|
![]() |
#1 |
![]() Saygıdeğer misafirler,
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum. Burası, Türkiye Büyük Millet Meclisi. Türk milletinin, 70 milyon vatandaşımın iradesinin tecelli ettiği kutlu çatı. Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir ilkesi 23 Nisan 1920’de burada hayat buldu. Cumhuriyetimizi kuran, Kurtuluş Savaşını yöneten irade burada şekillendi. İstiklalimizin sembolü olan bu Meclis bugüne kadar hiçbir vesayeti, hiçbir gölgeyi kabul etmedi, bundan böyle de kabul etmeyecektir. Zira bu Meclis hür iradesiyle bu aziz milletin kurtuluş destanını yazdı Evet, burası milletimizin evidir, harem-i ismetidir. Bu evin 70 milyon sahibi vardır. B u çatının altında bu ülkenin hiçbir vatandaşı unutulmaksızın, ihmal edilmeksizin, hiç bir ayrıma tabi tutulmaksızın herkesin hukuku savunulur, korunur; herkesin iradesi temsil edilir. Bu ülkenin izzeti için, bu milletin şerefi için aklı selimin, sağduyunun yolundan ayrılmadan, metanetle ve vakarla bir ve bütün olarak milletimizin hukukunu ilelebet koruyacağız, milletimizin iradesini hakkıyla temsil edeceğiz, birliğini, beraberliğini savunacağız bu çatının altında. Bunu hep birlikte yapacağız. Kendimizi geri çekmeden, başkalarını da dışlamadan milli irademize, müşterek hukukumuza hep birlikte sahip çıkacağız. Milletimizle aynı üslubu kullanacağız, milletimize ve milletimizle aynı vefa ve kader çizgisinde yürüyeceğiz. Ne milletimizin bir adım ilerisinde olacağız, ne milletimizden bir adım geride kalacağız. Hiç şüphesiz, milletimizin istisnasız tamamı adaletten yanadır, hakkaniyetten yanadır. Siz saygıdeğer milletvekillerini de bu milletin emanetine sadakatle sahip çıktığınız için yürekten kutluyorum. Yeri gelmişken, burada yalnızca kendi grubumuzu değil, yalnızca Ak Parti’ye oy verenleri değil; bu ülke için, bu toplumun düzeni için, bu ülkenin birliği için, demokrasi için, adalet için, refah ve huzur için hakkaniyetten ayrılmayan, daima vicdanının sesine kulak veren diğer parti gruplarını ve kişileri de bu millet kürsüsünden aynı duyguyla anıyorum, aynı samimiyetle selamlıyorum. Unutmayalım, sorunlarımızın hiçbiri, ama hiçbiri çözümsüz değildir. Arızi olaylar, dönemsel sorunlar istikametimizi çeviremez. Zira, biz konjonktüre göre, özellikle esen rüzgarlara göre yönümüzü belirlemiyoruz. Bu istikamet değerli arkadaşlarım, değerli konuklar milletindir, sizindir. Bu siyaset milletindir, sizindir. Bunu da böyle bilmenizi istiyorum. Rotamızı da milletimiz belirlemiştir. Bizler burada, milletimizin tarihi yürüyüşüne ortaklık ediyor, milletimizle beraber yürüyoruz. Milletimizin umutlarını, rüyalarını, özlemlerini temsil ediyoruz. Milletimiz kendi ülkesinde, kendi bayrağı altında, kendi devletini yönetenlerden adalet istiyor, demokrasi istiyor. Ne bir eksik ne bir fazla, adalet ve demokrasi. Hiçbir zaman bulunduğumuz makam ve mevkileri kendi mülkümüz zannetmedik, zannetmeyiz. 3 Kasım seçimini kazandığımız gün de, 28 Mart seçimlerini kazandığımız gün de, 22 Temmuz seçimlerinin akşamı da biz kendimiz ilan ettik ve dedik ki: Bu başarı milletimizin başarısıdır. Milletimizin bu başarısı asla başımızı döndürmeyecektir. Bugün de aynı şeyleri söylüyoruz. Diyoruz ki: Bize oy versin, vermesin istisnasız bütün vatandaşlarımızın hukukunu koruyacağız. Bütün vatandaşlarımızın emanetini emanetimiz bileceğiz. Bu sözlerimizi siyaseten söylenmiş sözler olarak görenler, hissiyatımızı paylaşmayanlar pekala olabilir, olacaktır da. Çoğulcu demokrasinin gereği de zaten farklılıklarımızın ahenk içinde bir arada olmasıdır. İşte bakın, 6 yıla yakın zamandır iktidarımızın icraatı ortadadır. Hükümetimiz döneminde milletimizin, ülkemizin, devletimizin zarar göreceği yanlış adım atmamaya gayret ettik. Aksine Türkiye’yi bir kaostan çıkardık, emniyete kavuşturduk, güven ve istikrarı yakaladık. Evet, yürüyüşümüz milletimizle birlikte devam ediyor, devam edecek. Dün de sorunlarımız vardı, bugün de sorunlarımız var. Evet ama, Şu kısacık hayatımızda bile gölgelerin üstümüze geldiği en sıkışık, en zor zamanlarda güneşin doğuşuna binlerce kez şahit olduk. Değerli kardeşlerim Ümitlerimizi taze tutmak, heyecanımızı diri tutmak zorundayız. Zor zamanlarda defalarca sınanan bu milletin aklına, vicdanına, sağduyusuna güveniyoruz, güveneceğiz. Bu güven zemininde siyaset yapıyoruz, bu güven atmosferinde milletimizin ufkunu açmaya çalışıyoruz. Türkiye’de esas mesele, siyasetin alanını daraltmaktan medet uman, erkler arasında 'yetki çatışması' çıkarmak için her vesileyi fırsat bilen bir anlayışın yine siyasetin içinde hala varolmasıdır, sıkıntı buradadır. Özellikle ana muhalefet partisinin siyaseti içeriden kuşatmaya, bu Yüce Meclis'i içeriden zayıflatmaya yönelik girişimleri, gayretleri ortadadır. Bunu milletimiz çok iyi biliyor. Herkes Meclis'in yasama yetkileri daraltılıyor derken, bir tek CHP sözcülerinden, Meclis'in yetkilerini aştığı iddiasını duyarsınız. Başkasından duyamazsınız. Ve bunu da yargının bağımsızlığını savunur görünerek yapıyorlar. Oysa geçen yıl bu zamanları hatırlayın. O zaman da, onların istediği yönde karar vermezse Türkiye'nin çatışma ortamına sürükleneceğini söyleyerek Yüksek Mahkeme'yi tehdit ediyorlardı. Dün Yüksek Mahkeme'ye yönelttikleri söylemlerin hedefinde bugün, yasama yetkilerini kullanmaktan başka birşey yapmayan bu Yüce Meclis var. Dün mahkemeye söylediklerinin benzerlerini bugün Meclis'e söylüyorlar. Peki bu CHP sözcüleri ne istiyor Allah aşkına? Ben size söyleyeyim, anayasamızda yetki sınırları açıkça çizilen yasama ve yargı erklerini karşı karşıya getirmek istiyorlar. Erkler arasında hiç yeri yokken, Türkiye'nin çözüm bekleyen ağır meseleleri varken, uyum ve ahenk içinde birlikte çalışmaları gerekirken, bir yetki çatışması meydana getirmek istiyorlar. Bunu yaparken siyasetin ülke meselelerine çözüm üretme kabiliyetinin kırılması, yargı kurumlarının güven kaybetmesi, Meclis'in etkisiz hale getirilmesi, demokrasinin zaafa uğraması onları ilgilendirmiyor. CHP’nin, milletvekilleriyle ilgili dokunulmazlıklarının kaldırılması talebinin altında yatan da budur değerli arkadaşlarım, budur. Türkiye’nin demokrasi tarihi rakiplerine kuyu kazmaya çalışırken, kendi bindiği dalı da kesen siyasi aktörlerle doludur. Gelenekselleşen bu kuyu kazma siyaseti yüzünden siyasi kutuplaşma ve gerilimin ağır bedeli her zaman bu aziz millete ödettirilmiştir. Siyasi rekabetin meşruiyet çizgisini aşmak, yapıcı değil yıkıcı siyaset tarzı yürütmek, ne Türkiye’ye, ne siyaset kurumuna, ne de bunu yapan siyasetçilere bugüne kadar hiçbir şey kazandırmamıştır. Bugün de böyle bir sınavdan geçiyoruz. Kuşkusuz her şey milletimizin gözü önünde cereyan ediyor. Bu millet, bugünlerin de çetelesini gün gün tutuyor. CHP’nin millete karşı, demokrasiye karşı, evrensel hukuka karşı yürüttüğü siyaset bu ülkeyi tahrip ediyor. Bütün demokratik açılımları korku siyasetiyle durdurma çabası Türkiye’ye ciddi zararlar veriyor. Bu gölge oyunları, bu korku siyaseti halkımızın ekmeğini, aşını büyütmez, büyütmüyor. Ülkemizin itibarını yükseltmez, yükseltmiyor. Böyle korku ve vehimlerden beslenen hiçbir siyaset özgürlüğü, adaleti getirmez, getirmiyor. İdeolojik hukuk yorumlarıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini bloke etmeyi muhalefet zannetmek doğrudan doğruya halkın taleplerine, milli iradeye açıkça tavır almaktır, objektif hukuk kurallarını sabote etmektir. Değerli Arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel hukuk kaynağı Anayasa’dır. Her kurum, kişi veya kurul Anayasa zemininde ve Anayasa’dan aldığı meşruiyet çerçevesinde faaliyette bulunabilir. Anayasa’ya aykırılık, temel hukuk metnine ve Cumhuriyetin temel esaslarına aykırılık demektir. Anayasa’nın 6. maddesi bakınız ne diyor: Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasa’nın 11. maddesi bakın ne diyor: Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. İşte bu yüzden her işlem, her karar, her uygulama Anayasa’ya ve yasalara uygun olmalıdır. Anayasa’ya dayanmayan, anayasadan kaynağını almayan, gücünü almayan hiçbir karar anlam taşımayacağı gibi, anayasanın vermediği hiçbir yetki de kullanılamaz. Anayasa’nın 148. maddesine göre Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Geçen hafta Anayasa Mahkemesi’nden çıkan karar, Anayasa’nın bu hükümleri açısından tabiatıyla kamuoyunda tartışılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, daha da tartışılacak, değerlendirilecektir. 1982 Anayasa’sını yıllardır herkes tartışır, eleştirir. Ama neticede 1982 Anayasası şu an yürürlüktedir ve herkes için bağlayıcıdır. İster beğenelim ister beğenmeyelim. Anayasada bu hükümler yokmuş gibi davranmak, daha büyük bir soruna, bir sistem yetmezliği sorununa da yol açar. Türkiye'nin ne sistem yetmezliği, ne de erkler arasında yetki çatışması yaşamaya tahammülü yoktur. Bunu herkes bilmelidir. Anayasayı göz ardı ederek, Anayasal kuralları görmezden gelerek hareket etmemiz söz konusu olamaz. Bu yüzden zaman zaman arkadaşlarıma sık sık Anayasa kitapçığını okumalarını tavsiye ediyorum. Anayasası’nın 6. Maddesi egemenliği, 7. maddesi yasama yetkisini, 148. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin görevlerini tanımlıyor. Bunları hepimiz ideolojik gözlüklerle değil, evrensel hukukun ışığında okumalıyız ki uygulamalarımız Anayasa’ya uygun olsun. 6. Maddeye göre Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. 7. Maddeye göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına TBMM'ne verilmiştir; Bundan sonrası çok çok önemli: Bu yetki hiç bir surette devredilemez. 87. maddeye göre TBMM'nin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmaktır. Kanun koyma yetkisi münhasıran, yani sadece ve sadece seçilmiş meclislere aittir. Anayasa tarafından verilen bu yetkiyi kimse Yüce Meclisimizden alamaz; kimse kendini yasa koyucu yerine koyamaz. Aynı şekilde anayasamıza göre, TBMM de yasama yetkisini devredemez. Bu hak ve yetki, TBMM'ne verilmemiştir. 'Ben yaptım, oldu' anlayışını demokratik rejimler kaldırmaz. Hükümetler yaptığında da kaldırmaz, yasa koyucu yaptığında da kaldırmaz, yargı yaptığında da kaldırmaz. 'Ben yaptım, oldu' anlayışı, demokratik hukuk devletlerinin kimyasını bozar. Demokrasilerde rejimi korumak ancak hukuk içinde, hukukun üstünlüğü ilkesine, anayasanın bağlayıcılığına sadık kalmakla mümkündür. Yasama organı yanlış yaptığında yargıdan döner. Olmadı, önüne sandık geldiği gün milletten döner. Yürütme yanlış yaptığında yine yargıdan döner. Olmadı, günü geldiğinde bizzat milletin kendisinden döner. Peki yargı erki yanlış yaptığında nereden döner? Bu soruların kamuoyunda tartışılır hale geldiğini görüyoruz. Bu durumun baş müsebbibi de bana göre CHP'dir, CHP'nin muhalefet zihniyetidir. Kimsenin, ama hiç kimsenin, yargı kurumunu böyle bir tartışmanın tarafı ve muhatabı haline getirmeye hakkı yoktur. CHP'nin, Yasama ile yargı erkleri arasında inatla, ısrarla yetki çatışması çıkarma gayretleri, bizi bu noktaya getirmiştir. Sadece yasama ve yürütmenin yanlış yapabileceği düşünülen, sadece yasama ve yürütmenin eleştirilebildiği bir sisteme demokrasi demek mümkün müdür? Bunu soruyorum. Demokratik sistemlerde denetim dışı bir güç olmaz. Elbette yasama faaliyeti de, yürütmenin karar ve işlemleri de denetime tabi olacaktır. Biz bunun aksini savunmuyoruz. Zira demokratik rejimler, hesap verebilirlik, şeffaflık, açıklık rejimleridir. Esasen demokrasinin, insanlığın ulaştığı en ideal yönetim biçimi olarak kabul edilmesinin sebebi de budur.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Değerli arkadaşlarım,
Bizimki gibi parlamenter demokrasilerde kuvvetler ayrılığı esastır. Bütün erklerin yetki ve sorumlulukları açıkça anayasada belirtilmiştir. Hiçbir kurum kendisini Anayasa’nın üzerinde göremez, hiçbir kurum kendisine diğer kuvvetlerin üzerinde bir güç vehmedemez. Demokratik hukuk sistemimizde, kaynağını anayasadan ya da yasalardan almayan hiçbir yetki millet adına kullanılamaz. Kuvvetler ayrılığı prensibine dayanan parlamenter demokrasimizin sağlıklı çalışması, erklerin uyum ve ahenk içinde, anayasada belirlenen görev ve yetki sınırlarına riayet etmesiyle mümkündür. Erkler arasında 'yetki aşımı' sözkonusu olmamalıdır. Hukuk sistemimiz, göz göre göre, anayasamızda sınırları açıkça çizildiği halde erkler arasında bir 'yetki karmaşası'na sürüklenirse, bundan Türkiye zararlı çıkar, herkes zararlı çıkar. Hukukun üstünlüğünü, anayasanın mutlak bağlayıcılığını, anayasal kurumlarımızı tartışmaya açacak işlerden herkes kaçınmalıdır. Kimse bundan fayda ummasın. Türkiye'yi derhal, hep birlikte sürüklenmek istendiğimiz böyle bir 'yetki çatışması' ortamından çıkarmak zorundayız. Anayasa Mahkemesi de, bir an önce 10 ve 42. Maddelerle ilgili kararı noktasında, şimdi bunu da ben Anayasa diliyle ifade ediyorum -ki bana göre değil, bütün bilgilerine, ilmine inandığım kişilerle de yaptığım müzakerelerde şunu gördüm, bu da büyük bir talihsizlik, Anayasa Mahkemesi adına bir talihsizlik- Anayasa’nın, inanıyor ve bunun bilimsel olarak izahını yapmak zorundadırlar, Türkiye teamüllerle idare edilemez hakkında hüküm oldukça. Nedir bu? Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtildiği gibi, aslında iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz. Bunu Tayyip Erdoğan söylemiyor, Anayasa söylüyor. Şimdi bu da tartışılıyor. Tartışılmak durumunda. Pekiyi niçin gerekçeler ortaya konmadan bir iptal kararı açıklanır? Şimdi bunu bana vatandaş soruyor. Neden acaba? Bunu altında ne var? Ne bekleniyor? Çünkü bu ülke zaman kaybediyor. Gerekçesini görmek istiyor. Bu kararın hangi anayasal gerekçelere dayandırıldığı konusunda kamuoyumuzun mutlaka aydınlatmaya, ikna ve tatmin edilmeye ihtiyacı var. O zaman neydi acelemiz? Gerekçeleri de hazırlansaydı, onunla birlikte bu açıklansaydı. Anayasa bunu düşünerek zaten bu kararı buraya koymuş. Onun için Anayasa bunu hükme bağlamış. Ve Anayasa’nın 148’inci maddesinde açıkça yapılamayacağı yazılı olduğu halde, hangi gerekçeyle bir anayasa değişikliğinin esastan görüşülerek karara bağlandığı hususu mutlaka açıklığa kavuşturulmalıdır mutlaka. Bu yüce Meclis'in çatısı altında bulunan bütün siyasi partiler de, sağduyu ve sorumluluk bilinciyle gereken değerlendirmeleri yapmak durumundadır. Afedersiniz, yazılı veya görsel medyanın, fiskos gazetelerinden veyahut da kulislerden duyduğu şeylerle bu ülkeyi yönetebilir miyiz? Soruyorum Allah aşkına. Onun bilmem nerede medya mensubu varmış, onun bilmem nerede ne bağlantısı varmış, onun bilmem nerede ne görüntüleri varmış, o onunla görüşüyormuş, bu bununla görüşüyormuş, içerden aldıkları bilmem ne haberle… Beyler ülke yönetiyoruz; ülke, millet yönetiyoruz, millet bu oyuncak değil. Ve bu, ne iktidar ne de muhalefet meselesidir. Bu, tek başına ne şu, ne de bu partinin, bu siyasi partinin meselesidir. Bu mesele, anayasamızda sadece TBMM'ne verilen yasama yetkisi tekelinin korunması, anayasanın bağlayıcılığına ve hukukun üstünlüğüne sadık kalınması meselesidir. Bizim derdimiz bu. Bu, sadece yasama organının da meselesi değildir. Bizzat yasama faaliyetlerinin anayasaya uygunluğunu denetlemekle görevli Anayasa Mahkemesi'nin de meselesidir. Değerli Arkadaşlar; Demokrasiler, açıklık rejimleridir. Kamusal yetki kullanan her kişi ve kurum eleştiriye de, denetime de açıktır, açık olmak durumundadır. Yasama organı denetime tabidir. Yürütme denetime tabidir. Hem milletin denetimine tabidirler, hem de yargısal denetime tabidirler. Doğrudan milletten aldıkları temsil yetkisiyle görev yapan yasama ve yürütme organları, kamuoyunda en ağır eleştirilere tabi tutulurken, yargı organlarının kararlarından dolayı eleştiri dışı tutulması beklenemez. Bu da Anayasa’da hükme bağlanmıştır. Her kurum, karar ve işlemlerinin sonuçlarından mesuldür; bu sorumluluğu taşımak durumundadır. Bunun aksi ancak kamu yetkisi kullananların la yüs'el olduğu, başına buyruk, keyfi davrandığı kapalı dikta rejimlerinde sözkonusu olabilir. Hukuk devletlerinde anayasa herkesi bağlar. En evvel de, bana göre yargı kurumlarını bağlar. Bütün kişi ve kurumlar, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı olmak durumundadır. Mesele, anayasa hepimiz için bağlayıcı mıdır, değil midir, meselesidir. Hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalmak, bu ülkeyi, değerli arkadaşlarım özellikle bu ilkeler çerçevesinde yaşatmak ve korumak, herkesten önce yargı mensuplarının görevidir. Hukuk, hepimizin güvencesi olmak durumundadır. Unutmayalım ki, hukuka güveni korumak, hukukun üstünlüğünü korumak demektir. Bunun için herkes, ama öncelikle de yargı organları gereken dikkat ve özeni göstermelidir. Anayasal düzeni ve kuralları başta siyasi partiler olmak üzere tüm kişi ve kurumlar gözetmelidir. Biliyoruz ki, hukuk devletinin temeli her türlü keyfiliğe kapalı olmasıdır. Demokratik hukuk sistemin işleyişini ciddi şekilde zedeleyecek olan her türlü girişim, milletimizin yüreğinde telafisi zor yaralar açacaktır. Milletimizin vicdanında, gönlünde, aklında karşılık bulmayan her işlem, toplumda tartışmalı bir konu olarak kalacaktır. Anayasa Mahkemesi gibi önemli bir kurumu yıpratmaktan, tartışmalı hale getirmekten, imajını zedelemekten özenle sakınmak durumundayız. Bu konuda özen göstermesi gerekenler sadece bizler değiliz. Her kişi ve kurum, işlem ve kararlarında Anayasa’ya sadık kalarak bu özeni göstermelidir. Kurumları yıpratmamak konusunda da, kuralları esnetmemek konusunda da en yüksek duyarlılığı göstermek zorundayız. Aksi halde bundan Cumhuriyetimiz zarar görür, demokrasimiz zarar görür ve tüm Türkiye zarar görür. Milli egemenliği de, kuvvetler ayrımını da, Anayasaya ve temel hukuk devleti normlarına uygunluğu da, demokrasi ve laikliği de aynı önemde görerek korumak durumundayız. Cumhuriyetimizin hiçbir niteliği, Anayasamızın hiçbir maddesi diğerinden daha önemsiz değildir. Eğer Cumhuriyetimizin nitelikleri arasında ayrım yaparsak, Anayasa’nın maddelerinden bazılarını gözardı edersek, kurum ve kuralları aynı hassasiyetle koruyamazsak, en büyük kötülüğü ülkemize, milletimize yapmış oluruz. Bu yüzden sorumlu davranmak, sağduyulu olmak, sistemimizi sağlıklı şekilde işletmek durumundayız. Unutmayalım ki, yasama da, yargı da bu millet için var. Ne yasamanın, ne de yargının yıpranmasına, yıpratılmasına razı olamayız. Her ikisini de güçlendirmek hepimizin ortak sorumluluğudur. Değerli arkadaşlarım, Bizim, gayemiz her zaman milletimizin gelirini, ülkemizin itibarını artırmak oldu. Bizim gayemiz, çalışanların emeklerinin karşılığını alması, esnafın, çiftçinin, alın terinin, göz nurunun karşılığını alması oldu. Bizim gayemiz, Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmak için gece gündüz demeden çalışmak oldu. Ve bütün parametreler açık net ortada. İşte beş buçuk yıl önce nasıl bir Türkiye, beş buçuk yıl sonra nasıl bir Türkiye… Bütün bunlarla birlikte istikrarlı bir ekonomi, güven ortamında kararlılıkla ilerleyen, büyüyen bir ekonomi oldu. Bakınız; Mayıs ayında ihracatımız, aylık bazda, 12,3 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu rakam, Cumhuriyet tarihimiz boyunca, bugüne kadar, aylık bazda ulaştığımız en yüksek rakam. Bildiğiniz gibi 2007 sonu itibariyle ihracatta hedefimiz 100 milyar dolardı, bu hedefi aştık ve 107,2 milyar dolar seviyesini yakaladık. Şu anda, geriye dönük 12 aylık ihracatımız 120,6 milyar dolar seviyesine yükselmiş durumda. 2002 yılında, biz geldiğimizde Türkiye’nin yıllık toplam ihracatı, değerli arkadaşlarım 79 senede 36 milyar dolar seviyesinde idi. Bugün geldiğimiz nokta ise 120,6 yani 121 milyar dolar. Ve 79 senede 36 milyar dolarken, 5 yılda bunun üzerine 85 milyar dolar ilave eden bir iktidar iş başında. Bu iktidarın bütün bu gayretine rağmen, bunları hayal bile edemeyenler lütfen bu gerçeklerle oturup kalksınlar. Bu seviyeleri ulaşılamaz görenler vardı bir zamanlar. 2002 yılında biz, “100 milyar dolar ihracat” dediğimizde, buna hayal diyenler vardı. Türkiye bugün, onların hayallerinin bile ulaşamadığı seviyelere ulaştı. Bu rakamların, bazıları için hiçbir anlam ifade etmediğini biliyorum. Türkiye 121 milyar dolar ihracat yapmış, ya da hiç yapmamış… Bunların umurunda değil. Türkiye 26. büyük ekonomiyken, 17. büyük ekonomi durumuna gelmiş bunların umurunda değil. Bunların derdi başka. Şimdi sormaya başladılar niye Başbakan “biz ve onlar” diyor? Yahu tanımlayacağım tabi. Evet biz bunları bunları yaptık, ama bizim bu yaptıklarımızı kabul edemeyenlere ben “biz” diyemem ki, “onlar” diyeceğim tabi. Onlar. Çünkü bu çalışmayı, bu performansı yakalamak onların karı olmadı. Onlar da bu ülkede iktidar oldular. Tek başına iktidar da oldular. Koalisyon ortaklığı olarak da oldular. Ama benim ülkemi nereye getirdikleri, bizim ülkemizi nereye getirdikleri çok açık net ortada. Unutmayın o delikli paralara muhtaç olduğumuz zamanları. Ve şimdi Türkiye ihracatı süratle yükselen bir ülke. Bunların, bütün gemilerini her hal ve şartta yürüten tuzu kurular için hiçbir mana taşımadığını da biliriz. Onun için sürekli engel çıkarma gayeti içerisinde olduklarını da biliyoruz. Onun için sürekli istikrara çomak sokmanın peşinde bunlar. Onun için ülkeyi karamsarlığa itmenin, moralleri bozmanın çabası içindeler. Onlara kalırsa, Türkiye’nin etrafına duvar örecekler; hammadde girmesin, ürün çıkmasın, uluslar arası yatırımcı gelmesin, bizim girişimcimiz hiçbir yere gitmesin… Onların mantığı bu. İşte bizden önceki iktidarı da gördük. Yabancı yabancı yabancı derken IMF’den borç alanlar belliydi. Dünyanın parasını borçlandılar IMF’ye. IMF’den biz devraldığımız zaman ne kadar borçla devraldığımız ortada. 23.5 milyar dolar borçla devraldık. Şimdi son geldiğimiz noktada biliyorsunuz 6.9 milyar dolara kadar düştük. Şimdi son yapılan anlaşmayla artık işi bağlıyoruz ve 9 küsür milyar dolardayız. Buraya kadar iş düştü. Ancak bu rakamlar değerli arkadaşlarım onlar için yine anlam taşımıyor. Merkez Bankamız devraldığımızda 26.5 milyar dolardı döviz rezervi. Değerli arkadaşlarım şu anda Merkez Bankası’nın döviz rezervi 77 milyar doları aştı. Buraya geldi. Bunlar durup dururken olmadı ki. Güçlenen bir Türkiye var. Eğer bu durumumuz olmamış olsaydı, dünyadaki bu gelişen krizler unutmayın bizi de ciddi manada vururdu. Ve bu rakamlar tabi onlar için bir anlam taşımaz. Ama yoksullar için taşır. Bu rakamlar Türkiye’nin geleceği için, Türkiye’nin genç nesilleri için, Türkiye’nin çocukları için anlam taşır. Bu rakamlar küresel ölçekte güçlü bir Türkiye için, ağırlığı olan, itibarı olan bir Türkiye için anlam taşır. Bunu dert edinen bizler için, AK Parti iktidarı için anlam taşır. Bu rakamlar istikrar için anlam taşır güven için anlam taşır refah için, kalkınma için anlam taşır. Değerli arkadaşlarım; Hiç kimsenin, ama hiç kimsenin bu rakamlara, bu sevindirici göstergelere kastetmeye hakkı olamaz. Hiç kimsenin Türkiye’nin kalkınmasına, Türkiye’nin büyümesine kastetme hakkı yoktur. Bakın, dün petrol fiyatları yine gitti zirve yaptı. Yaklaşık, değerli arkadaşlarım, varili 139 dolara kadar biliyorsunuz yükseldi. Neydi biz göreve geldiğimizde, varili 22 dolardı -milyarlara alıştık- 22 dolardı. Değerli arkadaşlarım lütfen bakınız şu rakam nereden nereye geldi. Yaklaşık bire altı bir katlama var. İkide bir şimdi önümüze çıkıp cari açık, cari açık, cari açık diyorlar. Gel sadece şu petrolün fiyatlarındaki artışı bir masaya yatır, insaf sahibi olarak bu hesabı yap. Biz bu ihtiyacımızı petrol kuyularımız var da oradan temin etmiyoruz ki, bunların hepsini biz dışarıdan ithal ediyoruz. Yoksa ithal etmeyip bizde zat-ı alilerinin Enerji Bakanlığı’nda olduğu gibi bu ülkede petrol kuyrukları mı yapalım? Yani karanlık bir Türkiye mi ülkede yine yeniden tesis edelim? Bu ülke artık karanlık olmayacak. Aydınlık bir Türkiye’yi biz kuruyoruz. Şartlarımızı sonuna kadar zorluyoruz. Ve milletçe bu aradaki farkı evet birlikte paylaşıyoruz. Ve 5 yıl elektriğe zam yapmayan bir iktidar… Ama şimdi bu kadar bir artış karşısında elektriğe şu son yıl içerisinde yaptığımız zamlar sebebiyle -ki bundan sonra onu tamamen otomatiğe bağlıyoruz ve bu otomatikle dünyada ne kadar etkilenirse o kadar buraya yansıyacak ve bu şekilde bunu sürdürüyoruz- örneğin benzin fiyatlarının hükümetle yakından uzaktan alakası yok. Bunu tamamiyle kendi borsası belirliyor. Kendi borsası belirlediği halde ne yazık ki muhalefet burada da dürüst davranmıyor. Çıkıyor, hükümet benzine zam yaptı. Bu firmaların sahibi artık hükümet değil. Bunlar tamamiyle kendi borsasında fiyatını belirler hale geldi. Öyle çalışıyor. Devamlı bunları devlet sübvanse etsin, bu mantıkla yürüdüler ve bu mantıkla bu ülkede milletimize dünyanın paralarını ödettiler. Şimdi böyle bir konjonktürde, Türkiye’nin önüne yeni sorunlar çıkarmanın vebalini hiç kimse taşıyamaz. Artan faizlerin hesabını değerli arkadaşlarım kimse veremez. Artan faiz yoluyla Türkiye’ye bedel ödetmeye hiç ama hiç kimsenin hakkı olamaz. Bu bedel çiftçinin cebinden ödeniyor. Bu bedel esnafın cebinden ödeniyor. Bu bedel çalışanların, işçinin, memurun cebinden ödeniyor. Milletim bunu görsün, milletim bunu çok iyi değerlendirsin… Değerli kardeşlerim, Biz, AK Parti hükümeti olarak sorumlu davranmaya, sağduyuyla hareket etmeye, yalnızca ve yalnızca milletimizin çıkarlarını korumaya devam edeceğiz. Demokrasiden, hukuktan, adaletten ayrılmadan millete hizmet yolunda kararlı adımlarla ilerlemeye devam edeceğiz. Ben bu duygularla sözlerimi tamamlarken, başarılı bir çalışma haftası diliyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarken kapalı oturumda birlikte çalışmalarımız olacak bütün arkadaşlarımı kapalı oturumda yine aynen buradaki çalışmada kalmaya özellikle rica ediyor, davet ediyorum. Teşekkür ediyorum. Kaynak: akparti.org.tr |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|