![]() |
#1 |
![]() BBP'nin şu anda Genel Başkanı ile, o elim helikopter kazasını, Muhsin Yazıcıoğlu'nu ve 24 Mayıs'taki Kurultayı konuştuk.... Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düştüğü haberinin basına yansımasından sonra, en az enkazı arayanlar kadar O da çok zor bir görev yürüttü. Yaklaşık 3 gün boyunca kameralar karşısında dik ve metaneti elden bırakmadan, sağduyu çağrıları ile toplumu bilgilendirdi. Evet, o zaman BBP Genel Sekreteri, şimdi de Parti'yi Kurultay'a götürmek üzere, partinin Yazıcıoğlu'ndan sonra Genel Başkanlık koltuğuna oturttuğu Yalçın Topçu'dan bahsediyoruz. Yalçın Topçu ile Tekilhaber yazarı Cenk Sarıgöl ile beraber gerçekleştirdiğimiz bu röportaj vesilesiyle uzunca sohbet ettik. Tekrar o herkesi üzüntüye boğan günleri konuştuk. Muhsin Yazıcıoğlu'nun konuştuk. Yazıcıoğlu'suz BBP'yi konuştuk... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün kazayla ilgili ilk sözleri ne oldu? Muhsin Yazıcıoğlu, Ergenekon soruşturmasında gizli tanık mıydı? 11 Eylül 2007'de Sıhhıye katlı otoparkında ele geçirilen bomba yüklü minübüsün hedeflerinden birisi Muhsin Yazıcıoğlu muydu? Muhsin Yazıcıoğlu ölmeseydi Mayıs ayında liberal yazarlarla ne görüşecekti? BBP, MHP ile birleşecek mi? Bundan sonra yoluna nasıl devam edecek? Bakanlar Kurulu'nda Muhsin Yazıcıoğlu'nun Taceddin Dergahı'na defnedilmesi ile ilgili kararnameyi imzalamayan Ertuğrul Günay'a Yalçın Topçu ne dedi? Muhsin Yazıcıoğlu hem genel başkanınızdı ham de bir dostunuzdu. Muhsin başkan ile ilk nerede, ne zaman ilk tanıştınız? 1975 yılının başlarında Genel Başkan Yıldırım Beyazıt yurdundaydı. Ülkü ocakları ikinci başkanıydı. Hatırladığım kadarıyla yurdun da başkanıydı. Zaten başkan olmasa da Muhsin Yazıcıoğlu idi. Muhsin Başkan sizin için ne ifade ediyordu? Lisedeyiz, karakola düşmüşüz. Gelmiş, elimizden tutmuş, nezaretten çıkarmış, bize ülkü ocaklarında köfte-ekmek ısmarlamış, evimize gideceğimizi düşünmüş. Ocağa gittiğimiz zaman O'na başvururuz. Muhsin abi diyoruz. Abimiz o bizim. Parasız kalınca bize para verir, bir derdimiz olunca hallederdi. İlişkilerimiz böyle başladı. 1974'ün sonları, 1975'in başlarıydı. Genel Başkan Abidinpaşalılara özel bir itimam gösterirdi. Kendileri bizden 3 – 4 yaş büyüktü ama o zaman 3-4 yaş çok büyük birşeydi. Neticede siz lise 1. sınıftasınız o üniversitede. O yüzden bizim gözümüzde dağdı. Seninle ilgileniyor seni koruyor, kolluyor. Sana misyon yüklüyor. Mesela annenin babanın yanında sen sadece bir çocuksun ama o sana bir misyon yüklüyordu. Kazayı ilk nasıl öğrendiniz? Seçim öncesi İHA ile anlaşmıştık. TGRT’den bir muhabir verdiler. Genel Başkanım helikoptere binmeden önce televizyonda canlı yayındaydı. Orada "Hadi sizi Allah’a emanet ediyorum" deyince ben hemen telefona sarıldım. Genel Başkan telefonunu hiç kapatmazdı. Hem televizyondan izliyordum hem de konuşuyorduk. Dedim ki "Efendim rahatsız etmiyorumdur inşallah" Telefonda bana, "Evet miting güzel geçti ama yine yayınlamayacaklar." dedi. Ben de " Efendim şu an yürüyorsunuz. Sizi görüyorum" dedim. Sonra canlı yayını kestiler. "Sonunu çok iyi bağladınız. 'Adaylarımı size, sizi Allah’a emanet ediyorum' sözü güzel oldu" dedim. "Evet, şimdi inşallah Yerköy'e gideceğiz oradan da bir haber alalım. Hakkı'lar da oraya geçiyorlar. Orada çok kalabalıkmış. İnşallah orayı da verirler" dedi. Bana "Ne yaptınız" diye sordu. Neticede biz yardım alan bir parti değiliz, arkadaşlarımızın, dostlarımızın ufak tefek yardımlarıyla ayakta duran bir partiyiz. Genel Başkan'a "15’e yakın para toparladık. Bizim genel başkan yardımcımız Remzi Çayır da yanımızda" dedim. O gün "Göksun ve Elbistan’a ikişer lira gönderelim." dedi. Mustafa yazıcıda aradı, yoldan geliyor. O da nihayet şu kadar var. Sivas’ta kurdurduğumuz platform içinde şu kadar lazım." diyor dedim. Genel başkanım güldü. "Anlaşıldı, bunlar senin elinden hepsini alacak. Bak sen genel sekretersin. Senin cebinde yinede biraz para dursun ne olur ne olmaz. Senin karizma çizilirse partinin karizması çizilir. Ben anladım; bunlar senin elinden o parayı alacak" dedi ve güldü böyle. Aradan saatler geçti, beni Anadolu Ajansı haber geçmiş, genel başkanın helikopteri düşmüş diye aradılar. Hemen özel kalemi aradım ve durumu sordum. Abi heralde abartı bir durum, helikopterin rota gereği inip benzin falan alacağı yerdir belki dedi. Ben hemen Kayseri Valisi'ni Kahramanmaraş Valisi'ni aradım. İlk önce Maraş Valisi çıktı ve bir kaza olmuş, ambulansları yola çıkarttık dedi. Bir bilginiz var mı diye sordum. Korkulacak birşey yok gibisinden lbirşeyler söyledi. Kazayı duyduğunuz anda ne düşündünüz? Hiç birşey düşünmedim. Çünkü böyle birşey daha aklımdan bile geçmiyor. Çünkü benim kulağımda hala o kahkahaları var. Aradan fazla bir sürede geçmemişti. Aklıma kötü birşey gelmedi. Sonuçta Genel Başkan ilk defa kaza geçirmiyordu ki. Beraber yaşadığımız bir sürü kazalarımız var. Bu işler böyle. Çok gezince insan kaza ile karşılaşıyor. Biz helikoptere Kosova’da, Makedonya’da, Bosna’da birçok yerde bindik. Ondan aklıma böyle birşey gelmedi. 22 Temmuz seçimlerinde de yine helikopter tutmuştuk. Bir sürü yeri dolanmıştık. Kazadan birkaç gün sonra, Muhsin Başkan'ın helikopter kiralanmasına yönelik tekliflere, ‘ya beni öldüreceke misiniz?’ diye yanıt verdiği basında genişçe yer buldu. Genel Başkan böyle birşey söyledi mi? Asla böyle bir şey yok. Genel başkan hep arkadaşlarımıza ücret biniyor, sıkıntı oluyor, neticede bunlar derlenip toparlanan paralar diyordu. Genel başkan, herkese ulaşmak, herkesle olmak, herkese dokunmak istiyordu. Zaten kendisi Divan'da "bir helikopter olsa da dolaşsak bütün her tarafı" demişti. Peki ne zaman anladınız Muhsin Bey’in kaza yaptığı? Bilgi almak için Vali'yi aradım. Vali, aynı bilgileri doğruladı. Ayağı kırıkmış dedi. 15 dakika sonra Erciyes Üniversitesi'nin başhekimi aradı ve "Efendim bizim hazırlıklarımız tamam. Var mı gelen giden, kim gelecek kim gidecek" dedi. İşte o zaman tutuştum. Bunlar kesin bilgi almadan bir kaza olmuş diyorlar sadece. Yani haberi bizden bekliyorlar. O zaman tutuştum. Çünkü sürekli genel başkanı arıyorum ama cevap vermiyor. Mutlaka benimle, yenge hanımla bir irtibat kurar. Anladım ki bu iş farklı. Burada bir sıkıntı var. Ne yaptınız o zaman? Hemen Cumhurbaşkanı'nı aradım. Bunu yapmam gerektiğini düşündüm. Aradım ve bir anda bir duygusallık çöktü içime. Sanki bir anda birşey koptu içimden. Cumhurbaşkanlığı ile konuşurken nerdeyse şuurumu kaybettim. Ne dediniz Cumhurbaşkanı'na? "Genel Başkanımın helikopterinin düştü bilgisi geldi. Ama kimsede bir bilgi yok. Ben Genel Başkanımın hayatından şüphe etmeye başladım. Ben netice istiyorum efendim" dedim. Cumhurbaşkanı ne dedi? Cumhurbaşkanım "aman birşey yapma. Yok olur mu? Allah muhafaza, hiçbirşey olmamıştır" dedi. O da yurt dışına gidiyormuş. "Ben gerekli talimatı verip size döneceğim" dedi size. Sonra? Aradan 20 dakika geçtikten sonra Cumhurbaşkanı aradı. "Evet, helikopter düştü ve yerine ulaşılamadı." dedi Bu arada özel kalem müdürümüz, yardımcımız Üzeyir Tunç Bey, İHA Muhabiri İsmail ile telefonda görüştüklerini söylediler. Ne söyledi size İHA Muhabiri? İsmail bize "Şu anda Genel Başkanı göremiyorum." dedi. Bu sırada bize değişik bilgiler geliyordu. Nasıl mesela? Helikopter yumuşak iniş yaparsa sinyal vermez gibi... O zaman aklımdan şöyle şeyler geçmeye başladı. Genel başkan atletik bir insan. Tek eliyle şınav çeken bir insan. Kendi kendime helikopter yalpalamaya başladı; genel başkan da helikopterin düşeceğini anladı ve aşağı atladı. Atladı ama nereye düştü? 3 km mi 5 km mi? Nereye? O atlayışta da mutlaka bir hasarı vardır. Helikopterin olduğu yere ulaşması da zaman alır diye düşündüm. Kazadan 2 saat sonra yaptığım basın açıklamasında "sabrımız tükeniyor" diyorum ama bu arada bir sürü rivayet geliyor. Peki bu süre içinde öldüğünü hiç düşünmediniz mi? Hayır, öldüğünü düşünmüyordum. Çünkü gelen rivayetler de Başkanın yaşadığı yönündeydi. İşte Genel Başkan'ın bir mağaraya çekildiği, bir görenin olduğu... Çaresiz olunca her gelen bilgiye inanıyoruz. Cumhurbaşkanı'ndan sonra helikopterin düştüğü kesinleşince Başbakanı aradım. Aklıma hemen kriz masası kurulması geldi. Kriz masası oluşturuldu. Genel merkezi ikiye böldük. Bir kısmı orada bir kısmı burada. Biz burada arkadaşlarla Başbakanlıktaki kriz masasıyla süreci takip etmeye başladık ama süreç duvar gibi. Çok büyük bir hava muhalefeti vardı. Kasa uçaklar, NASA, uydu, herşey çaresiz. Kazadan sonra helikopterin nasıl düştüğü şeklinde yapılan incelemelerde de bir sürü bilgi kirliliği ortaya çıktı. İşte Alman uzmalar pervane çarptı dedi, bizimkiler kızak çarptı dedi. İlk önceki gibi bir bilgi kirliliği de ortaya çıktı. Sonuçta helikopterin anteni kırılmışta olsa da yine çalışması gerekirdi. Demekki antenin içinde bir sorun var. Genel Başkanınızın vefat ettiği haberi kesin olarak size ne zaman geldi? Ekip, Genel Başkanımızın şehadetinin olduğu yeri görünce bana döndüler. Onların içinde bizim partililerimizde vardı. Çünkü ben hep şöyle dedim: "O süreçte Genel Başkanımızı bizim arkadaşlarımızdan birisi görürse inanırız. Biz duygularımızı muhavaza ediyoruz, dua ediyoruz." Çünkü sonradan da anlaşıldı ki işte İsmail Genel Başkan yok diyor. Ben zaten en başından beri oraya takıldım. Peki şu an aklınızda suikast şüphesi var mı? Bu kazanın tamamen aydınlandığına inanıyor musunuz? Hayır kesinlikle aydınlanmadı. Bu dosya milletin mahşer-i vicdanında açık duruyor. Partililerin önünde açık duruyor. Nedir bu mahşer-i vicdan? Mahşeri vicdan benim anam. Benim anam diyorki kendi ifadesiyle; ‘Oğul oğlanı yediler yediler’ aynen dediği bu. Senin de ne hayın var otur evinde diyor. Mahşer-i vicdan bu. Çünkü tarihe not düşmüş insanların kazaları dürülüp bükülüp öylece bir kenara atılabilir mi? Ki bu adam Muhsin Yazıcıoğlu. Muhsin Yazıcıoğlu ömrü hayatında devlete ebed demiş, millete esas demiş, bununla alakalı devletin ebedi noktasındaki düşmanlarla, milletin esası noktasındaki düşmanlarla siyaseten mücadele etmiş. Böyle bir şahsiyet. Tarihe not düşmek isteyen bir lider. Türk-İslam dünyasının tanıdığı, diğer milletlerin tanıdığı, Kuzey Irak'tan bir kürt liderin kendisini arayıp konuştuğu, fikirlerine başvurduğu, öbür taraftan Çeçenistan, öbür taraftan Bosna-Hersek, öbür taraftan Kosova. Kosova'nın bağımsızlığı için yapılan seçimlerde büyük çalışmaları oldu. Türkiye’de seçim çalışmaları yapar gibi yaptı. Aksiyon adamı aynı zamanda. Şimdi bunda suikast mi var? Genel Başkan barış diyordu, birlik diyordu, adalet diyordu, sevgi diyordu. Bunu bütün dünya için istiyordu. Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ergenekon’un gizli tanığı olduğu yönünde bir takım haberler çıktı. Böyle bir şey var mı? Bu tamamen bir grubun çamur at izi kalsın çalışmasıydı. Türk dünyasının, İslam dünyasının, Anadolu coğrafyasındaki büyük Türk milletinin bu ilgi ve alakası bir yerleri rahatsız etti. Ne yaptı Genel Başkan'ın şahadeti? Kürt ile Türkmen’i, Alevi ile Sünniyi, Lazla Arabı, Çerkezi v.s. Hepsini bir araya getirdi. Burada rahatsız oldular. Genel Başkan'ın ömrü hayatında neresi gizli kalmış. Mamak zindanlarında gizli bir şey mi kalmış? Neyi gizli olacak? 28 Şubat'ta gizli mi durmuş Genel Başkan? O gizli tanığı aile bilmiyor, ben bilmiyorum, parti bilmiyor. Bunun için kanuni yollara başvurduk. O yayını yapan zevat, o büyük televizyon kanalının zevatı "efendim ben böyle demek istemedim. Böyle deniliyor" dedi. Çünkü ben hemen devletin ilgililerini göreve çağırdım. Hemen açıklayın bunu dedim. Zaten sonradan yapılan açıklamalar da böyle birşey söz konusu olmadığı yönündeydi. Genel Başkan Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'le hiç görüştü mü? Bizim bilgimiz dahilinde hiç görüşmedi. Peki Genel Başkan Savcı Öz ile görüşemez mi? Milletvekili, Genel Başkan. Ama böyle bir şey olsa kesinlikle bizim bilgimiz de olurdu. O dönem çıkan iddialardan biriside şu idi: Genel Başkan Türkiye'nin yeni bir 12 Eylül'ün yaşanmasını istemiyordu. O dönemin gizli kalmış ilişkilerini açıklayacaktı yönündeydi. Genel Başkan’ın 12 Eylül dönemi öncesiyle, Mamak Cezaevi'nde verdiği ifadeler bir adam boyu kadar. 12 Eylül öncesi ile ilgili gizli ne kalmış? Genel Başkan'ın, "biz evde buluştuğumuzu sokakta, sokakta buluştuğumuzu Meclis'te, Meclis'te buluştuğumuzu milletle paylaşırız" diye meşhur bir sözü vardı. Genel başkan, daha hasas konuları bile dostlarıyla, arkadaşlarıyla paylaşan biriydi. Üzeyir Garih ile olan görüşmesinde, -ben neticede bu partinin kurucusuyum- bu tür önemli gördüğü şeyleri her insanla paylaşırdı. O zaman bana bile böyle bir görüşme talep ediliyor diye soran Genel Başkan, böyle şeyleri Parti'nin genel sekreterine söylemez mi? Genel Başkan'ın geçirmiş olduğu şüpheli diyebileceğimiz birçok kaza oldu. Sizce Genel Başkan'ın geçirdiği kazalarda suikast şüphesi olabilir mi? Genel Başkan aksiyon adamıydı. Dostluk, barış, sevgi diyordu. Çok net fikirleri vardı. AB’ye karşı idi. AB’ye gelin sizle ticaret yapalım diyordu. Bizi zaten AB’ye almayacaksınız niçin uğraştırıyorsunuz diyordu. Yüzümüzü Türk dünyasına, İslam dünyasına dönmemizi istiyordu. Onlarla küsmeyelim diyordu. Bizim burada üzerinde durmamız gereken nokta şu olmalı: Hiçbir şeyi yabana atmamalıyız. Ama yabana atmadığımız şeyi de alıp, onu ulu orta heryerde tartışarak toplumda bir kaos, bir moral çöküntüsü meydana getirmemeliyiz. Eğer bir şüphe varsa yerinde, ilgilisiyle üstüne gidip aydınlatmak lazım. Bizim yaptığımız da o zaten. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu süreci böyle yönetmeye çalıştık. Allah muhafaza, Kazanın olduğu o ilk günlerde ben tabanın hassasiyetlerine rağmen o hassasiyetleri kaşıyacak, onun önünü açacak, bir şey yapsam ne olurdu memlekette? Büyük facialarla karşılaşırdık. Ama bu şüpheler neyse, mahşer-i vicdanın şüphesi neyse, anamın şüphesi, sokaktaki insanın şüphesi neyse, bu iş ile ilgilenenler; yazarı, çizeri, gazetecinin şüpheleri v.s. Bunların hepsi raptu zapt altına alınarak incelenmelidir. Biz de bu doğrultuda incelemeler yapıyoruz. Arkadaşlarımızla bir rapor hazırladık ve bazı şüpheleri kamuoyu ile paylaştık. Genel Başkan da aynen bunu yapardı. Bu işlerin açıklıkla hallolacağını söylerdi. Milletten korkmayın, millete herşeyi açıkça anlatın derdi. Bizde öyle yapıyoruz. Milletin gözünde bu kaza şüpheli. Bunu zaten millet söylüyor. Partililer öyle diyor. Devlet kendisi öyle diyor. O zaman ne yapmalıyız? Hep beraber, hep birlikte karga çıkarmadan, devlete millete zeval gelmesine mahal vermeden, ilgilisiyle bu işi çözmeliyiz. Helikopter kazasıyla ilgili yurtdışından teknik ekip getirttiniz. Yapılan incelemeler sonunda tutulan raporlarda ne çıktı? Bunlar ön raporlardı. Bizim heyetin gazdan, benzinden, helikopterin parçasından aldığı numuneler üç yabancı ülkenin laboratuarlarına gitti. Bunlar oradan dönüp gelecek. Ben Meclis'e, Meclis Başkanlığı'na, Adalet Bakanlığı'na, Başbakanlığa, Ulaştırma Bakanlığı'na, İçişleri Bakanlığı'na, bunların hepsine tıpkı bir avukat edasıyla konum, durum, isteklerimiz. Bunların hepsini içeren, bir çalışma yaptık. Şuanda bekliyoruz. Bu doğrultuda Meclis bir adım attı. Komisyon kuruldu. Biz yine arkadaşlarımdan müteşekkil bir heyet kurduk. Bu heyet Meclis araştırmasını takip edecek. Teknik bilgisi olan, hukuki bilgisi olan arkadaşlarımızı oraya gönderdik. Kaza mahalinden şüphe toplayan arkadaşlarımız var mesela. İl başkanı koymuşuz oraya. Çünkü tabanla temas olan her türlü komplo işleri 20 yılda ortaya çıkıyor. Bunları yabana mı atacağız? Vatandaşın bu konu ile alakalı yorumu da bizim için önemli. Vatandaş ne diyor? 11 Eylül 2007 tarihinde Sıhhıye katlı otoparkında bomba yüklü minibüs ele geçirildi. Helikopter kazasından sonra da bu bombanın hedeflerinden birisinin Muhsin Yazıcıoğlu olduğu iddiası ortaya atıldı. Bildiğimiz kadarıyla Muhsin Başkan Cuma namazlarına genelde otoparkın altındaki mescide gidiyormuş. Bu konuda ne diyorsunuz? O zaman bu bombanın çapının Kızılay'a kadar gittiğini söylediler. Ben de o zaman "Başkanım adamlar bunu buraya acaba bilerek mi koydular?" Sonra bir takım bilgiler geldi bombayı burdan dağıtım yapacaklarına dair. Ama bir partinin burada yeri açılınca Genel Başkan "Heralde kendimizi şimdi sağlama aldık. Partileri de burada yapmazlar". Fakat Genel Başkanım bunları, şimdi birisi karşıdan birşey konuşunca ikna ediyim mi yoksa bırakayım diye mi baktı? Ama ciddi manada bunu oturup bizimle tartışmadı. Genel başkanım çok rahat biriydi. Bir akrabası için, bir yakını için, bir de bakmışsınki terminalde bilet alıyor. Öyle suikaste kurban gidecekmiş düşüncesi yoktu onda. Sabah pastaneye gider evine pohaça alırdı. Çok rahattı. Hatta bir gün arabasına kamyon çarpıp kaçıyor ve arabadan inerek yolun kenarında duruyor. Eğer suikast girişimi olsaydı çarpan kamyon sonuç alamayınca onun arkasında gelen bir araba veya kişi bu sonucu alabilirdi. Eğer gerçekten Muhsin Yazıcıoğlu’na suikast düzenlenmek istenilseydi bu şansa bırakılmazdı. Ama neticede tedbir almak lazım. Sonuçta bu kişi Muhsin Yazıcıoğlu. Kaza 25 Mart’ta oldu ve cenazesine 46 saat sonra ulaşıldı. Siz bu süre zarfında bir zaafiyet olduğunu düşünüyor musunuz? Şimdi benim ifade ettiğim gibi, biz sayın Genel Başkan'ın geride bıraktığı bu siyasi emanetlere sahip çıkacak kadrolarız. Genel Başkan'ın sağlığındaki misyonu neydi? Bize emanet ettiği misyon neydi? İfade ettiğim gibi Devleti ebed, milleti esas almaktı. İşte kaderin bizi bıraktığı bu noktada ben o misyona layık davranmak zorundayım. Ben gönlümden geçenleri, içimden geçenleri söyleyecek durumda değilim. Sorumluluklarımı bilerek hakeret edeceğim. Neticede ihmal varsa zaten hepsini daha önce ifade ettiğim gibi 15 maddeyle açıkladık. Arkadaşlarıma talimat verdim, vatandaştan alınan bilgilerle, arama kurtarmaya katılan partililerden, bölge insanından alınan bilgilerle arama kurtarma çalışmalarıyla ilgili her zaafiyet, tatmin olunamayan her konu alındı, bir merkezde toplanıldı ve arkadaşlarımız bunu bir rapor haline getirdi. Bunu hem kamuoyu ile paylaştık hem de Meclis Araştırma Komisyonu ile paylaşacağız. Devlet henüz milletin mahşer-i vicdanını rahatlaşmış değildir. Halkın yorumları çığ gibi gelmektedir ama kimse bu iddialara cevap verememektedir. Kazanın gerçekleştiği anda hastaneye kaldırıldığı ama daha sonrasında hala bulunamadığı ortaya çıktı. İşte bunlar bizim şu an yapmaya çalıştımız, milletin mahşer-i vicdanını rahatlatmak için yapmaya çalıştımız şeylerdir. Bunlardan yola çıkarak bir takım gerçekleri ortaya çıkarma peşindeyiz. Genel Başkan'ın Tacettin Dergahı'na defnedilmek gibi bir vasiyeti oldu mu? Genel Başkan'ın ne bana ne de ailesine Tacettin Dergahı'na gömülmek istemesi gibi bir vasiyeti olmamıştır. Bununla ilgili bir çok iddia ortaya atıldı. İşte Mehmet Akif’in veterner olması, Tacettin Paşa’nın bir tarikata bağlı olması gibi nedenlerden dolayı Genel Başkan'ın buraya defnedilmesi gibi bir takım haberler çıktı. Hatta Genel Başkan'ın Akif gibi veterner olmak istediği ama okulu yarıda bıraktığı için olamadığı, bunun da içinde bir ukte olarak kaldığı şeklinde haberler çıktı. Genel Başkanım veternerlik fakültesini bitirmiştir. Ayrılmamıştır. Sivas'a defnedilecek denildi bir ara... Genel Başkan'ın meşhur bir lafı vardır: "Sivas benim, ben Sivas'ım" Tabiki Genel Başkanı ilgilendiren diğer insanlar da vardı. Türk-İslam coğrafyasını ilgilendiriyor. Onun için merkezi bir yer olması gerektiği, benim ısrarla üstünde durduğum, Genel Başkanımızın sağlığında ortaya koyduğu misyonla ilgili bir mekan. Tacettin Dergahı’na gömülmesi fikrini ortaya atan benim. Ailesi ile de konuşuldu. Aile de bunun üzerinde mutabık kaldı. Ertuğrul Günay’ın imzalamamasını nasıl karşılıyorsunuz? Sonuçta bu bir siyasi karar olacaktı. Sayın Bakan bunu çok kaşıdı. Ben onun için çok üzgünüm. Camiamız üzgün, mahşer-i vicdan üzgün. Büyük Türk Milletini üzdü. Bu açık. Bazıları bu durumu ideolojik kırıntı kalmış, onaylamıyor diye yorumladı. Sayın Bakan Genel Başkan'ın sağlığında konuşan, O'nunla sohbet eden ve onu bilen bir insandı. Genel Başkanımızın ona olan tutumunu ve tavrını çok iyi bilen bir insandı. Beraberlikleri ve birliktelikleri vardı. Sayın Bakan'a sormak lazım. Kendileri bu durumda olsa Yazıcıoğlu acaba ne yapardı? Onu vicdanına sorması lazım. Yani ben üzgünüm. Durup durup kaşıyor. Neticede bu siyasi karar tamamlandı. Ama Sayın Bakan durup durup bir yerlere demeç veriyor, ben imzalamadım diye. Yani bir yerlere kendini aklamaya mı çalışıyor? O hassasiyet devam mı ediyor? Yani bu ideolojik kırıntının bulunduğu yerlere cevap vermek gibi bir kaygı mı taşıyor? Bilemiyorum. Ama durup durup açıklamalar yapıyor. Halbuki bakanlar kurulu kararlarının ne şekilde alınacağı, onun prosedürünün ne olacağı bellidir. Orada ona muhsus birşey mi oldu? Asla. Bakanlar Kurulu'nda o gün karar imzalanırken yedi bakan görevliydi. Ertuğrul Günay'da o yedi bakandan biriydi. Yedi bakanın yerinde diğer bakanlar imzalıyor. Prosedür bu. Milletin iradesiyle erki elinde bulunduranlar, millete rağmen bir tutum ve davranış içinde olurlarsa millet onu kendi vicdanında karalar. Bu doğru değil. Buna da öyle bir gerekçe bulmuşki Sayın Bakan. Milli hassasiyetmiş. Sadece Sayın Bakan düşünüyor milletin hassasiyetini. Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümünden sonra Alperen Ocakları'nın olaylara karışmaması için yaptığınız bir çalışma var mı? Taraf Gazetesi Yazarı Rasim Ozan Kütahyalı'nın başına gelenler malum. Alperen Ocakları elde avuçta tutulabilecek bir oluşum değildir. Alperen Ocakları bir sivil toplum kuruluşudur, bir gençlik kuruluşudur. Alperen Ocakları ALP ve EREN olma noktasında kendilerine has eğitimleri olan, bununla iştikal eden gençlerin bulunduğu yer. Milli, manevi değerlerle gelişmeye çalışan bir yer. Bence ülkemizin gözbebeği. Alperen Ocakları toplumun milli manevi refleksleri olan gençlerin toplandığı, milletin, vatanın, devletin, bayrağın, manevi değerlerin yaşaması, yeşermesi, kapsama alanını genişletmesi ile ilgili çalışma yapılan bir yer. Dediğim gibi Parti olarak bizim bunlarla hukuki bir yaptırımımız yok. Bizim gönül bağımız var. Biz bu memleketteki bütün gençlerin o çerçevede yetişmesini arzu ediyoruz. O gençlerde buna yönelik çaba sarf ediyorlar. Bizde bulunduğumuz noktadan onlara yardım etmeye çalışıyoruz. Toplantılarını yaparlar, bizi çağırırlar, gider konuşuruz. Gelirler bir yazıları varsa, bir makaleleri varsa, yazarız ederiz. Ve gerçekten toplumun ihtiyacı olan bu tip değerleri yaşatmaya, yeşertmeye çalışan gençliğimizi hep birlikte korumamız lazım, kollamamız lazım. Alperen Ocakları'nda sistem şimdi daha iyi. Artık üyesi olacak bu ocaklara giren kişiler. Eskiden öyle değildi. Eskiden kimin girdiği, kimin çıktığı belli olmuyordu. Giren kişi üye olacak. Kim giriyorsa, kim çıkıyorsa o giren çıkan kişiden o yönetim sorumlu olacak. Bu çok güzel oldu. İnşallah iyi hizmetler verirler. Tuna Bey 24 Mayıs'ta yapılacak olağanüstü Kurultay'da aday oldu. Genel Başkan adaylarımızdan Tuna Bey’e genel merkezimizde bir oda verdik. Tuna bey bizim ocaklarımızda yetişmiş bir insandır. Orada genel başkanlık yapmış bir kadeşimiz. Kendisi yüksek mühendis aynı zamanda. Bizim kıymetli bir kadromuz var. Bu çerçevede zaten kendisi, kendi uslubu ile bir yol belirledi. O da doğru bir üsluptu. Biz diyorduk ki bu olağanüstü kongeredir, olağanüstü hale göre davranalım. Neticede 17 ay sonra kurultay var. O zaman herşey normal olur. Bu bizim uslübümüzdü. O da bunun uslübüydü. Ben diyordum ki "neticede içimizden birisi olacaksa eğer; bu milletin töresi, İslamın ahlakı neyse, demokrasinin şartları neyse şuanki mutfağımızda yaşansın, hepimizin üstünde mutabık kaldığı, mutfağımızda demokrasinin gereğini yapıp birimizin üzerinde mutabık kalalım, millet yası bitirmeli, oraya çıkalım prosedürür tamamlayalım, 17 ay sonra zaten olağan kongre var." Ama bu da bir uslup. Tuna bey çıktı, ben adayım dedi. Şimdi inşallah kurullarımız zaten bu işi tartıştı, görüştü, neticede ben kadrodaki iyilerin yarışı olacağı kanaatindeyim. Halihazırda yine tek adayla gidilmesi kanaatini taşıyorum. Bu benim şahsi kanaatim, tecrübelerimin getirdiği bir kanaat. Tuna Koç bu işi benim kadar iyi yapabilir. Bana vereceğiniz oyla Tuna Bey’e vereceğiniz oyun arasında hiç bir fark yoktur. Bu kardeşimde en az benden fazla bu işe layıktır ve becerir. Bunu laf olsun diye mi söyleyeceğim? Hayır buna inandığım için söyleyeceğim. Tuna Koç bizim çok kıymetli bir kadromuz. Çünkü olağaüstü kongrenin kendine has hassasiyetleri var, milletin bize bakışı var. Yani Genel Başkanımızın şehadetiyle, millet alevisiyle, kürdüyle, çerkeziyle, lazıyla, vuslat kurultayında toplandı. Ben bunu siyasi emanetini devralmak kurultayı diyorum. Vuslat kurultayındaki şekle uleman denilsin istedim. MHP’nin Genel Başkanı, CHP’nin Genel Başkanı yanı sıra SP’nin Genel Başkanı, DP’nin, bütün siyasi partilerimizin genel başkanları, genel başkanımızın şehadet sürecinde, gerçekten bizim acımızı paylaştılar. Bizimle beraber oldular. Burada Allah’a hamdediyorum. Millet işte böyle olmalı. Bizim üslubumuz farklı olabilir ama sonuçta kimse bu devletin, bu milletin düşmanı değil. Kanunlarımız, kurallarımız çerçevesinde kurulmuş partilerimiz. Tabiki MHP ile farklılık olacak. Sonuçta MHP bizim şerefi mazimiz. Orası bizim şeref duyduğumuz bir mazi. Şu an itibariyle siyasi görüşlerimiz arasında farklılıklar olabilir. Bunların hiçbir önemi yoktur. Sayın Bahçeli ile Genel Başkan beraber siyaset yapmışlar, aynı divanda yer almışlar. Sayın Bahçeli’nin genel sekreter olduğu dönemde ben de bir ilçenin ikinci başkanıydım. Ankarada bir ilçe olması hasebiyle tüm işleri ben yürütüyordum. Bizim dostluklarımız var, mazimiz var. Tabiki ortak inandığımız bir davanın bir denini kaybetmişiz. Peki bu durum MHP ile bir yakınlaşma getirir mi? Birleşme söz konusu mu? Bu tür işleri bugün böyle konuşmak hiç birimize fayda getirmez. BBP, Genel Başkanı'nın sağlığında koyduğu siyasi bir iradedir. Bu siyasi emanetini bize bırakmış. Genel Başkanımızın bize bıraktığı bu siyasi emanete uygun davranmak. Bize yakışan budur. Bunun neticesi ne olur? Neticesini zaman gösterir. Bizim mazi paylaştığımız arkadaşlarla asla ve katta hiç bir husumetimiz olamaz. Dün birçok acıyı sıkıntıyı paylaştımız arkadaşlarımız orada görev yapıyorlar. Biz de buradayız. Siyaseten inşallah onlarda biz de çok başarılı oluruz. 75 milyonluk Türkiye’de ne biz fazlayız ne de onlar fazla. Herkes kendi üslup ve usulü ile şuan bir çizgide yürüyüp gidiyor. Genel Başkanımızın iradesini de biz devam ettireceğiz. Mardin’deki katliam ve akabinde koruculuğun kaldırılması tartışmaları hakkıda ne düşünüyorsunuz? Tabiki memleketin bölücü terörle ilgili sıkıntıları bitmiş değil. Yangın var. Buna körükle gitmeye gerek yok. Herşeyi kendi mecrasında, devlet adabına uygun yapmak gerek. Devlet yönetimine de bu yakışır. Böyle zamansız, gereksiz laf söz etmenin gereği yok. Burada eksik kanun, nizam varsa bunların tedbiri alınmalı. Ama şu anda bölücü terör tehlikesi önlenebilmiş değil. Neticede şöyle bakılamaz mı olaya? Ülkemizin bir şeye ihtiyacı var. Töre denilen hadise, bugün bu büyük milletin töresi nasıl anlaşılmalı, bunun eğitimi ne olmalı? Bizim töremizde, bu milletin töresinde bir yaşındaki çocuğa kurşun sıkmak var mı? Hamile kadına kurşun sıkmak, camide dini görevini yerine getiren Kazım Ozan’a kurşun sıkmak var mı? Orada her çocuk mezarın başında kuran okuyor. Bu kimin sayesinde Kazım Ozan sayesinde. Buradan da babasına başsağlığı diliyorum. Şimdi demekki toplumun norm değerleri dediğimiz değerler topluma iyi öğretilmeli. Bu bizim norm değerlerimizde hamile kadına, bir yaşındaki çocuğa, kim olursa olsun dini vecibelerini yerine getirenlere kurşun sıkmak diye bir şey yok. Bu farklı birşey. Bu bir cinnet gibi adeta. Bu adı konulamayacak bir vahşet ve bu vahşetin olay şeklide bir cinnet gibi bir şeydir. Bunu bir kere doğru okumak lazım. Psikologlarıyla, sosyolaglarıyla, neyse bunun ilgilileri doğru okumak lazım. Şimdi koruculuk kaldırılsın deniliyor. Peki kardeşim o zaman sana demezler mi bunu yaparken niye bunu raptu zapt altına almadın? Niye bunu doğru yapmadın? Yani sen şimdi 50 bin tane sahipsiz silah mı var diyorsun? Bu devlet ciddiyetine yakışmaz. Bu olacak şey değildir. Onun için tabiki korucularla alakalı, özlük hakları dahil olmak üzere, onların silah kullanma yetkileri, silahları bulundurmaları v.s. neyse nizamnameleri, kanunu hukuku, hepsi tabiki bir eksik varsa gözden geçirilsin. Ama bir vahşet bir cinnet var iken bunun neticesini direk korucuya atmak çok ucuz. Bunun gerçekten sosyolojik, psikolojik, çoğrafi şartlar neyse bunun adı neyse derinlemesine bakılmalı ve incelenmeli. Bu çok önemil bir şey. Bizim toplum olarak ne noktaya geldiğimizin neticesi. Bizim bu olaylar olunca aklımız başımıza geliyor. Yani adam çıktı bir yerden 5-6 il geçerken insanları öldürüyor. Ne dedi? Canım sıkıldı öldürüyorum dedi. O günkü şartlarda hep birlikte ayağa kalktık unutuldu gitti. Öbürü çıkıyor 1.5 yaşındaki çocuğun ırzına geçildi ve unutulmadı mı? Allah aşkına devlet ucuza kaçmasın. Canım sıkıldı adam öldürdüm. 1.5 yaşındaki çocuğun ırzına geçiliyor. Hamile kadını sokakta kapkaç terörü tarafından karnı deşiliyor. Olay olduğu zaman feryat, bittiği zaman birşey yok. Hemen bir yerlere suç atılıyor. Korucu. Gücünüz buna mı yetiyor? Toplumsal sıkıntılarımız var. Eğitimle alakalı sıkıntılarımız var. İşte bu norm ve değerlerin doğru öğretimemesi tartışılması lazım. Gerçekten sosyologlar ve psikologlar, bu işin ehilleri tek tek bu işi ele alıp toplum ne noktaya geldi bunun yeniden bir haritasını çıkartmaları lazım bence. Bizim ebeveynli ailelerimiz vardı. Şimdi ebeveynli ailelerimiz yok. Dedelerimizle ninelerimiz yok. Kimsesizler yurdu, yaşlılar yurdu dolup taşıyor. Devlet olduğunu iddia edenler, devletin hükümeti olduğunu iddia edenlerin önce bunlara bakmaları lazım. Bunlara ciddi bakmaları lazım. Genel Gaşkanın sağ iken bu kadar çok sevildiğinin farkında mıydı? Çünkü bütün Türkiye çok derin bir üzüntü içine düştü ve cenazesinde mahşeri bir kalabalık vardı. Bir de bu kadar seveni olmasına rağmen genel başkan sağ iken çok az oy alıyordu BBP. Genel başkanın vefatı sonrası BBP’nin oylarının artması bir ahde vefa örneği miydi? Genel Başkan'ın vefatıyla gerçekten siyasete barış getirdi. Büyük birlik millet meclisinde oldu. En zıt kutuplar bir araya geldi. Bunların hepsi genel başkanımızın sağlığında ne iz bıraktıysa toplum bunu ifşa etti. Demekki toplumun gerçekten birliğe, saygıya, sevgiye, adalete ihtiyacı var. Şimdi gelinen bu noktada, Genel Başkan şehadetiyle topluma son görevinide yaptı gitti. Zaten biz bu sevgiyi biliyorduk. Bunu görüyorduk. Bu seçimde artık gönüller sandığa yansıyacak diyorduk. Biz buna uygun strateji belirleyemiyoruz diyorduk. Bizim politikalarımızda eksiklik var. Biz mi milletimize anlatamıyoruz? Medyaya dayanıyoruz gidiyoruz. Ev ev dolaşalım, sokak sokak gezelim, köy köy gezelim, işte genel başkanda bunları yapıyordu. Ve neticede ön görüsüde tutacaktı. Bu şehadet bazı yerlerde ters tepti. Hepimizin alehimizde kullanıldı. Şuanda 21 belediye kazandık diğer belediyeler 3 oy, 5 oy 8 oy 18 oy 21 oy kaybedildi. Biz Mamak'ta üç seçim 1800, 2000 oy almışız benle birlikte 8000 oldu. Şehadet olmasa daha artacak. Genel Başkanımızın verdiği, gösterdiği o hedef bu sefer tutacaktı. Çünkü bu defa gerçekten doğru bir metod belirlendi. İşte deniz yıldızı klibimiz... Sabahın köründe eziyet ettik. Götürdük o Akçakoca'ya... Muhsin Yazıcıoğlu eğer vefat etmeseydi mayıs ayında Türkiye’deki liberal yazarlar Ahmet Altan, Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan gibi liberal yazarlarla biraraya gelecekti. Nelere konuşulacaktı bu toplantıda? Türkiye konuşulacaktı, coğrafyamız konuşulacaktı, komşularımızla ilişkilerimiz konuşulacaktı, dünyanın geldiği nokta konuşulacaktı. Adamın biri 44 kişiyi nasıl katlediyor, ne oluyor, toplum nereye gidiyor bunlar konuşulacaktı. Neticede büyük Türk milletinin refahı, barışı, birliği, beraberliği konuşulacaktı. Neden? Çünkü durumu bu hale Genel Başkanımız veya BBP’liler getirmedi. Biz daha evel Çırağan Otel'de böyle bir toplantı yaptık. Ama çağırdığınız kesimlerin hepsi bir araya gelmiyor. Sonra Metropolitan Otelde bir toplantı yaptık. Yine çağırdığınız kesim biraraya gelmiyor. Demek ki bunlara mahsus birşey yapmak lazım. Bizim bütün derdimiz ve meselemiz BBP nedir, gerçeği nedir? Bunu anlatmak. Deniz Yıldızı klibini on yıl önce yapmışız ama herkesin dilinde. Yani şu acı başımıza gelmeden oturup konuşamaz mıyız bunu? Mesele bu kadar basit. Genel Başkanımız bunu her zaman söyledi: "Sokakları paylaşamadık, okulları paylaşamadık ama 3 metrekare hücreyi paylaştık. Bunu böyle olmadan yapamaz mıydık? Mesele bu. Bundan dolayı da o kesimi davet edecektik. BBP’nin düşüncelerini, fikirlerini, ülke için ne düşündüğünü, çoğrafyamız için ne düşündüğünü, dünya için ne düşündüğünü yüz yüze daha yakın temas halinde anlatma ihtiyacı duyuyorduk. Bunu da anlatacağız. Bizde devam edeceğiz. Genel Başkanın bize bıraktığı herşey toplu iğne başı kadar bile olsa takip edilecek. Bütün kadrolarla bunu zaten kabul etmiş, belirlemiş durumdayız. Hepimiz onun bize geride ne emanet bıraktıysa ne varsa hepsini takip edeceğiz. Son olarak sizin söylemek istediğiniz birşey var mı? Ülkemizin gerçekten barışa, birliğe, kardeşliğe ihtiyacı var. O'nu tanıyanlar bilir. Hayatının her evresinde o böyleydi. Eller silah değil, kalem tutsun diyen Muhsin Yazıcıoğlu idi. Bunu afiş yapıp yapıştırın diyen o idi. O günkü şartlarda Cumhurbaşkanı'na O'na buna yazan Genel Başkandı. Okulu paylaşamadık, 3 metrekare hücreyi paylaştık. Anadolu coğrafyası gerçekten herkese yetecek bir coğrafya. Bizler Selahattin Eyyübi’de bir olmuş insanlarız. Selahattin Eyyübi’nin ordusunda hep beraber olmuş ecdadımız. Kimin ecdadı? Aleviyim diyenin, sunniyim diyenin, kürdüm diyenin, Türkmenim diyenin, çerkezim diyenin, lazım diyenin, arabım diyenin. Alparslan'da bir olmşuz, Fatih’te bir olmuşuz. Gazi Mustafa Kemal'le Çanakkale!de, Sakarya'da, Dumlupınar'da bir olmuşuz. Bir olunca çok şeyi yapmışız. Ayrılmamızın gerekçesi yok. Biz Anadolu kazanında etle tırnak, ne etle tırnağı, yumurta ikizi hale gelmişiz. Kız almışız, kız vermişiz, cephede kanlarımız birbirine karışmış, böylece bir yumurta ikizi olmuşuz, Anadolu coğrafyası bizi ikiz hale getirmiş. Hani o yumurta ikizlerinden birinin başı ağrısa öbürünün de ağrır. O vaziyetteyiz. Onun içn hep beraber, hep birlikte yine birlikteliklere ihtiyaç var. Bu fitne tohumlarını, bu coğrafyamızda gözü olanların gözlerini terse çevirmek, yine bu coğrafyanın çocuklarıyla olur. Ecdat bunu yapmış. Ecdadamıza layık olmalıyız. Yine ülkemizin geleceği noktada Hasan ile Haso yanyana yatacak. Bu çok net. Hepimiz bu idrakte olmalıyız. Bu coğrafyanın kıymetini bilmeliyiz. Ecdadın bize bıraktığı toprakların kıymetini bilmeliyiz. Tam bağımsız, bölgesinde güçlü, üzerinde yaşayan fertleri başı dik, karnı tok, ileri ülkeler seviyesindeki insanlar gibi yaşam standartlarında, doğduğu yerde doyan şehirdekilerin imkanlarını almış olan bir toplum. Bütün hedefimiz bu olmalı. Bunu gerçekleştirdiğimiz zaman inşallah yakın coğrafyamıza da bu yansıyacaktır. Bu aynı zamanda dünyaya da barış getirecektir. Anadolu coğrafyası huzurlu ve sakin olursa, buradan bu işle ilgili hesap kitap yapanlara sesleniyorum: Anadolu coğrafyasını kanattığınız zaman sizler plazalarda oturamazsınız. Anadolu coğrafyasını rahat bırakın. Anadolu coğrafyası rahat olursa yakın coğrafyalar rahat olur. Bunları medeni ilişkiler içinde yapın. Birakın bu kan dökmeyi. 1.5 yaşındaki çocuğu öldürdünüzde elinize ne geçti? Bitiremiyorsunuz. Yapamazsınız. Çünkü zulüm yapıyorsunuz. Adalet yapmıyorsunuz. Kazanamazlar. Öncelikle Anadolu coğrafyasını rahat bırakmaları lazım. Bu katliama son vermeliler. Bizim camiamız hep beraber ebedi siyasi liderimiz Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun geride bize misyonun emanet bıraktığı kadrolarız, bu kurultayda her ferdimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun ahlakı ile siyasete bakışı ile yüreği ile gönlü ile hareket edecektir. Toplumda bunu görecektir inşallah. Tabi bu vesile kurultaydaki sunumumuz tarihi bir şey olacak. Nasıl ki vuslat kurultayında 1 milyon iyi insan var idiyse bu emaneti teslim alma kurultayında da o insanları bekliyoruz. Gerçekten iyi bir şey olacak. Yazıcıoğlu’nun gerçekten müthiş bir hayat tarzı vardı. Kavga etmeyin, kavgaya sebebiyet vermeyin diye sık sık tembihlerdi. Bunu onunla aynı hücreyi paylaşanlara bile sorabilirsiniz. Gidin sorun Yazıcıoğlu nasıl biriydi diye. O'nun için inşallah hep beraber hep birlikte gelecek nesillerin doğru referanslara ihtiyaçları var. Muhsin Yazıcıoğlu gelecek nesiller için doğru bir referans. Bu referansı unutturmamak lazım. O'nu gelecek nesillere doğru bir şekilde anlatıp doğru bir şekilde O'nun ellerine almalarını sağlamak lazım. Yalçın Topçu Kimdir? 1957 Ardahan doğumluyum. Dedelerimiz Ahıska’dan 93 muhaciri olarak Ardahan’a gelmişler. Ardahan'da Hallekın Mahallesi'ne yerleşmişler. Rus işgali sırasında o büyük dedelerimizden Rüstem, Halit ve Mevlüt isimli dedelerimiz, -üç kardeş bunlar- ciddi mücadeleler vermişler. Babamın dedesi olan Mevlüt dedemiz o civarda Şehr-i Mevlüt diye anılır. Rüstem dedem ise Zaloğlu Rüstem diye bilinir. Diğer Halit dedemiz de pehlivanmış. Sonuçta bizimkilerin bir kısmı Osmanlıya, bir kısmı Tokat Zile’ye, bir kısmı Kırşehir Mucur'a, Gürcistan taraflarına gelmişler. Rahmetli babamla Hacettepe'ye yerleştiğimizde ben 3-4 yaşındaymışım. Şimdi Başkan’ın kabrinin bulunduğu Taceddin Dergahı'nın bulunduğu yere yerleşmişiz. Birinci sınıfı şimdi yıkılmış olan Dumlupınar İlköğretim Okulu'nda okudum. Daha sonra Mitatpaşa İlkokulu'na devam ettim. Ortaokulu Atıf Bey Ortaokulu'nda bitirdim. Bu arada Tacettin Dergahı'nın karşısındaki bir evde oturduk. 1969 yılında Abidinpaşa’ya yerleştik. Abidinpaşa, bir dönem sağ sol çatışmalarının en yoğun yaşandığı ve kurtarılmış yer olarak anılır. Ünlüdür. Hani Kurtuluş Savaşı'nda kurtarılmış memleketler nasıl anılıyorsa Abidinpaşa'da öyle ünlüdür. Biz 16 -17 yaşındaki çocuklardık. Kendimizi ülkücü olarak tanımlıyoruz. Bayrak diyoruz, devlet diyoruz; Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin o meşhur tipleriyle boğuşuyoruz. Abdullah Öcalan'larla gecekonduda tartışıyoruz. Abdullah Öcalan’ın Siyasal'da okuduğu dönemler. Onlar bizi devrimci yapmaya çalışıyor; biz onları ülkücü yapmaya çalışıyoruz. Devletin gözü önünde liseli çocuklarla Siyasal'dakiler çatışırlardı. Abidinpaşa o yüzden o dönemki mücadeleleri ile çok ünlüdür. Bu süre içinde Abidinpaşa Lisesi'ni bitirdim. Ortatepe’nin başkanlığını yaptım. Daha sonra Eskişehir Eğitim Enstitüsü matematik bölümünü kazandım. Orada disiplin kurulu başkanlığı ve yurt başkanlığı yaptım. 12 Eylül öncesi öğretmenlik yapıyordum; sonra bu memuriyetimize son verildi. 3.5 ay kadar öğretmenlik yaptım. Uzun yıllar özel sektörde çalıştım. Üst düzey yöneticilikler yaptım. Mali koordinatörlükler, muhasebe müdürlükleri, personel müdürlükleri yaptım. 1986’da rahmetli Özal döneminde bizim haklarımız iade edildi; ama bir şartla iade ettiler. O şartta; ortaöğretim ve lisede hak iddia etmeyeceksin, ilköğretim öğretmenliğini istersen atanacaksın. Şereflikoçhisar'ın Kederli Köyü'ne matematik öğretmeni olarak tayinimi istedim. İçimizde bir ukde kaldığı için inatla istedim. Orada 3.5 ay öğretmenlik yaptım. O günkü yönetimle geçinemedik. Sonuçta ideolojik yapınız da arkanızdan geliyor. Geçinemedik. Bu arada Türkiye’nin çok önemli mühendislik müşavirlik firmalarından birisi rahmetli babamın çalıştığı yer olması hasebiyle bize o kısmı devretmek istedi. Biz de o firmanın ortaklığını üstlenerek 4 mühendis arkadaşla birlikte tekrar özel sektöre döndük. Ne zamana kadar? Genel Başkan'ın MÇP’ye girdiği zamana kadar. Tam hatırlamıyorum, 1989-1990 dönemleriydi. MÇP, İDP, Millet Partisi ittifakı dönemleriydi. Onun öncesinde Genel Başkan evlendikten sonra Milliyetçi Hareket Partisi'ne genel sekreter yardımcısı olarak girdi. Bize de ilçelerde, bulunduğunuz yerlerde "partiye yardım edin" dediler. Zaten o güne kadar dışardan yardımcı oluyorduk; ama Genel Başkan'ın bu emriyle, -kendisi Sivas’tan milletvekili adayı olmuştu- orda işte Sivas'ta hizmet ettik, çalıştık, çıkmasına katkılarda bulunduk. 1992 yılında ayrıldık. Ondan bir sene bir buçuk sene evvel MHP Mamak ikinci başkanı oldum. Genel Başkan -Abidinpaşa'da bizim rahmetli Üzeyir Bayraklı var. Almanya’da PKK tarafından şehit edildi. O'nun kardeşi Ulu Bayraklı’nın evinde- bizzat bize "bu işin aktifinde olun" diye talimat verdi. İşte o zaman aktif olarak girdik siyasete yaptım. 1992’deki ayrılık sonrası Genel başkan bana Milli Mutabakat'ın Ankara koordinatörlüğünü verdi. 7-8 ay sürdü. 1992 Ağustosu'nda ayrıldık ve BBP'yi 1993 Ocak'ında kurduk. Bu süre içinde Ankara'daki bilgilendirme toplantılarının organizasyonunu ben yaptım. Parti kurulduktan sonra Genel Başkan'ın kendi emri ve direktifi ile parti kurucular kuruluna, -99 kişinin arasına- seçildim. Genel Başkan benden Ankara İl Başkanlığı'nı yürütmemi istedi. Bende 1993’te Ankara İl Teşkilatı'nı kurdum. 1995'in ilk yarısına kadar, yaklaşık 2,5 sene Ankara İl Başkanlığı yaptım. O kurultayda Genel Başkan bizatihi kendisi büroma gelerek divana girmemi, partiye girmemi istedi. 1995'te Anavatan Partisi ile ittifak yapmıştık. O zaman bende milletvekili adayı idim. Parti'nin o zamanki divan şekli bugünkünden farklıydı. Genel sekreter yardımcısı olarak 1.5 yıla yakın görev yaptım. Yine Genel Başkan'ın emriyle, o dönem Başbakanlık Basın Halkla İlişkiler Basın Müşaviri olarak Başbakanlık'ta göreve başladım. 96’nın aralığı idi işte. Başbakanlık'ta basın halkla ilişkiler müşavirliğinin yanı sıra aşağı yukarı her hükümetin bakanıyla; -örneğin Hasan Gemici Bey'le sosyal riski azaltma projesi altında mali analistlik yaptım- çalıştım. Çünkü Başbakanlık'ta muhasebe belgesi olan vatandaş ben çıktım. O zaman Sosyal Yardımlaşma formundaydım. Sayın Bakan bizi uygun görmüş. Bize böyle bir görev verdi. Biz de "başüstüne efendim" dedik. Devlete, millet hizmet için nerede ne olursa yaparız dedik. Orada çok da iyi hizmet verdik. Örneğin bugünkü Sosyal Yardımlaşma Vakfı'nın genel müdürlük olmasıyla ilgili o kanun metninin hazırlanmasında, sosyal riski azaltma projesindeki süt ismi "lıkır lıkır" bizim o ekibimizin buluşudur. Daha sonra Metin Gürler devlet bakanı iken onun danışmanlığını yaptım. Başbakanlığa bağlı Mevzatı Geliştirme Genel Müdürlüğü var. Resmi gazetede yayınlanacak kanunların tashihinin yapıldığı, gözden geçirildiği yerdir. Oraya geçtim. 1.5 yıl müsahirlik yaptım. Başbakanlık Basım Evi, resmi gazetelerin çıktığı yer. İşletme müdürlüğü oranın tasfiye edilmesiyle ilgili bir proje düşünmüş. Orada da bir muhasebeciye ihtiyaç duyulduğunda beni Başbakanlık Basım Evi İşletme Müdürlüğü'ne işletme müdür yardımcısı olarak tayin ettiler. Allah’a hamdolsun orada da çok güzel hizmetler yaptık. Orada işletme müdürülüğündeki arkadaşımız da şu an bir bakanlıkta müsteşar yardımcısı. Cumhuriyet tarihinde resmi gazete, abonelerine dürülüp bükülüp gönderilirdi. Biz "niye bu böyle oluyor" dedik ve kafa kafaya verdik. Bize -hiç unutmam- "efendim burada daha evel fizibilite çalışmaları yapıldı; şu kadar trilyon tuttu ve vazgeçildi" dediler. Ama biz oradaki üç atölye şefi arkadaşımızın arkasında durarak, organize sanayide yaptırğımız 400-450 liralık bir demir parçasıyla bu olayı çözdük. Şu anda resmi gazete, tıpkı bürokrasinin önüne gittiği gibi kesilip, biçilip, dikişlenerek gidiyor. Bunu biz başardık. Orada yaklaşık 3 yıl çalıştım. 1997’deki 22 Temmuz seçimlerinde Genel Başkanımız bağımsız aday oldu. Biz bu süre içerisinde genel başkanla 2-3 bin km yol yaptık. Parti'nin kurucularından biriydim ve Genel Başkan'ın sevgisine -Allah’a şükür- mazhar olmuş diğer kardeşlerimden biriydim. Genel Başkan, "Evet, baba ocağını sana teslim edeceğiz" dedi. Şarkışla, Altınyayla Geverek üçgenini bize emanet etti. Yaklaşık 50 gün, o üçgende çalıştık. Allah’a hamdolsun Genel Başkanımızı bilindiği gibi orada bağımsız olarak seçtik, getirdik. Meclise girdi. İlk yapılan kongreyle partiye dönme gereği hasıl olunca bizden emekli olmamızı istedi. O'nun emrini yerine getirerek emekli oldum. Şahsen bana genel sekreterlik verebileceğini de hiç düşünmüyordum. Bizim tüzüğümüze göre genel sekreterlik seçimle oluyor. Kendisi bizzat beni aday gösterdi. Arkadaşlarımız da uygun gördüler. O günkü ilk kongrede genel sekreterliği aldım. Yine bu 9 Kasım'da yaptığımız kurultayda da kendileri beni genel sekreterliğe aday gösterdi. Kendisiyle 22 temmuz 1997’den şehadetine kadar beraber görev yaptık. Bu süreç içerisinde bizim kendilerinin önünü koydumuz sosyal içerikli projelere inandılar ve güvendiler. İşte bu GÖR’dür, Büyük Aile’dir, mecliste verilen kanun tasarılarıdır. Ben, birkaç arkadaşımızla birlikte toplumun beklentilerine cevap veren, -üniversiteden herhangi nedenlerle okuldan uzaklaştırılanların okuma haklarının tekrar verilmesi noktasında o meşhur, piyasada öğrenci affı diye bilinen, "sonuçta dağdaki adamı affetmiyorsun, okumak istiyorum" diyen bir insana okuma hakkı kazandırılması ile ilgili yapılan kanun, 657’ye 4c nin özlük haklarıyla ilgili düzenlemeler, uzman çavuşlar, trafik polisleri, öğretmenler, bunlarla ilgili çok ciddi meclis çalışmaları oldu. Onları bu 9 Kasım'da bir kitap haline getirdik. 25 Mart’ı da zaten tüm Türk-İslam aleminde, büyük Türk milletiyle, camia olarak hep birlikte yaşadık... Şehadetiyle birlikte arkadaşlarımız O'nun siyasi emaneti olan bu hareketi kurultaya götürme görevini bana verdiler. Onun çalışmalarını yaptık, bitirdik. 24 Mayıs’ta Atatürk Spor Salonu’nda -inşallah- yine kurultayın tüm sürecinin genel başkanımızın ruhaniyetinin kapsayacağı, O'nun söylediği sözlerin, O'nun ülke ve millet için düşündüklerinin yer alacağı ve herkesin gerçekten kaçırmaması gereken bir kurultay olacak. Görselliğiyle, sunumuyla burada da bir prosedür yerine getirilecek. O kurultayda hareketimizi taşıyacak kadrolar belirlenecek. Bu noktada -benim hep söylediğim- hareketi milletle buluşturacak, Genel Başkanımızın misyonuna, hareketin misyonuna ters düşmeyecek, Genel Başkan'ın 40 yıllık dava süreci içinde Genel Başkan'la teması olmuş olan, backroundu olan, fikri olan, milli duracak ama milliliği ile millete ters gelmeyecek, maneviyata önem verecek ama bu maneviyat ile milletin amelini, imanını ölçmeyecek, demokrat olacak ama bu milletin tekliğine, devletin birliğine, vatanın bölünmez bütünlüğüne helal getirmeyecek, bizi milletle buluşturacak birisi... Bunu kurullar bulacak. Ben bu kurulların çalışmasına zemin hazırladım. Genel Başkan'ın zamanında okul arkadaşları, eski MYK üyelerimiz, eski divan üyelerimiz, Alperen ocaklarımız, Avrupa-Türk Birliği Federasyonumuz, Selçuklu Vakfımız, Yüksek İstişare Kurulumuz gibi... Parti hukukuyla bu hukuku eşitledim, alışılagelmişin dışına çıktım. Sonuçta ne yapılabilirdi? Parti burada. Partinin kurulları var ama bu olağanüstü durumu ve bu şehadeti milat kabul ederek çekirdeğimizin derlenip toparlanmasına bir vesile olması amacıyla da camiamızın mahşer-i vicdanına da bu vesile ile biri fırsat verdim. Çok şükür... www.stratejikboyut.com RÖPORTAJ - Yetkin YILDIZ, Vedat Görgülü
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|