|
Bu noktadan bakıldığında, devrimcilik ilkesinin, dini hüviyeti ağır basan bir toplumsal değerler
bütününü sekülerleştiriyor olması yönüyle laiklik ilkesiyle iç içe geçtiği söylenebilir. Ancak, söz
konusu devrimlerin bekası adına bir yandan sosyal ve politik alandan dini dışlayan, diğer yandan
da dinin 'sakıncalı' yönlerini kontrol altında tutan müstakil bir laiklik ilkesi de ayrıca önemli.
Ancak Fransız sisteminden mülhem olan bu laiklik modelinin, Anglosakson anlayışını çağrıştıran
bir şekilde sıklıkla 'din ve devlet işlerinin ayrılması' (separation of church and state) olarak
tanımlanıyor olması elbette yanlış. Zira Türkiye'deki laiklik, din ve devletin karşılıklı olarak
birbirlerinden bağımsız oldukları Anglosakson anlayışıyla değil, dinin tek taraflı olarak devletin
kontrolü altında olduğu ve siyasi hayatın yanısıra sosyal hayattan da soyutlandığı Fransız
modeliyle örtüşüyor.
Kemalist Laiklik
CHP'nin 1935 yılı parti programında laiklik ilkesi şöyle tanımlanıyor:
Parti, bütün kanunların, tüzüklerin ve usullerin yapılışında ve taplanışında
[uygulanışında], en son ilim ve teknik esasları ile, asrın ihtiyaçlarına uyulmasını prensip
olarak kabul etmiştir.
Din, bir vicdan işi olduğundan, parti, dini, dünya ve devlet işleri ile sıyasada [siyasette]
ayrı tutmağı, ulusumuzun çağdaş medeniyet yolunda ilerlemesi için başlıca şartlardan
sayar.
32
CHP'nin laiklik tanımı, 'din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması' söylemine yakın kelimeler
kullanılarak yapılmış olsa da, yukarıdaki iki cümle dikkatlice okunduğunda, tamamen farklı bir
tablo ortaya çıkıyor. CHP'nin tanımında sadece dinin dünya ve devlet işleri ile siyasetten ayrı
tutulacağından söz ediliyor. Yani din ve devlet işlerinin ayrılması değil, tek taraflı olarak dine
devlet işlerinden el çektirilmesi söz konusu. Dahası, bu durum devlet işleri ya da siyaset ile de
sınırlı değil. Zira CHP'nin tanımı 'dünya işleri'ni de kapsıyor – ki bu yaklaşım, dini, siyasal
hayattan olduğu gibi sosyal hayattan da soyutlamak isteyen bir anlayışı yansıtıyor. Dolayısıyla,
Kemalizm dini inançların 'bir vicdan işi' olduğunu söylerken, bireylerin vicdani yükümlülüklerinin
gereklerini yerine getirmekte hür olduklarını ya da dini düşünce ve ifade özgürlüklerinin teminat
altında olduğunu kast etmiyor. Aksine, her türlü dini öğenin kamu alanında baştan olağan
şüpheli kılındığı, çeşitli ölçülerde yasaklandığı, nihayetinde de dini inançların vicdanlara
'hapsedildiği' bir anlayış söz konusu.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, yasama ve yürütmede dinin rolünü
ortadan kaldıran Kemalist laikliğin, dini hükümlerin yerine 'halkın iradesi'ni değil, 'en son ilim ve
teknik esasları' koyuyor olması. Bunun sonucunda da, demokratik bir laiklik değil, pozitivizmi
dayatan otoriter bir laiklik ortaya çıkıyor. Söz konusu otoriter-pozitivist laiklik, rejimin temel
karakteristiği olarak algılandığı ölçüde de, Türkiye'de her konudaki bireysel hak ve özgürlük
talebi sistemin otoriteryen refleksleriyle karşı karşıya kalıyor.
32
CHP Programı, 1935.
- 21 -
8. SONUÇ
Altı ilkenin ifade ettiği manalar dikkate alındığında, Kemalizmin, birbiriyle bağlantısı olmayan iki
ana bileşenden oluştuğu söylenebilir. Bu bileşenlerin birincisi, halkçılık-devletçilik-milliyetçilik
üçlüsünün oluşturduğu 'korporatizm'. 'Ekonomik bileşen' olarak da ifade edilebilecek olan
korporatizm, Kemalist söylemde, imtiyazsızlık esas alınarak eşitlenmiş olan halk kitlesinin,
devletin düzenleyiciliğinin merkeze alındığı bir ortamda birbirleriyle rekabet etmeden, bir
bütünün azaları olarak faaliyet göstermesini esas alıyor. Azalar arasındaki uyum ve
dayanışmacılık ise milliyetçi tezlerle körükleniyor.
Kemalizmin ikinci bileşeni ise 'laik devrimcilik' ya da 'kültürel dönüşümcülük' ifadelerine karşılık
geliyor. İlerleme ve kalkınma merkezli kaygıların son derece ön planda olduğu Kemalist söylemin
iddiasına göre, çağın gerisinde kaldığı düşünülen toplumun dünyayı yakalaması konusunda
kültürel dönüşüm de en az ekonomik kalkınma kadar önemli. Batılılarla aynı takvimi kullanan,
aynı şekilde eğitilen, aynı şekilde giyinen ve nihayetinde aynı şekilde düşünen bir Türkiye'nin
böylelikle çağı yakalayarak 'çağdaşlaşacağı' varsayımından hareket eden Kemalizm, söz konusu
kültürel değişikliklerin gerçekleştirilmesi konusunda kendi halkına şiddet uygulamaktan ve
gerekirse değişmekte direnenleri öldürmekten de çekinmiyor. Kemalizmin bu noktada fazlasıyla
göze çarpan bir diğer özelliği ise, yukarıdan-aşağıya örgütlenen otoriter bir yapılanma
doğrultusunda hakim kılınacak olan ithal değerlerin, toplumun o güne dek sahip olduğu tecrübe
ve birikimleri ikame edebileceğini zannetmesi.
Altı ilke ara-ilgileriyle birlikte ele alındığında, Kemalizmi, 'ekonomik kalkınma adına Mussolini
İtalyası ve Nazi Almanyasında görülen türden bir yapılanma öngören, ancak ilerleme adına
sadece ekonomik değil kültürel bir dönüşümün de gerekli olduğunu savunan, ve öngördüğü
ekonomik ve kültürel sistemi hakim kılma ve muhalefeti kırma adına kendi halkına şiddet
uygulamaktan çekinmeyen otoriter bir sistem' olarak tanımlamak mümkün.
Bu yapı, varoluş nedenini oluşturan kaygılar itibariyle ele alındığında kendi içinde tutarlı bir
ideoloji olsa da, bu tutarlılığın pragmatik yapısı, genel-geçer, mutlak bir tutarlılıktan söz etmeyi
imkansız kılıyor. Örneğin, otoriter yapısı gereği kitlelerinin eğitiminde farklı düşünce ve
yaklaşımlara yer vermesi mümkün olmayan ve asıl kaygısı rejim militanı yetiştirmek olan bu
sistem, bendelerine bir yandan Türk ırkının üstün olduğunu, (sözgelimi) 'dünyaya herşeyi
Türklerin öğrettiğini'
33
söylerken, diğer yandan da ciddi bir aşağılık kompleksi sergileyen
ifadelerle Batıyı örnek almalarını tembihleyebiliyor. Milliyetçilik ilkesini tanımlarken 'Türk
sosyetesinin [toplumunun] ... kendi özgü ıralarını [özelliklerini] ve erkin benliğini [müstakil
kimliğini] korumağı esas'
34
almaktan bahseden Kemalist söylemin, 'O zaman neden halka zorla
şapka giydirmeye çalışıldığı' sorusuna verebileceği makul bir cevabı maalesef yok. Bir yandan
kendilerini üstün hissetmeleri istenen yeni nesillerin, diğer yandan kendi kültürlerini
reddetmeye ve Batılılaşmaya zorlanmalarındaki çelişki, Kemalizmin birinci bileşeninin
(ekonomik bileşen) başarısı uğruna dozunu epey yüksek tuttuğu ırkçılığa varan bir milliyetçiliğin,
ikinci bileşen (kültürel bileşen) ile çelişmesinden başka bir şey değil.
33
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri'nden aktaran: Parla, Taha. [1992] 1995. Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Cilt 3: Kemalist TekParti İdeolojisi ve CHP'nin Altı Ok'u. İstanbul: İletişim Yayınları. 241.
34
CHP Programı, 1935. KEMALİZM
- 22 -
Kemalizmin felsefesi değerlendirilirken göz ardı edilmemesi gereken bir diğer nokta da,
Kemalizmin daha önce ortaya atılmamış olan hiçbir düşünce içermiyor oluşu. Kemalizm, gerek
ekonomik gerekse kültürel anlamda 1930'ların Avrupasını ölçü kabul ederek Türkiye'ye
medeniyet ithal etmeye odaklandı. Bir başka deyişle, Kemalizm, Türkiye'nin teksesli olmaya
zorlandığı tek partili altın çağında dahi, daha önce söylenmemiş olan hiçbir şey söylemedi.
Dahası, taklit ettiği ideoloji ve kültürün menşe'i olan Avrupa, II. Dünya Savaşı'ndan sonra hızla
değişmeye ve gelişmeye devam ederken, Kemalizm, 'ulu önder' gibi ifadelerle yüceltilen
Mustafa Kemal'in 'anısına' tamamen endekslenmiş olmasından ötürü 1930'larda çakılı kaldı. Bu
nedenle de, 1930'ların Avrupa zihniyetinin bugün itibariyle kendi menşe'inde dahi çoktan
reddedilmiş olmasına rağmen, Türkiye'de Kemalizm varlığını korudu ve (kaba kuvvetle de olsa)
ayakta kaldı.
Ancak gerçek şu ki, 1930'lar nasıl Avrupa'nın II. Dünya Savaşı'nı kaybeden faşist kısmı için bugün
itibariyle 'utanç verici' bir dönem olarak kabul ediliyor ve o dönemin Avrupasının günümüz
Avrupasına verecek bir şeyinin olabileceği düşünülmüyorsa, Kemalizmin de artık Türkiye'ye
verecek bir şeyi, söyleyecek yeni bir sözü yok. Bu noktada, 'Zaten eskiden de yeni bir şey
söylememişti' önermesi tekrar edilebilir. Fakat Türkiye'deki Kemalistlerin yetiştirilmiş oldukları
eğitim çarkının yapısı, sadece Avrupa'nın o günden bugüne değişimini anlamalarını değil,
Kemalizmi eleştirmeyi tasavvur etmelerini dahi imkansız kılıyor. Bu durum da, 2000'li yılların
Kemalistlerini hem AB'ye, hem de Kemalist olmayan Türklere (kısacası, kendileri dışındaki
hemen herkese) düşman olmak zorunda bırakıyor. Avrupa'da ulus-devletin ve ulusal
egemenliğin (Westphalian sovereignty) ortadan kalkmakta olduğu bu yeni dönemde, Kemalist
metinlerde sıklıkla rastlanan 'Biz bize benzeriz', 'Dışa kapalı kalalım', 'Kendimize has özeliklerimiz
var' gibi söylemlerin artık zaten pek de bir anlamı kalmamış olsa gerek. Bu nedenle de,
Türkiye'nin, Avrupa'ya ve daha da önemlisi dünyaya entegre olabilmesi adına, 'ilerici' olduğunu
iddia eden bu 'gerici' ideolojiden kurtulması gerekiyor.
http://www.derinsular.com
|