Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi
Dış Gündem Dış Gündem ile ilgili tüm konuları burada paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-22-2011, 01:17   #1
Kullanıcı Adı
HaArP
Standart Yeni Dünya Düzensizliği
'Yeni Dünya Düzensizliği' ve sıradaki ülkeler... iyibilgi özel





Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanı K. R. Bolton, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan halk hareketleri için ilginç bir terim kullandı: Yeni Dünya Düzensizliği. Birkaç gün önce yaptığı söyleşide, konuya dair şimdiye dek kimsenin açıklamadığı detayları veren Bolton, bu sürecin esas hedeflediği ülkelerin adlarını ve projenin arkasındaki isimleri verdi.
Bolton'a göre Tunus ve Mısır'dan yayılan gösteri dalgaları, arkasında ünlü spekülatör George Soros'un olduğu iddia edilen bir zamanların Orta ve Doğu Avrupa'yı etkisi altına alan "renkli devrimlerin" tüm özelliklerini barındırıyor. Bolton'a göre "kendi kendine" çıktığı iddia edilen bu ayaklanmaların yıllar öncesinden finansal ve sosyal alt yapısını hazırlayan ABD merkezli sivil toplum kuruluşları mevcut. O Örgütler şunlar:
- NED (Ulusal Demokrasi Fonu)
- USAID (Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı)
- International Republican Institute (Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü)
- Freedom House
- Open Society Institute
Bolton'a göre hareketlerin can alıcı kısmı bu örgütlerin desteğinde yatıyor:
"Bu örgütler yıllardır Mısır'daki 'aktivistleri' destekliyor. Örneğin Freedom House 2009 yılında 16 Mısırlı gence iki aylık burs verdi, onları eğitti. Bir kaç gün önce New York Times gazetesi 6 Nisan hareketi ve Miloseviçi deviren Optor adlı Sırp gençlik hareketi arasındaki ilişkiyi inceledi. Bu 6 Nisan hareketi şimdi Libya, İran, Cezayir ve Tunus'taki gençlik hareketleriyle iletişim içersinde.
Gösterilerde ön saflarda yer alan meslek örgütleri NED tarafından finanse edildi ve eğitildi. NED'in 2009 yılı raporlarında Mısır'daki program için para ayrılmış. Özellikle de sosyal ağlarda boy gösteren "genç aktivistlerin" eğitimi için para ayrıldı."
Bunları açıkladıktan sonra Bolton herkesin merak ettiği, ama nedense kimsenin Türk basınında sormadığı şu soruyu dillendiriyor:
"Neden ABD yanlısı Mübarek rejiminin devrilmesi için ABD merkezli, globalizm taraftarı bu örgütler genç aktivistleri eğitsin?"
Bolton'un bu soruya verdiği cevap özetle şöyle:
Gördüğümüz şey, küreselleşmenin yolunda anomali haline gelmiş ancak hala ABD taraftarı olan rejimlerin düşmesini hedefleyen uzun vadeli stratejiler. Mübarek'in ABD politikalarının önünde bir engel olduğuna dair işaretler belirmişti. Örneğin Sudan konusunda ABD ve Mübarek rejimi kafa kafaya gelmişti. Mübarek bir konfederasyondan yanayken, ABD kuzey ve güney diye ayrılması taraftarıydı. Mısır'ın güney Sudan'da milyon dolarlık yatırımları var. Bu yatırımların sebebi, güneyi, kuzeyden ayrılmaması için ikna etmek.
Bolton'un dikkat çektiği bir diğer "küçük detay" da şu: Bush rejiminin sonlarına doğru ABD Savunma Bakanlığı AFRICOM adlı Afrika Komutanlığını devreye soktu. Bu bölgesel komutanlığın ana hedefi güney Sudan'da devasa bir askeri üssün kurulmasıydı.
Ve gelelim Bolton'un esas önemli iddiasına:
"İran'daki hareketlilikten sonra, benim hipotezime göre Tunus, Mısır, Yemen vs. ortaya çıkan sorunlar, esas olarak İran ve daha sonra Suriye'yi hedefleyen bölgesel sürecin sadece birer parçaları. Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi için yok edilmesi planlanmış iki ülke..."
www.iyibilgi.com özel

 

HaArP isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 02-22-2011, 02:24   #2
Kullanıcı Adı
HaArP
Standart
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, "Mevcut İran rejimi, kendi halkı tarafından ve belki de düşünülenden önce devrilmiş olacaktır" dedi.





İspanyol devlet televizyonu TVE'ye demeç veren Peres, "İran kurşuna diziyor, öldürüyor, uranyumu zenginleştirmeye yatırım yapıyor, ancak halkının yüzde 30'u işsiz. Gösteri yapmak isteyenlerin öldürülme olasılıkları var" diye konuştu.
"Bu hükümetin (İran) düşeceğine ikna oldum. Bu, herhangi birinin eyleminden değil, kendi halkının eyleminden olacak" diyen İsrail Cumhurbaşkanı, "İran'daki değişimin, İranlı gençlerin er ya da geç facebook gibi internetteki sosyal paylaşım sitelerini tanımasından sonra olacağını" savundu.
Peres, bir soru üzerine "İslam'ın demokrasi karşıtı olduğuna inanmıyorum, ama fanatik Müslümanların demokrasi karşıtı haline dönüştüğüne inanıyorum" cevabını verdi.
Öte yandan Peres, Tunus ve Mısır ile başlayan Arap ülkelerindeki halk isyanlarının "Ortadoğu'daki barış süreci için çok olumlu olacağını" ve "gelecekteki bir Filistin devletinin demokratik olmasına yardım edeceğini" söyledi. İsrail'in, Mısır'da özgür ve halk seçimiyle gelecek her türlü hükümeti kabul edeceğini kaydeden Peres, "Mübarek, görevde kaldığı 30 yılda barışı korudu. Eğer başka biri yönetseydi, tahmin ediyorum, savaş çıkabilirdi. Mübarek'in hataları oldu, ama adil olmak ve doğruyu yaptığını söylemek zorundayım" dedi.
http://www.iyibilgi.com//haber.php?haber_id=197947
HaArP isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-22-2011, 10:38   #3
Kullanıcı Adı
Ukbâ
Standart
  • Çok karmaşık iddialar. Bir çok uzman emperyelist sistemin elinde oyuncak olan halkın özgürlük direnişidir diye nitelendirdiği olaylara bu işler ABD tarafından tasarlanıyor demek işleri zora sokuyor. Hakikaten neler oluyor bu coğrafyada.
Ukbâ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-24-2011, 13:04   #4
Kullanıcı Adı
HaArP
Standart
Evet Ortalığı Karıştıran Amerika'dır Ama !

Her medeniyet bir önceki medeniyetten beslenir. Doğmakta olan Yeni Asya medeniyeti de Batı Medeniyeti'nden beslenecektir. Size garip gelebilir ama hikmet-i ilahiye böyle işler.

İyi ve kötü günler gibi medeniyetler de tarih boyunca milletler arasında tedavül etmiştir. Bir medeniyet ölmeden de diğer medeniyet ayağa kalkmamıştır.
Veyahut diyebiliriz ki her medeniyet, bir önceki medeniyetin ‘inkişaı’ndan –inkişafından değil- doğmuştur. Yani, bir medeniyet yükselir, yükselir ve nihayet herhangi bir ağaç gibi doğal olan kamelini bulduktan sonra durur. Etrafa dal budak salar. Nihayet o yönde de sona vardığında; ya yavaş yavaş ölür ya da o kökün dibinden yeni bir filiz sürerek kendi varlığını tekrarlamak ister. Malumdur, ağaçlar yaşlandıkça tohumlarını daha uzağa atmaya çalışırlar…
Mevcut medeniyetimizin de bu akıbetten kendisini kurtaramayacağı bir gerçektir. Ve büyük ihtimalle, ölürken veya sahneden çekilirken, insanlığa hizmet işini, kendisinden devraldığı İslam’a terk edecektir.
Batı Medeniyeti de çöküşten kurtulamayacak
Evet, insanlar gibi, insanların var ettiği yapılar ve kurumların da bir doğum, gelişme ve ölüm zamanı vardır. Çünkü insan gibi, insanın var ettiği kurumlar da mahlûktur ve zamanı gelince ölürler. Ama hayat devam eder. Bu gerçeği idrak edemeyen, tarihin bir kendini tekrardan ibaret olduğunu bilemeyenler, bugünkü batı medeniyetini ‘la yemut’ (ölümsüz)zannediyorlar. Güya Amerika hep var ve ‘külli şeye kadir’ olacak!
Hâlbuki nice medeniyetler geldi ki, onlar çok daha güçlü idiler ve yıkılıp gittiler. Mesela Kuran bize Ad kavminden bahseder. Ad kavminin başkenti olan İrem için Cenab-ı Hak, ‘Biz onun gibi bir şehir bir daha var etmedik’ buyurur. Düşünün ki o bile yok olmaktan kurtulamadı. Batı medeniyeti de bundan kurtulamayacaktır.
Hatta denilebilir ki, batı medeniyeti, çürük anlayışlar üzerine temellendiği için, kısa ömürlü olmuştur. Çünkü bu medeniyet, ‘pozitivist düşünce’ adı altında tanrı tanımazlığı esas almış ve böylece insan doğasına uymayan bir anlayış üzerine kendini inşa etmiştir. Bu medeniyet, insandaki hayvani ihtirasları azıttığı ve şeytani duygulara hizmet ettiği için, en az iki kere insanlığın yüzünü kızartacak şenaatler işlemiş, iki dünya savaşı ve onların artçı problemleriyle insanlık nezdinde, en az 150 milyon insanın ölümüne sebebiyet vermekten suçlu bulunmuştur!
Asya Medeniyeti'nin doğum sancıları
Bugün Arap mıntıkasında yaşanan sıkıntılar ve kanlı eylemler bile Birinci Dünya Savaşı’nın hanesine yazılması gereken ıstıraplar ve sıkıntılardır. O savaşta muhteris batı, bu bölgelerdeki mevcut doğal kaynakları kendi arzusu istikametinde rahatça kullanabilmek için, İslam medeniyetinden devralıp geliştirdikleri bilim ve teknoloji sayesinde tüm İslam yurtlarını kendilerine sömürge yapmışlar, halkları hiç de doğal olmayan sınırlar içinde yaşamaya mahkûm etmişlerdi. Şimdi İslam dünyası, batı medeniyetinin o pisliklerini temizlemeye çalışıyor.
Çünkü Batı medeniyeti artık kemaline gelmiş durumda. Yani ‘inkişaı’nı tamamlamak üzere… Yaşananlar da Asya medeniyetinin doğum sancıları…
Bediuzzaman bu asrın başında, Birinci Dünya Savaşı’nın bizim aleyhimize neticelenmesinin yarattığı ümitsizlik ortamında gördüğü bir rüyasında manevi bir topluluğun huzurunda savaşın sonuçlarını tahlil eder. Şöyle der bir cümlesinde: “Onlara (galiplere) müşevveş bir mazi, bize parlak bir gelecek düştü”
Ona göre Birinci Cihan Harbi’nde Müslümanların yenilmesi ‘hayırlı’ olmuştur. Çünkü eğer o savaşta Osmanlı – Alman ittifakı galip gelmiş olsaydı, biz insan tabiatına aykırı olan şu mevcut habis medeniyetin Asya’daki takipçisi ve temsilcisi olacaktık. Oysa şu medeniyet Kuran-ı Kerim ile mübareze halinde olduğu için, hem ömrü kısa, hem de yüz kızartıcı suçları bulunduğundan, ona sahip çıkıp temsilciliğini yapmak Müslümanlara yakışmazdı. O yüzden den Müslümanlar şu medeniyetten hep uzak durdular ve sıkıntısını çektiler.
Şimdi ise Müslümanlar artık yavaş yavaş o medeniyetin de mehasininden yararlanarak, iyi yönlerinden istifade ederek, kendi ayakları üzerine dikilmeye çalışıyorlar.
* * *
Her medeniyet, bir önceki medeniyetten beslenir. Nasıl ki Mısır medeniyeti, Sümer’den, Anadolu ve Grek medeniyeti Mısır’dan, Batı Medeniyeti Grek ve İslam’dan beslenip gelişmiştir, yeni doğmakta olan Asya medeniyeti de batı Medeniyetinin var ettiği imkânları kullanacak ve ondan beslenecektir. Size garip gelebilir ama hikmet-i ilahiye böyle işler.
Asya medeniyeti de, Batı medeniyetinin mevcut imkânlarından yararlanacaktır
Bir yazımda, Kuran-ı Kerim’de zikri geçen Zekeriya (as) kavramının ‘hak din’ anlamına geldiğini, o yüzden de bir yerde İslam’ı (Ali İmran), bir yerde de Hıristiyanlığı (Maide) temsil ettiğini ifade etmiştim. Zekeriya kelimesi Kuran-ı Kerim’de, esasında, ‘imkânsızlığın mümkünlüğünü’ ifade ve temsil eder.
Yani nasıl ki, Zekeriyya (as) çocuk sahibi olma imkânı kalmamışken, Cenab-ı Hak ona Yahya (yeni bir hayat) (as)’ı vermişse;aynı şekilde tamamen ‘akim’ hale gelmiş, skolastisizm bataklığına gömülmüş, akıldan tecerrüt etmiş Hıristiyanlıktan da aklın eseri olan bir medeniyeti var etmiştir.
Şimdi aynı imkansızlığın bu kere de İslam adına gerçekleştiğine insanlık tanık olacak ve olmaya başladı. Çünkü Zekeriya (as)’ya, çocuğunun olması için, bir yerde üç gün bir yerde üç gece ‘remzen konuşma’sı telkin edilir. Bu üç gün ve gece, birer dönemi ifade eder ki, biri İslam için diğeri Hıristiyanlık içindir. Birinin gündüzü diğerinin gecesine denk gelecektir ve öyle de olmuştur. Hıristiyanlık için ‘Gün’ gibi olan üç yüz yıl, Müslümanlar için ‘Gece’ gibi geçmiştir. Şimdi bizim gecemiz nihayete eriyor. Ve fecir gözükmeye başladı.
Nasıl ki hiç de mümkün görünmüyorken, Cenab-ı Hak, Hıristiyanlığı uyandırıp ondan bir medeniyet halk etmişse, aynı şekilde cehalet, nifak ve fakr u zaruret içinde kıvranan İslam coğrafyasından bir medeniyetin doğuşuna insanlığı tanık edecek inşallah.
Elbette ki Asya medeniyeti de, Batı medeniyetinin mevcut imkânlarından yararlanacaktır. Nitekim de yararlanıyor. Hürriyet ve bireyin özgürlüğü fikri (demokrasi) Batı medeniyetinin bir icadıdır ki şimdi Müslümanların istediği odur! Onların da İslam medeniyetinden yararlandıkları gibi… Bilim tarihini inceleyenler, batı medeniyetinin nerelerden ve kimlerden beslendiğini çok iyi bilirler.
Evet, şu Asya Medeniyeti, mevcut Batı Medeniyeti’nin ‘inkaşıından inkişaf edecek’ ve insanlığa bir son adalet dersi verecektir umarız.
Ondan sonra ne olu bilemiyorum. Belki de insanlığın bu küre üzerindeki macerası sona erecek. Veya insanlık, zürriyetinin devamı için, yen bir ‘adem’ ve ‘havva’yı bir ‘fülki’l-meşhun’a bindirip başka gezegenlere gönderecek, insanlık macerasının orada devam etmesinin çarelerini arayacaktır.
Bu mülk Allah’ındır. Hüküm onundur. O dilediğini aziz, dilediğini zelil eder. Dilediğini imha, dilediğini ibka eder. Fakat mutlaka bir hikmetle eder. Neyi niçin var ve yok ettiğini elbette O, bilir ama her yaptığını da bir hikmete bina eder. Ve hiçbir varlığa, istidadının dışında yük yüklemez. Hiçbir varlığa hak etmediğini vermez. Başa gelenler, -nimet olsun nikmet olsun- hep saklı veya zahir talep ve istidatların eseridir. ‘Dad-ı Hakra kabiliyet şart nîst’ (Allah’ın birine bir şey vermesi için kabiliyet gerekmez) denmiş ama, yine de her nimet ancak onu taşıyacak kabiliyete sahip olanlara verilmiştir, verilmeye devam edecektir…
İstikbal yalnız İslamiyet’in olacak!
İslam medeniyeti, bugün her ne kadar zayıf ve çaresiz düşmüş ve cehaletin elinde kıvranıyor olsa da istidadı var ki yükselsin, güçlensin ve inkişaf etsin. Mademki, istidadı var, mümkündür ki Cenab-ı Hak, onu besleyip büyütsün de o istidattan nurunu tamamlayacak bir kudret var etsin!
Bediuzzaman bundan tam yüz yıl önce, Şam’da Ümeyye Camiinin minberinden tüm İslam coğrafyasına seslendiği hutbesinde şöyle diyordu:
“Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen, ey İslâm cemaati, müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâmın saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâmın terakkisi onların intibahıyla (onların uyanması ile) olan Arabın saadetinin fecr-i sadıkının emâreleri inkişafa başlıyor.
Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin burnunun rağmına olarak (hiç de mümkün gibi görünmeyen şartlara rağmen) ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim: İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak…”
Bu ifadeleriyle Bediuzzaman, İslam coğrafyasının ve Osmanlı’nın –ki onun hatırasıdır aslında şimdi canlandırılmak istenen- dünyevi saadetinin gerçekleşmesi için, Arap halkının uyanması gerekiyordu. İşti şimdi o halk uyanmaya başladı. Ve tuhaftır, o hutbenin daha sonra kitaplaştırılmış hali olan Hutbe-i Şamiye kitabındaki metinde, 2. Haşiye’de bu uyanışta Amerika’nın katkısının olacağını haber vermiş.
Kim uyandırırsa uyandırsın…
Cenab-ı Hak, bir kâfirin, bir münafığın eliyle de nurunu tamamlar. Amerika, kendi menfaati için şu hadiseleri körüklüyor, yönlendiriyor veya sevk ve idare ediyor olabilir. Merak etmeyin, hadiselerin nerede duracağını yalnızca Allah bilir. Mademki Arap uyanınca İslam dünyası uyanacak ve saadet iklimi bu coğrafyada hâkim olacak, o halkı kim uyandırırsa uyandırsın iş bizim lehimizde karar kılacaktır inşallah.
Hatırlarsanız, aynı sözü Wikileaks ifşaatları için de söylemiştim. Bu ifşaatlardan sonra artık bizi idare edenler ya gidecekler ya da düzgün ve samimi olmak zorunda kalacaklar. İşte gidiyorlar.
Şimdilik çok kaba ve zorbalığı zahir olanlar düzeltiliyor, ilerde toplum daha ince ayarlar yapacaktır inşallah. Yani hayrımıza, yükselmemize, ileri gitmemize, insanlığa yakışır bir yaşam kalitesi var etmemize mani olan tüm unsurlar ve pislikler teker teker ayıklanacak, murdarlık, pislik, zulüm ve istibdat üzerine inşa edilmiş müşevveş halimiz, insan fıtratına yakışır bir hal alıncaya kadar temizlik devam edecektir…
Çünkü batıl vasıta ve imkânlarla hakka gidilmez…
Mehmet Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com

http://www.haber7.com/haber/20110223...kadir-ama-.php
HaArP isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-25-2011, 20:03   #5
Kullanıcı Adı
HaArP
Standart

Graham E. Fuller
Bahreyn'de geri tepme




Arap devriminde patlayacak bir sonraki yer neresi?
Çok sayıda aday var ama jeopolitik etkisi o ufak çapını aşacak bir aday var: Bahreyn.
Baskıcı, yoz küçük bir rejimin hüküm sürdüğü bir yerdir burası; ABD Beşinci Filosu’nun karargâhı olduğu için Washington üzerine titrer. Rejim düştüğü takdirde askeri üssün geleceği de tehlikededir.
Durup düşünmek için ada hakkında birkaç hakikat:
Birincisi, Bahreyn bir Şii adasıdır. Onun bu şekilde tanımlandığına şahit olmazsınız ama nüfusun yüzde 70’i Şii’dir yani Irak’taki Şiilerin oranından daha yüksektir. Bu Arap Şiiler, Saddam Hüseyin Irak’ında olduğu gibi ayrımcılığa, baskıya uğramışlar ve anlamlı bir rol oynamaları ülke üzerindeki sıkı denetimini korumaya azimli Sünni kabile yönetimince engellenmiştir. Gerçek demokrasinin ortaya çıkması, ülkeyi Şii cenahına itecek, kıymıkları diğer Körfez yöneticilerinin özellikle de Riyad’dakilerin omurgalarına fırlatacaktır.
Görünüşler aldatıcıdır. Bahreyn’e giderseniz birçok otoriteryan Arap ülkesindeki o aynı ağır eli hissetmeyeceksiniz. Bahreyn, sosyal özgürlüklerde liberaldir. Yurtdışında çalışanlar kendilerini evde gibi hissederler: İçki içebilir, gece klüplerine, plaja ve partiye gidebilirsiniz.
Ancak Batılı ve seçkinlerin doldurduğu yüksek binaların ardına bakarsanız fakir ve ihmal edilmiş Şii gettolarla karşılaşırsınız. İşsizlik oranı yüksektir ve duvarlar rejim karşıtı yazılarla doludur.
Serbest Pazar? Elbette. Paraya ihtiyacı olan apolitik devletlerden rejimin siyaseten tarafsız işçiler ithal etmesi hâriç. Problem yaratmayan veya bir sonraki uçakla sınır dışı edilen Filipinli, Bangladeşli, Sri Lankalı ve diğer Güney Asyalılar.
Rejim, haydut da ithal ediyor. Emniyet teşkilatı Arapça bile bilmeyen, ülkeye karşı bir bağlılığı olmayan, Bahreynli protestocuları cezadan muaf kalarak darp edecek, hapse tıkacak, işkence edecek ve vuracak emekli polislerle doludur.
Diğer Şii nüfuslarda olduğu gibi dini şahsiyetler burada da liderler arasında yer alır. Ancak pek çoğu adanın açık kültürel karakterini yansıtırlar, liberal ve açıktırlar. Bahreynli Şii’lerin pek çoğu dini rehberlik için yönlerini İran’a değil Irak’taki Ayetullah Sistani’ye dönmüşlerdir.
Bölgedeki diğer zorbalar gibi Bahreyn’deki el Halife rejimi de Batı desteğini kazanmak için - ki genelde kazanırlar da - Şia ve İran karşıtlığını kışkırtacaklardır.
Mesele çoğunluğun Şii olmasından ibaret değil. Suud bakış açısından, Bahreynli Şiiler Suudi Arabistan’daki Şii ailelerle yakın aile bağlarına ve kültürel bağlara sahiptirler. Muhtemelen daha ağır baskı altındaki Suudi Şii azınlık zaten yerinde duramıyor ve civarındaki siyasi huzursuzluğa karşı duyarlı olacaktır. Riyad’ın nihâi kabusudur bu - petrol zengini bölgede Şii siyasi gücünün daha da güçlenmesi.
Bahreyn’in Sünni azınlığı zor bir durumdadır. Sünniler, baskı altındaki sınıfı teşkil eden Şii çoğunluğun ayağa kalkmasından dolayı endişe duyuyorlar. Fakat liberal Sünniler de el Halife rejiminden memnun değiller ve siyasi reform arayışındalar. Pek çoğu seküler reformların gerçekleşmesi için Şii liderlikle; ama rejim onları da bastırdı ve Şiileri hizada tutmak için onların yardımını almak amacıyla Şii korkusunu yayıyor.
Otoriteryan hâkim aileye karşı onlarca yıldır süren Şii direniş hikâyesinde en azından Suudi Arabistan, Irak, İran ve diğer komşu ülkelere kıyasla Bahreyn’de daha az kan aktı. Eğer el Halife haydutları serbest kalırsa bu durum hızla değişecektir. Sıcaklık gitgide artıyor.
Washington yine zor bir seçimle karşı karşıya, ki yıllardır alınan ufuksuz kararların bir mirâsıdır: Yanlış salık veren bir “Amerikan çıkarları” algısından hareketle baskıcı rejimlerle yola devam etmek? Halkın sevimsiz bulduğu askeri üsleri her ne pahasına olursa olsun tutmak, böylelikle halkın öfkesini derinleştirmek ve belki de İran’a bu olaylarda en nihayet daha fazla söz hakkı vermek?
Yahut bu baskıcı rejimi desteklemeye son vermek, olayların kendi seyrini izlemesine izin vermek ve vadesi geçeli çok olmuş bu değişimin gelişini kabul etmek? Bir diğer çirkin statüskoyu daha ne kadar tutabiliriz? Ne kadar uzun beklersek, değişim de o denli kötüleşecektir. Mesele de budur.
Kaynak: IHT
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın


http://dunyabulteni.net/?aType=yazar...rticleID=15623
HaArP isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-25-2011, 20:05   #6
Kullanıcı Adı
HaArP
Standart
FP: Obama, Ortadoğu’yu İran’a teslim ediyor!
Amerika’nın Foreign Policy dergisi, Amerika Başkanı Obama’nın ham ve deneyimsiz yönetimi, Ortadoğu’da gelişmeleri İran lehine çevirdiğini yazdı





Dünya Bülteni / Haber Merkezi
“Obama İran’a yardım ediyor” başlıklı bir makale yayınlayan Foreign Policy dergisi, Washington yönetiminin Ortadoğu gelişmelerine karşı pasif ve zayıf tutumunun bölgedeki gelişmeleri İran lehine sonuçlandırmak üzere olduğunu belirtti.
Dergi, dünyada kadife devrim mimarı olarak ün yapan Soros’un “İran’da rejim bir yıla kadar devrilir” iddiasına değinerek bu sürenin çok arttırılması gerektiğini yazdı.
Dergi, İran’da bir yıla kadar İslam cumhuriyeti nizamı kalacağını, hatta bir yıla kadar Ortadoğu bölgesinde her şey İran lehine gelişeceğini vurguladı.


http://dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=148921
HaArP isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-28-2011, 21:40   #7
Kullanıcı Adı
HaArP
Standart
Meydan kimlere kaldı

Milyonlarca Mısırlı'nın Mübarek'i deviren eylemlerine sahne olan Tahrir Meydanı'nı dün iki ABD'li senatör gezdi. İkisi de İsrail lobisiyle sıkı fıkı ilişkileriyle biliniyor





Pazar sabahı ABD senatörleri John McCain ve Joseph Lieberman Tahrir Meydanı'nı gezdi. Milletvekillerine bu gezi esnasında ABD Mısır Büyükelçisi Margaret Scobey eşlik etti. Gezi sırasında ABD'liler birçok vatandaş ve güvenlik görevlisiyle görüştüler. Lieberman elbisesinin üzerine sarmış olduğu Mısır bayrağını daha sonra meydandaki vatandaşlardan birine verdi.
McCain Mısır'ın resmi haber ajansına yaptığı açıklamada Tahrir Meydanı'na yapılan ziyaretin özgürlükleri için çetin mücadeleler veren Mısır halkına desteklerini göstermek amacıyla yapıldığını söyledi. Cumhuriyetçi senatör ABD'nin Mısır halkının özgürlük arayışına elinden gelen desteği vereceğini belirtti. McCain, ABD'nin mümkün olan her desteği vereceğini ancak Mısır'ın geleceğinin son tahlilde Mısır halkının elinde olduğunu ekledi.
“Şimdi Kahire'de güneş parlıyor, ama bu özgürlük ışığının kaynağı Mısır halkının barışçıl devrimidir” diyen Lieberman Mısır'daki özgürlüğü güvence altına almak ve daha iyi bir ekonomik gelecek sağlamak için uğraşacaklarını da söyledi. Libya konusundaki görüşlerini de bildiren Demokrat senatör, Kaddafi'nin istifa etmesi gerektiğini söyledi. Kaddafi'nin Libya halkıyla mücadele ederken cani yöntemler kullanmış olmasının ve mevkisini korumak için insanları öldürmesinin Libya halkını desteklemek için yeterli bir sebep olduğunu belirtti.
BÖLGEYLE YAKINDAN İLGİLİLER
Lieberman sözlerine ABD'nin Libya'nin batısında kurulan geçici hükümeti desteklemek amacıyla kimi yaptırımlar uyguladığını ve Libya üzerinde uçuş yasağı ilan ettiğini ekledi. Lieberman, Kaddafi'nin devrim hareketinin başlangıcından beri insanlığa aykırı suçlar işlediğini ve Uluslar arası Suç Mahkemesi'nde yargılanması gerektiğini belirtti.
ABD'de son yapılan ve Obama'nın kazandığı başkanlık seçimlerinde adaylığını koymuş ve kaybetmiş olan cumhuriyetçi McCain Gürcistan'da yaşanan iç savaş sonrası Devlet başkanı Saakaşvili'den “Ulusal Kahramanlık Madalyası” almıştı. Irak işgali sürecinde de McCain bölgede ABD'nin önemli temsilcilerinden biriydi. Joe Lieberman ise Demokrat Parti'nin en sağcı kanadından. Lieberman, özellikle şahin İsrailci tavrıyla ve İsrail lobisiyle sıkı fıkı ilişkileriyle biliniyor.




http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=198952
HaArP isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 03-01-2011, 00:03   #8
Kullanıcı Adı
HaArP
Standart
Ortadoğu'da Aslında Ne Oluyor?



Göktürk Tüysüzoğlu
Bu politikadan olumlu ya da olumsuz etkilenecek en önemli güçler ise Türkiye, İsrail ve İran olacaktır.
09 Şubat 2011



Ortadoğu'da ve Arap Dünyası'nda yıllardır beklenen halk isyanı Tunus ve Mısır'da yaşanan olayların ardından başlamışa benziyor.
Aralık 2010'un ortasından itibaren yaklaşık 2 aydır devam eden gösteriler neticesinde Tunus'taki Zeynel Abidin bin Ali Yönetimi ortadan kalkarken, Mısır'da Hüsnü Mübarek Yönetimi'nin de en fazla Eylül 2011'deki seçimlere kadar ömrünün kaldığı ortaya çıkmıştır. Üstelik Kuzey Afrika'da yanmaya başlayan ateşin yalnızca bu bölge ile sınırlı kalmayacağı da ortadadır.
Yemen'de başlayan ve günden güne güçlenen halk hareketi sonucunda devlet başkanı 2013 seçimlerinde aday olmayacağını açıklamıştır. Olaylar her an Cezayir ve Ürdün gibi dikta yönetimlerinin hâkim olduğu diğer ülkelere yayılabilir. Zira Arap Halkı artık anlamıştır ki, fildişi kulelerde oturan ve gizli polis teşkilatı sayesinde tüm toplumu göz hapsinde tutan halktan kopuk diktatörlerin de gücü bir noktaya kadar dayanabilmektedir.
Hüsnü Mübarek gibi devleti kendi isteklerine göre yeniden inşa eden, Batı ve İsrail ile çok yakın bağları bulunan bir lider dahi koltuğu bırakmak zorunda kalıyorsa, Cezayir'in Buteflika'sı, Ürdün'ün Abdullah'ı ya da Yemen'in Salih'i de bırakmak zorunda kalacaklardır.
Kuzey Afrika'dan başlayan ve anlaşıldığı kadarıyla tüm Arap Ortadoğu'sunu saracağa benzeyen bu fenomenin doğuşunda içsel sorunlar kadar küresel güçler tarafından ortaya atılan projeler de etkin bir rol oynamaktadır.
Ortadoğu Yönetimleri'nde yaşanan içsel sorunların kaynaklarına göz gezdirirsek, en önemli sorunun iktidarı ele geçiren hükümetlerin halkın daha fazla demokrasi, insan hakları ve özgürlük çağrısına kulaklarını tıkamaları ve halk ile aralarında bir bariyer işlevi görecek çeşitli güvenlik kurumları kurarak ülkeyi bir polis devletine döndürme çabası içerisine girmeleri olduğunu görürüz. Bu durumun temel sebebi, Arap toplumlarında demokrasi kültürünün oturmamış olmasından mütevellit, iktidara gelen karizmatik ve güçlü isimlerin bir süre sonra kendilerini vazgeçilmez bir siyasal lider olarak görmeye başlamalarıdır.
Yönetimi ele geçiren Arap siyasal liderler, başka bir siyasal gücün kendi koltuklarına göz dikmesini engelleyebilmek için muhalefet partilerini yasaklamakta, muhalif liderleri sürgüne göndermekte ya da belli bir noktaya kadar siyasal muhalefet olmasına izin vermelerine karşın, bu muhalefeti gizli polis ve bürokrasi eliyle çok sıkı bir kontrol altında tutmakta ve onları marjinal bir grup olarak gösterme çabası içerisine girmektedirler. Bu ülkelerde düzenlenen seçimler de siyasal bir düzmeceden başka bir şey olmamaktadır.
Nitekim geçtiğimiz günlerde iktidarda uzaklaştırılan Zeynel Abidin bin Ali'nin son seçimlerdeki halk desteği “resmi rakamlara göre” %90'ların üzerindeydi. Diğer ülkelerdeki durum da bundan farksızdır. Arap Yönetimleri'nin hepsi adeta karbon kâğıdı ile çoğaltılmış bir şekilde aynı rejimleri benimsemiş ülkeler haline geldikleri için resmi adı cumhuriyet olsun krallık olsun siyasal statü ve halkın pozisyonu değişmemektedir. Üstelik onlara demokratik yönetim, insan haklarına saygı ve şeffaflık gibi kriterlerin nasıl uygulandığını, çoğulcu bir siyasal yapının nasıl oluşturulabileceğini gösterecek kendi içlerinden çıkmış herhangi bir ülke de yoktur.
Türkiye, son zamanlarda bu rolü üstlenmeye çalışmaktadır. Ancak Türkiye'nin Arap liderler nezdinde bir tehlike olarak görüldüğünü söylemeye gerek bile yoktur. Tarihsel, kültürel ve siyasal sebepler Türkiye'nin uzattığı elin önüne duvar gibi dikilmektedir. Ne var ki, son dönemde bu duvarın korozyona uğramaya başladığını ve Türkiye'nin siyasal etkisinin Arap toplumları nezdinde bir canlanmaya neden olduğunu görüyoruz. Aslında Arap toplumlarının Türkiye'ye bu kadar ilgi duymalarının en önemli nedeni ne dinsel ve kültürel yakınlık ne de tarihsel ortaklıktır. Asıl sebep, Türkiye'nin, zaman zaman aksasa dahi, demokratik bir rejime ve çoğulcu bir siyasal sisteme sahip olmasıdır. Arap toplumları Türkiye örneğini kendi ülkelerinde de görmek istemektedirler.
Gerçekleşen isyanların arkasındaki bir diğer önemli içsel sebep de ekonomik sıkıntılardır. Zira bu ülkelerde milli gelir yönetici elit ve onlara yakın iş adamları ile bürokrasinin üst kesimleri arasında paylaşılmakta, toplumun alt katmanlarına neredeyse hiçbir şey kalmamaktadır. Kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hâsılanın düşük olması başta eğitim ve sağlık olmak üzere yaşamın tüm alanlarında etki doğurmaktadır. Bu ülkelerin mevcut ekonomik kapasiteleri ile üretim düzeylerinin oldukça yetersiz olduğu ve tüketim mallarını dahi ithal etmek zorunda kaldıkları düşünüldüğünde, Arap Devletleri'nin yalnızca siyasal görünüme haiz olan birer ekonomik bağımlı oldukları anlaşılabilecektir. İşte, Arap halkı artık bu bağımlı konumundan kurtulmak istemektedir.
Arap Ayaklanmaları'nın dışsal boyutuna bir göz atacak olursak, bölgeye ilgi duyan en önemli aktör olan ABD'nin strateji değişikliğine gittiğini çok net olarak algılayabiliriz. Zira ister Kuzey Afrika'da olsun, ister Süveyş'in doğusunda olsun başkanlık ya da krallık koltuğunda oturan ve halktan kopuk yaşayan tüm siyasal liderler ABD ile işbirliği içerisindedir. Zaten Arap halkları nezdinde ABD'nin imajının bu kadar bozuk olmasının en önemli nedeni de ABD'nin bu yaklaşımıdır.
ABD, radikal İslamcı hareketlerin iktidara gelmelerini engelleyen, İran'ı karşısına alan ve İsrail ile bir arada yaşamasını öğrenmiş Arap liderlerin iktidarda kalmasını istediği için, halktan kopuk yaşayan ve adeta birer nefret ikonu haline gelmiş olan Hüsnü Mübarek, Zeynel Abidin, vb. liderleri desteklemiştir.
Şimdi ise bu stratejide bir değişikliğe gidilmekte ve 2000'lerin başında ortaya atılan “Büyük Ortadoğu Projesi'ne” gerçeklik kazandırılmaya çalışılmaktadır. Buna göre Arap devletlerinde halk desteğine sahip yönetimler oluşturulacak, muhalefet temsilcilerinin çok daha yüksek oranlarda meclise girmelerine izin verilecek, basın, ifade ve örgütlenme özgürlüğü belli bir noktaya kadar işletilecek ancak yine de Batı ile işbirliği içerisinde olacak hükümetler oluşturulacaktır.
Bu defa yeni Hüsnü Mübarek'ler yaratılmayacak ancak çoğulcu sistem içerisinde yaratılacak yeni siyasal idoller ile hem halkın talepleri karşılanmaya çalışılacak hem de Avro-Atlantik Dünyası'nın dış politika stratejilerine uygun hareket edilecektir. Oluşturulacak siyasal yapılarda din belli bir noktaya kadar etkin ve birleştirici bir unsur olarak kullanılacak ancak radikal unsurların iktidara gelmesinin önüne geçilecektir. Anlaşıldığı kadarıyla Tunus ve Mısır, bu tarz siyasal yapıların Ortadoğu'ya yaygınlaştırılmasından evvel deneme sürecinin yaşanacağı ülkeler olacaktır. Tunus ve özellikle Mısır'da başarılı olacak bir yapının Ortadoğu'yu çepeçevre sarması çok da zor olmayacaktır. Zira domino etkisinin en işlevsel şekilde kullanılacağı coğrafya Arap Ortadoğu'sudur.
ABD'nin uygulamak istediği bu stratejinin en önemli kırılma noktalarından biri İsrail'in tepkisidir. Zira projenin deneme üssü haline getirilen Tunus ve Mısır, İsrail'in Ortadoğu'da en iyi anlaştığı Arap yönetimleridir. Hatta bugünlerde İsrail'de en çok konuşulan şey İsrail'in duruma nasıl tepki göstermesi gerektiğidir. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nde İslam bir referans olarak kullanılacağı ve iktidar ile muhalefetin eylemlerinde din etkisinin çok daha fazla hissedilmesi olası olduğu için, İsrail'in de söylem bazında da olsa Arap toplumlarına yaklaşımının değişmesi gerekeceği, özellikle Filistin Sorunu konusunda çok daha duyarlı davranması gerekeceği ortadadır. Zira bu projenin en önemli kırılma noktalarından biri de Filistin Sorunu'nun geleceği olacaktır. Filistin konusunda İsrail'in alacağı radikal bir tedbir ve müdahale Arap halklarının ve dolayısıyla Arap yönetimlerinin daha da radikalleşmesini beraberinde getireceği için İsrail'in tavrı ve eylemleri ABD için de önemlidir. Bugünkü İsrail Hükümeti'nin radikal tavrı planlanan değişim sürecinin önüne set çekebilecektir. Bu nedenle İsrail'de yakın bir dönemde iktidar değişikliği yaşanabilir. Yeni gelecek hükümet ise mevcut hükümete göre çok daha uyumlu ve hassas olacaktır.
AB, projenin uygulanması konusunda ABD ile birlikte hareket edecektir. Çünkü AB'nin mevcut dış politika stratejisi çerçevesinde Ortadoğu'daki ekonomik ve siyasal çıkarlarını başka türlü muhafaza etmesi mümkün değildir. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin karşıt olduğu en önemli güç ise İran olacaktır. Bugün yaşanan olaylar İran karşıtı Arap yönetimlerinin yıkılması şeklinde bir görünüm arz etmektedir. İran'ın en önemli hedefi ise Arap toplumları içerisindeki radikal dinci unsurlarla ittifak kurarak tüm Ortadoğu'yu etki altına alabilmektir. Ne var ki, tarihsel ve kültürel rekabet ile mezhep farkının yanı sıra ABD'nin oluşturmak istediği İslam ile barışık, insan haklarına saygılı ve demokratik yönetimlerin İran ile işbirliği içerisine gitmeyeceği, böyle bir şeye, ilk önce iktidara gelecek ABD ile işbirliği yanlısı isimlerin izin vermeyeceği ortadadır. Türkiye ise, oluşturulmak istenen düzende ABD'nin en önemli müttefiki konumuna gelecektir. Nitekim birkaç yıldır uygulanmaya çalışılan, komşular ile sıfır sorun odaklı, tarihsel ve kültürel unsurların ön planda olduğu diplomasi ile ekonominin iç içe geçtiği ve medyanın başarıyla kullanıldığı dış politika stratejisi, Türkiye'nin yumuşak gücünü tüm Arap toplumları nezdinde göstermiştir. Yaşanan olaylar sonrası, Batı Basını'nda Türkiye'yi öven ve Arap toplumlarına örnek olacak bir ülke olarak resmeden haberlerin giderek artmakta oluşu, Türkiye'nin ABD tarafından bölge ile ilişkiler ve oluşturulmak istenen yeni düzen bağlamında etkin olarak kullanılacağını göstermektedir. Bu durum, Türkiye'nin Batı'dan uzaklaştığını iddia eden ve ABD ile Türkiye arasında çok ciddi sorunlar yaşandığını belirten kesimlere bir cevap niteliğini de taşımaktadır.
Ortadoğu Bölgesi'nde yaşanabilecek bir değişimin bağımsız bir halk hareketi ile başladığını ve rastgele gerçekleştiğini iddia eden yorumlar ve açıklamalar gerçeği yansıtmamaktadır.
Halkın siyasal ve ekonomik talepleri etkili bir unsur olmakla beraber, değişimin arkasındaki en önemli gücün ABD ile onun yardımcısı AB olduğu ortadadır. Bu politikadan olumlu ya da olumsuz etkilenecek en önemli güçler ise Türkiye, İsrail ve İran olacaktır.
Türkiye ise bu değişimin olumlu ve daha fazla karmaşaya mahal vermeden gerçekleştirilmesi konusunda hem ABD'nin hem de Arap halklarının yanında yer alacaktır.

http://www.stratejikboyut.com/haber/...or--50209.html
HaArP isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 03-01-2011, 14:33   #9
Kullanıcı Adı
HaArP
Standart
'Arap dünyasındaki olayların arkasında ABD ve İsrail var'

Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, ABD ve İsrail'i, ülkesini ve Arap dünyasında istikrarı bozmaya çalışmakla suçladı.





Sana Üniversitesi'nde konuşan Yemen lideri, "Tel Aviv'de Beyaz Saray tarafından yönetilen bir operasyon merkezi var. Arap dünyasında istikrarı bozmaya çalışıyorlar." dedi.

http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=199146
HaArP isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı