|
Murat Üçer - Cari Açık Ne Anlama Gelir?
Murat Üçer - Cari açık ne anlama gelir?
Kriz sonrasının aksine, artık iç talep ağırlıklı değil, arz tarafından (yani üretkenlik artışları yoluyla) büyümek gerektiğini kabul etmeliyiz.
Bir ülkenin bir müddet cari açık vermesi ve bunu finanse etmesi doğal. Bu bir bireyin veya şirketin banka finansmanı veya birikimini kullanmasından çok farklı değil. Mesele, açığın seviyesi ve niteliği.
Ülkelerin cari dengesini; demografi, ticaret hadleri, enerji bağımlılığı, döviz birikimi gibi bazı değişkenler belirliyor. Bu değişkenler çerçevesinde ülkelerin ‘normal’ denebilecek cari denge seviyesini veya basit formüllerle ‘sürdürülebilir’ açık seviyesini hesaplamak mümkün. Türkiye için bu düzeyin en fazla -GSYH’ye oranla- % 4,5-% 5,0’ler civarında olması gerektiği aşağı yukarı kabul görüyor. Nitekim OVP ve benzer platformlarda bu civar rakamlar kullanılıyor. Bilindiği gibi şu anda açık % 8 civarında ve yılı büyük olasılıkla % 9’un üstünde kapatacağız. Yani olması gereken düzeyden ciddi bir sapma söz konusu.
Seviye yanında nitelik konusu da önemli: Her cari açık aynı değil. Nasıl ki kredimizi tüketime mi yoksa yatırıma mı kullandığımız önemliyse, cari açığı da ne amaçla verdiğimiz önemli. Benzer şekilde –her cari açığın finanse edilmesi gerektiğine göre– finansman kalitesi önemli. Finansman uzun vadeli ve kalıcı mı, yoksa kısa vadeli mi? Yine mikrodan örnekle, kendimizi kredi kartıyla mı, yoksa mesela yatırımcıları şirketimize ortak ederek mi finanse ediyoruz?
‘Cari açığımız var ama...’
Seviyenin yüksek olmasının yanında, açığın kalitesi de Türkiye’de rahat bir durum olmadığını gösteriyor. Doğrudur, açıktaki artış ağırlıklı olarak yatırımdan kaynaklanıyor. Ancak son 10 yıla baktığımızda enerji-dışı ara malı ithalatı/sanayi üretimi oranının, yani sanayinin ithalat yoğunluğunun arttığını görüyoruz. 10 yıl kısa bir süre değil; ‘bugün ithalat ve yatırım, yarın döviz getirisi’ teziyle tam uygun olmayan bir durum var gibi. Finansman tarafında konu daha da açık: Bilindiği gibi uzun vadeli kredilerin ve doğrudan yatırımın toplamda rolü azaldı, kısa vadeli kredi ve portföy girişlerinin ağırlığı arttı.
Sonuçta cari açık etrafında bir miktar “cari açığımız var ama...” tarzı mantık yürütmek mümkün. Ama açık aşırı olmamalı ve sağlam kaynaklardan finanse edilmeli; şu anda Türkiye’de durum pek de böyle değil. Kaldı ki, her koşulda cari açık, dış finansmana bağımlılık demek. Herhangi bir sebepten dolayı finansman bulamadığınızda ekonomide sert bir daralma kaçınılmaz oluyor. Cari açık vereceksek, bir defa her an sert daralmalara hazır olmak gerekiyor.
Ekonomiye ince ayar
Peki, bütün bunlardan ne anlam çıkarmalı? Bizce iki anlam çıkarmalı. Birincisi, kısa vadede ekonomiye ciddi bir ‘ayar’ gerektiği ve bunun biraz sancılı olabileceği. Kısaca, 70-75 milyar dolar civarına doğru giden bir cari açığı, daha makul bir düzeye, mesela 40-45 milyar seviyesine çekmek gerekiyor. Hatırlatalım: Eğer ihracat ve ithalat aynı oranda artarsa cari açık da o oranda artıyor. Demek ki rakam nominal olarak daralacaksa, uzunca bir süre ithalatın ihracattan çok daha yavaş artması gerekiyor. Bu da -kur bir miktar değer kaybetse dahi- büyümeden ciddi feragat etmeden pek mümkün değil. Kısaca, geldiğimiz noktada meselenin ‘aritmetiği’ bizden yana değil; normal şartlarda nominal dolar cinsi artan bir açıkla karşı karşıyayız.
İkincisi, bu tarz bir cari açık, ekonomide yapısal olarak bir şeylerin doğru gitmediği anlamına geliyor. Aşırı cari açık demek, ülke olarak global mal ve servis yelpazesinde yeterli varlığı gösteremiyoruz, bu yelpazeden yeterli payı alamıyoruz demek. Bunun da temel sebebi, yabancı para cinsinden ortalama gelir düzeyimiz ile ortalama üretkenlik/beceri düzeyimiz arasında bir uyumsuzluk olması. Buradan ise iki sonuç çıkarmak mümkün. Birincisi konjonktürel. Gelir artışımız son yıllarda üretkenliğimize oranla fazla hızlı gittiği için bir müddet daha düşük bir gelir artışına katlanmamız gerekiyor. Böyle bakınca, bu günlerde oldukça gündemimizde olan ‘aşırı ısınma’ tartışmaları da semantik oluyor. Sonuçta ‘aşırı’ bir cari açık varsa ekonominin soğutulması, elimizdeki tüm politika araçlarının –mali, parasal ve denetsel (macro-prudential)– bu amaca yöneltilmesi gerekiyor.
İkinci nokta yapısal. Konuyu yukarıdaki gibi bir ‘gelir düzeyi-üretkenlik düzeyi uyumsuzluğu’ olarak koyduğumuzda, cari açığın aslında bir ülkenin ‘vasıf ve kurumsallaşma açığı’ anlamına geldiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla mesele ithalatı vergilendirmek-ihracatı teşvik etmek, kuru yukarı itelemek, KOBİ’lere ucuz kredi sağlamak, Tobin vergisini uygulamak gibi önlemler boyutunu aşıyor; hatta bu tarz yaklaşımlar yapısal sorunları görmezden gelerek çözümü geciktirme riski bile taşıyor. Bunların aksine, ‘uzun vadeli stratejiler geliştirmek’, ‘ortalama KOBİ’mizin verimsizliği’, ‘ortalama insanımızın vasıf eksiklikleri’ gibi zor konulara odaklanılması gerekiyor.
Daha insanca bir sistem
Peki, ne yapmalıyız? Her şeyden önce sorunun ciddiyetinde anlaşmalı, kısa vadecilikten kaçınmalıyız. İki: Global kriz sonrası dönemin aksine artık iç talep ağırlıklı değil arz tarafından –yani üretkenlik artışları yoluyla– büyümek gerektiğini kabul etmeliyiz. Üç: Devletin kurumlarını uzun vadeli politika üretmeye istekli hale getirmeliyiz. Dört: Ankara’dan, parça çözümlerden kaçınan, bütünlüğü olan bir ‘strateji’ dokümanı oluşturmasını beklemeli, konuyu günlük finans kanallarında demeçlerle ve gazete köşelerinde değil, entelektüel düzeyi daha yüksek platformlarda tartışmalıyız.
Türkiye’de son 10 yılda çok olumlu değişimler yaşandı; 1990’ların asalak yapısı değişti, ekonomik yapı kuvvetlendi; yoksul, vatandaş oldu, vatandaşın temel servislere erişimi sağlandı. Kısaca, sistem daha verimli ve daha insanca çalışmaya başladı. Ama artık bunun yetmediğini, hatta ulaşılan nispeten yüksek ortalama gelir düzeyimizin rekabet açısından bazı sorunlar bile doğurmaya başladığını kabul etmek gerekiyor. Bundan 10 yıl önce nasıl ‘kamu borç dinamikleri’ ekonomi gündemimizi belirlediyse, bugün de cari açık bu yoğunlukta gündemimizi belirlemeli, bu doğrultuda gerekenlerin yapılması için seferber olunmalı, mesele global likiditenin akışına bırakılmamalı.
Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal.as...CategoryID=132
Radikal 09.07.2011
|