple gel, Allah'dan gayrı ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna iman ve şehadet et.

Avres, şaşkınlıklar içindeydi. Hafif kekeleyerek konuştu:

-Beni öldürebilirdin.

Efendimiz, tebessüm buyurdular. Yanakları goncagül pembeliğinde:

-Biz, insanları öldürmek için gelmedik. Biz, ebedi hayatın habercisiyiz...

...Avres'in kalbi yumuşadı; gözlerini ılık yaşlar basmıştı. Yerinden doğrulurken Kelime-i şehadet getiriyordu:

-Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulühu.

Sevgili Peygamberimiz, kar renkli dişlerinin daha da güzelleştirdiği tatlı bir gülüşle kılıcını Avres radıyallahü anh'a uzattılar.

...mahcup bir el, Peygamberler Peygamberinin verdiği kılıca giderken, henüz mümin olmuş bu insan, hikmeti tâ canevinden yakalamıştı.

-Ya Resulallah! Sen insanların en hayırlısısın!..

......

Elbette ve muhakkak öyle...

O, insanların ve bütün mahlukatın en üstünü ve en hayırlısı...

......

Efendimiz, Avres'i tekrar bölüğünün başına gönderdiler...daha yaklaşırken düşman askerleri sormaya başladılar:

-Uzaktan seçebildiğimiz kadarı ile kılıcınla Muhammed'in karşısına dikilmişken birden geriye savrulup yere düştün. Ne oldu anlayamadık?

Hazreti Avres, yüksekçe bir taşa oturduktan sonra, başlığını çıkartıp alnının terini sildi ve tane tane cevap verdi:

-Evet. Gördükleriniz doğru. Tam O'nun karşısına dikilmiştim ki, birden nerden geldiğini anlayamadığım beyaz kıyafetli ve uzun boylu biri göğsüme şiddetli bir yumruk vurdu. Bu öyle şiddetli bir darbe idi ki, ben bir tarafa uçtum, kılıcım bir tarafa.

...askerler şaşırmışlardı. Biri sordu?

-Peki kimmiş o sana vuran?

-Peygamberimize vahiy getiren melek; Cebrail.

...askerleri bir kaynaşmadır sardı:

-Ya Avres! Demin dilin mi sürçtü? "Peygamberimiz" dedin.

Hazreti Avres, oturduğu taşın üzerinde ayağa kalktı...başı sanki bulutlara değiyordu...bir ân orda olanları süzdü ve konuşmaya başladı:

-Ben, elhamdülillah, müslüman oldum. Siz de müslüman olun..O ne diyorsa doğruyu söylüyor.

Hazreti Avres'in yüzü ışıl ışıl..

...

Salebeoğulları ve Muhariboğullarından nasibi olanlar imana geldiler.. Böylece Efendimizin Hazreti Avres'i niçin tekrar müşriklerin arasına gönderdiği anlaşılıyordu. İman etmeyenlerse O'na birşey diyemediler. Zira acı kuvveti imanla nakışlanan bu müslümana şimdi hepten karşı duramazlardı.

NECRAN GAZASI: Enmar'ı Necran Gazası takip etti; veya diğer ismi ile Beni Süleym Gazası.

Fer bölgesinin "Beni Süleym" mıntıkasında toplanan çok sayıda müşrikin Medine'ye saldıracağı haberi Resulullah'a gelince; Efendimiz, yerlerine İbni Ümmü Mektum Hazretlerini vekil bırakarak üçyüz kişilik bir kuvvetle düşmanın üzerine yürüdü...ancak düşmanla karşılaşmak mümkün olmadı. İslâm ordusunun Peygamberimiz kumandasında gelmekte olduğunu işitince kaçıp kaybolmuşlardı... Bu sefer de oniki gün sürdü.

KARDE SERİYYESİ: Kureyş müşriklerinin esas kazanç yolları ticaret. Ama Bedr hezimetinden sonra Şam'a ticaret kervanı yollayamaz oldular. Mekke-Şam sahil yolu müslümanların hakimiyetindeydi. Bu sebeple Kızıldeniz sahil şeridi ile Şam'a ne mal gönderebiliyor; ne mal getirtebiliyorlardı. Sevgili Peygamberimiz, Mekke'yi iktisadi kuşatmaya almıştı. Şimdi bu kuşatma yavaş yavaş neticelerini vermeye başlıyordu. Şam'la ticaretin kopması müşrikleri sarsmaya başlamıştı...gidişat kendileri için iyi değildi ve bu hale muhakkak bir çare bulmaları lâzımdı...

Bu sebeple bazı Kureyş büyükleri toplandılar.

Safvan bin Ümeyye ilk sızlanan oldu:

-Muhammed, ticaretimizi felç etti. Adamlarına karşı ne yapacağımızı bilmiyoruz. Kıyı şeridi tamamen ellerinde. Şam'a gidip gelecek bir yol, bir imkân bulmalıyız. Eğer böyle serbest gezen mahkûm gibi yaşamaya devam edersek yakında sermayeleri de tüketeceğiz. İyiliğimizin karşılığını veriyorlar! Biz, müslümanların ticaret için yazın Şam'a kışın Habeşistan'a gitmelerine izin vermemişmiydik?

Hayır, izin vermemişlerdi. Böyle bir kolaylıkları olmadığı gibi, Mekke'den göçe zorladıkları müslümanların yakınlık ve akrabalıklarına bile aldırmadan geride kalan mal ve mülklerini talan ederek mülkiyetlerine geçirmişlerdi.

Esved bin Muttalib:

-Evet; sahil yolu tehlikeli. Fakat tehlikesiz yol da var.

Safvan:

Neresi, dedi, hangi yol?

Esved:

-Irak yolu. Gerçi daha uzun ve çöllerle dolu bir güzergâh ama kış mevsimindeyiz. Bu mevsimde çölün mahzuru olmaz.

Konuşmayı dinleyenler neşelendiler:

-Hay aklınla çok yaşa Esved bin Muttalib. Şimdiye kadar Irak yolunu neden düşünemedik?

Yine kendileri cevap verdiler:

-Herhalde hiç kullanmadığımız için. Bir de çöller yüzünden. Ama şimdi nasıl olsa yaz değil; onun için iyi fikir.

Bir başkası yükü Safvan bin Ümeyye'nin üzerine yıkmanın tam zamanını yakaladı:

-Evet evet bu iş bitmiştir artık. Safvan bin Ümeyye bir Mekke kervanını Şam'a götürecek.

Safvan, kurtulmak istediyse de buna fırsat verilmedi:

Safvan:

-Ben o yolu bilmiyorum ki..

Esved:

-Senin bilmen şart değil.

-Kimin bilmesi şart ya?

-Sana öyle bir kılavuz vereceğiz ki, gözünü kapasan menziline varacaksın.

-Kim o?

-Furat bin Hayyan.

......

Furat'ı çağırdılar ve meseleyi izah ettiler.

Adam:

-Hiç endişe etmeyin! Benim sizi götüreceğim yolları Muhammediler asla bulamazlar!

Mesele kalmamıştı.

...develer hazırlandı ve bu yeni yolla Şam'a varmak için hareket ettiler.

...kervan, satmak için Ebu Süfyan'ın külliyetli mikdarda gümüşünü, Esved bin Muttalib'in üçyüz miskal altın ve gümüş külçesini, Safvan bin Ümeyye'nin otuzbin dirhem kıymetindeki çeşitli mallarını, gümüşlerini, kaplarını ve diğer Kureyşlilerin muhtelif ticaret eşyalarını taşıyordu.

Ebu Süfyan, Abdullah bin Ebi Rebia ile Huvaytıb bin Abdüluzza, Abdullah bin Ümeyye'ye refakat ediyorlardı.

...kervan zât-ı Irk'a doğru yol alıyordu.

Bu sırada Nuaym bin Mes'ud isminde bir müşrik, Mekke'den Medine'ye gelerek Beni Nadr yahudilerinden Kinane bin Ebilhukayk'ın evine misafir olmuştu.

O akşam, ev sahibi ile Mekkeli misafiri tas tas şarap devirdiler. Söz ve iradelerine hakim olamayacak kadar sarhoş olmuşlardı. Onlar bu haldeyken bir Mekkeli'nin izini tesbit eden Salit bin Numan radıyallahü anh da geçerken "merhaba" demek için uğramış gibi yanlarına geldi.

Mekkeli çoktan hezeyana başlamıştı.

-Biliyor musun yahudi uşağı?

-Neyi bilecek mişim?

-Şam'a bir kervan yolladık.

-Sen sarhoşsun!

-Kim? Ben mi? Ben sarhoş olmam! Bir küp şarap bana vız gelir.

-Canım madem öyle; Şam yolunun müslümanların elinde olduğunu niçin unutuyorsun da hayalden Şam'a kervan-mervan yolluyorsun.

Salit bin Numan, dikkatle dinliyordu.

-Hıh! Hayalimmiş! Bu yeni bir yol yeni.

-Yeni bir yol mu?

-Tabii ya! Irak yolu.

-O koca çölü nasıl aşacaklar..

-Sen yahudisin aklın ermez. Uzza var ya, Uzza!

-Var var. Latınız da var.

-Evet; şey de Menat da.. Üff be bizim de ne çok ilahımız var. Ne yapalım canım ben olsunlar demedim ki; işte öyle. İnanmış gidiyoruz..

-Neyse şerefe!

-Şerefe. Kervan reisi Saffan bin Ümeyye'nin şerefine...şeyin de şerefine.

Kinane, çıngıraklı bir kahkaha kopardı.

-Develerin..

-Bırak şimdi eğlenmeyi...şeyin de; kervan kılavuzu Furak bin Hayyan'ın da şerefine..

......

Salit bin Numan, zihninden "ey ahmaklar! Olmayan şerefinizi nelerle yaldızlıyorsunuz" dedi ve geldiği gibi bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Dışarı çıkar çıkmaz seri adımlarla Hâne-i Saadet'e doğru yürüdü.

Gayet kıymetli bilgiler toplamıştı.

Peygamber Efendimiz, Salit radıyallahü anh'ı dinledikten sonra Zeyd bin Harise radıyallahü anh'ın derhal düşman kervanını vurmasını emrettiler.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla