|
Peygamberimiz, asker, binek ve techizat mikdarını saydırdılar: İslam ordusu bin kişiydi.. Yüz kişi zırhlıydı. İki at vardı. Atlardan biri Resulullah'a aitti, biri Ebu Bürdeye. Hepsi bu kadar.
...
Sa'd bin Muaz ve Sa'd bin Ubade hazretleri Peygamberimizin atı önünde gidiyorlardı. Yolda islam ordusuna altıyüz kişilik bir yahudi birliği de katılmak istedi. Bunlar Abdullah bin Übey'in müttefikleriydi. Yahudilerden gelen haber Peygamberimize sunulunca buyurdular ki:
-Onlar müslüman oldular mı?
-Hayır ya Resulallah!
-Öyleyse geri dönsünler. Çünkü biz müşriklere karşı kâfirlerin yardımını kabul etmeyiz.
...
...akşam namazı Şeyhayn'da kılındı ve gecenin burada geçirilmesine karar verildi.
Yatsı namazının edasından sonra da ordu istirahate çekildi...dinlenmekte olan Sevgili Peygamberimizin muhafızı Zekfan bin Abdilkays radıyallahü anhtı. Orduyu da elli kişilik bir muhafız bölüğü koruyordu; Efendimiz, bu birliğin kumandanlığına Muhammed bin Mesleme radıyallahü anhı tayin etmişlerdi.
......
Nitekim müşrikler, Zülhuleyfe'ye geldiklerinde müslümanların Şeyhayn'da gecelediklerini haber alınca İkrime bin Ebu Cehil kumandasında bir vurucu öncü kuvveti müslümanların üzerine gönderildiler...düşman fedaileri Harre'ye kadar sokuldularsa da, gerek o yerin sarplığından ve gerekse islâm muhafız bölüğünden dolayı baskına teşebbüs edemeden geri döndüler.
......
Ordu-yı Hümayûn, Cumartesi sabahı namazdan önce Uhud'a geldi.
Sevgili Peygamberimiz, Medine'de kalıp kalmama hususunda çevresindekilerle istişare edip de çoğunluk, "düşmanı şehir dışında karşılayalım" deyince bu fikre itibar etmişlerdi. Halbuki bizzat kendileri Medine kalesinden çıkılmamasını tercih ediyorlardı. Abdullah bin Übey de görüş olarak Kureyşlilerin kale içinde karşılanmalarının doğru olacağını söylemişti...ama bu konuda yüce Allah'dan vahiy gelmediği için Efendimiz, mü'minlerin çoğunluk kararına uymuşlar; fakat Abdullah bin Übey bu bağlayıcı ve üstelik Peygamber tasvibi ile tasdikli kararı bir türlü içine sindirememişti. Bu sebeple Uhud'a kadar geldiyse de burada zehrini kustu ve münafıklığını/dışı müslüman içi kâfir olan gerçek yüzünü belli etti ve kavminden kendisine tam bağlılarla diğer münafık ve şüphe içinde olanları ayarttı.
Abdullah bin Übey diyordu ki:
-Ey arkadaşlar! Muhammed bu kadar ciddi ve hayati bir meselede bizim değil; hatta kendisinin de değil; hiç bir savaş tecrübesi olmayan; hevesleri, akıllarını örtmüş tıfılların dediklerine kıymet verdi. Şimdi burada yanlış bir karar uğruna boşu boşuna ölmemizin bir manası var mı? Hayır yok! Hayatımızı ortada mı bulduk?
Yardakçıları O'nu desteklediler:
-Yaa doğru diyor tabii. Niye Medine'yi terk ettik?
-Evet yanlış iş yapılıyor.
Ve Abdullah bin Übey, kendisine "baş münafık" dedirtecek cür'eti gösterdi:
-Medine'ye dönüyoruz. Haydi yürüyün.
...tam üçyüz kişi Medine'ye döndüler. Sureta Medine'ye, aslında cehenneme...
Evs kabilesinden Hariseoğulları ile Hazreç kabilesinden Selimeoğulları liderlerinin bu davranışı ile bir an sarsıldılarsa da Cenab-ı Hak kalblerine kuvvet vererek onları ebedi felaketten korudu.
Bu hareketle islâm ordusu bir ânda bin kişiden yediyüz kişiye düştü..
Evet ordumuz; üçte bir kuvvetini kaybetmişti ama; aslında bu bir kayıp değil arınmaydı. Allah'ın dinine hizmet her kula nasip olmayacağına göre çürükler aradan ayıklanmış, geriye halis müslümanlardan kurulu bir iman ordusu kalmıştı.
Buna rağmen Selimeoğullarından Abdullah bin Amr, Medine'ye geri gidenlerin arkalarından koşarak onları caydırmaya çalıştı:
-Ey kavmim! Geri dönün! Size çocuk ve kadınlarımızı nasıl korursak Peygamberi de öyle koruyacağımıza dair Akabe'de verdiğimiz sözü hatırlatırım.
Başmünafık, bu sözler karşısında yalana sığındı:
-Kureyş'le Muhammed arasında bir muharebe olacağına inanmıyorum.
...
Abdullah bin Amr ne kadar uğraştıysa da bir şey yapamadı ve mücahidlerin yanına geldi. Sevgili Peygamberimiz, buyurdular ki:
-Ateş gümüşün kirini-pasını nasıl temizlerse; Medine de muhakkak ki bütün kötülükleri öylece temizleyecektir.
...mü'minlerle münafıklar böylece ayrılmış oluyorlardı. İnen ayetler de bunu açıklıyordu.
Bilal-i Habeşî, ezan ve kamet okudu. Mü'minler, Sevgili Peygamberimizin arkasında silahları üzerinde olduğu halde cemaatle sabah namazlarını kıldılar. Resulullah imamesinin üzerine bir tolga ve zırhının üzerine bir zırh daha giyindi.
Ordu, Efendimizin emri ile sırtını Uhud Dağı'na verdi.
Peygamberimiz Orduyu harp nizamına soktular: Sağ kanat komutasını Ukaşe bin Muhsan'a, sol kanat komutasını Ebu Seleme bin Abdil Esed'e ileri hat komutasını Ebu Ubeyde bin Cerrah ve Sa'd bin Ebi Vakkas'a, ardçı komutanlığını da Mıkdat bin Amr'a verdiler. Mubarek Peygamberimiz, islâm sancağını da kendi elleri ile Mus'ab bin Umeyr'e teslim ettiler. Parola "öldür" kelimesiydi.
...tam bu sırada Medine tarafından birinin koşarak gelmekte olduğu görüldü. Yaklaştığında gelenin bir gece önce Abdullan bin Ubey'in kızı Cemile ile evlenen Hanzala bin Ebu Süfyan olduğu anlaşıldı. Cumartesi sabah orduya katılmak için Peygamberimiz'den müsaade alan aziz sahabi, bu sebeple kan-ter içinde cihada yetişmişti...
Mücahidlerin yüzü Medine'ye bakıyordu. Ordunun solunda bulunan Uneyn Tepesinde bir geçit vardı. Küffar buradan bir çevirme hareketi yapabilir endişesi ile Resulullah Efendimiz, Abdullah bin Cübeyr komutasında elli kemankeş/okçu neferi geçidi beklemek için vazifelendirdiler ve sıkı sıkıya talimat verdiler:
-Ey mücahidler! Sizin vazifeniz bu geçidi bekleyerek düşmanın bizi arkadan vurmalarına mani olmaktır. Eğer müşrik atlıları geçidi aşmak isterlerse; üzerlerine ok yağdırınız. Oklara karşı at süremezler. Biz aşağıda galip de gelsek; mağlub da olsak yerinizden kıpırdamayınız. Hatta yırtıcı kuşların cesetlerimizi parça parça ettiklerini görseniz bile buradan asla ayrılmayınız. Müşrikleri bozguna uğratıp ayaklarımızın altında ezdiğimizi görseniz dahi size bir haberci göndermedikçe burayı terketmeyiniz.
çııÖÖçşıÜü...aslında Uhud Gazası'ndan da kazançlı çıkan mü'minler oldu. Çünkü:
1-Bu harbi Kureyş müşrikleri çıkartmışlardı. Bedr'in intikamını almak ve başta Sevgili Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem olmak üzere müslümanları öldürmek gibi son derece iddialı bir gaye ile Uhud'a gelen düşman, bu iddiasını savaş meydanında bırakarak geri dönmek zorunda kalmıştı.
2-Mü'minlerin, en müsait olmayan şartlarda bile Peygamberlerini, dinlerini, vatanlarını müdafaa etmelerindeki fedakârlık, cesaret ve kahramanlık, düşmanda ister istemez "biz, artık kolay kolay müslümanları mağlup edemeyiz" fikrini uyandırmıştı. Nitekim; Resulullah Efendimiz, Ordu-yı Hümayun, Medine'ye dönerken yaptığı değerlendirmede bunu daha önceden haber vermişlerdi: "Mekke müşrikleri bir daha bize galip gelemezler. Bundan sonra fetih bizimdir"
3-Uhud muharebesi, aynı zamanda bir temizlik harekâtı olmuş; görünüşte mü'min ve fakat kalbten kâfir olan münafıklar, zoru görünce sâdık ve hâlis müslümanlardan ayrılmışlardır.
4-Uhud, imtihan içinde imtihan olmuştur.
Hâkim ânda da; kötü şartlarda da mücahidler, gözlerini kırpmadan canlarını Sevgili Peygamberimiz için verebileceklerini fiilen isbat etmişlerdir.
5-Müslümanlar, kadın ve erkeği ile, yaşamaktan maksadın şehid olmak olduğunu bir kere daha ortaya koymuşlardır.
6-Müslüman mücahidelerin de müslüman mücahidler gibi ne kadar büyük kahramanlar olduğu anlaşılmıştır.
7-İslâm ordusu, her ne kadar kâfirlere göre daha fazla kayıp vermişlerse de; kâfirlerin kendileri için çok mühim şahsiyetleri katledilerek mü'minler, kemiyette; düşmansa keyfiyette zarara uğramış; yani aslında kâfirlerin kaybı daha büyük olmuştur.
8-Uhud, genç müslümanların da tecrübe kazanarak gelecek savaşlara hazırlanmalarına imkân vermiştir.
9-Uhud'da yaşanılan büyük üzüntü ve sıkıntılar, müslümanlara Resulullah'a şeksiz-şüphesiz itaat etmenin şart olduğunu öğretmiştir.
10-Bu savaşta her ev, en az bir şehid veya yaralı vermiştir. Allahü teâlâ, gönlü kırıklarla beraber olduğu için mü'minler, hâsıl olan gönül kırıklığı içinde sabretmişler; bu sabır, onların derecelerinin daha da yükselmesine ve islâmın yayılışında sür'ate vesile olmuştur.
......
Hakîkaten islâm hanımları, hem Uhud'da ve hem de harbden sonra büyük bir gayretle çalışmışlardır. Nesibe binti Kâb'ın, radıyallahü anha, bütün zamanlar boyunca müslüman kadınların yüzlerini ak edecek destânî kahramanlığına şâhid olduk....ancak Uhud'da hizmet veren mü'mineler, Nesibe anneden ibaret değil. Ümmü Seleme, Muavviz binti Rübeyyi, Ümmü Salît, Ümmü Atiyye, Hamne binti Cahş ve Sümeyra binti Kays ve diğerleri...bunlar mücahidlerin sökülen kılıç kınlarını diker, muhariplere su dağıtır, yaralıları tedavi ederlerdi. Henüz hicâb ayetlerinin gelmediği bu dönemde ordu Uhud'a gelirken Ümmü Seleme, gazaya dahil olmak için Sevgili Peygamberimiz'den hususi izin istedi:
-Yâ Resûlallah! Benim de gazaya çıkmama müsaade buyurur musunuz?
Efendimiz dediler ki:
-Yâ Ümmü Seleme! Kadınlara cihad farz kılınmamıştır.
Mübarek kadın yalvardı:
-Yâ Resûlallah! Ben, mücahidlere su dağıtır, gözü ağrıyanların gözlerini tedavi eder, yaralarına bakarım.
Peygamberimiz, bu candan isteği kırmadılar:
-Öyleyse gazaya çıkman ne güzel olur...
...fakat en fazla gazaya katılan müslüman hanım, Ümmü Atıyye radıyallahü anha.
Uhud'dan Medine'ye dönünce Mescid-i Nebi'de bir çadır kuruldu. Bu "Çadır Hastane"de yaralıları Küayme binti Sa'd tedavi etti. İşte İslâm tarihinin ilk kadın hekimi, radıyallahü anha.
Evet Uhud bir muazzam imtihan. Sıkıntılara sabır ve Resulullah'a bağlılık imtihanı. Şu hâdiseyi değil bir kadın, en yiğit yürekli bir erkek bile nasıl yaşar? Aşkolsun böyle parlak imân ve tevekkül sahiplerine.
Sümeyra binti Kays, cepheden dönenlere babası, kocası ve oğlunu sordu:
-Hepsi de şehid oldu, dediler.
Fakat kahraman kadın, ne sendeledi, ne yere yıkıldı, ne de acı çığlıklar kopardı. Sümeyra radıyallahü anha annemiz, o ân herkesi hayran bırakan bir teslimiyet ve vakarla şunu sordu:
-Resûlullah nasıl?
-Hamdolsun iyi, dediler.
Sümeyra hâtun, Resûlullahı buldu ve binek üzerindeki o yüksek zâtın eteğinden tutundu:
-Yâ Resûlallah! Anam babam sana fedâ olsun... Yeter ki sen sağol. Sen sağ olduktan sonra bütün felâketlere katlanırız.
...
Bir şey ancak ve yalnız Allah için olursa makbûl ve güzel ki bunun ismi ihlâs.
Uhud'a giderken Ensar'dan Ebu Süfyan bin Haris'le bir arkadaşı konuşuyorlar.
Arkadaşı, Rabbine dua ediyor:
-Allahım! Bana Resulünün yanında şehidlik nasib et ve evime geri döndürme...
Ebu Süfyan bin Hâris'se tâ kalbden gelen duygularla şöyle yalvarıyor:
-Allahım! Bana Resûlünle birlikte çarpışmak; fakat evime ve yavrularıma sağ-sâlim dönmek nasib eyle...
...ne var ki Ebu Süfyan bin Hâris, şehid olmuş; arkadaşı ise sağ-sâlim geri gelmişti.
Bu hâl Sevgili Peygamberimiz'e anlatıldığında buyurdularki:
-Ebu Süfyan iki kişinin en ihlâslısı idi...
Zira Uhud yolunda iken küçük kız çocukları sebebi ile yukarıdaki gibi niyet eden; Ebu Süfyan bin Hâris, harb, müslümanların aleyhine dönüp de düşman hâkim vaziyete geçince bu defa şöyle demişti:
-Allahım! Yavrularım sana emanet. Bana düşman karşısında şehidlik nasip eyle...
İşte mü'min; radıyallahü anh.
Bir şehidin duyduğu ölüm acısı, ancak bir pire ısırması veya bir çimdik acısı kadar. Vefat eden hiçbir mü'min, bir ânlık zaman için bile olsa tekrar dünyaya dönmek istemez. Bu geri gelme arzusu sadece şehidlerde mevcut. Onlar, bir kere daha bu dünyaya dönmek ve Allah yolunda bir daha can vermek isterler. Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar:
-Varlığım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; ben, Allah yolunda öldürülmemi, sonra diriltilmemi, sonra öldürülmemi, sonra diriltilmemi, sonra öldürülmemi, sonra diriltilmemi, sonra öldürülmemi ne kadar isterdim.
Şehidlik, bir mü'minin kul hakları dışındaki bütün günahlarının yok olmasına sebep oluyor.
Şehidlerin hangi nimetlere kavuştuklarını Sevgili Peygamberimiz açıklıyorlar:
-Kanının yere düşen ilk damlasıyla birlikte şehidin bütün günahları affolunur; şehid, cennetteki makamını görür, kıyamet gününün korkusundan emin olur; şehidin başına yakuttan vakar tâcı konur ve şehidin yakınlarından yetmiş kişiye şefaat etmesine müsaade olunur.
...
Bir gün, Sevgili Peygamberimiz, Uhud şehidlerini ziyaret ettiler; ve dediler ki:
-Ey Hak olan Mâ'bud! Senin bu kulun şahâdet eder ki bu cemaat, senin rızanı talep edip şehid olmuşlardır.
Sonra devam ettiler:
-Kıyamet gününe kadar, kabirlerini ziyaret ederek selâm verecek din kardeşlerinin selâmlarına karşılık vereceklerdir. Ben bunların şehid olduklarına, kıyamet gününde de şâhidlik edeceğim.
......
Hakîkaten Uhud şehidlerine selâm veren sahabiler, zaman zaman selâmlarına karşılık verildiğini işitiyorlar. Bir zamân sonra misk kokulu bu kabirler, nakledilmek icap ettiğinde şehidler, az evvel uykuya dalmış gibi bulunacaktır.
......
Yaralılara gelince; Uhud'da bütün mü'minler yara almış; bu sebeple topal ve çolak kalanlar da olmuştu. Vücudunda en çok yarası olansa yetmişbeş yara ile Talha bin Ubeydullah radıyallahü anh'dı.
Peygamberimizi Medine kapısından girince Ebu Said-i Hudri radıyallahü anh ile Hudre çocukları karşıladılar. Efendimiz at üzerinde iken Ebu Said, Peygamberimizin dizini öptü.
Resûlullah, sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz, evlerinin önüne kadar atları ile geldiler...attan yardımla inecek kadar yaralı idi.
...akşam ezanını yine Bilâl-i Habeşi radıyallahü anh okudu. Sevgili Peygamberimiz iki sahabi desteği ile mescide geldiler. Ancak yatsı cemaatine gelemediler.
...
Evs ve Hazrec seçkinleri, sabaha kadar kahraman Peygamberin evi önünde nöbet tuttular.
......
Aziz Peygamberimiz gecenin üçte biri geçince kapısı önünde kendisini bekleyen Hazret-i Bilâl'in seslenmesi ile namaz için uyandı.
Uzaktan ağıt ve feryatlar işitiliyordu. Efendimiz, sesin ne olduğunu sordular.
-Ensar kadınları, Hamza'ya ağlıyorlar yâ Resûlallah!..
Peygamberimiz, dua buyurdular:
-Allah kendilerinden de, çocuklarından da râzı olsun.
...ancak geç vakit olması sebebiyle evlerine dönmelerini emrettiler. Ertesi günse şehidlerin ardısıra ağlayıp-sızlanmayı yasakladılar.
......
Resûlullah'a bir çocuk geldi; ağlıyordu.
Efendimiz sordular:
-Niçin ağlıyorsun sevgili yavrum?
-Babasız kaldım.
Hep ferahlık ve teselli kaynağı Peygamberimiz yine sevindirdiler:
-Ben, baban olsam; Aişe de annen olsa râzı olur musun?
Az evvelki gamlı çocuk gitmişti.
Şehid yavrusunun yüzünde güller açtı:
-Evet...
Resûlullah yetim çocuğun saçını okşarken sordular:
-Senin ismin ne?
-Büceyr.
-İsmin bundan sonra Bişr olsun!..
Küçük Bişr, sevinerek evine döndü...
......
Mü'minlerin Uhud'da şehidler vererek yara-bereler içinde geri dönmeleri Medine'de müslümanları ne kadar üzmüşse; münafıkları da o kadar memnun etmişti. Uhud'a kadar geldikleri halde mücahidlere ihanet ederek cepheyi terk eden baş Münafık Abdullah bin Übey ve dört arkadaşı şimdi "biz dememiş miydik" böbürlenmesi ile ortalığı karıştırıyorlardı. Yaralı mücahidlerden biri de Abdullah bin Übey'in oğlu Abdullah bin Abdullah radıyallahü anh'tı. Baş münafık, hasta yatağındaki oğluna çıkıştı:
-Sen babanı değil; gençlerin sözü ile hareket eden Muhammed'i dinleyerek kendini bile bile felakete attın! Ben, bu neticeyi tahmin ettiğim için sevenlerimle beraber geri döndüm..
Hazreti Abdullah, yattığı yerden cevap verdi:
-Kimbilir harbin böyle bitmesinde ne hikmetler vardır.
......
Baş münafık Abdullah bin Übey bin Selul'ün eline artık bir fırsat geçmişti. Uhud mahzunluğunu münafıklar lehine değiştirmek için var güçleri ile çalışıyorlardı.
Dedikleri şu:
-Ölenler bizimle olsalardı; şimdi hayattaydılar.
Böyle diyor; Medine'de fitne ateşini alevlendiriyor ve mü'minleri Resûlullah'dan yüz döndürmeye uğraşıyorlardı. Baş destekçileri de yahudiler. Onlar da şunu söylüyorlar:
-Muhammed'in hükümdar olmaktan gayrı bir maksadı yok. O, Nebi değil ki. Bugüne kadar bir Nebi ne mağlub olmuş, ne de arkadaşlarının ölmesine veya yaralanmasına sebebiyet vermiştir. Halbuki O, bunların hepsini yaşadı ve yolundakilere de yaşattı.
......
Yahudilerle münafıklar ev ev, sokak sokak dolaşarak bu sözlerle kalblere şüphe sokuyor, zihinleri bulandırıyorlar. Ulu Sahabi Hazreti Ömer radıyallahü anh, dayanamayarak meseleyi Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Efendimize açtı:
-Yâ Resûlallah, aleyhinize çalışan yahudi ve münafıkları öldürmeme müsaade eder misiniz?
Efendimiz, her zamanki üstün temkin halindeler:
-Yâ Ömer! Hiç şüphe yok ki Allah, dinini ve Resûlünü üstün kılacaktır. Yahudileri katledemeyiz; zira onlar emniyetlerini temin etmeye söz verdiğimiz teb'alarımızdır.
Hazreti Ömer, münafıkları sordu:
-Münafıklar hakkında ne buyurursunuz yâ Resûlallah?
-Onlar, Allah'dan başka ilah bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resûlü olduğuma şahâdet ediyorlar; değil mi?
-Evet yâ Resûlallah. Lakin onlar bu şahâdeti kılıçtan kurtulmak için yapıyorlar. Münafıkların bize büyük kinleri var...
Büyük Peygamber, muhteşem kararlarını açıkladılar:
-Ben, Lâ ilâhe illallah Muhammedür Resûlullah diyenleri öldürmekten men edildim.
...
Âyet-i kerîme geldi:
İşte Uhud üzerine gelen âyetlerden bazı sûreler:
-Ey mü'minler! Gevşeklik ve zaaf göstermeyiniz. (Uhud'da şehidler vermek ve yaralanmak sûretiyle uğradığınız musibete de) üzülmeyiniz.
Siz gerçekten mü'minseniz (Resûlümü ve O'nun benim tarafımdan size getirdiklerini tasdik ediyorsanız) muhakkak düşmanlarınıza üstünsünüzdür! (Neticede zafer ve galebe sizindir.)
......
...müşrikler, harbin başlangıcında müslümanlar karşısında tutunamayarak bozguna uğrayınca sür'atle harb meydanını terk ettiler. Abdullah bin Ebu Ümeyye, öyle kaçmıştı ki, soluğu tâ Mekke'de almış ve "Muhammedîler bizi yendiler; bozulduk" diye haber vermişti.
...Mekkeliler, bu haberle üzgünken Vahşi'nin telaşlı sesi, ortalığı çınlattı:
-Eyy Kureyş!
İşitenler, kötü haberin devamı geldi sandılar. Ama Vahşi başka şeyden bahsediyordu:
-Ey Kureyş! Hiç görülmedik sayıda müslüman öldürdük! Gözünüz aydın olsun! Muhammed yaralandı! Hamza'yı da ben öldürdüm.
Mekke müşrikleri, bir şaşkınlık ânı geçirdiler. Birbirine zıt iki haberden sonuncusunun doğru olduğu anlaşılınca sevindiler. Şimdi:
-Öyleyse Bedr'in yası bitti! Kadınlarımız artık güzel kokular sürünebilirler, diyorlardı.
......
Müşrikler, Uhud'da başlangıçtaki bozgunu yaşarken Medine yakınında bir kenara saklanan Muaviye bin Mugire, olduğu yerde uyuya kalmıştı. Uyandığında harb bitmiş herkes yurduna dönmüştü. Eğer Mekke'ye gitmeye kalkışsa muhakkak surette müslümanların eline düşecekti. Bu yüzden en kestirme yoldan yakın akrabası olan Hazreti Osman'ın evine doğru yürümeye başladı.
Hazreti Osman, O'nu görünce:
-Beni de kendini de mahvettin? Niçin buraya geldin? dedi.
Muaviye:
-Beni sakla! Ey amcamın oğlu, bana senden daha yakın biri var mı? dedi.
Osman radıyallahü anh, O'nu evin bir tarafına gizledikten sonra eman istemek üzere Resûlullah Efendimize gitti. Muaviye bin Mugire, henüz Osman radıyallahü anh'ın evine gelmeden evvel Peygamberimiz şunu buyurmuşlardı:
-Muaviye Medine'de sabahlamıştır. Araştırınız!
Araştırdılar; fakat bulamadılar.
Akrabası olması sebebi ile Hazreti Osman'ın evinde olabileceği ihtimalinden dolayı O'nun da kapısı çalındı. Muaviye hakikaten bu evdeydi...
Bunun üzerine yakalanarak Sevgili Peygamberimiz'in huzuruna getirildi.
O'nun huzura getirilmesi ile Hazreti Osman'ın gelmesi hemen hemen aynı anda olmuştu. Bu sebeple Muaviye bin Mugire'yi görünce; bir açıklama yapma zarureti doğdu:
-Yâ Resûlallah! Ben de buraya sizden Muaviye için eman istemek maksadıyla gelmiştim. O'nu lütfen bana bağışla.
Sevgili Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem, Muaviye'ye şehri üç gün içinde terk etmek üzere eman/süre verdi. Hazreti Osman radıyallahü anh O'na bir deve satın alarak:
-Haydi devene bin ve hemen burayı terk et, dedi.
Efendimiz, Hazreti Osman ve diğer mü'minlerle beraber Hamrâ-ül Esed'e doğru hareket ettiler.
Muaviye ise Efendimiz ve mü'minler hakkında bilgi toplayarak Kureyş'e aktarmak maksadıyla Medine'den ayrılmayarak üç gün gizli faaliyetlerde bulundu...dördüncü gün devesi ile Medine'den uzaklaşırken Akik mevkiine vardığı sırada Peygamber Efendimiz, Zeyd bin Hârise ve Ammar bin Yasir hazretlerine:
-Muaviye bu yakınlarda sabahlamıştır. Gidip araştırınız, buyurdular.
İki büyük sahabi, kâfiri Efendimizin tarif ettiği yerde buldular.
...kendisine verilen zamanın üzerinden bir gün geçmişti. Bu sebeple hayatına son verdiler. Sözünde durmamak ölmesine sebep olmuştu.
......
KUREYŞ MÜŞRİKLERİNİ TAKİB VEYA HAMRÂ'ÜL ESED SEFERİ....Mekke ordusu, geri dönerken Bedr'de babası Ebu Cehl'i kaybetmiş olmanın hırsını yaşayan İkrime İbni Ebu Cehil Kureyş reislerine çıkıştı:
-Hiç de övünecek halde değiliz! Bir iş mi yaptık yani? Galip geldik; fakat sonunu getiremedik. Düşmanı yoketmeden geri dönüyoruz. Şimdi müslümanlar çok geçmeden yeniden derlenip toparlanacak ve daha büyük bir kuvvetle üstümüze gelecekler.
Bir reis, İkrime'nin sözünü kesti:
-Bir teklifin olmalı...
-Evet! Ben diyorum ki geri dönelim ve Medine'yi basarak taş üstünde taş koymayalım. Müslümanları imha edelim. Akıl, bunu emrediyor.
Saffan İbni Ümeyye, bu teklife muhalefet etti:
-Biz, Medine üzerine yürürsek Uhud'da büyük kaybı olan Evs ve Hazrec kabileleri, harbe iştirak etmemiş olanlarla beraber intikam almak için müslümanlarla birleşerek üzerimize gelirler. O takdirde büyük kuvvet kazanacak olan Muhammedîler, çarpışmadan zaferle çıkarlar. Ben, böyle düşünüyorum. Bu sebeple yolumuzdan dönmeyerek kendimizi tehlikeye atmayalım ve bir ân evvel Mekke'ye gidelim, diyorum.
Müşrik ordusu, bir taraftan yol alırken aynı zamanda hararetle bu fikri tartışıyorlardı. Bazıları İkrime gibi düşünüyordu; bazıları da Saffan gibi.
İki tarafı da dikkatle dinleyen Ebu Süfyan bir türlü bir karara varamadığı için Revha'ya kadar geldiler. Buraya geldiklerinde "tekrar Medine üzerine yürüyelim" diyenlerin görüşü ağır bastı...
Onlar, bir kere daha Medine üzerine yürüme hazırlığındayken düşman ordusu içinde bulunup da en başından beri teklif ve karşı teklifleri dinleyen Müzeni kabilesinden Abdullah ibni Amr, haberi sür'atle Sevgili Peygamberimiz'e ulaştırmak için bir fırsatını bularak oradan uzaklaştı. Haberci, Medine'ye vardığında günlerden Pazar ve sabah namazı öncesiydi. Abdullah ibni Amr, Peygamber Efendimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem'in huzurlarına kabul buyuruldu.
...düşmanın son vaziyeti ve maksadı hakkında en yeni bilgileri alan yüce Resûl, iki has yardımcısı Ebubekr radıyallahü anh ve Ömer radıyallahü anh Efendilerimizi çağırdı ve gelişmeleri onlarla istişare etti. Bu iki sâdık dost, büyük Peygamberi can kulağı ve edeblerin en emsalsizi ile dinledikten sonra kanaatlerini arz ettiler:
-Allah'ın Resûlü daha iyi bilir, ama bize kalırsa müslümanların hâlâ sapasağlam ayakta olduklarını düşmana göstermek ve onlara esaslı bir gözdağı vermek için arkalarına düşelim.
İki aziz ve yüksek dost, Resûller önderinin niyetine uygun görüş belirtmişlerdi. Sevgili Peygamberimizin imamlığında sabah namazı eda edildikten sonra Efendimiz, Hazreti Bilal radıyallahü anh'ı yanlarına davet ederek müslümanlara şu haberi ilân etmesini buyurdular:
-Resûlullah, düşmanın takibini emrediyor! Ancak; bu takibe Uhud harbine iştirak edenler gelecek; bunların dışında hiç kimse iştirak etmeyecektir.
Bilal radıyallahü anh, yüksek sesle nida ederek sefer haberini bütün müslümanlara duyurdu... Uhud savaşına katılıp da sağ dönen bütün Eshab-ı Kiram hatta en ağır yaralıları dahi Peygamber davetine koştular.
Efendimiz, Kureyş'in Medine'yi basma niyetini öğrenince hiç vakit kaybetmeden sefer hazırlığını başlatmıştı. Bunun sebebi bir kere 'en iyi müdafaa taarruzdur' gerçeği. İkinci olarak da Uhud'un müslümanların cesaret ve yiğitliğine zarar vermediğini yine düşmana kabul ettirmek... Sevgili Peygamberimiz, sebeplere tevessül etmekte noksanlık olmaması için üstüne zırhlı gömleğini, başına miğferini giydi ve islâm sancağını Hazreti Ali radıyallahü anh'a verdiler.
...altıyüzotuz kadar Uhud gazisi bu sancağın altında toplandılar.
Câbir bin Abdullah radıyallahü anh da bu sefere katılmayı çok arzu ediyordu. Ancak, "Uhud'a gitmiş olanlar bu sefere alınacaktır" şartı, O'nun bu isteğine sed çekiyordu. Halbuki Hazreti Cabir, Uhud harbine çok istemesine rağmen gidememişti. Bu sebeple ikinci kere bir büyük mânevi rızıktan mahrum kalmak istemeyen bu genç ve yiğit sahabi, derhal yüksek huzura çıktı ve vaziyetini arz etti:
-Yâ Resûlallah! Bu sefere müsaadenizle ben de gelmek istiyorum. Gerçi Uhud'da yoktum; ama o benim şahsi kararımla olmadı. Babamın sözüne muhalefet etmemek ve O'nun cihad etme arzusuna mani olmamak için gelemedim. Yedi tane kızkardeşim var. Babam "yâ Câbir, bacılarını emanet edeceğimiz bir yakınımız olmadığı için bu gazaya ikimiz birden gidemeyiz. Sen gençsin, inşâllah daha çok cihada iştirak edersin. Bense yaşlıyım. Sen kardeşlerinin başında kal da ben Allah'ın Resûlü ile gideyim. Bakarsın şehid olurum. Veya şehid olamazsam da hiç değilse gazi olurum" dedi. Baba sözü dinledim yâ Resûlallah. Herhalde beni mazeretli sayar, istisnai olarak orduya dahil buyurursunuz?
Sevgili Peygamberimiz, meşru mazeretli genç sahabi Câbir bin Abdullah'ı kabul ettiler.
Bir kişi daha bu sefere katılmak istedi; bâş münafık Abdullah bin Übey. Abdullah, Peygamberimize geldi:
-Ben de hayvanıma binerek ordunla takibe gelebilir miyim?
Efendimiz, derhal reddettiler:
-Hayır!
Münafıkın yüzünde sanki sert bir tokat patlamıştı.
...
Peygamberimiz'in atı mescidin kapısına getirilmişti. Hazreti Talha radıyallahü anh da kapıda Sultanlar Sultanını bekliyordu. Efendimiz dışarı çıkıp aziz sahabiyi görünce:
-Yâ Talha silahın nerede? buyurdular
Hazreti Talha:
-Yakında yâ Resûlallah, dedi ve koşarak zırhını giydi, kılıcını eline aldı, kalkanını göğsüne astı.
Sevgili peygamberimiz, Hazreti Talha'ya sordular:
-Yâ Talha! Sence şu ân Kureyş ordusu nerede?
-Yâ Resûlallah! Tahmin ediyorum Seyale'deler.
-Ben de öyle tahmin ediyorum.
...dediler ve bir güzel haber verdiler:
-Yâ Talha, bil ki düşman artık bize gâlip gelemez. Zafer Allahü teâlâ'nın izniyle bize nasip olacaktır.
İşte bu, müslümanları sevindiren en güzel haberdi.
......
Ordu-yı Hümâyun; Peygamber Ordusu, hazır olunca, kâinatın bir tanesi Medine'ye kendi yerlerine İbni Ümmi Mektum radıyallahü anh'ı vekil bırakarak yürüyüşü başlattılar. Bazı sahabiler atlı, bazıları develi, bazısı da yaya idi... Şu var ki hemen tamamı yaralıydı. Hatta bizzat atıyla ordunun başında bulunan Resûlullah bile yaralıydı. Sevgili Peygamberimiz'in Uhud'daki çarpışmalardan aldığı darbelerle alnı ve dudağı yarılmış, yüzüne iki miğfer halkası batmış, sağ alt çenenin ön kesici dişi kırılmış, sağ omuzu ve dizleri örselenmişti.
...müslümanlar, yorgun ve yaralı, hatta hatta bazıları ağır yaralı oldukları halde Peygamber çağrısına severek koşmuşlardı; şimdi de büyük bir arzuyla, bir düğüne gider gibi düşmana doğru yol alıyorlardı. Zira, baskın basanındır. Madem ki küffar Medine'yi rahatsız etme niyetini taşıyordu; öyle ise onu ininde kıstırmak ve bu kötü maksadının hesabını sormak en akıllı davranış olacaktı.
Bu arada Peygamberimiz, Selmoğullarından Salit bin Süfyan ile Numan bin Süfyan ismindeki iki kardeşi keşif kolu olarak önden gönderdiler. İki fedâkâr mücahid, Hamrâ'ül Esed'de kâfirlere yetişerek aralarına katıldılar. Bu sırada düşman karargâhı, toplantı halindeydi. Tekrar Medine üzerine dönüp baskın yapmayı tartışıyorlardı. Safvan, bu fikirde olanlara karşı gelmekteydi. Böylece bir zaman geçti. Ancak o sırada iki sahabiyi tanıyanlar çıktı. Mübarek sahabilerin üzerine atılarak şehid ettiler...bu sefer, ilk şehidlerini vermişti; radıyallahü anhüma.
...
Müslümanlar, Medine'ye sekiz mil mesafede ve zül Huleyfe'ye giderken yolun sol tarafında bulunan Hamrâ'ül Esed/Kızılaslan isimli yerde ordugâh kurdular. Buraya kadar kılavuzluğu Hazrec kabilesinden Sâbit bin Dahhak yaptı. O gece Resûlullah Efendimizin çadır nöbetçiliğini de Abbâd bin Bişr yapmakla şereflendi.
...
...İslâm Ordu'sunun bütün erzakı, Sâ'd bin Ubâde'nin otuz deve ile taşıdığı hurmadan ibaretti.
Ordu, Hamrâ'ül Esed'de iki şehidin cesetleri ile karşılaştı. İki mücahid, kanlar içinde ıssız ve sakin çölde uzanmış, sanki az sonra kalkacaklarmış gibi öylece yatıyorlardı. Efendimiz, iki kardeşi aynı kabre defnettirdiler.
Sevgili Peygamberimizin emri ile Hamrâ'ül Esed'de her gece ayrı ayrı beş yüz noktada ateş yakıldı. Yakılan bu ateşlerle bir koca çevre ateş-duman ve alev şenliğine dönüşüyordu...tâ uzaklardan farkedilen bu muhteşem manzara, düşmanda beklenen ilk tedirginliği uyandırdı. Müslümanların büyük bir ordu ile gelmekte olduğunu sandılar. Ve içleri korku ile titredi.
...
Kureyş ordusu, Hamrâ'ül Esed'de bir gece konakladıktan sonra sabah erkenden oradan ayrılmıştı. Onlar ayrıldıktan sonra aynı yere müslümanlar geldiler. Bu sırada güneş haylice yükselmişti. Fakat buna rağmen ordusundan geride kalan bir kâfir hâlâ derin uykulardaydı. Âsım bin Sabit, adamı yakaladı. Şaşkınlıklar içinde uyanan düşman, başına gelenleri hemen kavradı. Mü'minler de onu tanımışlardı. Bu, ordusunu kaçıran şahıs, şair Ebu Uzze'ydi. Ebu Uzze, Bedr cenginde esir düşmüş; kendisinden bir daha müslümanlara karşı hiçbir savaşa katılmayacağına dair kat'i söz alınarak fidye bile alınmadan serbest bırakılmıştı...ama işte şimdi suçüstü yakalanmıştı. O, kendisine yapılan bu büyük iyiliğe ve verilmiş sözüne rağmen Uhud'da mü'minlere karşı savaşmıştı. Kâfir şairi, şimdi huzurda Allah Resulüne yalvarıyordu:
-Yâ Muhammed! Beni Uhud'a zorla götürdüler. Sizin karşınıza isteyerek çıkmadım. Rica ediyorum; bana acıyın. Himayeye muhtaç kızlarım var. Bana olmazsa bari onlara merhamet ediniz. Lutfedin bana bir şans daha tanıyın. Yalvarıyorum acıyın...
Ebu Uzze, adeta kendini paralıyordu.
Efendimiz vakarla cevap verdiler:
-Hani bana verdiğin kat'i söz? Biz, seni bırakalım; sen de Mekke'de elinle sakalını sıvazlaya sıvazlaya "Muhammedi ikinci kere aldattım" diye arkamızdan alay et öyle mi? Mü'min, aynı yılan deliğinden iki kere sokulmaz.
...dediler ve celâlli bir halde Hazreti Zübeyr'e seslendiler:
-Vur şunun boynunu yâ Zübeyr!
...kadir-kıymet bilmez ahmak kâfir ebedi felakete yollandı.
...
Tihame Bölgesi'nde yaşayan Huzaa Kabilesi' nin müslümanları gibi müşrikleri de Resûlullah'a hürmetkâr ve bağlı idiler.
Bu kabilenin mensuplarından Mâ'bed bin Ebi Mâ'bed, bir iş için bazı adamları ile Mekke'ye giderken yolları üzerinde bulunan Hamrâ'ül Esed/Kızılaslan'a geldiğinde islâm ordugâhını gördü ve Uhud şehidlerinden dolayı Sevgili Peygamberimiz'e taziyetlerini bildirmek için ziyaretlerine geldi. Mâ'bed henüz imân etmemişti:
-Yâ Ebel Kâsım! Uhud sebebiyle emin ol ki biz de çok üzüldük. Ancak dileriz ki bundan sonra Kureyş'e karşı galip gelirsin.
...dedi ve gitti.
Mâ'bed ve arkadaşları şirk ordusu ile de Revha'da karşılaştılar. Onlar da burada konaklamışlardı. Bu sırada Kureyş'in önde gelenleri hâlâ ısrarla aynı fikrin peşindeydiler:
-Nice Muhammedî bahadırı öldürdük. Bu işi neden yarına bırakıyoruz. Köklerini kazımak varken bu ürkeklik neden? Hayır! Mekke'ye dönmeyeceğiz. Medine'ye gidecek ve tarihi görevimizi yerine getireceğiz.
Böyle bir hareketin bir mağlubiyete sebep olabileceğini ileri süren Safvan ibni Ümeyye ise Mekke yolundan dönmenin yanlış olacağını anlatıyordu. Bu sırada Mâ'bed yanlarına vardı. Mâb'ed'i farkeden Ebu Süfyan seslendi:
-Yâ Mâ'bed bin Ebi Mâ'bed! Geldiğin yollarda ne var-ne yok?
-Sizin için iyi haberler yok yâ Eba Süfyan!
-Ne gibi?
-Müslümanlar, Uhud'a katılmış olanı olmayanı yekvücut olmuş büyük bir ordu halinde üzerinize geliyorlar. Ben ömrümde böyle kalabalık bir ordu görmedim.
-Nasıl olur? Müslümanlarda harp edecek kuvvet kalmadı ki?
-Ben, onları Hamrâ'ül Esed'de gördüm; yakında siz de şu ufuktan atlarının alınlarını görürsünüz.
-Eyvah yâ Mâ'bed sen ne diyorsun?
-Eğer bana inanmıyorsanız bekleyin ve bizzat görün.
Safvan ibni Ümeyye lafa karıştı:
-İşte ne kadar haklı olduğum anlaşılıyor. Haydi bir kazaya uğramadan Mekke'ye dönelim.
Ebu Süfyan dahil müşrik önderlerini korku sardı. Bu sebeple bir ân evvel toparlanarak Mekke yolunu tuttular. Onlar, mü'min olmayan birinin müslümanları korumak için bu şekilde hareket edebileceğini hiç bir şekilde düşünememişlerdi...aslında her şey Allah'dan. 'Allahü teâlâ, isterse bu dine kâfirler ve fasıklarla da yardım eder' değişmez kaidesi bir kere daha yaşanıyordu.
Mâ'bed, kendi adamlarından birini gizlice İslâm ordugâhına göndererek Kureyş'in sıvışıp gittiği haberini Resûlullah Efendimize ulaştırdı. Ebu Süfyan komutasındaki müşrik ordusu Mekke'ye dönerken, yolda Medine'ye gıda almak için giden Abdülkaysoğulları'nın ticaret kervanı ile karşılaştılar.
Ebu Süfyan:
-Yolunuz açık olsun! Ne yana böyle?
Kervan reisi cevap verdi:
-Medine'ye gidiyoruz.
-Yâ? Güzel. Sizden bir ricam var.
-Elbette yâ Ebâ Süfyan! Söyle lûtfen!
-Size bazı şeyler tenbih edeceğim. Eğer bu sözlerimi Muhammed'e nakletmek için bize vekil olursanız, bunun bedelini Ukaz Panayırı'nda kuru üzüm olarak karşılarım.
-Tabiî elbette yâ Ebâ Süfyan!
-Muhammed'e deyin ki: Şimdi gidiyoruz. Ama yakında toplanarak yeniden öyle bir geleceğiz ki, kendisinin de, kendisine inanmış olanların da köklerini kazıyacağız.
-Dediklerini aynen söyleyeceğiz.
...
Abdülkayslar, Hamrâ'ül Esed'den geçerken reisleri, ısmarlanmış haberi Peygamberimize nakletti:
-Sevgili Peygamberimiz:
-Hasbunallâh ve ni'mel vekil/Allah bize yeter; O, ne güzel vekildir, dediler.
Ve devamla buyurdular ki:
-Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; eğer, müşrikler, bizimle çarpışmak için tekrar gelirlerse taş kesilecekler ve mazi olmuş dünkü gün gibi silinip gideceklerdir.
Sevgili Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz ve cesur ve fedakâr ordusu aleyhimürrıdvan, Hamrâ'ül Esed'de üç gün kaldıktan sonra Medine'ye avdet ettiler. Hamrâ'ül Esed seferi üzerine, yol gösteren, takdir eden ve müjdeleyen bir çok âyeti kerimeler geldi.
...
...diğer taraftan Ebu Süfyansa hâlâ koyu bir gaflet içindeydi. Mekke'ye dönünce ilk iş olarak Hübel putuna gitti:
-Uhud'a gitmeden önce falımı buldurarak öcümü almama imkân verdin. Kalbim soğudu, içim ferahladı. Teşekkürler ederim sana ey Hübel, dedi ve gidip başını tıraş ettirdi.
......
Abdullah bin Übey, orası kendisine tapuluymuş gibi Mescid'de hep aynı yere otururdu. Mevkiine ve sülalesinin hatırına binaen münafıklığı anlaşılıncaya kadar bu hareketi hoş görülüyordu. İki Cihan Güneşi, cum'a günleri minberde hutbe irad ettikten sonra aşağı inince Abdullah bin Ubey her defasında ayağa kalkar ve cemaate hitaben:
-Ey insanlar! Allah'ın aranızda bulundurup sizi O'nunla gâlip ve üstün kıldığı ve O'nunla şereflendirdiği Resulüne yardımcı ve O'na hürmetkâr olunuz. Sözlerini dinleyerek kendisine itaat ediniz, der ve yerine otururdu.
...tâ Uhud savaşına giderken kendisine uyanlarla beraber yoldan geri döndüğü güne kadar ne oturduğu yer için, ne söyledikleri için kimsenin bir itirazı olmadı. Ordu, Hamrâ'ül Esed'den döndükten sonraki ilk cum'a hutbesinden sonra, başmünafık yine ayağa kalkarak yukarıdaki benzeri sözlerle aslında hiç bir kalemin ve hiç bir kelamın övmeye gücünün yetmeyeceği aziz ve üstün Peygamberi methetmeye kalkışınca, bazı mü'minler eteklerinden aşağı çektiler:
-Otur yerine ey münafık! Sen en olmayacak şeyi yaptın! Bugün iki yüzlülükle övmeye kalkıştığın Peygamberi düşman karşısında zayıf bırakmak için adamlarınla cepheden kaçtın. Sen ne oturduğun bu yere; ne de bu Mescid-i Nebi'ye layıksın! Defol!.
Ebu Eyyûb El Ensari Halid bin Zeyd radıyallahü anh, sakalından çekiyor, Ubade bin Samit radıyallahü anh de O'nu dışarı itiyordu. Sahabilerin elinden kurtulan münafık, kendini güçlükle kölelerin arasına attı...bir taraftan da yüksek sesle söyleniyordu:
-Ne yaptım ben? O'nu övmekten başka ne yaptım?
Münafık, mescidin kapısında Muavviz bin Afra'yla karşılaştı?
Hazreti Muavviz radıyallahü anh, Abdullah'ı bir telaş içinde aniden karşısında bulunca sordu:
-N'oldu? Ne var?
-Hiç. Ben O'nu övdüm. Eshabıysa hakaret ederek beni itip kaktılar. Kötü bir şey mi dedim?
Hazreti Muavviz, öfkenin sebebini anlamıştı. O da münafıkı paylamadan edemedi:
-Senin yaptığını kim yaptı ki? Bari Resûlullah'a git de senin için Allah'dan af ve mağfiret dilesin!.
İşte bir zavallılık misali:
-Kimse benim için af dilemesin.
Muavviz bin Afra radıyallahü anh, donup kaldı.
......
Bundan sonra Efendimiz, Zeyneb binti Huzeyme/Huzeyme kızı Zeyneb ile evlendi. Hazreti Zeyneb radıyallahü anha, kocası Abdullah bin Cahş radıyallahü anh'ın Uhud'da şehid olmasından sonra dul ve korumasız kalmıştı. Üstün ve güzel özellikleri vardı. Çok ibadet eder daima fakir fukarayı görüp gözetir; onların dertleri ile dertlenir; sıkıntılarına çare olurdu. Bu yüzden insanlar, O'na "Ümmü'l Mesakin" mişkinlerin / yoksulların annesi lakabını takmışlardı. İşte bu yoksullara annelik hasleti Hazreti Zeybeb'i bir hanımın varabileceği en yüksek yere; Resulullah'a kadınlık ve dolayısıyla bütün ümmete annelik makamına yükseltmişti.
Mubarek annemiz, Resûlullah ile evlenmesinden sadece sekiz ay sonra hayata veda ettiler; radıyallahü anha.
......
Putları ilâh sayarak yüce Allah'a şerik/ortak koşmak gibi bir bahtsızlık içinde olan Kureyş kâfirleri, Uhud'u hâlâ kendileri için bir zafer sanarak o sarhoşlukla birbirlerini öven; mü'minleri yeren şiirler yazıp meydanlarda okuyorlardı... Mü'min şairleri, bunlara hemen gerekli karşılığı veriyorlardı.
......
KATAN SEFERİ...Tayyi Kabilesi'nden Züheyroğlu Velid, Tuleyb bin Umeyr'in hanımı olan yeğenini ziyaret için Medine'ye gelmiş Tuleyb radıyallahü anh'ın evinde misafirdi. Velid, sohbet esnasında Necd taraflarından ilgi çekici haberler veriyordu.
Velid'in haberleri Esedoğulları kabilesi merkezliydi.
Esedoğullarından Tuleyha bin Huveylid ile kardeşi Seleme bin Huveylid, kendi kabileleri ile kendilerine bağlı daha küçük kabileleri Uhud'dan henüz ve yorgun dönmüş müslümanlar üzerine kışkırtarak Medine'yi basmak gibi tehlikeli bir faaliyet içindeydiler.
...
Tuleyha ve Seleme, kavim ve kabilelerinden insanlara sesleniyorlardı:
-Aldığımız haberlere göre müslümanlar, Uhud çarpışmalarından bitkin, yorgun ve çoğu yaralı dönmüşler. Bu bir fırsattır. Bugüne kadar atalar dininden ayrılan bu insanları kimse hakkıyle cezalandırıp yok veya ıslah edemedi.
Dinleyenlerden biri atıldı:
-Bu şeref belki bize ait olur.
Bir başkası onu destekledi.
-Hem dediklerine göre Kureyş, müslümanları perişan etmiş. Darma-dağınık imişler...derlenip toparlanma ümidleri yokmuş.
Aşka gelen bir başkası ortaya bir teklif attı:
-Hem Yesrib'de koyun, deve, at ne varsa sürülerini de yağmalar buraya getiririz!
Yine Esedoğullarından birisi Kays bin Haris, onların görüşlerine karşı çıktı:
-Şu dedikleriniz hiç de kabul edilecek görüşler değil.
Sesler yükseldi:
-Niçin, niçin?
-Bir kere Yesrib bize çok uzak. Yağma yapmamız çok zor olur. Ayrıca bizim, Kureyş gibi asker toplamamız da mümkün değildir. Kureyş, uzun bir hazırlık döneminden sonra ve arap kabilelerinden yardım ve destek alarak üçbin kişilik atlı-develi bir orduyla müslümanların üzerine yürüdü. Siz üç yüz kişiden fazla bir kalabalığı bile bir araya getiremezsiniz. Şahsen ben, zafer ve talih rüzgârının üzerinize eseceğine ihtimal vermiyorum.
Bu soğukkanlı değerlendirmeye karşı çıkanlar oldu:
-Ama şimdi müslümanlar, hayli hırpalanmış vaziyetteler...
Bu ısrar karşısında sözlerinin faydası olmayacağını anlayan Kays, ancak şu cümleyi mırıldanabildi:
-
Heveslerin tatmini için yapılan savaşların sonu hüsran olur.
......
Tuleyb, Velid'den öğrendiği bu çok mühim haberi zaman kaybetmeden hemen Sevgili Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz'e ulaştırdı.
Ne çetin imtihandır ki mücadelenin biri bitmeden; veya biter bitmez hemen bir başkası başlıyordu.
......
Resulullah Efendimiz, Muhacirîn ve Ensar'dan yüzelli kişilik bir birlik toplayarak üç bölük teşkil ettiler ve başlarına kendisine sancak da verdikleri Ebu Seleme bin Abdul'Esed'i tayin ettiler ve buyurdular ki:
-Yâ Ebu Seleme! Seni bu mücahidlerin başına kumandan tayin ettim. Esedoğulları henüz hazırlık halindeyken sen onlara baskın ver ve sürülerini yağmala. Çünkü onlar, müslümanların canlarına ve mallarına zarar vermek azmindeler. Ancak Allah'ın emir ve yasaklarına uy ve emrin altındakilere şefkatle muamele et.
Efendimizi can kulağı ile dinleyen Ebu Seleme, tam bir teslimiyetle cevap verdi:
-Başüstüne yâ Resûlallah..
İslâm bölüğünün kılavuzluğunu, haberi getiren Velid bin Zübeyr, yapıyordu.
......
Mücahidler, başlarında komutanları Ebu Seleme bin Abdül'Esed önlerinde kılavuz Velid bin Zübeyr olduğu halde Esedoğulları'nın yaşadığı Necd'e doğru yol aldılar. Issız ve sapa yolları takip ediyorlardı...bu sırada müşrikler, Katan denilen yerde toplanmışlardı. Burası Esedoğulları'na ait bir su başıydı. Müslümanlar Katan'a yaklaşırken sürülerini yayan Esedoğulları çobanlarını gördüler. Çobanlardan üçü yakalandı; sürülere el kondu. Bir kısım çobanlarsa kaçarak Katan'a vardılar. Bir İslâm birliğinin yaklaşmakta olduğu ve hayvanlarını yağma ve bazı çobanları esir ettiği haberi düşmanı hayli sarstı: "Muhammedîler Uhud'da mağlub olmuş ve kendilerine gelemez haldeler...bir daha toparlanamazlar" diyorlardı. Halbuki onlar, şimdi Katan'a kadar gelmiş; rahat durmayan ve Medine'ye karşı hasmâne niyetler içinde olanların kafasına balyoz gibi inmek üzereydiler.
Esedoğulları, büyük-küçük savaşabilecek kim varsa olanca güçleri ile silahlanarak Katan önündeki su başına dizilip islâm kuvvetlerini beklemeye koyuldular. Medine'yi basmak isteyenler şimdi ancak kendi şehirlerini müdafaa için hazırlanıyorlardı. O da müdafaa edebilirlerse.
Ebu Seleme radıyallahü anh kuvvetleri, Katan'a vardığında şafak vaktiydi...kumandan askerlerini hücum nizamına soktuktan sonra onlara kısa bir konuşma yaptı:
-Ey mücahidler! Allah'ın yüce emirlerine aykırı bir davranışın olmasın. Düşmanı elinizden kaçırmamak için dikkatli olunuz. Bize kendisi ve Habibi yolunda çarpışma şerefi veren Allah'a hamdü senalar olsun. Haklarınızı bana ve birbirinize helâl ediniz! Haydi ey Allah'ın seçkin kulları hücum!!!
Mü'minler, alacakaranlıkta alevden oklar gibi düşmana doğru atıldılar. Sa'd bin Ebi Vakkas radıyallahü anh, bir düşman kâfirini ânında haklarken; bir bedevi de Urve bin Mes'ud'u şehid etti, radıyallahü anh...ancak düşman, dehşetli mücahid taarruzu karşısında duramayacağını anlayınca yüz-geri edip kaçtı ve çil yavrusu gibi her biri bir tarafa dağıldı. Savaş sadece bir şehidle bitmişti.
......
Esedoğulları kaçınca aynı su başına müslümanlar karargâh kurdular. Ebu Seleme'nin emriyle bir bölük karargâhta kaldı. İki bölükse çevreyi tarayarak düşmanın kalan koyun ve develerini de yağmaladılar.
...İslâm birliği, aynı gün Medine'ye dönmek için yola çıktı. Bir gece yol alındıktan sonra bir mola ânında komutan, ganimet taksimi yaptı. En evvel Başkumandan hakkı olarak Resûlullah Efendimiz'in hissesi ayrıldı: Bir köle ve diğer malların beşte biri... Her mücahide yedi deve ve bir mikdar küçük baş hayvan düştü..
Sefer on gün sürmüştü.
......
ASÂ...Bir gün Resûlullah Efendimiz, huzurlarına Abdullah bin Üneys radıyallahü anh'ı çağırdılar:
-Yâ Abdullah! Hüzeli kabilesi'nin Lıhyanoğulları kolundan Halid bin Süfyan, bizimle çarpışmak üzere etrafına adamlar topluyormuş. Halid, şu sıralar ya Nahle'de veya Urene'dedir. O'nu bertaraf ederek bir fitneyi daha baştan yok etmeliyiz.
Hazreti Abdullah, Sevgili Peygamberimiz kendisine bir vazife verdikleri için çok sevindi:
-Başüstüne yâ Resûlallah! Derhal. Ancak O'nu nasıl tanıyabilirim?
-Halid bin Süfyan'ı gördüğün zaman şeytanı hatırlarsın. Ayrıca O'nu gördüğünde içinde bir ürperti ve korku hali doğacaktır.
-Pekalâ yâ Resûlallah. Ancak sizden bir hususda, müsaade istirham ediyorum. İcabederse O'nu kandırmak için aleyhinize konuşabilir miyim?
Efendimizden, bu mevzuda istediğini söylemek için izin alan aziz sahabi, kılıcını kuşanarak Hüzeli Kabilesi'ne doğru yola çıktı. Abdullah bin Üneys, Urene Ovası'na vardığında sürü otlatan bir kadına rastladı; ve sordu:
-Ey hatun! Sen kimin çobanısın?
-Halid bin Süfyan'ın.
-Halid bin Süfyan şimdi nerede?
-Birazdan buraya gelir.
-Yâ! Öyle mi?
-Evet nerede ise gelir.
Bunun üzerine Abdullah bin Üneys bir kenara oturarak Allah düşmanını beklemeye başladı.
...az sonra bir adam, elinde asası ile azametle yürüye yürüye geldi. Arkasında da adamları olduğu anlaşılan bir çok kimseler vardı.
Sahabi, gelen kimseyi hemen tanıdı; insana şeytanı hatırlatıyor ve eşkali aynen Sevgili Peygamberimiz'in tarifine uyuyordu. Ayrıca hakikaten kendisinde bir korku ve ürperme hâsıl olmuştu.
Hazreti Abdullah, Halid'e yaklaşarak önünde durdu. Halid çevresindekilere sordu:
-Kim bu adam?
Yabancı, suali bizzat cevaplandırdı.
-İşittim ki Muhammed'in üzerine gitmek için adam topluyormuşsun; ben de size katılmak için geldim. Huzaalı araplardanım.
...dedi ve yan yana yürümeye başladılar. Abdullah bin Üneys'in Kâinat'ın Efendisi aleyhine söylediği sözler, Halid bin Süfyan'ı son derece memnun ediyordu.
Nihayet konuşa konuşa iblis suratlı adamın çadırına kadar geldiler. Buraya gelince ahmak İslâm düşmanının adamları dağıldılar. Halid, Hazreti Abdullah'ı bırakmadı. Çadırın önüne bağdaş kurdular...nihayet gece olmuş; çadırdakiler uykuya varmış; onlar, hayli laflamışlardı. Kahraman sahabi, işte bu sırada bir punduna getirerek alçak niyetli bedbahtın canını cehenneme yolladı. Gürültüye içerdeki kadınlar uyandılarsa da Abdullah radıyallahü anh, çoktan kaçıp izini kaybetmişti. Arkasından ağlama sesleri geliyordu. Ardına düşen takipçiler, ne kadar aradılarsa da bir mağaraya gizlenen kahramanı bulamadılar.
Abdullah bin Üneys hazretleri, gündüzleri saklanıp geceleri yürüyerek onsekiz gün sonra Medine'ye geri döndü. Resûlullah'ı mescidde buldu. Efendimiz O'nu görünce tebessümle:
-Muradına erdin, buyurdular.
Yiğit sahabi, olup bitenler hakkında tekmil verdi. Peygamberimiz, gayet memnun kaldılar ve O'nu alarak evlerine götürdüler ve kendi elleri ile bir asâ hediye ettiler:
-Bu asâyı sakla yâ Abdullah bin Üneys; cennette bunu kullanırsın. O zaman insanların asâ kullananı pek az olacaktır. Bu sebeple aramızda işaret olur.
...
Sevinçle ailesinin yanına gelen Abdullah bin Üneys radıyallahü anh vefat, edeceği zaman bu mübarek bastonu/asâyı kefeni içine koymalarını vasiyet etti.
...yıllar sonra vasiyet aynen yerine getirildi.
|