![]() |
#1 |
![]() Özlem Albayrak
![]() Yeni Türkiye Düzeni ve Davutoğlu Artık Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu, hayırlı olsun diyelim. Hayırlı olsun, tüm diskalifiye çabalarına, çeşitli tür ve boyutta çelme takma manevralarına rağmen, 12 yıl boyunca ayakta durma başarısı gösteren iradenin, henüz başlayan maratonu bu. Engelli koşu bitti gibi gözüküyor zira, ülkenin ortak enerjisini boşa akıtan unsurlar bir bir zayıflatıldı, maraton için başlama düdüğüyse henüz çaldı. Günlerdir kaleme alınan köşe yazılarına bakın, hemen çoğunda son birkaç günlük zaman diliminin bir milat olarak anılması, Türkiye'nin bundan sonraki pozisyonunu Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin belirleyecek olmasının yeni Türkiye'nin miladı olarak kodlanması boşuna değil. Boşuna değil, çünkü sözü edilen 'yeni', sadece vesayet düzeninin geriletilip, seçilmişlerin güçlendirilmesini; sadece vatandaşların bazılarını iç düşman addedecek kadar kendini amaçlayan devlet algısının geride kalmış olmasını, sadece kimliklerin tanınmasını, sadece ekonomik refahın hissedilir derecede artmış olmasını kapsamıyor. Sözü edilen yeni bundan biraz daha fazlası oluyor: 20. ve hatta 21. yüzyılda siyasal anlamda Yeni Dünya Düzeni'nin teorisyenliğini yapanlar, küresel güç dengelerini yönetmek isteyen, dünya gelişmelerinde rol oynamayı plânlayan her devletin kendi ilkelerini yayması ve yaydığı bu ilkeler paketinin moral/ahlâk değerleri üstünde yükselmesi gerektiğini iddia etmişti. Bu, kâğıt üzerinde çok doğruydu da. Amerika bunu, barışın ancak demokrasiyle yaygınlaşabileceği vurgusuyla on yıllar boyunca yaptı. Çünkü, barış ve demokrasi, kimsenin itiraz edemeyeceği yaygınlıkta kabullenilmiş olan seküler kaynaklı değerlerdi. Bu filmin, Irak'taki sonunu hepimiz biliyoruz. Suriye'de ve dünyanın pek çok bölgesindeki olaylar karşısında takınılan tavır da, ABD'nin değerler ve ilkeler konusundaki çifte standardının sadece bir istisna olmadığının kanıtı oldu; bu kanıt, ABD'nin uluslararası saygınlığını ciddi oranda kemirdi. Avrupa Birliği fikri de, çoğunlukla geleneksel ulus-devletler, küresel rol için gerekli kaynaklara sahip olamadıkları için 'aynı kültürden olma' ortak paydasıyla değer üreterek küresel belirleyicilik rolüne soyundu, başarılı olup olmadığı artık oldukça tartışmalı. Sadece ortak kültürü baz almak Avrupa'yı ırkçılığa savurdu. Söylemeye çalışıtığım şu, bir zamanların anlı şanlı pozitivizmi, quantum teorisi karşısında nasıl bozguna uğrayıp birkaç 10 yıl içinde çöp olduysa; Türkiye'nin neredeyse 2002 yılına dek sürdürmüş olduğu demode ulus-devlet politikaları, yani her türlü miras avantajını reddederek, içine dönme fikri, çoktan çöpü boylamış ulusal ve uluslararası politikalarla günü geçirmesi; küresel düzlemde belirleyen değil, belirlenen olmasına neden olmuştu; süreç vesayetin ülkenin iliklerine kadar yayılmasıyla sonuçlandı. Erdoğan ve Davutoğlu'nun Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmasının bu derece heyecanla karşılanmasının sebebi de bu. Türkiye, son dönemde dış politikada 'haksızlığa karşı durmak' gibi, dinî bir vechesi de bulunmasına rağmen -dindar ya da değil- dünya üzerinde tesir edemeyeceği hiçbir vicdan olmayan bir değer üzerinden yol alarak, diğer uluslarla olan tarihî bağlar mirasından da ivme alarak yükseldi. Bu, Türkiye'deki bazı muhaliflerce 'Neo-Osmanlıcılık' ya da 'Pan-İslamizm' olarak tevil edildi, oysa bu vizyonsuzluktu, cahillikti. Zira artık bir ülkenin sınırları mühim değil; işler biraz daha sanal yürüyor. Uluslararası platformlarda da benzer ifadeler kullanıldı, Erdoğan'ı kaftanla resmeden 'Sultan' başlıkları atıldı. Ama bunların sebebi vizyonsuzluk ya da cahillik değil, küresel aktörlerin Türkiye'nin başını kaldırmasından duyduğu rahatsızlıktı. Zira Davutoğlu'nun 'dışarıda' yaptığının yerli formu 'içerde' uygulandı. Askerin konuşması önemsizleşti, kimlikler tanındı, özgürlükler genişledi, toplumsal gruplar iç düşman olmaktan çıkıp, birbiriyle eşitlendi. Türkiye, sadece uluslararası arenada değer üretmedi; içerdeki değerleri yapıbozuma uğrattı, 'Ne mutlu Türküm diyene' deyişini Türkiyelilik kavramıyla değiştirdi, Kürtlerle barıştı, ülkenin kanını akıtan terör meselesini neredeyse bitirdi. Başarılı olup olmadığı, yol kazaları yapıp yapmadığını tartışanlar olabilir. Ekonomik büyüklükle desteklenmedikçe küresel belirleyicilik rolünün başarısızlıkla sonuçlanacağını iddia edenler de olabilir. Ancak ekonominin de –oyun kuruculuk için henüz yeterli olmamakla birlikte- yerinde saymadığını belirtelim. Sonuçta, amaç ve niyet kesinlikle doğruydu; değer üretemeyen varolanları güncelleyerek yeniden üretemeyen ve o değerler üzerinden etkinlik sağlamayı plânlamayan her iç ve dış politika başarısız olma ihtimaliyle yüzyüze kalacaktır. Tam da bu nedenle Erdoğan Cumhurbaşkanlığı'na giderken, Türkiye'nin Başbakanı olabilecek en uygun adayın Davutoğlu olacağını düşünmüştür. Tekrar hayırlı olsun. Kaynak Yeni Şafak 29.08.2014
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|