![]() |
#1 |
![]() Nazlı Ilıcak › 12 Kasım 2011
Atatürk, eğer kimileri tarafından kalkan gibi kullanılıp "karşı cephe"nin kafası ezilmek istenmeseydi, bugüne kadar her şey normalleşmiş olurdu. Dışlayıcı tavır, esasen, 27 Mayıs'la başladı. Demokrat Partililer, "Atatürk ilke ve devrimlerine karşı gelmekle", "irticaya prim vermekle" suçlandılar. Aslında irtica iddiasını delillendirmek için bulabildikleri tek olay, ezanın Arapça okunmasına izin verilmesiydi. 1924 Anayasası'nın uydurma lisandan kurtarılıp, orijinal haline döndürülmesi de, bir başka "gericilik" işareti olarak takdim edildi. Büyük bir kitlenin canını yakan 27 Mayıs darbesinin, meşruiyetini Atatürk'te araması, darbecilerin, Atatürk'ün kurduğu cumhuriyeti koruyup kolladıklarını söylemesi, önemli bir fay hattı oluşturdu; insanların zihninde soru işaretleri belirdi. 12 Eylül, işin, tuzu biberiydi. Ülkenin dört bir tarafı "Atatürk 100 yaşında" pankartlarıyla donatıldı. Özgürlükler, sözde Atatürk adına sınırlandı. 1982 Anayasası'nda tam 16 kere Atatürk adı geçiyordu. (Bak: Otoriter Rejimler, Seçimsel Demokrasiler ve Türkiye / Prof. Ergun Özbudun) 1982 Anayasası'nın Başlangıcına baktığımızda, Kemalist ideolojinin, düşünce özgürlüğünü sınırlayan damgasını hemen görürüz: "Hiçbir düşünce ve mülâhazanın .... Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği..." Atatürk, tabuları yıkmak üzere yola çıkmıştı. Takipçileri, onun adına tabular oluşturdular. Atatürk'ü putlaştırdılar. Bununla yetinmeyip, Atatürk'ü mesnetsiz iddialarının dayanağı yaptılar. Meselâ 28 Şubat'ta Kur'an kurslarında Atatürk'e küfreden bir şeriat andını okunduğunu ileri sürmüşlerdi. Bu and şöyleydi: "Ben Muhammed / Müslüman ümmetindenim. Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye'yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, Allah'ım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ederim. " Kur'an kurslarında böyle bir yemin ettirildiği tamamen yalandı. Bu yalan psikolojik harekâtın bir parçasıydı ve maalesef hedefe varmak için her yol mubah sayılıyordu. Söz konusu yeminin varlığı, 1966 yılında İlhami Soysal'ın kitabında gündeme getirilmişti. Ve o zaman da ispat edilememişti. Aradan yıllar geçmesine rağmen, 28 Şubat sürecinde de aynı taktik uygulandı. Ve askerler, Kur'an kurslarında, küçüklere, Atatürk karşıtı, şeriat andı içerildiği haberini yaydılar. Bu iddia, gazetelerde iri başlıklarla çıktı. Atatürkçülüğün bir silâh gibi kullanılması adeti terk edilmeden tartışma bitmez. Bakın gene, İzmir'de bir olay yaşandı. Başı açık bir kadın, başı örtülü bir hemcinsini, "Karşı devrim ürünü bu insanların gitmesini istiyorum" diyerek, alandan kovmaya çalıştı. Gerçi münferit bir hadise ama, sembolik değeri var. Atatürk'ü, işte bu kafalar tartışmanın içine çekiyor.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Köşe yazarlarının çoğunu bakıyorum, hepsi birden saf değiştirmiş. Daha dün Kemalist zihniyeti öven, lügatindaki en mümtaz cümle ve kelimeleri Atatürk onun devrimleri ve ilkeleri için kullananlar, bugün onu yerden yere vuruyor.
Bu tür yazıları 15-20 yıl önce kaleme alsaydınız o zaman yeriniz bende ayrı olurdu. Şu an bu tür düşünceleri boş boğazdan sallaması kolay. Hatta bunlar marjinalizmin en seçkin haklarını size sunuyor. Geçin bu işleri, kime yalakalık yapıyorsunuz. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 | |
![]() Alıntı:
|
||
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki yorumu yaptığım zaman bu başlık altında Nazlı Ilıcak'ın köşe yazısı değil. Engin Ardıç'ın köşe yazısı vardı o konuya binaen böyle bir tespitte bulunmuştum. Konu içeriği değiştirilmiş, Nazlı Ilıcak hakkında tenkitlerimi bilahare dile getiririm.
Yorumunuza gelirsek gelişen demokrasi anlayışı ile beraber bireyin kendini daha rahat sunabilmesi, düşünce ve fikirlerini özgür ifade edebilmesi gibi tabular bir takım köşe yazarlarını sığındıkları liman olamazlar. Çünkü birey katılmadığı bir düşünceyi tenkit edemiyorsa bile o düşünce sistemini veya ideolojiyi süsleme ihtiyacı hissetmez. Aynı zamanda madem demokrasi anlaşıyımız bu kadar gelişti Atatürk'ün eşinin elli yıl sonra açıklanmasını istediği mektuplar neden açıklanıp gün yüzüne çıkartılmıyor. Neden hala devlet arşivlerin en mahrem noktalarında saklanıyor. Gelişen demokrasi bunların tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarılması gerekliliğini sunmaz mı ? Konu Garibüzzaman tarafından (11-23-2011 Saat 20:40 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|