Bende bülent Akyürek'ten bir yazı paylaşayım dedim..
PEYGAMBER EFENDİMİZİN EVİ OTOPARK OLUYORMUŞ!
Yeşilçam Sineması’nın çok kullanılmış hikâyelerinden biri de zenginlerin fakir kızlara olan sevdasıdır. Hatırlayın lütfen; fabrikatörlerin yakışıklı çocuklarının trikoda, fabrikada çalışan veya tezgâhtarlık yapan fakir mahalle kızlarına yaptıklarını.
Tüm yaşam çeşitlerini tüketen zengin oğlan, pahalı arabalar ve tüm imkânlarıyla kıza dadanır. Daha sonra kız üstü açık arabaya bindirilir, saçların tokadan kurtulup açılışı, Boğaz’ın rüzgârında savruluşu, yüksek sesli ecnebi müzik, arkasından içkili bir ortam…
Kız, içkiden ilk yudumu almamakta kararsız görünse de nihayet içer…
İçkiden ilk kez içenlerin suratları ekşir, kusacak gibi olurlar, çünkü ilk kez şeytanla gargara yapıyorlardır. Oğlan, emeline ulaşınca film başlar!
Biz, eskiden bu sahnelerde “Film Yeni Başlıyor Abi” derdik.
Sabrın bittiği, silahların çekildiği yerde koltuğumuzda zıplar, tırnaklarımızı yer heyecanla beyaz perdeye kilitlenirdik.
Film başlar ve artık kahraman hiç yenilmezdi!
Hepimiz çok yenildik, azarlandık, horlandık ve nihayet yavaş yavaş ayağa kalkıyor, normalleşiyoruz, film yeni başladı ama sanki tokalar çıkartıldı gibi! Yumuşatılmış İslâm, damarlarımızda kol geziyor, hatta şeytanla gargara yapanlar bile var aramızda, gidişat çok iyi değil.
Kafelerimizdeki bozulmalar dikkat çekici.
Zevklerimiz, beklentilerimiz, modamız komikleşti.
Hele de bazı Müslüman bayanların giyim tarzları çok ***! Bunu aşağılamak için söylemiyorum. Evet, moda zevk işidir, kafa işidir. Modada referans önemlidir. Kumaşınızı çöl düşünerek kesseydiniz başka bir yere ulaşırdınız ama elinizdeki makası şeytan tuttu başka bir yere vardınız. İslâmi moda tüm zekâsını tesettürü aşmak için kullandı. Doğrudur, örtünüyorsunuz ama sanki daha fazla kumaş kullanarak bir mankenden daha soyunuk görünme gayreti içindesiniz!
Bunu başardınız! Örtünerek soyunmayı becerdiniz, helal olsun sizlere…
Kadın, erkek ayrımı yapmıyorum. Tesettür konusunda kafamız karışık, uçurumun kenarındayız. Tam da film yeni başlamışken, bizi iğdiş edenlerle hesaplaşacakken Tutunamayanlar okumaya başladınız…
Kâbe’deki peygamber efendimizin 6 yaşına kadar yaşadığı ev yıkılıp otopark oluyor, haberiniz var mı?
Artık pahalı arabalarınızı peygamberimizin otoparkına koyar ve Hz. Ebubekir’in arsasına dikilen 31 katlı lüks otelde DR. HOUSE izlersiniz. Bize müstahak! Kâbe, Zemzem Towers’ların arasında siyah bir nokta gibi duruyor.
Bir kara delik oldu şimdi. Kâbe, kıyametin küçük, kara deliği oldu… Cehennem koridoru gibi, bizi yutup ateşe fırlatacak… Suudi Arabistan Elçiliği’nin önünde niçin yokuz? Neden halen oturuyoruz?
Bakın, Anıtkabir’in civarında ondan daha yüksek bina yapmak yasak, yapamazsınız, yaptırmazlar… Atatürkçülere kızıp Kâbe’nin adım adım yok oluşuna tanık oluyoruz bu nasıl bir rezilliktir?
“One Minute” demenin zamanı değil mi?
Taraf Gazetesi’nin manşet yapmasını mı bekleyeceğiz? Vay halimize! Vay televizyon, gazete, dergi ve radyolarımıza…
Kafayı İsrail’e, Amerika’ya taktığımız kadar Suudi Arabistan’a takmanın zamanı değil mi?
Otopark! Vay be…
“EL Emin Otoparkı…”
Arabanız güven içinde olsun… Gel, ne marka olursan ol yine gel… İster Bmw, ister Audi, ne olursan ol…
Kâbe, kara delik olup hepimizi yutacak. Beş vakit gözümüzü oraya dikip kıldığımız namazlar artık bizi kurtarmayacak. Gökdelenlerin arasında bir marul kurdu gibi duruyor. Hepimiz utancımıza dönmüş namaz kılıyoruz, vay anam vay!
Her şey tokanın çıkartılmasıyla başladı.
Saçlarımızı savurduk rüzgârda ve şeytanla gargara yaptık.
Örtündükçe soyunuyor ve izliyoruz zengin çocuğun mavi gözlerini, tam da film başlamışken…
Rabbim affetsin hepimizi!
|