Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12-05-2011, 00:46   #5
Kullanıcı Adı
onurcan
Standart
Ancak bütün bunlara rağmen, CHP'nin korporatizmi ismen kabul etmeyip 'ulusal devlet'
kavramını tercih etmiş olduğunu da belirtmek gerekli. Recep Peker'in bu konudaki sözleri şöyle:
Şu halde acaba korporatif bir devlet düşüncesi mi hakimdir fikri hatıra gelebilir. Bunu da
karşılamak için programımızda bir önemli madde vardır. Onu hatırlatayım: Türkiyede
istismarcı yolda çalışacak tröstler ve karteller de yasak olacaktır. Bilirsiniz, nasıl marksist
sosyalist fakir bir ulusu içinde sınıf duygusu ile besliyerek parça parça çatışma saflarına
ayırır, bir sınıfı öteki sınıf aleyhine uğraşa sürükleyici telkinler yaparsa, müstahsillerin
[üreticilerin] aralarında birleşmeleri ve elele vermeleri ve bu surette müstehlikler
[tüketiciler] aleyhine ilk bakışta bariz görünmiyen falan hakikatte zararlı olan bir başka
çeşit sınıf mücadelesine yol açar.
Halbuki biz Türk varlığında bu müstahsiller-müstehlikler çatışmasına da yer
vermeyeceğiz. Her gün kendisine maliyet fiatından kat kat fazla bir fiat empoze edilmek
vaziyetinde bulunan ve istismar edenlere karşı yüreği nefretle dolu bir müstehlik kitlesi
meydana çıkmasının da önüne geçmeyi esaslı bir prensip tutmuş oluyoruz.
19
Recep Peker'in gerek parti programının metninin, gerekse kendisinin program hakkındaki
açıklamalarının korporatizm anlayışıyla ilişkilendirileceğini düşünmesi elbette doğal. Ancak
Kemalist devletçiliğin korporatist olmadığı konusuna delil olarak tröst ve kartellere izin
verilmeyecek olmasını göstermiş olması tamamen anlamsız. Zira üreticilerin kendi başlarına
tröst ya da kartel oluşturmaları, devlet korporatizminin tanımına zaten baştan ters. Peker,
ihtimal, dönemin şartlarından ötürü Türkiye'nin, Mussolini İtalyası ve Nazi Almanyası ile aynı
kategoride değerlendirilmesini istemiyor olabilir. Ancak bir politik ya da ekonomik bir sistemin
niteliği analiz edilirken esas olan, o sistemi organize eden kişilerin söz konusu idareye hangi ismi
taktıkları değil, o sistemin temel özelliklerinin hangi tanımlara karşılık geldiğidir. Bu çerçevede,
cumhuriyet adı verilen bir idare cumhuriyet olamayacağı gibi, korporatist olmadığı iddia edilen
bir ekonomik rejim de pekala tipik bir devlet korporatizmi olabilir.
Kemalist Devletçiliğin Militer-Milliyetçi Yönü
Korporatizmin etkisi altına giren 1920 ve 30'ların Avrupa ülkeleri gibi Kemalist devletçiğin de
militer seviyede bir milliyetçiliği benimsediği rahatlıkla söylenebilir. Kemalizmin milliyetçilik
ilkesi korporatizm adına gördüğü işlev itibariyle ayrıca ele alınmayı hak etse de, militer
milliyetçiliğin ekonomik alanda devletçilik ilkesi ile fazlasıyla iç içe geçtiği kimi örnekler
diğerlerine göre bir parça farklılık arz ediyor. Bu tür örneklerden en çarpıcı olanı, Kemalist
devletçiliğin ülke çapında, devlete ve sivillere ait olan kurumlarda beden eğitimi mecburiyeti
getirmiş olması.
Beden eğitimi 1920 ve 30'lu yıllarda (Atatürk'ün ifadesiyle) ırkın 'saflaşması' adına bir araç
olarak algılandığından, halkın topyekün mecburi beden eğitimine tabi tutulması o dönemde
olağan karşılanıyordu. Dahası, tek parti rejimi, yukarıdaki metinde devlete ve sivillere ait
kurumlar derken, fabrikaları da bu çerçevede değerlendiriyordu. 1935 yılı CHP programının bu
konudaki hükümleri şöyle:

19
Parla, 131. KEMALİZM
- 14 -
Yurdda beden ve devrim eğitimi ile spor işlerinde biteviyelik [süreklilik] göz önünde
tutulacaktır.
Okullarda, devlet kurumlarında, ve özel kurum ve fabrikalarda bulunanlar, yaşlarına
göre, beden eğitimi ile uğraşmak yükümü altına alınacaktır.
20
Kemalist devletçiliğin korporatist yapısı hakkında pek çok örnek verilebilir. Ancak 'beden eğitimi'
ile 'devrim eğitimi' kavramlarını aynı tamlama içine alabilen, fabrika işçilerini dahi ekonomik
rejimin askeri gibi görerek militer bir şekilde eğitmek isteyen, bütün bu (akademik anlamda)
faşist uygulamaları ırkla ilişkilendiren, ve hepsinden önemlisi, (sözgelimi) fabrika işçilerinin
kendilerini doğrudan ilgilendiren bu uygulamalar hakkındaki fikirlerini hiçbir şekilde sormaya
ihtiyaç hissetmeyen ve kendileri haklarında alınan kararlara rütbesiz asker gibi itaat etmelerini
bekleyen bu zihniyet, hemen her yönüyle tipik bir faşizmi ve devlet korporatizmini
yansıtmaktadır. Böyle bir ortamın sosyal demokrasiyle ilgisi yoktur - ve zaten tek parti
döneminin hiçbir aşamasında da olmamıştır. Bu türden (hem popüler hem akademik anlamda)
faşist uygulamalar, II. Dünya Savaşı'nın ardından tarihe karışmış olduğundan, bunların günümüz
dünyasıyla da hiçbir ilişkisi kalmamıştır. Bu tuhaf ilkelerin halen 'ilericilik' olarak sunulması ise,
Türkiye'ye has bir gericiliktir.
5. MİLLİYETÇİLİK
Kemalizmin 'halkçılık' ilkesi, halkı 'birbirleriyle uyum içerisinde faaliyet gösteren farklı
parçalardan oluşan bir bütün' haline getirmeyi esas alırken, 'devletçilik' ilkesi de, devleti, söz
konusu bütünün ne şekilde koordine edileceği konusunda kararlar alan bir üst aygıt kılmayı
hedefliyor.
Dikkat edilecek olursa, rejimin sosyal, politik ve ekonomik niteliğini belirleme adına bu iki ilke
'teknik anlamda' yeterli. Ancak bu işleyişin sürdürülebilir kılınabilmesi için, insan faktörünün de
göz önüne alınması ve kaba teknik kalıplara insani anlamlar yüklenerek rejimin işleyişinin
vatandaşların gözünde bir ideal haline getirilmesi gerekiyor. Milliyetçilik, bu noktada, halkçılık
ve devletçilik ayakları üzerine oturan Kemalist korporatizmin işlevselliğini temin edebilme adına
ciddi çözümler sunuyor.
Halkın genelini bir 'ulusal mit' etrafında kenetleyebilen, bireysel değil, kollektif değerleri
yücelten, böylelikle de devlete ve idarecilere bağlılığı kolaylaştıran milliyetçilik, herşeyden önce,
ürettiği farklı insan tipi sayesinde devlet korporatizmi (ya da daha farklı türden parti
diktatörlükleri) adına elverişli bir zemin ortaya çıkarıyor. Gerek hakim kollektif değerler, gerekse
ulusal mitler konusunda eleştirel ve şüpheci bir yaklaşımdan son derece uzak olan bu insan
tipinin ayırt edici özelliği, devlet otoritesine karşı sorgulayıcı değil, itaat edici bir tavır
sergilemesi.
Kemalizmin temelde 'kalkınma' kaygısıyla hareket eden bir ideoloji olması nedeniyle,
milliyetçiliğin sadece politik değil, ekonomik bir boyutunun da olduğu ve hatta çoğu zaman
ekonomik boyut ile politik boyutun iç içe geçtiği de söylenebilir. Zira halkı önce birbirine
kenetleyip sonra da devletin güdümüne sunan halkçı-devletçi rejim, milliyetçiliğin yardımıyla

20
CHP Programı, 1935.
- 15 -
teksesliliği de temin ediyor, ulusal ideallerin mutlak doğruluğuna ve sorgulanamazlığına olan
inancın yerleşmesini sağlıyordu. Benzeri bir etkiyi ekonomik sahada da görmek mümkündü.
Milliyetçilik ilkesi, gerek özel sektörde gerekse kamu sektöründe çalışanların faaliyetlerini
kontrol altına alıyor, devletin uygun gördüğü şekilde sürdürülen faaliyetlere 'ekonomi ötesi'
anlamlar yüklenebilmesine olanak tanıyordu. Bu noktada milliyetçilik ilkesinin yaptığı, insanlığa
ziraati, sanatı ilk öğreten, dünyaya mürebbilik etmiş olan bir 'üstün Türk ırkı' konsepti
oluşturmaktı. Bu konsept, (halkçılık ilkesi gereği) 'birbirleriyle uyum içerisinde faaliyet gösteren
farklı parçalardan oluşan bir bütün' olarak davranması beklenen halkın, (devletçilik ilkesi gereği)
devlet güdümünde gerçekleşmesi planlanan ekonomik kalkınma amacına kilitlenmesini
kolaylaştırıyordu.
Atatürk'ün 1930 yılında İzmir'de gerçekleşen CHP kongresindeki konuşmasında sarf ettiği kimi
cümleler, bu yaklaşımın bir özeti gibidir:
'Bütün beşeriyete ziraati, sanatı ilk öğreten Türk milleti idi. Türk milletinin dünyaya
mürebbilik etmiş olduğuna artık hakiki alimlerin şüphesi kalmamıştır. Türk milletinin
bundan sonra layık olduğu derecede iktisadiyat sahasında yükseleceğine kimsenin
şüphesi olmamalıdır. Fırkamızın vazifesi bu hedefe bir an evvel erişebilmek için millete
yol göstermek ve yardım etmektir.'
21
Tek parti döneminin tamamı boyunca işçilerde milliyetçi olma koşulunun aranmış
22
olması gibi
uygulamalar, halkçı-devletçi bir zemin üzerine oturan Kemalizmin işlevsellik konusundaki bu
kaygısının sonucuydu. 'Irkın saflaşması' adına bütün işçilere devrim ve beden eğitiminin zorunlu tutulması da, yine bu çerçevede değerlendirilerek açıklanabilir. Bu türden uygulamaların özel
sektör çalışanlarını da kapsayacak şekilde geniş tutulmuş olması, 1930'lar Türkiyesinde devlet
korporatizminin dozunun epey yüksek olmasından ileri geliyordu.
Kemalist milliyetçilik, Türkiye'deki gerek müslüman gerekse gayrimüslim azınlıklara karşı ayrımcı
ya da asimile edici yöndeki uygulamalarıyla da ayrıca değerlendirilebilir. Ancak bu noktada,
şovenist karakterdeki bu milliyetçiliğin varlık sebebinin (ve kavramsallaştırılmasının) halkçı-
devletçi korporatizm ile ilişkilendirilerek o çerçevede ele alınması yeterli görülebilir.

21
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri'nden aktaran: Parla, Taha. [1992] 1995. Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Cilt 3: Kemalist TekParti İdeolojisi ve CHP'nin Altı Ok'u. İstanbul: İletişim Yayınları. 241.
22

Konu onurcan tarafından (12-05-2011 Saat 00:48 ) değiştirilmiştir..
onurcan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla