![]() |
#1 |
![]() Görünen o ki seçim yaklaştıkça ortalık da hareketlenecek. Yeni güne birkaç hadiseyle uyanıyoruz, günü kaç son dakika gelişmesiyle bitiriyoruz.
Bir taraftan olanlara yetişmeye çalışırken, diğer yandan ertesi gün olması muhtemel gelişmeleri öngörmek için sürekli bir zihinsel gerilim halindeyiz. Türkiye, 1991 seçimlerinde başlayan Refah Partisi’nin yükselişi ve 1995 seçimlerinde iktidar olmasından sonra, bugüne kadar gelinen süreçte hiçbir seçime (1999, 2002, 2007) normal bir atmosferde girmedi. Görünen o ki, 2011 seçimlerine de “normal” bir gündemle girmeyecek. Yani tam 20 yıldır, bu ülkede henüz ülkenin kronik meselelerini geçip de ayrıntıya girememişiz. Alttan altta süren bir “iç savaş” halindeyiz hâlâ. 1995’de RP’nin yüzde 21.38’lik oy oranıyla birinci parti olup iktidara gelmesinden sonraki süreçte Türkiye derin bir laiklik-irtica sarmalına girdi ve o günden bugüne aynı depremin artçı sarsıntılarıyla devam ediyoruz. RefahYol yıkıldıktan sonra kurulan “olağanüstü garip” hükümetle 1999 seçimlerine gidildi ve o dönemde Abdullah Öcalan’ın teslim edilmesi gündemi içinde MHP ve DSP’nin büyük sıçraması yaşandı. Ancak Anasol-M hükümetinin büyük fiyaskosuyla birlikte 2002 seçimlerine girildi ve Fazilet Partisi’ndeki ayrışma sonucunda Tayyip Erdoğan’ın kurduğu AK Parti’nin yüzde 34.5’lik oy patlaması ile Türkiye’nin siyasi zemini değişti. AK Parti’nin kurulur kurulmaz iktidara gelen bir parti olması hasebiyle Türk siyasetinde önemli ve farklı bir yeri var. Öyle ya, bir partinin kuruluşuyla birlikte (hem de tek başına) iktidara gelmesi pek görülür şeylerden değil. Şüphesiz bunun o tarihi süreçte oluşan bir zemini var. Ancak, bir parti herhangi bir vaadinden dolayı değil, sadece tepkisel oylarla tek başına hükümet kuruyordu. 2002 seçimleri, halk nezdinde 28 Şubat sürecine, askerin demokrasi üzerine yürüttüğü tanklara bir tepkiydi. Bunları niye söylüyorum. Şundan: 90’lı yıllarda merkez sağ partiler çeşitli vaadlerde bulunurlar, ancak hiçbirini gerçekleştiremeden iktidardan gelip giderlerdi. Şimdi “yeni” CHP’yi müthiş bir atak içinde görüyoruz ya, aklıma Demirel’in, Çiller’in o günlerdeki vaadleri geldi. Hatta 2002 seçimlerinde Cem Uzan’ın “mazot 1 lira olacak” sloganıyla döner-ayran dağıtarak yüzde 7.25 oy alması, popülist politikanın ulaştığı büyük başarı olarak tarihimizdeki yerini aldı. Fakat CHP, 1991 seçimlerinden bu yana toplumda yaşanan hareketliliği görmezden gelen “laiklik” odaklı bir parti olarak siyaset yaptıkça bir şey elde edemediğini çok geç fark etti. Şimdi Kılıçdaroğlu hiç laiklik, başörtüsü, Kürt, Alevi tartışmalarına karışmadan, kendince bir gündem üreterek seçime hazırlanıyor. Bu belki iyi bir şey ama, görünen o ki, AK Parti’nin iktidara gelmesinden bu yana yaşanan süreç henüz neticelenmiş değil ve CHP de askeri vesayetin sonlandırılması sürecinde iyi bir sınav vermiş değil. Tamam, Ergenekon davası sürecinde birtakım hatalar yapılıyor ve bunları dile getirecek bir muhalefet de gerekiyor ama CHP de (her ne kadar Kılıçdaroğlu “yeni” sıfatıyla ansa da) statüko gömleğini üzerinden çıkarabilmiş değil. Hani belki çıkarmak istiyor ama, çok ürkek hareket ediyor. Birkaç düğmesini çözse, birileri kaşını kaldırınca sanki hemen açtığı düğmeleri tekrar kapatmaya başlıyor. AK Parti hiçbir popülist vaatte bulunmayarak 2002’yi ve muhtıra ile birlikte 2007’yi büyük bir halk desteğiyle geçti. Bu normal miydi? Evet, normaldi. Çünkü Türkiye müzmin sorunlarından çekiyordu ne çekiyorsa. İşte 2011 seçimleri de “önce toplumsal barışa” önem verilen böyle bir düzlemde yapılacak. Sonra zaman içinde “sosyal adalet” öne çıkacak. Tabi bunlar sadece CHP’nin sorunu olmakla kalmayacak. Elif ÇAKIR - Star
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|