Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi
Dil-Dil Bilimi-Dil Bilgisi Dil-Dil Bilimi-Dil Bilgisi adına yapılan bütün paylaşımlar.



 
Stil
Seçenekler
 
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 12-01-2007, 01:29   #1
Kullanıcı Adı
LüGaT
Standart Türkçe Ve Kültür Buhranımız
(Biraz uzun ama okumaya değer bir makale)

Dildeki tasfiyecilik hareketinin ilim ve kültür hayatımızda meydana getirdiği neticeleri incelerken, herşeyden önce, bu hareketin başlangıç noktası üzerinde durmamız gerekiyor. Bu nokta Türkçenin tasfiyesinin bizatihi ilim zihniyetine, ilmî düşünce tarzına karşı bir çıkış olmasıdır. Dilci arkadaşlarımız ve hocalarımız dili bir lengüistik meselesi olarak ele alıp bize geniş bilgiler verdiler. Beklenirdi ki tasfiyeciler de kendi görüşlerini bir ilim meselesi halinde ortaya atsınlar, o çerçevede işlesinler. Fakat şimdiye kadar tasfiyecilerin her türlü ilmî hücuma karşı siyasî bir müdafaa yaptıkları görülmektedir. Kısacası, Türkçenin niçin tasfiye edilip yeni baştan bir dil kurulması gerektiği sorulunca, son dayanak noktası daima şudur: "Çünkü Atatürk böyle istedi." Bu tesbitimizi hiçbir şüpheye yer vermeden gösterebilmek üzere, Türkçeyi tasfiye etmekle kendini görevli sayan bir kurumun resmî yayın organından birkaç satır aktarmak istiyorum:

"Büyük devrimlerimizden biri de hiç şüphe yok ki dilimizin arınması ve erkliğidir... Bu uğurda çalışmak ve iş başarmak isteyenlerin irşad kaynağı ve toplanma merkezi haline gelen bu kurum ebedî ve millî şeflerimizin emirle¬rine başüstüne diyenlerin, dili sadeleştirme ve güzelleştirme âşıklarının kâbesi olmuştur... Ebedî ve millî şeflerimizin her yönde olduğu gibi dilimiz Türkçeleştirme alanında da emirlerini ve direktiflerini yerine getirmektedir ki yurdumuzu sonsuz bir gönencin sönmez ışıkları içinde aydınlanmış ve kuvvetlenmiş olarak bulacağız".

Böyle bir hareket noktasından doğru neticeye varmaya imkân yoktur. Çünkü bu satırlarda ifadesini bulan düşünce tarzı Avrupada "Ortaçağ skolastisizmi" diye bilinen ve insanlığın en az üçyüzyıldan beri aşmış olduğu bir devrin kalıntısıdır. Bilindiği gibi, modern ilmî düşüncenin başladığı yıllara kadar bütün batı düşüncesi ve kısmen İslâm dünyasındaki ilim ve felsefe Aristo'ya dayanıyordu; bir meseleyi Aristo ne şekilde anlatmışsa doğrusu o sayılır, Aristo'nun bahsetmediği meselelerin gerçekte de yok olduğuna inanılırdı. Bir atın kaç dişi olduğu sorulunca Aristo'nun kitapları karıştırılır, hiç kimse bahçedeki atın dişlerine bakmayı düşünmezdi. Atatürk'ün "hayatta hakiki mürşid ilimdir" sözüne bakılınca, dil tasfiyecilerim Atatürkçü değil de Aristocu saymak doğru olur.

Burada karşılaştığımız ikinci büyük ilmî hata dil devrimi diye bir kavramın ortaya atılmasıdır. Eğer Atatürk Türkçede kökünde yabancılık tesbit edilen bütün kelimeler dilden atılacak, yerine yenileri uydurulacaktır deseydi ve bunu bir kanun maddesi haline getirseydi, gerçekten bir dil devrimi sözkonusu olurdu. Nelerin Atatürk devrimi olduğu Anayasa'da açıkça belirtilmiştir, bunların arasında dil devrimi yoktur. Böylece tasfiyecilerin kullandıkları kutsal zırh aslında mevcut değildir.

Tasfiyeciliğin ilim hayatımızda yaptığı asıl tahribat onun siyasî bakımdan tek parti rejimi ile birarada gitmesinden doğmuştur. O devirde iktidar partisi monolitik bir bünyeye sahipti, yani demokratik bir rejimde ayrı gruplar tarafından üstlenen fonksiyonların hepsini kendi bünyesi içinde topluyordu. Bu yüzden partiye ait olan şey ile devlete ait olan şey arasında bir fark kalmıyordu. İşte böyle bir dönemde dildeki tasfiye hareketi hem resmî bir hüviyet kazandı, hem de rakipsiz kaldı. Halbuki o uzun devrede daha önceki Türkçecilik hareketinin serbest ve ilmî esasları dahilinde devam edilmekle yapılacak çok iş vardı. Tasfiyeciler bir yandan böyle bir faaliyetin önünü tıkamışlar, bir yandan da rekabetsiz bir piyasada kendi hevesleri doğrultusunda her şeyi yapmışlardır. Türkiye maalesef yıllar öncesinden kalan bu devlet anlayışını kolayca söküp atmış değildir.

Türkiye'de ilmî hayatın gelişmesi için en çok ihtiyaç duyulan şeylerden biri, ilim terimlerimizin dilimize yerleşmesidir. Modern ilim bizim dışımızda doğmuş ve gelişmiş bulunuyor, bu yüzden onun terminolojisi de bize yabancıdır. Cumhuriyetten çok önceleri Türk aydınları bu mecburiyeti duyarak Türkçede ilim terimleri kurmaya çalışmışlar, fakat bunu yaparlarken kültürümüzde ve dilimizde yeni başlayan milliyetçilik temayüllerinin tamamen dışında kaldıkları için, yaptıkları terimler Türkler için Latince kadar yabancı olmuştu.

Türkçenin sadeleştiği, yazı dili ile konuşma dilinin birbirine yaklaştığı, tahsilin de bu temayüllere uyarak sade Türkçeyi esas aldığı bir devirde artık Tanzîmat devrinin tıb terimleri Türkçe sayılamazdı. Matematik, fizik, kimya ve sosyal ilimlerde, felsefede yeni terimlere ihtiyaç vardı, çünkü bunlar Türkçede yoktu. Bugün de yoktur. İşte bizdeki dilcilik hareketi bu yolda sarfedilecek gayretlerin önüne set çektiği gibi, kendisi de Türkçeye yeni ilim terimleri kazandıracağı yerde günlük hayata hakim olan, yani vatandaşlar arasında normal anlaşmayı sağlayan dili tasfiye etme yolunu tutturdu. Biz mesela problematique, existentielle, molecule, reticulaire, metabolisme gibi terimlerin karşılığını ararken, tasfiyeciler tatil yerine dinlence, şart yerine koşul, hürriyet yerine özgürlük, kuvvet yerine erk kelimelerini uydurmakla uğraştılar. Bu arada terim faaliyetleri de oldu fakat tasfiyeciliğin dil anlayışına göre mevcut Türkçenin büyük kısmı atıldığı için, yeni terimlerin kurulmasına esas tutulacak dil son derece kısır kalmış, bunlarla üretilen terimler adeta birer hilkat garibesi olmuştur. Şimdi bu çalışmalardan birkaç örnek verelim:

asbesiceli atrophique
yayıkgörü astigmatisme
öykence pneumonie
yanzaraca pleurite
üsmeli tmlıkça bronchite proliferante
alkolotarım alcoolisme
bulman sanıklıca delire d'invention
yiyesizlik anorexie
ağıkarşıtı antidote

Şimdi buraya gelişigüzel aldığımız birkaç örnek bize çok gülünç gelebilir, ama bu gülünçlükler çok ciddî neticelere yol açmıştır. Nedir buradaki aksaklık? Türkçeye ilim terimleri kazandırmak için girişilen iyi niyetli bir teşebbüs niçin gülünç fakat o derecede vahim neticeler doğurmaktadır? Benim kanaatimce burada karşılaştığımız kusurlar bütün uydurma dil hareketinin umûmî kusurlarıdır; amatörlük, başıboşluk, ırkçı bir milliyetçilik, yeniliğe tapma, köksüzlük. Bütün bu kusurlar bize bir terminoloji kurma bakımından en az otuz yıl kaybettirmiştir ve şimdi dilimizin yabancı terimlerle dolu olmasının başlıca sebeplerinden biri Türkçe arayan insanın karşısına hep böyle ruhsuz, köksüz, tadsız, yanlış uydurmalarla çıkılmış olmasıdır.

.........

 

  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı