Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi
Önden Giden Atlılar Önlerinde okyanus, Kızgın bir çöl arkada, Asıl içlerindedir, Zaptedilmez bir deniz, Önden giden atlılar...



 
Seçenekler
 
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 06-10-2010, 16:59   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart ||Hoca Efendi Osman Nuri TOPBAŞ ile bir mülakat||

Yuvayı Dişi Kuş Yapar

Efendim, günümüzde evlilikle ilgili bir çok tartışmalar yapılmaktadır. İslâm'da "Nikâh" ve "Aile" mevzûları üzerine biraz izahatta bulunabilir misiniz?

Allah Teâlâ zâtıyla kâim, yani başka varlıkların yardımından müstağnîdir. Bütün varlıklara gücünü ihsan eden O'dur. Bütün güçler O'na aittir. O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Mâsivâullah, yani Allah'tan gayri bütün varlıklar ise binbir türlü ihtiyaç içinde hem birbirlerine ve hem de her şeyi yoktan var eden Cenâb-ı Hakk'a muhtaçtır. Bunlar arasında bilhassa "insan" başkasına muhtaç olmak yönünden en ileri safhada yaşar. Esâsen o, "üns" ve "ünsiyet" kelimelerinden türemiş olan "insan" diye isimlendirilmiştir ki, bu bile onun başkalarıyla maddî-mânevî alışverişte bulunmaya, beraberliğe ve bu sûretle diğer ihtiyaçlarını gidermeye muhtaç olduğunu gösterir. Bu ihtiyacın zirvesi, kadın-erkek beraberliğidir. Bu keyfiyet diğer canlılarda erkek-dişi, cansız varlıklarda ise eksi (-) artı (+) sûretinde tecellî eder. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyet-i kerîmede bu husûsa temas edilmiştir:
"Her şeyi çift yarattık ki, düşünüp ibret alasınız." (Zâriyât Sûresi, 49)
"Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mâhiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı tesbîh ve takdîs ederim." (Yasin Sûresi, 36)
"Ve sizi çift çift yarattık." (Nebe Sûresi, 8)
Bir erkeğin kadına, bir kadınınsa erkeğe ihtiyaç ve temâyülü, aslında neslin devamı için verilmiştir. Ancak bu tek gaye olmayıp, buna ilâveten fertlerin rûhî ve içtimâî huzur, sükun ve ahengi de hedeflenmiştir. Bu rûhî huzur, sükun ve ahenge ulaşmada zirve ise ancak "muhabbetullah" ile yani, kalbin Cenâb-ı Hakk'a aşkla teveccüh etmesi sâyesinde gerçekleşir. Muhabbetullâh ile Cenâb-ı Hakk'a yaklaşabilmenin birinci merhalesini kadın-erkek arasındaki muhabbet teşkil eder. Kalpler, birbirlerine muhabbetle bağlanan eşler arasında vâkî olan beşerî muhabbet antremanlarıyla muhabbetullaha istîdad kazanır. Bu beraberliğin tabiî meyvesi olan evlad ile bu istidad daha da olgunlaşır.
Kadındaki fıtrî temayüllerle erkektekiler birbirini tamamlayarak karşılıklı ihtiyaçları telâfî ve temin sûretiyle huzurlu bir ailenin oluşmasını temin eder. Böylece hem toplumun en temel birimini teşkil eden "aile" meydana gelmiş olur, hem de ferdin iç dünyası huzur ve sükûna kavuşur. Gerçekten toplumun medenî seviyeye kavuşması ve yuvaların sürûr ve saadetle dolması için en önemli hususların başında huzurlu bir aile ortamı gelir. Âile kurulurken erkek ve kadın, birbirlerine Allah adına söz verirler. Sevgi, saygı, güven ve samimiyet üzerine bir yuva kurarlar.
Nikâh peygamberlerin yolu, Rasûlullâh'ın sünneti, neslin baharı, erkek ve kadının şeref ve edebi, nâmus ve iffetin kalesi, insan soyunun hayvanlardan imtiyâzıdır, yani üstünlüğüdür.
Kadınların saadeti, hanım olarak yaşamalarındadır. Kadın, aslî vazifesinin dışına yönelir ise aile ocağını kurutur. Kadının dış hayata katılması ancak zarûrî sebeplerle mümkün olabilir. Bu zarûretler de miktarınca tayin olunup mâkul ve meşrû sınırlar aşılmaması îcâb eder.
İnsanlığa vakarlı ve şerefli bir hayat yaşatmak isteyen İslâm dini, kadına en yüksek değeri vermiş ve onun ihmalinden doğacak zararlara işaret etmiştir. Kadın, ailenin saadet ve huzur tavanına asılmış billur bir kandil gibidir. Nikâhın feyz ve nuru ile toplumu aydınlatır. Ailenin iffet ve namusunu korur. Kadın, günah girdab ve erozyonlarına karşı ailenin bir siper-i sâikası (paratoneri) olmalıdır. Aksi hâlde nesiller zâyi olur, insan enkazı haline gelir. Neslin zâyî olması ise akrabalığın ilgâ ve iptaline ve bu da nihayet toplumun çöküşüne kadar gider. Bu takdirde fitne, kangren hâline gelerek bütün topluma yayılır. Zarif ve ince duygular biter. Rezâlet ve huzursuzluklar tuğyân eder. Bunlar ise bir toplumun batış âlâmetleri ve felaket alarmları demektir.
Hanımlar, nikahın billur avizesi içinde parıl parıl ışık saçan bir hayat iksiridir. Kadının, ahlâkî, içtimâî ve millî hüviyet ve ihtişamı, nikâhın ruhâniyeti içinde yaşamasındadır. Kadın, nikâhla kurulan yuva sâyesinde yepyeni bir dünyaya girer. Belki daha önce hiç tanımadığı, tamamen meçhulü olan bir bey ve onun aile efradıyla bir arada yaşamaya başlar. Ancak Allah'ın evliliğe lutfettiği ayrı bir husûsiyet vardır ki, nikâh sâyesinde bir araya gelen çift, daha önce iki yabancı insan iken bir anda dünyanın birbirine en yakın iki insanı olurlar. Kurdukları yuva da, çoğu kere ayrıldıkları baba ocağından daha sıcak gelmeye başlar. Nitekim Rabbimiz:
"O'nun varlığının ve birliğinin delillerinden biri de kendilerine meyledip ülfet edesiniz diye kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda bir muhabbet ve şefkat kılmasıdır. Şüphesiz ki, bunda tefekkür eden bir topluluk için nice deliller vardır." (Rum Sûresi, 21) buyurmaktadır. Öyleyse ailedeki saadet için hâkim unsur, eşler arasındaki muhabbet, samimiyet ve şefkat olmalıdır.

Her yuvada bu saadeti yakalamak mümkün olmuyor. O halde bu saadet ve huzura ulaşmak büyük bir nimet olsa gerek… Bu saadete ulaşmak için nelere dikkat edilmelidir?

Böyle huzurlu bir yuva tesis etmek için eş seçmede İslam'ın koyduğu kaidelere hassasiyetle riayet etmek birinci şarttır. Bunlar da -hülâsaten söylemek gerekirse- eşlerin birbirlerinde güzellik, zenginlik vesâir gibi geçici, nefse hoş gelen sebeplere istinâden değil, iman ve ahlak gibi temel mânevî vasıflara ağırlık vererek tercih etmeleriyle hâsıl olur. Bir de aileler arasındaki küfüv, yani denklik dikkate alınmalıdır. Bundan sonrası irade ve olgunluğa bağlıdır. Olgunluk iman ve amel mükemmelliği, irade ise İslâmî emir ve yasaklara râm olmakla hasıl olur…
Allah'ın emir ve yasaklarına riâyet edilen huzurlu bir âile, dünya saadetinin temeli ve Rabbimizin en büyük ihsânlarından birisidir. Bu nimet ve saadetin devamı, iki tarafın ruhâniyet iklimi içerisinde yaşamasındadır ki, bu da karşılıklı fedakarlık ve anlayışa bağlıdır.
Günümüzde ailenin erozyona uğramasının en mühim sebeplerinin başında "kadının erkekleşmesi, erkeğin de kadınlaşması" gelir. Allah Teâlâ kadına ayrı, erkeğe ayrı hususiyetler lutfetmiştir. Bunlar her ikisinin toplum içindeki vazifelerinin lâyıkıyla ifasına göre şekillenmiştir. Vücud yapısından ruhî temayüllere kadar bütün fıtrî hususiyetler erkek ve kadında Allah'ın onlara yüklediği mükellefiyetlere göre şekillenmiştir. Bu durum, ailenin geçimini teminle mükellef kılınan erkekte psikolojik metanet ve bedenî hususiyetler suretinde tecelli eder ki, bu onun ailede reis olması neticesini doğurur. Kadın, ailenin geçiminden mesul tutulmamıştır. O, bu beraberlikten hasıl olacak çocukların doğumu ve doğumundan itibaren acizlik devrelerinde bakılıp korunmaları gibi hissîliği gerektiren bir vazife ile mükelleftir. İlâhî tayin eseri olan bütün bu yaratılış hususiyetleri, kadın ve erkeğe ayrı ve birbirini tamamlayan bir hüviyet kazandırır ki bunlardaki değişiklik yaratılış özelliklerine aykırı bir yolda yürümek demek olur, bu ise huzursuzluk kaynağı olup saadeti zaafa uğratır.
Bir de şu hususu söylemek lâzımdır ki, ne ailedeki erkek otoritesi "tahakküm" ve ne de kadının itaati "esaret" şeklinde anlaşılmalıdır. Bu roller İslam'ın hassas bir surette tayin ettiği ölçüler dahilinde gerçekleşirse ailede "zâlim" de olmaz, "mazlum" da… Kadının iffet ve itaat dairesinden çıkarak kocasına zulmetmesi, buna mukabil kocanın ise otoritesini nefsânî arzuları uğruna kullanması aile yuvasını tahrib eder. Ancak hariçteki hayat mücadelesine memur olan erkeğin mâruz kaldığı gerginlikler sebebiyle evinde hanımından kendisini teskin edici şefkatli ve muhabbetli bir itaat görmesi, hem hakkı ve hem de bir ihtiyacıdır. Bundan dolayıdır ki, ailede herkes Allah'ın tayin etmiş olduğu hak ve sorumluluklarını bilmelidir. Aile içinde erkek merhametli, hakşinâs; kadın ise itaatkâr olmalıdır.
Bir yuvayı huzur ve saadet içinde devam ettiren şey, karşılıklı sevgi ve saygıdır. Ama unutmamalıdır ki, ecdâdımız "yuvayı dişi kuş yapar" demişlerdir. Bu bakımdan yuvaya sahip çıkmak husûsunda kadının daha çok firâsetli olması, gayret ve fedâkârlıkta bulunması beklenir.

Bir kadının aile yuvasında dikkat edeceği hususlar nelerdir?
Her şeyden önce hanımlar, Allah'a kulluğa ve takvaya riâyet etmelidir. İbâdete, namaz ve niyaza dikkat ettikleri gibi helal ve harama da itina göstermelidirler. Aile içinde hanımın takvâ ve istikâmeti, kocasını, çocuklarını, akrabalarını ve hatta komşularını hayır ve hasenâta teşvik edecek mahiyette olmalıdır. Sâliha bir hanım, etrafına saadet saçan, cennet kokulu bir çiçektir. İyi bilmelidir ki, milletler erkekleri ile terakkî eder; fakat kadın bu terakkide temel unsurdur. Zira evinde huzurlu olmayan bir erkek toplumda da başarılı olamaz. Bundan dolayıdır ki, erkeksiz terakkî olmadığı gibi, kadınsız terakkî de noksandır. Diğer taraftan her erkek, ilk terbiyesini ana kucağında alır. Dolayısıyla onun şahsiyetinin teşekkülünde ilk hizmet yine kadınlara aittir. Bu yüzden kadının kemâliyle milletler yükselir, onun alçalmasıyla da milletler sukût eder.
Hanımlar için Allah'a kulluktan sonra gelen en mühim vazife; kocalarını ve aile fertlerini mesut etmektir. Zevcini memnun etmek ve aile saadetine gölge düşürmemek, Rabbin rızâsını celbeder. Zira Peygamber Efendimiz:
"Saliha kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini yerine getirir ve onun gıyâbında hem malını, hem de namusunu muhafaza eder." (İbn-i Mâce, Nikah, 5/1857) buyurmuştur. O hâlde bir kadın, kocasını memnun etmenin yollarını arayıp bulmalı, onun rızasını kollamalıdır.

Efendim, bu konuyu biraz daha açacak olursak, bir hanım evinde, günlük hayatında nelere nelere dikkat etmelidir?
Evin içindeyken, kendine itina göstermeli, temiz ve bakımlı olmalıdır. Sıradan bir erkeğin nazarında bile kadının pasaklı ve derbeder olması onun gözünden düşmesi için yeterlidir. Kocasının yanında, göze hoş gelmeyecek her türlü görüntüden uzak olmalıdır. Evde aradığını bulamayan kimsenin gönlü, dışarıda yanlış yerlere doğru kayar ve nihayet aile saadeti zaafa uğrar. Bu yüzden ev içinde kadın, renk ve kokusu muhtelif çiçeklerden derlenmiş bir buket gibi olmalı; eşine saadet ve huzur tevzî etmelidir. Beyi akşam saatlerini özlemeli, akşam eve dönmekten nefret etmemelidir.
Saliha hanım, kocasını güleryüzle ve kapıda karşılamalı, evden çıkarken de güzel söz ve duâlarla yolcu etmelidir. O gün kendisi çok yorulmuş olsa bile bunu belli etmemeli ve onun yanında yüzünü ekşitmemelidir. Kocasının sıkıntılarını paylaşmalı, yorgunluğunu atmasına yardımcı olmalıdır.
Aşırı alınganlık, gerekli-gereksiz şikâyetler sebebiyle birbirlerinin huzurunu kaçırmamaya çalışmalıdırlar. Bu konuda ashâb-ı kirâmdan Ümmü Süleym'in kocasına karşı tavrı ne güzeldir. Çocuğunun vefat etmiş olması bile, onu kocasına hizmet ve fedâkârlıktan alıkoymamıştır. Rivâyet edilir ki, Ebû Talhâ'nın ağır hasta olan oğlu, kendisi evde yokken vefat etmişti. Ümmü Süleym, çocuğun vefat ettiğini görünce onu gasledip kefenledi. Ümmü Süleym ev halkına:
"-Sakın Ebû Talhâ'ya oğlunun öldüğünü söylemeyin, tâ ki ben söyleyinceye kadar!.." diyerek sıkı tenbihatta bulundu. Ebû Talhâ gelince:
"-Oğlan nasıldır?" diye sordu. Ümmü Süleym:
"-Çocuğun ızdırabı son buldu, istirahat ettiğini zannediyorum." dedi. Sonra kocasının yemeğini getirdi. Ebu Talha yemeğini yedi. Ümmü Süleym süslenip zevcesine göründü. Beraberce istirahate çekildiler. Sabah olunca, Ebû Talha evden çıkmak istediği sırada, zeki ve takva sahibi bir hanım olan Ümmü Süleym:
"-Ey Ebû Talha, şu komşumuzun yaptığına bak, kullanmak üzere aldığı emaneti istediğim zaman vermek istemediler." dedi. Ebu Talha:
"-Hiç olur mu, iyi etmemişler!" diye cevap verdi. Bunun üzerine Ümmü Süleym:
"-Ey Ebu Talha, oğlun senin yanında Allah'ın bir emanetiydi, onu geri aldı." deyiverdi. Ebu Talha birden şaşırdı, sustu ve sonra:
"-İnna lillâhi ve inna ileyhi râciun: Biz Allah içiniz ve muhakkak O'na döneceğiz" diyebildi. Namaz için mescide gittiğinde olan biteni Hazret-i Peygamber'e anlattı. Allah Rasûlü:
"-Cenab-ı Hak, bu gecenizi mübarek kılsın." diye duâ etti. Bu duâ üzerine daha bir yıl geçmeden Allah bu aileye bir erkek evlat daha ihsan etti. Peygamber Efendimiz bu yeni doğan çocuğa hurma yedirerek duâda bulundu ve ismini "Abdullah" koydu. Yine bu duânın bereketiyle Abdullah'ın dokuz veya yedi çocuğu olduğu ve hepsinin kurrâ hâfız oldukları rivayet edilmiştir.

 

  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı