|
6. DEVRİMCİLİK
Tek parti iktidarı, 1920'li yıllarda Türkiye'de gerçekleştirdiği sosyal, kültürel ve politik
değişimlerin her birini bir 'devrim' olarak adlandırdı ve bu köklü değişimlerin bütününe bağlı
kalmayı ve onları korumayı 'devrimcilik' olarak nitelendirdi. Böylelikle, halkçılık-devletçilikmilliyetçilik ilkelerinin oluşturduğu bütünsel yapının gereği milliyetçi ve korporatist bir ideolojiye
sahip olması beklenen halkın, sosyal ve kültürel anlamda da belli konulara bakışının
şekillendirilmiş olması umuluyordu.
1931 ve 1935 yılı CHP programları partinin devrimcilik ilkesini birbirine çok yakın ifadelerle
tanımlıyor. Ancak 1931 yılı programında, 'Fırka, milletimizin bir çok fedakarlıklarla yaptığı
inkılaplardan doğan ve inkişaf eden prensiplere sadık kalmayı ve onları müdafaa etmeyi esas
tutar.'
23
şeklinde bir tanımlama yapılırken, 1935 yılı programında ihtilalciliği dışlayan bir cümle
de yer alıyor:
23
CHP Programı, 1931.
- 17 -
'Parti devlet yönetiminde, tedbir bulmak için derecel ve evrimsel prensiple kendini bağlı
tutmaz. Ulusumuzun sayısız özverilerle başarmış olduğu devrimlerden doğan ve
olgunlaşan prensiplere bağlı kalmak ve onları korumak parti için esastır.'
24
Devrimcilik ilkesinin tanımı yapılırken ihtilalciliğin reddedilmiş olmasına rağmen, 'devrimcilik'
ifadesinin doğrudan ihtilalci bir yaklaşımı akla getirmesi bu noktada tuhaf bir çelişki olarak
ortaya çıkıyor. Taha Parla, bu durumu arı-Türkçecilik akımının etkisinde kalınması sonucunda
inkılap kelimesinin karşılığının tam tutturulamamasına bağlıyor:
'1930'ların ortalarında aşırı dozlara yükselip sonra frenlenen öz ya da arı-Türkçecilik
akımının etkisinde "inkılab"ın karşılığını tam tutturamamanın ürünü "devrimcilik". Yoksa
Gökalp'te de, Kemalistler'de de inkılap, "devrim" değil, düzen içinde "dönüşüm"dür.
Nitekim 1943 Programı'nda "inkılapçılık"a dönülüyor.'
25
Kemalist Devrimler
Devrimcilik ilkesinin 'devrimlerden doğan ve olgunlaşan prensiplere bağlı kalmak ve onları
korumak' şeklinde tanımlanıyor olması, (doğal olarak) bu ilkenin hangi devrimleri kapsayıp ne
gibi benzeri uygulamaları dışarıda bıraktığı sorusunu da beraberinde getiriyor.
CHP Genel Sekreteri Recep Peker, 1931 yılı programını açıklamak üzere İstanbul
Üniversitesi'nde verdiği konferansta devrimcilik bahsinde yedi devrim sayıyor ve bu devrimleri
Kurtuluş Savaşı'nın bir devamı olarak sunuyor. Türkiye'nin tam kurtuluşu için devrimlerin şart
olduğunu ifade eden Peker, düşmanın yurttan kovulmuş olmasına rağmen devrimler olmadan
Türkiye'nin yaşamasının mümkün olmayacağını iddia ediyor:
'Vatanın bugünkü tam kurtuluşunu ve milletin şerefli bir içtimai [toplumsal] heyet olarak
istikbale gidişini inkılap semerelerine medyunuz [meyvelerine borçluyuz]. İstila
ordularının memleketten kovulmasına hatta muahedelerle [anlaşmalarla] kazanılan
istiklalin mahfuz kalmasına rağmen inkılabı tahakkuk ettirilmemiş bir Türkiyenin
yaşaması ve kurtulması mümkün olmazdı.'
26
Kemalist devrimlerin Kurtuluş Savaşı ile aynı çerçevede 'kurtuluş merkezli olarak' ve 'istila
ordularının memleketten kovulması ile ilişkilendirilerek' sunulmasının epey problemli bir
yaklaşım olması bir yana bırakılacak olursa, Peker'in konuşmasında temelde yedi devrimden söz
ettiği söylenebilir:
1- Cumhuriyetin İlanı
27
2- Yeni medeni kanun ve ceza kanunun yapılması
3- Şer'i mahkemelerin kaldırılması
4- Medreselerin kaldırılması ve tevhid-i tedrisat
5- Dervişliğin men edilip, tekkelerin ve türbelerin kapatılması
24
CHP Programı, 1935.
25
Parla, Taha. [1992] 1995. Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Cilt 3: Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP'nin Altı Ok'u. İstanbul:
İletişim Yayınları. 45-46.
26
Parla, 117-118.
27
Recep Peker, cumhuriyetin ilanını en büyük inkılap olarak sunuyor. KEMALİZM
- 18 -
6- Şapka giyilmesi
7- Latin harflerinin
28
kabulü
Yukarıdaki yedi devrimin her biri ya sekülerleşme, ya da Batılılaşma başlığı altında toplanabilir.
Buradan hareketle, Kemalizmin 'devrimlerden doğan ve olgunlaşan prensiplerine bağlı kalmak
ve onları korumak' şeklinde tanımladığı 'devrimcilik' ilkesinin, aslında 'Türkiye'nin Batı tarzı yeni
sosyal, kültürel ve politik hayatına bağlı kalmak ve bu seküler hayat tarzını korumak' anlamına
geldiğini de söylemek mümkün. Tipik bir 'toplum mühendisliği' projesine karşılık gelen bu
yaklaşım, topluma hal-i hazırda hakim olan norm ve gelenekleri de otomatikman karşısına
alıyor. Söz konusu norm ve geleneklerde en belirleyici unsur olan İslam dini ise, bu durumda,
Kemalizmin inşa etmeye çalıştığı yeni hayat tarzının önündeki en büyük engel haline geliyor.
Bütün bunların sonucunda da, 'devrimcilik' ilkesini korumak üzere müstakil bir 'laiklik' ilkesi de
gerekli hale geliyor - ki Türkiye'de cumhuriyet tarihine yaşıt olan vatandaş-halk, devlet-millet,
laik-müslüman şeklindeki kutuplaşmaların temelinde de zaten bu normatif laiklik anlayışı var.
Bu noktada devrimcilik ilkesine yöneltilecek en temel eleştiri, halkı 'dönüştürmesi' beklenen
devrimlerin gerekli düşünsel alt yapıdan mahrum oluşu olmalı. Zira konunun politik
kurumsallaşma yönü bir yana bırakılacak olursa, Kemalist devrimlerin, 'dini öğeleri toplum
hayatından soyutlamak ve yerlerine Batılı öğeler koymak' anlamına geldiğini söylemek de
mümkün. Böyle bir dönüşümün de yüzeysel kalmaya mahkum olacağı ve kendisine yakıştırılan
'gardırop devrimleri' ifadesini sonuna kadar hak edeceği muhakkak.
Ancak bütün bunlara rağmen, devrimciliği 'gardırop' seviyesinde ele alan Kemalizmin bu
konudaki prensiplerini fazlasıyla ciddiye aldığını da belirtmek gerek. Örneğin Mustafa Kemal,
Kastamonu'daki konuşmasında 'Bu serpuşun adına şapka denir' şeklindeki meşhur ilanını
yaptıktan hemen sonra, kadınların giyiminin değiştirilmesi ile ilgili yorumlarda da bulunduktan
sonra aşağıdaki sözleri sarf etmişti:
'Keskin bir gerçek olarak söylüyorum: Korkmayınız, bu gidiş zorunludur ve bu zorunluluk
bizi yüksek ve önemli bir sonuca ulaştırıyor. İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve
önemli bir sonuca ulaşabilmek için gerekirse bazı kurbanlar da verelim. Bunun önemli
yoktur.'
29
(vurgu eklendi)
Mustafa Kemal'in sözleri, Recep Peker'in Kemalist devrim sürecini Kurtuluş Savaşı'nın devamına
benzeten ifadelerini doğrulayıcı mahiyette. Diğer yandan, aynı sözler, Türkiye'deki devrimcilik
anlayışının politik ya da felsefi olmaktan çok şekilci olduğunu göstermesi ve böylelikle yeni
cumhuriyetin fikri alt yapısını yansıtması itibariyle de son derece talihsiz ifadeler.
Ancak Şapka Kanunu'nun
30
yürürlüğe konma sürecinde ve sonrasında Kayseri, Sivas, Maraş,
Rize, Giresun ve Erzurum başta olmak üzere Türkiye'nin pek çok şehrinde yaşanan isyan ve
muhalefete Kemalist rejimin verdiği tepkinin niteliği, Mustafa Kemal'in sözlerinde ifade edilen
olası 'önemsiz' kurbanları gerçek kıldı. İsyanlar sonucunda binlerce kişi tutuklandı. Tutukluları
28
Recep Peker'in ifadelerinde (ve genelde Kemalist metinlerde) Latin harflerine 'yeni Türk harfleri' olarak referansta bulunuluyor.
29
Uluğ, Naşit Hakkı. 1973. Üç Büyük Devrim. İstanbul: Ak Yayınları. 144-145'ten aktaran: Aktaş, Cihan. [1991] 2006. Tanzimat'tan 12 Mart'a
Kılık-Kıyafet ve İktidar. İstanbul: Kapı Yayınları. 169.
30
'Şapka Giyilmesi Hakkındaki 671 No'lu, 25.11.1925 Tarihli Kanun'un metni şöyle: 'Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri ile genel, özel ve
bölgesel idarelere ve bütün kuruluşlara bağlı memurlar ve müstahdemler, Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek zorundadır. Türkiye
halkının da genel başlığı şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın sürdürülmesini hükümet yasaklar.'
- 19 -
yargılamak üzere ilgili bölgelere gönderilen gezici İstiklal Mahkemeleri, (içlerinde ulemanın da
bulunduğu) çok sayıda insanı şapka kanununa muhalefet gerekçesiyle idam etti.
31
7. LAİKLİK
Kemalizm, ortaya çıktığı ilk dönemden itibaren hep 'kavga veren' bir ideoloji oldu. Kemalizmin
kavga ile iç içe olması, hakim sosyal ve kültürel kodlar ile politik ve ekonomik uygulamaları
ülkenin ilerlemesinin önünde bir engel olarak görmesinden ileri geliyordu. Buradan hareketle,
topluma ve devlete hakim olan bu değerlerin (kalkınma ve çağdaşlık adına) kökten değiştirilmesi
gerektiği varsayımı üzerine oturan bir tavır sergileyen Kemalizm, Batıdan rejim ithal etmek
suretiyle sağlıklı bir alternatif ortaya koyabileceğine inanıyordu.
Kemalizmin, söz konusu alternatifi ortaya koyabilme adına benimsediği model, o yıllarda kimi
Avrupa ülkelerinde yükselişte olan korporatizm oldu. Bu da, ihtimal, kurucu kadronun çöken
kapitalist ideolojiye karşı korporatizmin yeni ve muteber bir alternatif sunduğunu, dünyanın da
o yöne doğru yol aldığını düşünmelerinden ileri geliyordu.
Kemalizm, sosyal ve kültürel alanda ise, toplumun norm ve geleneklerini değiştirme amacıyla
yine Batı merkezli bir dizi yeniliğe kapı açtı. Bu yenilikler kapsamında sadece Batı kültürünün
tekil öğeleri Türkiye’ye ithal edilmiyor, bu yeniliklerin Kemalizm-öncesi Türkiye'ye ait karşılıkları
da yasaklanıyordu. Örneğin, Latin harfleri, şapka ve Türkçe ezan gibi yenilikler, eski yazı, fes ve
Arapça ezanın yasaklanması, gelenekte direnenlerin sert cezalara çarptırılması anlamına
geliyordu.
Gelenekle ve geleneği çağrıştıran öğelerle bağların koparılmasını esas alan Kemalist devrimcilik,
bu prensibinden ötürü, söz konusu gelenekte birincil derecede belirleyici olan İslam diniyle
sıklıkla karşı karşıya geldi. Zira yapılan yeniliklerin neredeyse tamamı, İslam diniyle doğrudan ya
da dolaylı olarak ilgisi bulunan konulardaydı. Dahası, bu yeniliklere 'bağlı kalmak' ve onları
'korumak', Kemalist manada devrimci olmanın bir gereği olarak sunuluyordu.
31
Aktaş, Cihan. [1991] 2006. Tanzimat'tan 12 Mart'a Kılık-Kıyafet ve İktidar. İstanbul: Kapı Yayınları. 174-177. K
|