Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12-05-2011, 00:34   #1
Kullanıcı Adı
onurcan
Standart
sosyalizme ve kapitalizme kıyas edilerek konumlandırılıyor. Böyle bir yaklaşımdan ötürü de,
gerek sosyalizm gerekse kapitalizmle örtüştürülemeyen Kemalist devletçiliğin bu iki anlayış
arasında bir yerde olduğu varsayılarak karma ekonomiyi esas alan bir tür sosyal demokrasiye
karşılık geldiği sonucuna varılıyor.
Halbuki, devletin ekonomik sahada nihai karar alıcı olarak kabul edildiği ve gerek kamuya
gerekse özel sektöre ait işletmelere doğrudan müdahale edebildiği bir ekonomik sistem
öngören Kemalist devletçilik, sosyalizm ve kapitalizmden olduğu kadar, sosyal demokrasiden de
uzaktır. Dahası, 'devlet korporatizmi' başlığı altında değerlendirilebilecek pek çok öğeyi de
bünyesinde barındıran bu anlayış, sosyal devlet ve demokrasi kavramlarına da fazlasıyla
yabancıdır. Devlet korporatizmi, ülke içerisinde bulunan herkesin devlet tarafından alınan
kararlara riayet etmesini, sanayicilerden işçilere, memurlardan amirlere bütün vatandaşların
devletin gösterdiği hedef doğrultusunda 'işbirliği', 'dayanışma' ve 'uyum' içerisinde faaliyet
göstermesini esas alır. Devlet, bu işleyiş için gerekli ahengi sağlanayabilmekiçin de, halka son
derece güçlü bir milliyetçilik telkin etmek zorundadır.
Avrupa Korporatizmi ve Türkiye
Korporatist ideolojinin 1920'li yıllarda ivme kazanmaya başlamasıyla birlikte, Avrupa'nın kimi
bölgelerinde bu yeni anlayışın feodalizm ve liberalizmin ardından insanlığın geldiği yeni nokta
olduğuna inanıldı. Hatta dönemin papası 11. Pius dahi, korporatizmin işbirliği ve dayanışmayı
esas alan yapısının hıristiyan anlayışıyla uyumlu olduğuna inanıyor ve bu doğrultuda tesis etmek
istediği 'hıristiyan ekonomisi' konusundak' düşüncelerini yazıya döküyordu.
Bu gelişmelerden etkilenerek korporatizmi 'ulusal devlet' kavramıyla bayraklaştıran CHP'nin
konuya yaklaşımını, parti genel sekreteri ve ideologu Recep Peker'in 1935 yılı CHP programı ile
ilgili yaptığı açıklamalarda görmek mümkün:
Feodal devlet battı, onun yerine gelen liberal devlet de kendi içinden tefessüh
neticesinde dünyanın her yerinde çöküyor. Yerine çeşit çeşit devlet tipleri kuruluyor.
Arkadaşlar; feodal devletten sonra gelen liberal devletin yıkılışı ulusal devletin doğuşu
devrini getirmiştir. Ulusal devlet, keyfi bir idare değildir. Her kafadan bir ses çıkaran
dağıtıcı bir idare demek de değildir. Bizim anladığımız ulusal devlet nizamlı bir idarede
herkesin özel teşebbüsü demektir.
10
1930'lu yıllarda yaşanan ve 'Büyük Buhran' olarak referans verilen ciddi boyuttaki ekonomik kriz
nedeniyle o dönemde liberalizmi ve hatta demokrasiyi 'her kafadan bir sesin çıktığı' bir rejim
olarak gören insanlar artıyordu. Kriz nedeniyle problemler yaşayan ABD gibi demokrasilere
karşılık, Adolf Hitler ve Benito Mussolini yönetimindeki 'nizamlı' korporatist idarelerin
güçlenmekte oluşu, öyle görünüyor ki, tek parti yönetiminin de bu ideolojiye olan ilgisini
kamçılıyordu.
Recep Peker'in yukarıdaki ifadelerle sunduğu 1935 yılı CHP programı, Kemalizmin 'devletçilik'
okunu şöyle tanımlıyordu:

10
Parla, Taha. [1992] 1995. Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Cilt 3: Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP'nin Altı Ok'u. İstanbul:
İletişim Yayınları. 129.
- 11 -
Özel kınav [faaliyet] ve çalışma esas olmakla beraber, imkan olduğu kadar az zaman
içinde ulusumuzu genliğe [refaha] ve yurdu bayındırlığa eriştirmek için, genel ve yüksek
asığların [menfaat] gerektirdiği işlerde, hele ekonomik alanda, devleti filiğ surette
ilgilendirmek başlıca esaslarımızdandır.
Devletin ekonomi işleri ile ilgisi filiğ surette yapıcılık olduğu kadar, özel girişimlere de ön
vermek ve yapılmakta olan işleri düzenlemek ve kontrol da etmektir.
Devletin, filiğ olarak, hangi ekonomik işleri yapacağının belirtilmesi, ulusun genel ve
yüksek asığlarına bağlıdır. Bu lüzum üzerine, devletin, filiğ olarak, kendi yapmağa karar
verdiği iş, eğer, özel bir girişit [özel teşebbüs] elinde bulunuyorsa, onun alınması her
defasında özgü bir kanun çıkarmağa bağlıdır. Bu kanunda özel girişitin uğrayacağı
zararın, devlet tarafından ödem şekli gösterilecektir. Bu zarar oranlanırken, gelecekteki
kazanç ihtimalleri hesaba katılmaz.
11
Atatürkçü devletçiliğin tanımı yapılırken, hem özel teşebbüsün hem de devletin ekonomik
sahadaki varlığının esas alındığı net bir şekilde ifade ediliyor. 'Özel girişimlere ön vermek', 'işleri
düzenlemek', 'kontrol da etmek' gibi ifadeler ise, korporatist düzenleyiciliği bire bir karşılıyor.
Devlete verilen istediği özel şirketi kamulaştırma hakkı ise, Kemalist korporatizmin, devletin
karar alma aşamasında aynı masaya oturduğu diğer aktörlere yakın şartlarda olduğu toplumsal
korporatizmden epey uzaklaşarak son derece katı bir devlet korporatizmine varan uygulamalara
girişmekten de çekinmediğini gösteriyor. Müessesesine el konulan işletme sahibinin zararı
tazmin edilirken 'gelecekteki kazanç ihtimalleri'nin göz önüne alınmayacağının belirtilmiş olması
da, söz konusu tazminatın sadece işletmenin defter değeri üzerinden yapılacağı anlamına
geliyor ki, bunun da doğrudan soygunculuk yapmaktan hiçbir farkı yok.
12
Devletçilik okunun dikkat çeken bir diğer özelliği de, ekonomik alandaki bütün bu
düzenlemelerin 'hızlı kalkınma' amacıyla gerçekleştirildiğinin belirtilmiş olması. Devlet
güdümüyle kollektivistleştirilmiş olan toplum eliyle başarılması beklenen bu hedef, Kemalizmin
nasıl bir ekonomik hayat öngördüğü konusunu da açıklığa kavuşturuyor. Kemalizmin 'ulusal
devlet' olarak tanımladığı bu sistemde devletin gerek işçilere, gerekse işverenlere ne denli
hakim olduğu, yine 1935 CHP programındaki iki ayrı örnekte görülebilir:
'Grev ve lükavt yasak olacaktır.'
13
'Devlet, bütün endüstrilerde fiyat kontrol işlerini düzenleyecektir.'
14
Kemalist devletçiliğin bir yandan işçilere grev ya da lokavt hakkı tanımazken, diğer yandan her
mamulün fiyatını tek taraflı olarak belirlemeye kalkmasını, ne sosyalizm, ne sosyal demokrasi,
ne de kapitalizm ile izah etmek mümkün değil. Zira burada esas alınan prensip, toplumun her
kesiminin devletin koyduğu 'hızlı kalkınma' hedefi doğrultusunda kendi üzerine düşen görevleri
yerine getirmesinden ibarettir. 'Daha fazla maaş' ya da 'daha fazla kar' isteyerek

11
CHP Programı, 1935.
12
Bir işletmenin değerinin belirlenmesinde en başta gelen ölçü olan karlılığın göz ardı edilerek defter değerini esas almanın günümüz
şartlarında daha da anlamsızlaştığı görülüyor. Zira, (sözgelimi) hizmet sektörü, günümüz dünyasının bütün gelişmiş ülkelerinde milli hasıla
içersinde diğer ülkelere göre çok daha yüksek bir paya sahip. Ekspertizi yok sayan ve salt mal sektörüne (ve ihtimal, salt makine değerine)
odaklanan bu şirket değerleme biçiminin günümüzde hiçbir uygulanabilirliğinin kalmadığı malum. Milyar dolarlarla el değiştiren internet siteleri
için de aynı şey geçerli.
13
CHP Programı, 1935.
14
CHP Programı, 1935. KEMALİZM
- 12 -
mızmızlanmaya, 'kişisel' ya da 'sınıfsal' taleplerde bulunmaya ya da genel işleyişe aykırı
davranarak devletin koyduğu hedefe ulaşılmasını geciktirmeye ya da engellemeye hiç kimsenin
hakkı yoktur.
Bu sistemde kamu sektörüne ihtiyaç vardır, zira özel sektörün her alanda yatırım yapmaya gücü
ve isteği olmayacaktır. Ancak özel sektöre de ihtiyaç vardır, çünkü devletin de herşeyle aynı
anda uğraşabilmesi mümkün değildir. Dikkat edilecek olursa, buradaki kamu-özel ayrımı
sosyalizm-kapitalizm karşıtlığında olduğu gibi felsefi bir çatışmadan değil, tamamen pragmatik
bir işbölümünden ibarettir. Bu nedenle de, Kemalist devletçiliği, sırf ekonomik kollektivizminden
hareketle Sovyet sosyalizmi ile ilişkilendirmek mümkün olmadığı gibi, 'zenginler yaratma'
15
hedefiyle özel teşebbüsü desteklemiş olmasından ötürü de kapitalizmle bağdaştırmak da
mümkün değildir. Yine bu nedenle de, Atatürk'ün ekonomik alandaki özel teşebbüs ve kamu
varlığı konusundaki görüşlerini masaya yatıran ve yine aynı iki boyutlu hat çerçevesinde 'Acaba
hangisi daha ağır basıyordu?' sorusundan hareketle yapılan güncel analizler, sorulan sorunun
yanlışlığı nedeniyle baştan anlamsızdır.
Kemalist devletçilikte aslolan, sosyalizmin sınıf merkezli ekonomik analizine karşı çıkmak ve sınıf
çatışmasına karşı sınıf işbirliği düşüncesini hakim kılmak suretiyle toplumu işçisiyle işvereniyle
devletin hazırladığı planlar doğrultusunda (yine Kemalist söylemdeki ifadesiyle) 'gütmektir'.
16
Her kesimi bir diğeriyle kenetleyerek toplumu ekonomik anlamda farklı parçalardan oluşan tek
bir bütün haline getirme düşüncesini, İzmir İktisat Kongresi'nde Mustafa Kemal şöyle ifade
ediyor:
Bizim halkımız menfaatleri yekdiğerinden ayrılır sunuf halinde değil; bilakis
mevcudiyetleri ve muhassalai mesaisi [çalışmasından doğan üretimi] yekdiğerine [bir
diğerine] lazım olan sınıflardan ibarettir.
17
Mustafa Kemal'in 1923 yılında, henüz cumhuriyet dahi ilan edilmeden gerçekleştirilen İzmir
İktisat Kongresi'nde sarf ettiği bu sözlerin 1935 yılında CHP Genel Sekreteri Recep Peker
tarafından tekrar edilmiş olması, Kemalizmin ekonomik anlayışının korporatist çizgi üzerinde
şekillendiğini gösteriyor:
Arkadaşlar; Türkiyede teklerin menfaati umumun menfaati sınırı içinde bulunacaktır. Bu
sade bir edebiyat değildir. Bu, bugünkü hayatta gerçekleştirilmesi gerek olan bir
düstürun tam ifadesidir. Bugünkü dünya durumunda, genel varlığı düşkün olan bir devlet
ve ulus içinde kendisini gerçekten o ulusa, o devlete bağlı sayan bir yurddaşın, ne kadar
şahsi varlığı, ne kadar parası olursa olsun, kendi başına mesut olmasına imkan yoktur.
Arkadaşlar; bugün zenginlik de ferdi olmaktan çıkmıştır. En büyük varlık sahibi kazanmış
olanların bile parası milli paranın durumuna bağlıdır. Şahsın parası devletin ve ulusun
hakiki kuvvetine dayanmıyorsa, bu bir gece içinde mahvolabilir.
18

15
Atatürk'ün 1923 tarihli şu sözü, bu konudaki tipik açıklamalardan biri kabul edilebilir: '[H]alkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için,
ticaretin hariç ellerde bulunmasına mani tedabiri ittihaz etmek [tedbirleri almak] mecburiyetindeyiz.' Bkz: Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II
(1906-1938). [?] 1959. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
16
Halkçılık ilkesinde ifade bulan 'sınıfsızlık' prensibi, sadece padişah yönetimine değil, sınıf bazlı bir sosyal algıya sahip olan sosyalist anlayışa
karşı da dile getirilir. Kemalist literatürde sıklıkla 'dış cereyanlar' olarak nitelendirilen sosyalizm Türkiye için tehlikeli bulunduğundan, yanlış
yapması istenmeyen halka, halkçılık ilkesi işaret edilir.
17
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II (1906-1938). [?] 1959. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. 112.

 

onurcan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder