|
'Atatürk, inanmadığı konularda cepheden mücadele yapmıyor, susmuyor, dikkatli ve ölçülü
eleştiri yapmıyor; inandığının tam tersini övebiliyor ve yüceltebiliyor.'
5
Kemalizmin Doğuşu
Cumhuriyet Halk Partisi, tek parti dönemindeki ilk programını 1927 yılında yayınladı.
'Cumhuriyet Halk Fırkası … cumhuriyetçi, halkçı, milliyetçi, siyasi bir cemiyettir ve merkezi
Ankara'dadır.'
6
ifadesinin yer aldığı bu programda, ilk üç ok telaffuz ediliyordu. 1931 yılındaki bir
sonraki CHP programında ise, tamamlanan altı ok konsepti şu şekilde sunuluyordu:
'Cumhuriyet Halk Fırkasının ana vasıfları
1- Cumhuriyet Halk Fırkası, A- Cumhuriyetçi, B- Milliyetçi, C- Halkçı, Ç- Devletçi, D- Layık,
E- İnkılapçıdır.'
7
CHP'nin 1931 programında dikkat çeken bir diğer cümlede, parti prensiplerinin geleceği de
kapsayan bir şekilde ele alınarak değişmez kılındığı ifade ediliyordu:
'Yalnız bir kaç sene değil, istikbale de şamil olan tasavvurlarımızın ana hatları burada
toplu bir halde yazılmıştır.'
8
Parti ideolojisinin dogmatikleşmiş olduğunun net bir göstergesi olan aynı ifadeye, söz konusu
ideolojinin adının konduğu 1935 programında rastlamak da mümkün:
'Yalnız bir kaç yıl için değil, geleceği de kapsayan tasarlarımızın ana hatları burada toplu
olarak yazılmıştır.
Partinin güttüğü bütün bu esaslar, Kamalizm prensipleridir.'
9
CHP'nin 1935 yılı programı, küçük farklılıklar haricinde 1931 yılı programının bir tekrarıydı. 1935
yılından sonra da ideolojik bir değişim ya da gelişim yaşanmadığından, Kemalizmin 1931 yılı
itibariyle şekillenmiş olduğu söylenebilir. 1935 yılı programında parti ideolojisine 'Kamalizm'
olarak referans verilmiş olmasının nedeni ise, o yıllarda dilde yapılan değişikliklerle birlikte
Mustafa Kemal'in, Arapça olan 'Kemal' adını öz Türkçe 'Kale' anlamına geldiğini söylediği 'Kamal'
ile değiştirmek istemiş olmasından ileri geliyordu.
Kemal Atatürk'ün ölümünden sonra (tıpkı CHP programlarında ifade edildiği gibi) geleceği de
kapsayacak şekilde ele alınan Kemalizm, sadece tek parti döneminde değil, demokrasiye
geçilmesinden sonra da Türkiye'nin resmi ideolojisi olmaya devam etti. Gerek merkezi devlet
eğitimi, gerek devlet radyosu, gerekse Anıtkabir'de yapılan askeri bir törende okunan İstiklal
Marşı ile açılıp kapanan tek kanallı devlet televizyonu vasıtasıyla topluma (ve özellikle yeni
nesillere) yıllarca Kemalist doktrinler telkin edildi. Bu yoğun telkinler sonucunda da, halkın
5
Parla, 273.
6
1927 CHF Nizamnamesi.
7
1931 CHF Programı.
8
1931 CHF Programı.
9
1935 CHP Programı
- 5 -
önemli bir kısmı, ülkenin geleceği adına Altı Ok'un yol göstericiliğinin vazgeçilmez ve tartışılmaz
olduğuna inandı.
Bütün bunlardan ötürü, 20. yüzyıl Türk siyasi hayatını anlamlandırabilme adına, çok partili
Cumhuriyet tarihinin hemen her döneminde politik hayata kalıcı izler bırakmış olan Kemalizm'in
her ilkesinin net bir şekilde anlaşılmış olması gerekiyor.
2. CUMHURİYETÇİLİK
Cumhuriyetçilik, siyasi sahanın 'insanlara ait' olması düşüncesinden yola çıkan, hürriyetin temin
edilebilmesi için siyasi hayata keyfi müdahalelerin ortadan kaldırılmasını gerekli gören ve bu
nedenle de 'hukukun üstünlüğü' ilkesini esas alan bir siyasi idare şekli. Cumhuriyetçilik, insan
merkezli bu sivil yapısı nedeniyle monarşi karşıtlığını da doğal olarak içinde barındırıyor.
Kendisini saltanat karşıtlığıyla çok güçlü bir şekilde ilişkilendiren Kemalizm, Altı Ok
konseptindeki cumhuriyetçilik ilkesini 'monarşi karşıtlığı' şeklinde, dar anlamlı olarak tanımladı.
Bir başka deyişle, Osmanlı padişahının sürgüne gönderilerek cumhuriyetin ilan edilmesi ile
birlikte halk egemenliğinin de tesis edildiği iddia ediliyordu.
1935 yılı CHP programında ulusal egemenlik ile cumhuriyet arasındaki ilişki şu şekilde ele
alınıyor:
'Parti, ulus egemenliği ülküsünü en iyi ve en sağlam surette imsiliyen [temsil eden] ve
taplayan [tatbik eden] devlet şeklinin Cumhuriyet olduğuna kanığdır [ikna olmuştur].
Parti bu sarsılmaz kanağatla, Cumhuriyeti her tehlükeye karşı, bütün araçlarla korur.' KEMALİZM
- 6 -
Kemalizmin temel kaynaklarının cumhuriyetçilik kavramı hakkında bundan daha derin manada
herhangi bir şey söylemekte olduğunu iddia etmek epey zor. Cumhuriyet algısının, ders
kitaplarında da sıklıkla rastlanan, 'padişah tarafından ezilen halk' ve 'ezilen halkı egemen kılan
cumhuriyet' şeklinde karşılaştırmalı olarak sunulan iki konseptin vurgulanmasıyla sınırlı olduğu
rahatlıkla söylenebilir. Resmi söylemin dayattığı bu gerçek dışı yaklaşım, fazlasıyla sorunlu iki
sonuç veriyor.
Cumhuriyetçilik konusunda ortaya çıkan ilk sorun, 1923 yılının Osmanlı Devleti ile Türkiye
arasında kalın bir çizgi olarak tanımlaması. Zira bu yaklaşım, padişahın otoritesinin ciddi ölçüde
sınırlandırılarak (Britanya'dakine benzer bir şekilde) sembolikleştirildiği, Osmanlı Devleti'nin çok
partili ve anayasal bir siyasi sisteme geçtiği II. Meşrutiyet (1908-1918) dönemini tamamen göz
ardı ediyor. Gerek Osmanlı Devleti'nin, gerekse Türkiye Cumhuriyeti'nin belli kalıplara sokularak
kitlelere sunulması bu iki dönem hakkında sağlıklı değerlendirmelerin yapılmasını
engellediğinden, toplumun düşünce dünyasında durağanlığa da neden oluyor. Ne Osmanlı
Devleti'nde 18. yüzyıldan itibaren yaşanan Batılılaşma sürecini, ne de Türkiye Cumhuriyeti'nin
kısa tarihinde yaşanan korkunç ayrımcılık ve insan hakları ihlallerini doğru bir şekilde
öğrenmesine izin verilmeyen kitleler, her iki dönemi de, ezberlenmiş, kıymeti kendinden menkul
önermelerle tartışıyorlar. Bu durum, cumhuriyetçilik ilkesi sözkonusu olduğunda da kendini
gösteriyor ve (yukarıda CHP programından yapılan alıntıda olduğu gibi) herşey 'Padişah kovuldu,
cumhuriyet geldi, ulus egemen oldu' basitliğine sığdırılmaya çalışılıyor – ki nedensellikten
nasibini alamamış bu tür yaklaşımlar dahi, bilgi kavramına olan yabancılığın ifadesi. Zira padişah
kovmakla cumhuriyetçi olunamayacağı gibi, bir devletin adına 'cumhuriyet' kelimesini
eklemekle de rejim 'insanlara ait' olmaz.
Resmi söylemin neden olduğu ikinci büyük sorun ise, mümkün olan en dar şekilde tanımlanarak
bir dezenformasyon paketi içerisinde sunulan cumhuriyetçilik konusunda bireysel haklar
merkezli herhangi bir düşünce geleneğinin oluşmasına imkan verilmemiş olması. Halkın siyasi
alana müdahil olabilmesi bir yana, merkezi iktidar tarafından 'adam edilmesi gerekli olan bir
yığın' olarak görülmüş olması, tanımı gereği 'insanlara ait' olması beklenen cumhuriyet
rejiminin, 'Türk cumhuriyetçiliği' söz konusu olduğunda bir oksimorona dönüşmüş olduğu
gerçeğini ortaya çıkarıyor. CHP programında cumhuriyetçilik açıklanırken, 'Parti, ulus egemenliği
ülküsünü en iyi ve en sağlam surette imsiliyen [temsil eden] ve taplayan [tatbik eden] devlet
şeklinin Cumhuriyet olduğuna kanığdır [ikna olmuştur].' dendikten hemen sonra, 'Parti bu
sarsılmaz kanağatla, Cumhuriyeti her tehlükeye karşı, bütün araçlarla korur.' ifadesinin
kullanılmış olması da zaten bu zihniyetin bir sonucu. Zira Türk cumhuriyetçiliği, rejimin halka ait
olduğu değil, halkın rejime karşı bir 'tehlüke' olarak görüldüğü bir idarenin adıdır. Parti, (kendi
anladığı manada) cumhuriyetçiliğe kanığdır [ikna olmuştur], şimdi ise sıra cahil halkı bu işe ikna
etmeye gelmiştir.
3. HALKÇILIK
Altı Ok konseptinde yer alan halkçılık ilkesinin cumhuriyetçiliğin bir yan ürünü olduğu rahatlıkla
ifade edilebilir. Zira Kemalizmin halkçılık ilkesi, hiçbir birey, grup ya da ailenin herhangi bir
ayrıcalığa sahip olmadığı sınıfsız bir toplum anlayışının ifadesiydi. Ancak tek parti rejimi, bu
haliyle 'eşitlik' olarak da nitelendirilebilecek olan halkçılık ilkesini bu tanımla sınırlı bırakmadı.
|