Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 01-12-2014, 19:43   #1
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart Bekir Berat Özipek - Bir Cemaatin İntiharına Şahitlik Etmek
Bekir Berat Özipek



Bir cemaatin intiharına şahitlik etmek


Eğer telefonda, “ne yani yolsuzlukların üstüne gitmeyelim mi?” falan deseydi, aramızda sahici bir konuşma olmayacaktı. Çünkü bu sözün karşılığı, aynı siyaseten doğruculukla, “yaa, yolsuzluk çok kötü bişey, herkes yargı kararlarına saygı duymalı” olurdu.

Ama o zekâma hakaret etmediği için ben de açık konuştum:

“Tarihi bir hata içindesiniz ve bu ülkeye çok büyük bir kötülük ediyorsunuz” dedim.

“Hem ülkeye, hem de kendinize.”

Hakikate şahitlik

Ben şimdiye kadar Gülen Cemaati’ne karşı kötü gözle bakanlardan olmadım. Onlar ağzıyla kuş tutsa dahi güvenmeyen, faaliyetlerine katılırken bile onları aşağılayan laikçiler gibi de yapmadım; onları içten pazarlıklı, samimiyetsiz ve “nereye çalıştığı kuşkulu” gören bazı İslamcılar gibi de.

Tersine, onları İslami kesimin ve yeni yükselen sosyal güçlerin en dinamik unsuru oldukları gerçeğine işaret ettim, içindeki pek çok ismi de nezaketi ve tevazuuyla tanıyıp sevdim. Çoğu kez tek başıma kalma pahasına, onlarla ilgili küçümseyici niyetleri ve bağlantılarıyla ilgili mahkum edici yaklaşımları eleştirdim.

Somut pratik içindeki tutumlarına bakmak gerektiğini savundum hep. Örneğin dershaneler konuşulduğunda lafı eveleyip gevelemeden, ama demeden, bu konuda “Gülen Cemaati haklıdır” deyip yazdım.

Şimdi de somut pratik içindeki tutumlarına bakıyorum ve hakikate sadakat adına gördüğümü söylüyorum:

Çok ama çok yanlış bir yoldalar. Ve tuttukları yolun kendileriyle beraber hepimizi felakete götürdüğünü görmüyorlar.

Hükümeti “Eski Türkiye”ye itmek

17 Aralık Operasyonu’nun devamının geleceğini öngörmek güç değil.

Gülen Cemaati, 12 Eylül 2010 Referandumu sonrası oluşan yüksek yargıdaki olağan dışı ağırlığına dayanarak, hükümete yönelik kuşatmayı yargı üzerinden derinleştirecek görünüyor.

Gerçekten de hükümet açısından güç bir durum bu.

Vesayetle mücadele ederken kendisini güvence altına alma ihtiyacı hissetmediği güç tarafından sıkıştırılmak, hükümetin beklemediği bir yerden saldırıya uğraması anlamına geliyor.

Bu süreçte hükümetin yargıdan gelecek siyasi aktivizme ve siyasi manevralara karşı alacağı her önlem, atacağı her adım “yargıya müdahale” gibi algılanacak, bunu söyleyenler yargı eliyle yapılanın ne olduğunu pekala gördükleri halde.

Peki nereye gider bu savaşın sonu?

Açık ki hükümet sıkıştığı için Eski Türkiye’nin güçlerini yanına almak isteyecek. Ergenekon ve Balyoz Davalarında dile getirilen şikayetlerin haklı olduğuna ilişkin -öteden beri kendi içinden de gelen- eleştirilere daha fazla kulak verecek. Nitekim Genelkurmay açıklaması ve Ak Partililerin yargılamalara yönelik açıklamaları, bunun çok yakın bir ihtimal olduğunu gösteriyor.

Hüseyin Gülerce’nin “Cumhuriyet tarihinde hiç yaşanmamış sıkıntılar”a ilişkin “kehaneti” gerçekleştiğinde (düşünüyorum da, bu ülkede yaşamadığımız dert mi kaldı, onlardan daha fazlasından söz ettiğine göre gidişat kötü demek) ileriki günlerde başka “yargı kararları” geldiğinde, hükümet bunları uygulamadığında, kriz daha da derinleştiğinde ne olur? Hükümet eski rejimin yargısına yaslanmak zorunda kalır. Barolar Birliği ile yapılan “sıcak görüşme” bunun habercisi.

Peki Cemaat bunları nasıl öngöremez? “Hükümet ile Cemaat arasındaki savaşı cemaat kazanır” diyenlere sahiden inanma basiretsizliği göstermiş olabilir mi? Bugün Ak Parti düşmanlığıyla ona tahammül edenlerin, KOÇ’un, CHP’nin muhayyel Türkiye’sinde kendisine sahiden bir yaşama alanı açılacağını tahayyül ediyor olabilir mi? Ya da yeni dönemde kendisinin belirleyici olabileceği zehabına kapılmış olabilir mi?

Her halükarda tarihi bir yanılgı içindeler.

Bir an için “lanetleşme”yi hak eden bu hükümeti alaşağı etmeyi başardılar diyelim, yeni gelecek gücün ilk işi onları tasfiye etmek olacak. Bu siyasetin tabiatında vardır, kimse otonom bir güçle iktidarı paylaşmak istemez.

Dolayısıyla, hükümeti devirmeyi başarsınlar veya başaramasınlar, her iki durumda da, politik olarak hali hazırda kaybedilmiş bir savaş onlarınki.

Ama politik olanın ötesindeki kaybı daha büyük bu intihar saldırısının.

Siyaseti kuşatmanın gerçek maliyeti

İnsanlık tarihi, büyük felaketleri beraberinde getiren vahim hataların tarihidir. Gülen Cemaati de şu son dönemdeki tutumuyla, hiçbir askeri rejimin veya devletin vermeyeceği zararı verdi kendisine. Darbe olsaydı, dershaneler kapatılsaydı, “AKP’yi ve Cemaati bitirme planları” uygulansaydı bile, şu anki tutumuyla kendisine verdiği zararı veremezdi.

“İçerideyken göremezsiniz” derler. Şimdi ciddi bir saldırı altında olduklarına ve nefsi müdafaa yaptıklarına birbirlerini ikna ediyorlar. Kulakları o kadar kendi sesleriyle dolu ki, nasıl algılandıklarını görmüyorlar.

Kestirmeden söyleyeyim, artık yaygın biçimde “hain” olarak algılanıyorlar.

Çağdaş yaşamcılar ve laik cepheciler zaten “karanlık odak” gözüyle bakıyor onlara; bazıları da “ABD ajanı” olarak. Muhafazakar ve İslami duyarlılıkları olan ve şimdiye kadar onlara ihtiyatlı bir iyimserlikle bakanlar ise artık onları “hain” olarak görme yolunda.

“Birileri Amerika’da Erdoğan’ın kalemini kırmış, onlar da bunun işbirlikçiliğini yapıyor;” en yaygın algı bu. “Bizi yıkmaya çalışıyorsunuz, bari bunu başka bir merkez adına değil, hiç değilse kendi namınıza yapsaydınız” dediğini aktarıyordu bir Ak Partili.

Kimin kim adına ne yaptığını tartışabiliriz.

Ama meselenin en azından onlar açısından yolsuzluk olmadığını -olsaydı on senedir olurdu- ve seçilmiş meşru hükümeti yargıdaki ve emniyetteki güçlerine dayanarak yıkmaya çalıştıklarını ben de görüyorum.

Özellikle de bu toplumun yüz yıl sonra Kürt Sorununu sulh yoluyla çözmeye ve helalleşmeye ilk kez bu kadar yaklaştığı bir tarihsel anda bu sabotajı affedilemez buluyorum.

Ve geçmişte başka odaklara karşı savunduğum gibi, bugün de onlara karşı siyaseti savunuyorum.

Anlamamalarını aklım almıyor ama tekrarlayayım, şimdiden kaybettikleri bir savaş bu, hem de hükümeti yıkmayı başarsalar bile.

Çünkü toplum, vesayet rejimiyle mücadele ederek iktidara gelen ve bin bir badireyi atlatarak ayakta kalmayı başaran bir sivil hükümeti deviren darbecilere nasıl bakıyorsa onlara da öyle bakacak.

Evdeki hesap çarşıya uymaz

Acaba Cemaat 28 Şubatçılara göstermediği sertliği neden muhafazakar bir hükümete gösteriyor?

“28 Şubatçılara göstermedikleri direnişi Erdoğan’a yapıyorlar,” diyordu biri, “çünkü son tahlilde onun adaletine güveniyorlar, kaybettiklerinde bile onlara karşı insaflı olacağına inanıyorlar.”

Ama bu tespitlerinde haklı olsalar bile, eğer buradan hareket ediyorlarsa, ortada büyük bir yanılgı var demektir.

Evet, belki Kemalistlerden, Ergenekonculardan farklı olarak bugün mücadele ettikleri gücün kendilerine ve ailelerine kötülük etmeyeceğini düşünmekte haklı olabilirler. Ama hayat sandığımızdan çok daha karmaşıktır; ve tarih, özenle hazırlanmış siyasi hesapların öngörülemeyen sonuçlarıyla doludur.

Ve dolayısıyla, yarın kaybettiklerinde kendilerine merhamet etmesini bekledikleri güç, bugün mücadele ettikleri güç olmayabilir.

Onu yıkarak yolunu açtıkları kapıdan giren güç, bugünkü “diktatör Erdoğan”ı mumla aratacak ölçüde zulmeder onlara.

Ve bunu sağlayan da kendileri olur.

Bu yüzden önceki yazımda Marx’ın “devrim günü elde taşınan bayraklarla zafer günü göndere çekilenler aynı bayraklar olmayacaktır” sözünü nakletmiştim.

Kime kaybetmek en akılcı yol olur?

Yol yakınken dönmeleri bu ülkenin hayrına.

Eğer bu olmazsa, şimdiden sonra Gülen Cemaati için en az kötü olan, bu savaşı Erdoğan’a karşı kaybetmektir. Çünkü ona karşı kaybederlerse, en fazla bürokrasiden tasfiye edilirler. Ama ola ki Erdoğan’ı yıkmayı başarırlarsa, yeni gelenlerin döneminde evlerine gerçek anlamda ateş düşer. Tam da Fethullah Hoca’nın bedduasındaki gibi. Ve o saatten sonra yazılacak “Erdoğan’ın ruhundan istimdat” şiirleri, “keşke olmasaydı” belgeselleri için malzeme olmaktan öte bir işe yaramaz.

Biliyorum, hiçbir manevi unvanı olmayan benim sözümün onlar açısından fazlaca bir değeri yok.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan bir arkadaşla konuşurken, Fethullah Hoca’nın bedduasını eleştirdiğim ve “biri birine kızabilir, lanet içinde kalmasını da dileyebilir, ama İslam’da suç ve ceza bireysel değil mi, Kuran ‘Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez’ demiyor mu, birinin evine ateş düşmesini dilemek doğru mu?” dediğimde Fethullah Hoca’nın İslami bilgisini ve benim o ölçüde bilemeyeceğimi hatırlattı bana.

Dediği doğru, Fethullah Hoca kadar dini bilgi sahibi olduğumu hiçbir biçimde iddia edemem.

Sadece dünyanın en günahkar insanının yakını bile olsa, onun zarar görmesinin haksızlık olduğunu, bunun hiçbir kitapta yerinin olamayacağını iddia ediyorum.

Doğruyu yanlıştan ayırmak için ne yapmalı?

Nasıl bir basiret bağlanmasıdır yaşadıkları bilmiyorum, ama milyonlarca insanın seçtiği meşru siyasi aktörü yıkma girişiminde bulunmakla, bu toplumda ayaklarını basacakları zemini yok ettiler hali hazırda.

Şimdi Gülen Cemaati’nden pek çok insanın da “sahi biz ne yapıyoruz?” sorusunu sürekli zihinlerinde tuttuklarını biliyorum. “Hayatımın hiçbir döneminde kendimi bu kadar kötü hissetmemiştim” diyordu o camiadan biri.

Onlara tek söyleyeceğim, vicdanlarının sesini dinlemeleri ve bu yanlışın bir parçası olmamaları.

Biliyorum kızan kızacak, ama ben yine hakikate şahitlik ödevimi yerine getirmeye çalışıyorum.

Kim ne derse desin.

Kaynak

Hür Fikirler 06.01.2014

 

Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 01-12-2014, 19:53   #2
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Gülay Göktürk'ün, 28 Şubat sürecindeki efsane makalesi "Gidemeyenlerin Ülkesi" gibi efsane bir makale olmuş, Bekir Berat Özipek'in "Bir Cemaatin İntiharına Şahitlik Etmek" makalesi. 17 Aralık sürecinin efsane makalesi kanaatimce işte bu makale: Bir Cemaatin İntiharına Şahitlik Etmek.
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-12-2014, 20:55   #3
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Gülay Göktürk

Gidemeyenlerin Ülkesi


Ortada hukuk, siyaset, hak, adalet adına söylenecek birşey kalmadı.

Söylenen herşey, tüm düşünme yeteneğini yitirmiş zihinlerin beton duvarlarına çarpıp, hiçbir etki yapmadan geri dönüyor.

Ortalıkta dolaşan birkaç klişenin ne fikir denecek hali var, ne mantıktan nasibini almış, ne de adaletle en ufak bir ilintisi kalmış...

Polemik çabaları havada kalıyor. Tartışmalar gülünçleşiyor. İletişim sıfır...

Tarihin cilvesine bakın!

Ortaçağ, Aydınlanma'dan intikamını alıyor sanki.

Aydınlanmanın kavramlarını dinselleştirerek onu içten fethediyor. Onu var eden aklı devre dışı bırakarak, düşünce yerine imanı hakim kılarak, tartışılmaz dogmalar yaratarak, kaybettiği tahtını yeniden ele geçiriyor.

Evet, Ortaçağ, Aydınlanma'nın intikamını alıyor.

Topuyla tüfeğiyle koruyamadığı iktidarını, insanların ruhunu ele geçirerek geri alıyor.

Cadı kazanları kuruldu, odunlar yerleştirildi, herşey bir kıvılcıma bakıyor...

Ateşin etrafında çığlık çığlığa bekleşen kalabalık, tıpkı yüzyıllar öncesindeki gibi, genç bir kadını "kutsal" için yakmaya hazırlanıyor.

"Kutsal" olanın adı değişmiş.

Ama ne önemi var.

"Kutsal"ı yaratan fanatizm dimdik ayakta.


Telefonlarım, faksım günlerdir susmuyor. Elektronik posta kutum dolup taşıyor.

Hırsından ağlayan, umutsuzluğundan intiharı düşünen insanlarla konuşuyorum her gün.

"Böyle bir ülkede dünyaya gelmek için ne suç işledik Allahım"? diye yakınıyorlar.

Hepsi de kötü kaderlerine kahretmişler. Başlarını alıp çekip gitmek istiyorlar. Başka bir ülkede göçmen olmayı, kendi ülkelerinde zenci sayılmaktan daha kolay hazmedebileceklerini düşünüyorlar belki... Böyle aşağılanarak yaşamaktan, bu kadar hiçe sayılmaktan, her dakika "burunları sürtülerek" hizaya sokulmaktan kurtulmaktan başka birşey düşünemiyorlar.

Ama gidecek hiçbir yerleri yok. Başka bir dilleri, başka bir evleri, başka bir ülkenin banka cüzdanı yok.

Kapana kısılmışlar...

Sessiz ve terkedilmiş çoğunluk... Terkedilmiş ve ihanete uğramış...

Bütün kalabalıklıklarına rağmen ne kadar yalnızlar.

Bütün güçlülüklerine rağmen ne kadar zayıf...

Benden bir umut, dayanma güçlerini arttıracak bir çift söz, tevekkül içinde yaşamaya devam edebilmek için bir yol soruyorlar.

Bilseler ki ben de kendimi ne kadar yalnız ve çaresiz hissediyorum.


"Bağnazlığın bir kimliğin ögesi haline geldiği noktada, belki de fedakarlık sağlıklı olanlara düşüyor" diye yazmış Etyen Mahçupyan...
Galiba öyle. Ama nasıl yapacağız bu fedakarlığı?

Başımızı alıp giderek mi?

"Başını alıp gitmek"... Yakılmak üzere bağlandığımız çarmıhtan, o çarmıhın altındaki odunlar ateşe verilmeden bağlarını kopartıp çekip gitmek. O çarmıhın çevresinde halka olmuş çığlıklar atan bağnazlar güruhunun hevesini kursağında bırakıp çekip gitmek...

Acılar ve yalnızlıklar içinde bir başka diyara, yobazın elinin yetişemeyeceği herhangi bir yere alıp başını gitmek. Kendi ülkenin değil, bir yaban elin yalnızı olmayı göze alarak çekip gitmek...

Ve kendi yurdunun her gün biraz daha "gidemeyenlerin ülkesi"ne dönüşmesini uzaktan acılar içinde seyretmek...

Buna yürek dayanır mı?

Kaynak

Sabah 06.05.1999

Konu Cihannur tarafından (11-29-2015 Saat 02:10 ) değiştirilmiştir..
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 01:48   #4
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Cemaat, Kimliğini Kaybetti

Hükümeti hedef alan 17 Aralık sürecini Yeni Şafak'a değerlendiren Alev Alatlı: 'Cemaat, Allah rızası için kalkışılan hayırhah bir hareket vasfını yitirirken, Fethullah Hoca bilge bir mürşid olmak niteliğini kaybetti. Bilge din adamı kimliğini kaybetti.'

Türkiye 17 Aralık'tan beri siyasetten ekonomiye, hukuka birçok sahayı kaplayan süreci bir final maçı seyreder gibi seyrediyor. Sosyal medya da bu maçın amigosu olarak önümüzde duruyor. Tam da böyle günlerde çok düşünülüp az konuşulması gereken zamanlarda, meselelere tarafların dışında başka bir açıdan derinlikli bakmanın önemli olduğuna inanıyorum. Dindar kesimin dışında, böyle bir ihtiyaca cevap arayışı ile bu röportaj serisi ortaya çıktı. İnanıyorum ki toplumun bütün kesimlerinde de böyle bir ihtiyaç var. Serinin ilk röportajını, 'devlet'in en çok tartışıldığı bu zaman diliminde 'En kötü devlet, devletsizlikten evlâdır' diyen Alev Alatlı ile yaptık. Bu dönemde konuşmayı 'aydın ahlâkının gereği' olarak gören ve kendisini 'laik muhafazakar' olarak tanımlayan Alatlı, 17 Aralık sürecine dair önemli sözler söyledi.

17 Aralık'tan bu yana yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Son durum ya da sizin hasar tespit raporunuz nedir?

Birinci tespit: Affınıza sığınarak bir atasözünü hatırlatarak, bıldır yediğin hurmalar, kışın tırmalar. Bunun daha zarif bir paraleli: bir mıh yitirdiydik, naldan olduk; bir nal yitirdiydik, attan olduk; bir at yitirdiydik, atlıdan olduk; bir atlı yitirdiydik, muharebeden olduk; bir muharebe yitirdiydik, savaştan olduk; bir savaş kaybettik, vatandan olduk. Diyeceğim şu ki, siyaset, ince ayar, süreklilik, adanmışlık, kadim değerlere riayet ister. İnşaatı en başından ve her aşamasında sıkı tutmaz, çimentosuna, demirine, statiğine özenle sahip çıkmazsanız, bina başınıza yıkılır. Murphy kanunudur, bir yerde bir çatlak varsa, o çatlak ille de büyür.

Nasıl bir çatlaktan bahsediyoruz?

Bir cam bardaktaki veya motor dişlisindeki çatlak gibi düşünün. Veya çimentodaki deniz kumu gibi düşünün. Kullanıma sürmeden önce tesbit edemez yada tesbit ettiğinizde görmezden gelmeyi yeğlerseniz, o ürün tüketicisinin elinde patlayacaktır. Kalite kontrol zaafiyetinin bedeli vardır, eninde sonunda ödenir. Murphy kanunları sosyal oluşumlarda da geçerlidir. İtinasız bir tüzük, bir yasa, ille de patlar. Yanlış atama, kurum patlatır.

Bunu iktidar tarafına mı söylüyorsunuz?

İktidar, muhalefet, cemaat, STK'lar, üniversiteler, ordu, sayın artık... İktidar, yaptıkları kadar, yapmadıklarından da sorumludur. Bu bağlamda iktidar, Fethullah Hoca'nınki veya değil, cemaatlerden de sorumludur. İktidarın falsosu kendi siyasi partisinden öte, diğer tüm kurumlara ve nihayet devlete mâl olur. İnce ayar, süreklilik, adanmışlık şiar olacak; iktidar, ülkenin esenliği için falso yapmayacak. Kural budur.

MASONİK KAPALI KUTU

Bu süreçte 'cemaat'i nasıl görüyorsunuz?

Cemaat, masonik ölçülerde kapalı kutu. Ülküsünden başlayarak, örgütlenme biçimine, malî kaynaklarına kadar söylentiden öte hiçbir şey bilmiyoruz. Bakın, bencileyin laik muhafazakarlar, bizler, Müslümanların neden muhtelif mürşidlerin yönetiminde bölük bölük ayrıldıklarını anlayabilecek kadar dini hassasiyetlere vakıf değilizdir. Fethullar Hocaefendi ne der de, yetki alanı, örneğin, bir rahmetli Muzaffer Hoca'dan ya da ne bileyim Cüppeli'den ayrışır? Ancak, kimliğimiz icabı, Türk İslam davasına hizmet eden bir harekete saygı duyar, içten içe de olsa, destek veririz. Hatta, Türk dilinin deniz aşırı ülkelere taşındığını görmenin saklı bir gururu, Lozan'da bile tümüyle kurtulamadığımız misyoner okullarının rövanşının alınıyor olması gibi bir izlenimin inceden keyfi, hizmet erlerine duyulan samimi takdir de vardır. Ancak, tümüyle Allah rızası için girişildiğini kabul ettiğimiz bu hareketin bizim bildiğimiz İslami kurallara riayet etmeyebildiğini hissettiğimiz durumda, işkillenmemiz var. Teyakkuza geçmemiz var.

Mesela? Nedir sizin gibi laik muhafazakarları teyakkuza geçiren?

Mesela, Türkmenistan Devlet Başkanı müteveffa Saparmurat Türkmenbaşı'nın 'Ruhnâme' adlı kitabına Kur'an-ı Kerim muamelesi yapanlara Hocaefendi tarafından 'One munite!' çekilmediğini gördüğünüzde duralıyorsunuz. Müteveffanın TV'de 'Kim ki Ruhnâme'yi üç kez hatmeder; dosdoğru cennete vasıl olur' mealindeki hezeyanına, Türk okullarına sahip çıkıyor diye bigane kalındığında, yok sayıldığında, işkilleniyorsunuz.

HAYIRHAHLIĞI KAYBETTİLER

Sadece Ruhnâme mi?

Ruhnâme aklıma gelen ilk örnek. Ruhnâme ile başveren çatlak, farzımuhal, 'Müslümanların ayıplarını (ve gizli şeylerini) araştırmayın' buyuran ayeti, efendim, 'Birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın' mealindeki hadisi ıskalayarak büyür. Nitekim, Fethullah Hoca'nın bizzat kendisi huzuruna gönderilen kasetlerden bahsedebilmiştir. Meğer ki, Türkiye'yi darülharp sayıyor olsun, bir dini cemaat mensubunun diğer bir Müslüman'ın ayıbını, bırakın örtmeyi, kasede kaydetmesi, yetmedi, afişe etmeyi aklından geçirmesi bile bencileyin muhafazakâr tipleri rencide eder, hatta terörize eder. O kasete dokunanın eli yanar sanırsınız ama anlaşılan öyle değil. Daha onlarca örnek verilebilir. Sonunda çatlak büyümüş, yarığa dönüşmüştür.

Peki cemaat bu süreçte kaybetti mi? Ya da 'ne kaybetti' diye sorsam...

Cemaat, Allah rızası için kalkışılan hayırhah bir hareket vasfını yitirirken, Fethullah Hoca bilge bir mürşid olmak niteliğini kaybetti. Bilge din adamı kimliğini kaybetti. Bundan sonra atabileceği bence en makul ve saygın adım, cübbeyi çıkarıp aleni siyasete soyunması, kendi siyasi partisini kurması olur. Müridleri anlatıldığı kadar mebzul ve örgütlü ise, başarı şansı da yüksek olacaktır. Böyle bir girişim ellerini de rahatlatacak, muhafazakarların eleştirilerini de bertaraf edebilecektir. Din adamında kabul edilemez olan, dünyevi siyasette makul görülür çünkü.

Lanet seansı kanımı dondurdu

Dünyada daha ılımlı bir İslam modelinin temsilcisi olarak bilinen cemaat neden bu algısını feda etti?

Önce, şu 'ılımlı İslam' kavramına açıklık getirelim. Benim ılımlı İslam'dan anladığım, Batı ile iyi geçinen İslam değildir. Olsa olsa, Allah'ın güzel isimleri arasında mesela 'Kahhar'ı ve 'Müntakim'i değil de 'Rahman'ı, 'Rahim'i öne çıkaran, iyiliği, güzelliği, şefkati vurgulayan, yani Yunus Emre referanslı Anadolu İslamı olur. Cemaatin kapalı kapıları ardında ne olduğunu bilemem. Fakat ne yazık ki, o meşhur lanet seansı, geçiştirilebilecek gibi değildir.

BİR SAİT MOLLA FİGÜRÜ...

Bir din adamının dua etmesi kadar beddua etmesi de normal görülemez mi? O sahne sizde nasıl bir duygu uyandırdı?

Kanım dondu. Ve hayır, eğer Müslüman bir din adamından bahsediyorsak, beddua etmesi ve vokaldeki amin sesleri normal görülemez. Dahası, Risale-i Nur'da, Yezid'e bile lanet getirmenin uygun görülmediği söylendiği için daha da korkutucu. Bizim -bizim derken, amatör Müslümanların- anlayışında, her şerde hayır inancı hakimdir. Konjonktürel kötülüğü Allah'a havale edersiniz. Ancak lanet yağdıran din adamlarını normal göremeyiz. Bir de bakın, benim akran ve/veya ekürime dini inançları istismar eden sahtekâr hocalara karşı teyakkuz öğretilmiştir. İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin kurucusu Sait Molla tipolojisinin istikrahıyla büyümüş olduğumuz bir gerçektir. O yıllarda İngiliz Yüksek Komiserliği'nde üniforma ile dolanan Papaz Frew diye bir ajan vardı. Frew, Sait Molla'yı 300 lira maaşa bağlamış, zamanın Adalet Bakanlığına müsteşar tayin ettirmişti. Bir de şurayı devlet azası yapmıştı ki hayır kurumu kisvesi altında İngiliz himayesinin bayraktarlığını yürütebilsin. Sait Molla figürünün günümüzdeki telmihini düşünebiliyor musunuz?

İMAJI DERİN YARA ALDI

Çağdaş örnekler var mı?

Bu tipolojinin güncel örneklerine hiç girmeyelim de asabımız daha fazla bozulmasın. Bunların batı dünyasındaki karşılıkları: Evangelistler, Yehova Şahitleri, ağızlarını nefret ve lanete açan Hellfire, Brimstone vaizleri. Lanet seansının bende uyandırdığı duygu: şok! Bütün bu imajların beynime üşüşmesi ve şok. Yo, hayır. Bu topraklarda görmek isteyeceğim, kabul edebileceğim bir sahne değildir bu. Bizim bağlandığımız İslam'ın ruhunu muazzep eden bir duruştur. Kabul edilemez. Bir de üstüne amin çekilmesi. 'Dervişin fikri neyse zikri de odur' düsturu belleğimize kazınmışken, karşı tavır almamamız mümkün değil. Uzun sözün kısası, cemaatin imajı maalesef derin bir yara almış, Mr. Murphy bir kez daha doğrulanmıştır. Bir yerde bir çatlak varsa o çatlak ille de büyür.

Cemaat bir siyasi parti kursa oy verir misiniz?

Hayır. Açıklayacağı programına sempati duysam dahi, şahsen benim elim oy vermeye gitmez, çünkü bireysel olarak aldatılmışlık duygusu ile mâlulüm. Ve çok müteesirim, çünkü Fethullah Hoca'nın şahsında bilge Müslüman figürü olabilecek olan bir otoriteyi yitirdiğimi hissediyorum. Şu kadarcık tarih bilgim varsa, medeniyetlerin taşıyıcı unsurlarının, yani dini yada dünyevi otoritelerin, yüzsuyu hürmetine ayakta kaldıklarını bilirim. 21. Yüzyıl'da bir Selahattin Eyyubi'nin çıkmasını beklemek hayaldir elbet. Ama İslam'ın sulh temelli söylemlerinin hayata geçirildiğini görmek istemek şöyle dursun, hele de sosyalist ideallerin aşındığı bir dünyanın İslam'ın sesine ihtiyacı olduğunu hissederim.

AYŞE BÖHÜRLER SORDU - ALEV ALATLI CEVAPLADI -

YENİŞAFAK

Konu Cihannur tarafından (11-29-2015 Saat 01:55 ) değiştirilmiştir..
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 01:51   #5
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Cemaat Şimdiye Kadar Ördüğü Hikâyesinin Tümünü İnkâr Etti

Dini grup değil siyasi güç

Konda Araştırma Müdürü Bekir Ağırdır, cemaatin uzun vadede kaybedeceğini belirterek, 'Dindarlar gördü ki cemaat meşruiyetini dini inancından değil siyasi güç arayışından alıyormuş' dedi.

Konda Araştırma Şirketi ortaklarından Tarhan Erdem ve Bekir Ağırdır 30 Mart seçim sonuçlarını en doğru bilen ve yorumlayan isimler arasındaydı. Türkiye'nin meselelerini yakından izleyen ve sol siyaset kökenli bu iki aydın ile seçim öncesini ve sonrasını konuştuk. Söyleşimize ortak başladık ancak ağırlıklı olarak Bekir Ağırdır ile devam ettik. Partilerin artı ve eksilerini aidiyet duygusu olmadan değerlendirebilen bu iki ismin yorumlarının önümüzdeki 2. seçim raundu için önemli olduğuna inanıyorum. Bu röportajda Ak Parti neden kazandı, muhalefet bloğu neden kaybetti sorusu kadar seçmen 'Kimlik siyasetinden neden vazgeçmedi' sorusuna cevap arıyoruz. Ve tabii ki cumhurbaşkanlığı seçimleri kadar Kürt siyaseti de bu söyleşinin konusu oldu. Okumaya buyrun.

Ak Parti-Cemaat kavgasını nasıl yorumladınız?

Cemaat-Ak Parti diye kodlanan kavganın da bu yeniyi belirlemek ya da yeninin temel paradigmalarını tarif etmek üzere bir kavga olarak görüyorum. 16 ayda, neredeyse ülkeyi yöneten siyasi kadrolar, yerel ve ulusal bürokrasi değişmiş olacak. Yeni oluşan kadrolar yeni bir yapı tanımlayacak. Bu yapı ya küresel dinamiklere ve bizim toplumsal ve siyasal taleplerimize de uygun olacak. Ya da daha içine kapanık olacak. Biz meseleyi sadece ekonomik kalkınma ve rakamlardan ibaret tuttuk ama yaşam kalitesinin başka boyutları da var. O yüzden de 40 yıldır hiçbir toplumsal sorunu siyaset marifetiyle çözemiyoruz. Çünkü bu yapı da izin vermiyor. O yüzden bu kavgayı sadece Cemaat ve Ak Parti olarak görmüyorum. Gözüken aktör onlar ama her iki tarafta da çok farklı aktörler var.

BİÇİMLENDİRME ÇABASI

Hedefte yalnızca Ak Parti olmayabilir, geniş baktığınız zaman bütün siyaseti biçimlemek de olabilir. İlla demiyorum ki filmlerdeki gibi bir masanın etrafına 7 kişilik, baronlar vs. var ama bugünün hayatı daha karmaşık ve dinamik bir harekete geçince arkasından bir sürü dinamik harekete geçiyor. Herkes o yeni Türkiye'nin parametrelerinde rol oynamak istiyor. Ben dershaneler diye başlamış olan süreci Tayyip Bey kendisinden sonraki Ak Parti'nin çerçevelerini çiziyor diye baktım. Ortada sadece Ak Parti'yi değil her partiyi biçimlendirme çabası var.

Cemaat-Ak Parti çatışmasının kazanımları ne oldu?

Cemaatin sadece dindarlıktan ibaret olmadığının görülmesini sağladı. Sadece safiyane dini motiflerle hareket edilmediğinin görülmesi, dindar kesime, laiklik tanımı başka türlü konuşulamaz mı sorusunu sordurabilirse bu bir kazanım olur. Bu taraftakiler için de neydi? Monoblog bir kütle olarak görüyorlardı iktidarı, bütün bunlar şeriatçı vs... Bugün Bey'in söylediği cümleler 5 sene önce bu insanların söylediği şeylerdi. 'Erdoğan sandığımız gibi irticacı değilmiş, icraatı sadece din motifli değilmiş' deme imkânı yaratılabilirse, bu kavganın içinde kendini sorgulama imkânı üretilebilirse yaratıcı yıkım olabilir.

CEMAAT MEŞRUİYETİNİ GÜÇ ARAYIŞINDAN ALIYOR

Peki bu denklemde Cemaat nasıl konumlanacak?

Cemaatin problemi daha büyük. Şimdiye kadar meşruiyetini samimiyetten ve din gibi safiyane bir amaç uğruna yapıyor oluşundan üretiyordu. Hâlbuki bu kavgada aldığı pozisyon ve aradığı güç siyasi. Bu, şimdiye kadar ördükleri hikâyenin tümünün inkârı demek. İlk kez dindarlar da gördü ki cemaat meşruiyetini dini inancından, halisane duygularından değil, siyasi güç arayışından alıyormuş, hedefi varmış. Dolayısıyla cemaatin daha problemli bir konumda olduğunu düşünüyorum. İkincisi de sadece ülke hayrına değilmiş, başka ülkelerle ilişkileri hep başka amaçlar taşıyormuş. Sorular var ortada. Cemaat hep Peygamber yolunda hizmet dedi. E peki, niçin başka ülkelerde başka ittifaklar arıyor?

NEDEN KAVGAYA GİRİYOR?

'Neden siyasi meşruiyeti olan bir güçle, devletin merkeziyle bir kavgaya veya pazarlığa giriyor?' sorusunun cevabını vermesi gerekir. Bugün cemaat geçici mevziler kazanıyor olabilir. Üç bakan daha istifa ettirebilir ama uzun vadede topluma ve dünyaya kendini anlatmakta çok zorlanacağı, kaybedenin cemaat olacağı yönünde bir kanaatim var. Ya da cemaat de kendi içinde bu tartışmayı üretebilir. Geri çekilebilir, o ilk tanımladığı hikâyeye uygun bir harekete dönüşür. Ya da siyasileşir, parti kurar. Ama aynen devam edemez. Ya geriye doğru çekilecek ya da başka bir siyasi alanda meşru bir kimlik edinecek.

Diyelim ki parti kurdular...

Hemen kısa vadede bir sonuç üretmez. Yani hemen 2015 seçimlerine dönük bir sonuç üretmez.

Demokratik bakış yok

Seçim öncesi yaşanan kavgayı nasıl tanımlıyorsunuz?

Kavganın iki boyutu var. Bir tanesi, yeninin nasıl olacağı kavgası. Bir tanesi de yeniyi tümden reddedenler. Bir de tabi daha arada uzlaşma arayan bir zihniyet. Diyelim devlet mekanizmasını bürokraside kabullendik. Ancak mevcut güvenlikçi sert politikalarla işin sürdürülemeyeceği ortada, çatışan güçlerin hiçbirisinde demokratik bakış yok. Asker, eskiden olduğu kadar güçlü olmayabilir ama merkezi kurumlarda güvenlikçi bakışlar ağırlığını artırıyor. Sorun şu ki bu krizleri, bugünün hayatına yetmeyen bir sistemde yaşıyor olduğumuz için, 1-2-4 ay sonra başka bir mesele etrafında yine kriz yaşanmış olacak. Mesele sistemin yetersizliği. Bu kriz bir yandan da devletin, yönetimin, hukukun bugünkü hayata ve ihtiyaçlara yetmemesinden kaynaklanıyor.

Belirleyici Erdoğan


Peki, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde neler olacak?

Seçimden önce; Ak Parti % 40'ın altında kalırsa başka, % 40-45 arasında olursa başka, % 45'in üzerindeyse başka bir durum diye yazmıştım. Şimdi % 45'in üstünde kaldığına göre birincisi, artık şunu kabul etmeliyiz ki cumhurbaşkanlığı seçiminin başat aktörü Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan'dır. Yani cumhurbaşkanlığı seçiminin gidişatını onun kararı belirleyecek. Kendisi olmak ister mi istemez mi ayrı tartışma ama Ak Parti kararı belirleyecek. Ve burada çok özel bir ittifak üretmesi de gerekmiyor.

İLK TURDA YÜZDE 50

İki turlu bir seçim olduğu için, birinci turda seçilmese bile doğal hayatın doğal ittifakları üzerinden bile % 50'yi aşacak görünüyor gösterdiği aday. Ama bir yandan da şu seçimden sonra yaşananlara bakınca da cumhurbaşkanlığı seçimine kadar da, 17 Aralık'ta başlamış olan gerilimli sürecin devam edeceği görülüyor. Burada sadece bizim partilerimizin değil, Batı'nın da Amerika'nın da yeniden durum değerlendirmesi yapacağını sanıyorum. Herkes de herhâlde şu tespitten yola çıkacak; 'Evet, Ak Parti belirleyici'. Dolayısıyla eğer Ak Parti'nin adayının seçilmesini istemiyorsanız bu yalnızca 17 Aralık'tan beri süren tape yayınlamak, görüntü sızdırmak gibi yöntemlerle hâlledilebilir bir mesele değil.

TÜRKİYE İÇİN BİR İLK

İkincisi cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye'de siyasi tarihimiz için ilk deneme olacak. İlk kez cumhurbaşkanını halk oyuyla seçmiş olacağız. Ben, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bittiği günden itibaren üç partide de ciddi bir değişim dinamiğinin çalışmaya başlayacağını düşünüyorum. Bu tartışma Ak Parti'de de % 45-46'lık oy nedeniyle cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasına kalmış oldu.

Muhalefetin üzerine etkisi ne olur?

Muhalefet, Ak Parti'nin ya da Tayyip Erdoğan'ın gösterdiği adayın gücünü -ben Tayyip Erdoğan'ın aday olmayı plânladığını düşünüyorum- bozmak istiyorsa söylenecek şey 'Tayyip Erdoğan'ı çıkarttıralım, çıkarttırmayalım' dilinden olduğu sürece bir ittifak üretemez. Çünkü o zaman MHP seçmeninin bir kısmı Ak Parti'ye doğru kayabilir.

İKİ TÜRLÜ SENARYO VAR

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ana belirleyicisi de Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan olacak. Orada iki tür senaryo olabilir. Birincisi, Tayyip Bey cumhurbaşkanı olmak istiyorsa, muhtemelen de seçilir, önemli olan partinin yani hükümetin başkanının kim olacağı ve o genel başkana bağlı olarak da partinin yönetiminde ve ideolojisinde bir değişiklik olup olmayacağıdır. İkinci seçenek de Tayyip Bey üç dönem özelliğini kaldırır, devam eder. Başka bir aday çıkarırlar.

Seçmen kimlikler üzerinden oy verdi

30 Mart'ta seçmen hangi partiye ne dedi?

Her şeyden önce bu seçimlerin belirleyici iki unsuru var; kutuplaşma ve seçmen. Seçmen ne yerel sorunlar ne de adaylar üzerinden tercihte bulundu. Kutuplaşmanın da bir sonucu olarak tercihini bunların dışında kimlikler üzerinden yaptı. Dolayısıyla da kendi kimliğine daha yakın duran kesimi desteklemiş oldu.

İktidarı nasıl analiz ettiniz?

Ak Parti'nin seçmeni az da olsa iktidara yönelik eleştirel pozisyonunu artırdı. Ülkenin sorunlarını kim çözer, başbakan kim olsun gibi konulardan baktığınızda ise Ak Parti seçmeninin % 95'i partisiyle ilişkisinde son derece hoşnut ve özgüveni yüksek görünüyordu. Bu oranlar CHP'de ise yarı yarıya. CHP seçmeninin % 55'i partisinden memnun bir şekilde oy veriyor olsa da yarıya yakını son derece eleştirel bir pozisyondan partisine bakıyor. 17 Aralık sonrasında bu oran bir miktar CHP için arttı. Ak Parti'deki bu % 95'lik güven bir miktar geriledi. Dolayıyla bu yolsuzluk meselesi hiç etkili olmadı diyemeyiz. Ama bunun yanı sıra aynı seçmen, yolsuzluk meselesi dışında bir operasyon ya da komplo olduğunu düşünüyor.

Sebepleri nedir?

Çünkü muhalefet, siyasi gündemi ve tartışmaları yönetme kapasitesine ve belirleme gücüne sahip değil. Gündemi ve zemini sonuç olarak Ak Parti ve Erdoğan belirliyor ama muhalefet yine de başka türden tartışmalar açarak bunu yapabilirdi. Muhalefet meseleyi çok kategorik bir muhalefete indirgedi. Her konuya bir Ak Parti ya da Tayyip Erdoğan eleştirisinden baktı. Ülkenin ihtiyaç ve talepleri es geçildi.

CHP bu topluma güven veremedi

Muhalefetin başka kusuru yok muydu?

Muhalefet hem kavgacı hem çözümün dışında tutuyor kendisini. Bu da seçmene bir biçimde yansıyor. Muhalefetin bir başka eksikliği, tartışmayı sürekli olarak cumhurbaşkanlığı, laiklik, anayasa gibi soyut yerlerden sürdürmesi. Hâlbuki CHP'nin de MHP'nin de Ak Parti'ye göre görece eksikliklerinden bir tanesi, örgütlerinin ve faaliyetlerinin gündelik hayattan ve sokaktan kopmuş olması. Gündelik hayatta yok olmak, onlarda giderek kendi içlerine doğru büzülen ve kapatan bir süreç olarak çalışıyor. O zaman da mesele soyut tartışmalara ya da niyet okumalara kilitleniyor.

Kişiselleştirilmiş bir siyasi kavga diyebilir miyiz?

Aslında her partinin bir 'Türkiyelileşme' ihtiyacı var, sadece BDP'nin değil. İş 'Hangi doğru en doğru?' kavgasına dönüştüğü zaman çözüm üretemiyoruz. Çünkü şöyle bir sorun var, Ak Parti % 45 oy aldı, bir kez daha iktidarını perçinledi ama bunun ürettiği paradoksal bir durum var. O da şu, Ak Parti bir yandan böyle bir kimlik ve gerilim üzerine oturtunca her şeyi yüksek oy desteğini sürdürecek görünüyor. Ama bir yandan da karşı kutbu köpürten bir başka süreç çalışıyor olduğu için, tek taraflı değil. Öte yandan da yaşamın içinde veya siyaset zemininde sürtünme kat sayısı artıyor. Bu da bizim selametimize değil.

Muhalefet, sorunu kendinde değil de halkta görüyor...

Evet ama bu doğru değil. Seçmen önce hanenin dirlik düzenliği yani geçimi, çocukların eğitim ihtiyacı, hane halkının sağlık ihtiyacı ve güvenlik ihtiyacına bakar. Ancak bu dört unsur var ve sağlamsa hayat tarzımız, ideolojimiz, kimliğimiz çalışmaya başlıyor. 40 yıl doğru dürüst bir şey yapılmamış bir ülkede, sebepleri için ister konjonktür, ister dünya, ister sıcak pazar imkânı, ne derseniz deyin Ak Parti'nin heybesinde azımsanmayacak bir artı puan var. Bunu yok sayamayız. Ak Parti burada heybesinde bir artı puan taşıyor. Halbuki CHP'nin yaptığı bir şey yok ortada. Heybesinde artı veya eksi bir şey yok . Topluma bir güven vermiş de değil.

Liderler istedi diye taban birleşmez

Cemaat-CHP ittifakında gördüğümüz gibi...

Evet. 2007 seçimlerinden önceydi, Erkan Mumcu'yla Mehmet Ağar; Doğru Yol ve ANAP. O zaman da anlatmaya çalıştık. Çünkü 20 yıldır birbirine küfreden iki alt küme birdenbire, iki kişi el sıkıştı diye geçmişi unutur mu? Mesela bir gerilimde MHP tabanının bir kısmı Ak Parti'ye doğru kayar. Dolayısıyla siyasi aktörlerin, kim kimle birleşirse % 50 alır gibi bir siyasi okuma yapması yanlış. O yüzden böyle bir ittifak arayışına gerek olduğunu sanmıyorum. Birinci turda değilse de ikinci turda Ak Parti adayı seçilir.

Cumhurbaşkanının yetkilerinin bu hâli korunur mu?

Böyle bir ihtimal var. Yasa yapma gücü Ak Parti'nin elinde olduğu için Erdoğan'ın ya da Ak Parti'nin ihtiyaç duyacağı değişiklikleri yapma yetkisi de mevcut olacaktır. Fiili yarı-başkanlığa geçiş olabilir. Asıl soru kim başbakan olacak sorusudur.

Seçim öncesi yaşananları içim sistem krizi demiştiniz.

Türkiye'nin devlet ve yönetim yapısı, hukuki tanımı yargı da dâhil, bugünün hayatına yetmiyor. Türkiye'nin içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal sorunların çözümüne de yetmiyor. Sorun çözme kapasitesi yok bu yapının.

Kaynak

Yeni Şafak 13.04.2014
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 01:54   #6
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Cemaat, Meşruiyetini Kaybetti

Mahçupyan'dan Ekrem Dumanlı bombası!



Canlı yayında 14 Aralık operasyonunu yorumlayan Başbakan'ın başdanışmanı Etyen Mahçupyan, "Cemaate dair net deliller ortaya çıktı" dedi.

14 Aralık'ta düzenlenen cemaat operasyonunu CNN Türk'te yorumlayan Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun başdanışmanı ve Akşam yazarı Etyen Mahçupyan, canlı yayında Şirin Payzın'ın sorularını yanıtladı.

Cemaatin meşruiyetini kaybettiğini ve kazanabileceği bir şey olmadığını savunan Zaman gazetesi eski yazarı Etyen Mahçupyan, Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca'ya yöneltilen "terör" ve "silahlı örgüt" suçlamasının ise mânâsız olduğunu söyledi. Başdanışman, Dumanlı ve arkadaşlarına yönetilen terör suçlaması için, "Terör kelimesinin böyle kolay kullanılması doğru değil. Yoksa Ekrem Dumanlı ya da Zaman gazetesindeki herhangi bir meslektaşımı öyle görmüyorum" dedi. Tahşiyeciler davasının cemaatin nasıl bir örgütlenme olduğunu ortaya koyan net deliller sunduğunu iddia eden Mahçupyan, "Üç tane bomba var ama kimse yok sadece polisin parmak izleri var. Burada başka delil üretmeye gerek yok ki" dedi.


Mahçupyan, yolsuzluk iddiaları ile ilgili daha önce yaptığı açıklamaları tekrar ederek, "Toplumun yüzde 70'i yolsuzluk var diye düşünüyor" dedi.

İşte Mahçupyan'ın açıklamalarından satır başları:

FUAT AVNİ'NİN 25 ARALIK'TA YENİ OPERASYON İDDİASI

Olay başlamadan sadece bilgi düzeyinde söylenenlerin sadece bilgi olma ihtimali yüksek. Ama şu anda bir mücadele var. Kavgaya hizmet edecek şeyler söyleniyor. Bir heyula yaratılarak hükümetin yapmayacağı bir çok şey yapılacak denilebilir ve bunun bir işlevi, etkisi de olabilir.

"HÜKÜMET KAZANMAYA DOĞRU GİDİYOR"

Hükümetin zarar görüp görmediği bakış açısına bağlı. Hükümetin nasıl baktığı ile ilgili. Bizim gördüğümüzde farklı şeyler görüyor olabilir hükümet. Batı'nın ve içerde bazı çevrelerin tepkisi var. Bir de sessiz çoğunluğun henüz ölçülemeyen bir tutumu var. Ben bu konuda konuşmak için erken olduğunu düşünüyorum. Olayın bütününe baktığımız zaman hükümetin kazanmaya doğru gittiğini düşünüyorum. Şu anda bir yargı prosedürü var ve bu hoyrat olabiliyor. Bu hoyratlığın bedelini haberi olmasa dahi siyasetçi ödeyebiliyor.

"CEMAAT, MEŞRUİYETİNİ KAYBETTİ"

Gücünüz ne kadar büyük olursa olsun, kimleri etkilerseniz etkileyin eğer meşruiyetiniz kaybetmişseniz bir sonuç alamazsınız. Ben, cemaatin meşruiyetini kaybettiğini düşünüyorum.

"ERDOĞAN GERÇEKLİKLE TEMASI EN GÜÇLÜ LİDER"

Bence Tayyip Erdoğan gerçeklik teması en güçlü olan siyasi lider Türkiye'de. İyi bir AK Partili, Erdoğan karşıtı söylemden çok memnun kalır. Çünkü Erdoğan karşıtı söylem muhalefetin hiçbir şey yapmayacağı anlamına gelir.

"TAHŞİYECİLER DAVASI CEMAAT İÇİN NET DELİLLER SUNDU"

AK Partililer bile bu kadar net ve büyük bir delil (tahşiyeciler davası) ile karşılaşacaklarını düşünmemiştir. Bu soruşturmada kimse tutuklanmazsa bile ortaya çıkan resimle cemaatin nasıl bir örgütlenme olduğuna dair güçlü delillere sahibiz. Üç tane bomba var ama kimse yok sadece polisin parmak izleri var. Burada başka delil üretmeye gerek yok ki. Burada soru sormalı medya. Sağduyulu çoğunluk, fotoğrafın bütüne baktığında göz kapatamayacağımız olaylar olduğunu görüyor.

"TERÖR ve SİLAHLI ÖRGÜT İDDİASI MÂNÂLI DEĞİL"

Savcılar bir kere olur olmaz her şeyi iddianameye koyuyorlar. Bunları birbirine bağlamak için özel bir gayret gösteriyorlar. Bütün bunlar yasalaradaki muğlak tanımlar ile buluşuyor. Terör ve silahlı örgüt gibi iddiaların burada çok mânâlı olduğunu düşünmüyorum. Savcının bildiği ama bizim bilmediğimiz şeyler de olabilir; ama eğer sadece Tahşiyeciler meselesi ise ne olduğu başı sonu belli.


"EKREM DUMANLI'YI TERÖRİST OLARAK GÖRMÜYORUM"

Terör kelimesinin böyle kolay kullanılması doğru değil. Yoksa Ekrem Dumanlı ya da Zaman gazetesindeki herhangi bir meslektaşımı öyle görmüyorum. Ama onların bir cemaat aidiyeti içinde hareket ettiklerini de çok yakından biliyorum. Bu da çok doğal. Cemaat üyesi birinin buna uygun davranması kendiliğinden oluyor.

"DUMANLI'NIN İFADESİ İNANDIRICI DEĞİL"

Ekrem Dumanlı'nın ifadesi ne kadar inandırıcıysa aksi uçtaki iddialar da o kadar inandırıcı. Zaman'da çıkan ve bunu Gülen yazdırmıştır denilen o kadar çok haber çıktı ki. Fethulalh Gülen'e sorulan birçok haber de var sorulmayan çok haber de var. Ekrem Dumanlı'nın, Gülen'in Tahşiyeciler davasına dair açıklamaları için, "Ben o sohbeti atlamışım" demesi hiç inandırıcı değil.

"ZAMAN'DA YAZILARIMA MÜDAHALE OLMADI"

Benim Zaman'daki yazılarıma gelen düzeltme ve öneriler genellikle tek bir kelimenin değişmesi yönündeydi. Bunun dışında bir müdahale yaşamadım.

"CEMAAT ZATEN HÜSEYİN GÜLERCE'Yİ CİDDİYE ALMIYORDU"

Hüseyin Gülerce'nin dışardaki algılanması ile cemaat içindeki algılanması farklıydı. Tapelerden biliyoruz ki Gülerce, cemaat içinde çok ciddiye alınmıyor, boşverin onu falan deniyor. Belli ki ilişkiler daha öncesinden kopmuş. Zaten Gülerce'nin dışarda kalmasını cemaat kolaylıkla taşıyabildi. Bizim algımız ile gerçek farklı olabiliyor. Gülerce zaten dışlanmış biriydi.

Cemaatin medya kurumlarında yer alanlar sadece bilmeleri gerektiği kadarını biliyorlar. Onlara söylenenler var. Cemaatin her yaptığından haberdar olduklarını düşünemeyiz.

"AK PARTİ HAZİRAN'DA YÜZDE 48-50 OY ALACAK"

Daha önce de yazdım. AK Parti'nin yüzde 50 ile 48 arası oy alacağını düşünüyorum. Ben, AK Parti en az dört kere daha kazanacak demiştim. İkisini kazandı, Haziran'da ve sonraki seçimi de yine kazanacak. Bu sosyolojik bir analiz. Bir tür büyük dalga var ve AK Parti bu dalganın üstünde sörf yapıyor. Bunun alternatifi olacak bir kuşak gelmediği sürece AK Parti yönetmeye devam edecek.

"TOPLUMUN YÜZDE 70'İ YOLSUZLUK VAR DİYOR"

Ben, Bakanların yolsuzluk yapıp yapmadığını bilemem. Ama toplumun ne düşündüğünü gözlemleyebilirim. Toplumun yüzde 70'i yolsuzluk var diye düşünüyor. Ama yine yüzde 70 bu yapılan darbedir de diyor.

Kaynak

İnternet Haber 18.12.2014
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 01:57   #7
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Cemaatin İtibarı Kalmadı

17 ve 25 Aralık operasyonlarının amacının Türkiye'yi 90'lı yıllara yeniden götürmek olduğunu söyleyen ANAR Genel Müdürü İbrahim Uslu, AK Parti'nin 30 Mart'ta kendi rekorunu kıracağı belirtti. Uslu, 'Operasyonlar, psikolojik bir harekât olarak da amacına ulaşamadı.' dedi.

Süreç ilerledikçe toplumda 17 Aralık operasyonunun AK Parti'yi siyaseten ve tedricen zayıflatmak amacıyla yapıldığı kanaati daha da güçleniyor. Fakat tüm bu tespitlerin kanaatten ve gözlemden öte somut karşılıkları da olmalı. Bu yüzden sorularımı bu kez, ANAR Genel Müdürü İbrahim Uslu'ya yönelttim. Siyaset bilimci ve kamuoyu araştırmacısı Dr. Uslu ile 17 Aralık ile başlattıkları süreçte Cemaatin veya Paralel yapının ne ölçüde başarılı olduğu, neden toplumsal destek bulamadıkları gibi konular başta olmak üzere yaklaşan seçimleri konuştuk.

Dershaneleri dönüştürme tasarısıyla başlayan süreç 17 Aralık darbe girişimi ve 25 Aralık operasyonu ile neticelendi. Siz, kamuoyunun nabzını yakından tutan bir kimsesiniz. Türkiye bu operasyonlara nasıl bakıyor?

AK Parti taraftarlarının neredeyse tamamı bu operasyonu, iddia edildiği gibi bir yolsuzluk operasyonu olarak değil de, AK Parti'yi ve Başbakan'ı hedef alan bir siyasi müdahale olarak görüyor. Bu kesimden bir kısım, olayı doğrudan bir darbe girişimi olarak, bir diğer kısmı da siyasi bir girişim olarak nitelendiriyor. İfade biçimleri farklı olsa da, AK Parti seçmeni bu operasyonlarının bir yolsuzluk operasyonu olmadığı yönünde karar kılmış durumda.

DARBE GİRİŞİMİ OLDUĞUNA ÇOĞUNLUK İNANIYOR

AK Parti kitlesi dışındaki kesimin bu meseleyi okuması ne şekilde?

Diğer siyasi partilere mensup kişiler arasında da, bunun bir darbe girişimi olduğunu ve operasyonun arkasında cemaat, paralel yapı ya da dış güçler olduğunu düşünen çok geniş bir kitle var. Bu yaklaşım, MHP'de oldukça yüksek; BDP de ise hayli fazla. Her dört CHP'liden birisi de bu operasyonun sadece yolsuzluk meselesi olmadığını, olayın başka boyutlarının olduğunu düşünüyor.

Bu operasyonları gerçekleştirenlerin esas gayesinin toplumun AK Parti'ye ve Başbakan Erdoğan'a itimadını ortadan kaldırmak olduğu anlaşılıyor. Bu açıdan bakıldığında operasyon amacına ulaşmadı diyebilir miyiz?

17 Aralık operasyonu ve girişim hâlinde kalan 25 Aralık operasyonları, psikolojik bir harekât olarak da amacına ulaşamadı. Neticede bu operasyonu gerçekleştirenler siyaseti yeniden dizayn etmek ve Türkiye'yi 90'lı yıllara yeniden götürmek istiyorlar.

AK PARTİ'NİN ADAYI İLK TURDA CUMHURBAŞKANI

AK Parti'nin yerel seçimlerde alacağı sonucun cumhurbaşkanlığı seçimlerine etkisi ne şekilde olur?

AK Parti yerel seçimlerde yüzde 40'ların üstünde bir oy alacak olursa -ki öyle gözüküyor- AK Parti, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adayı her kim olursa olsun ilk turda cumhurbaşkanlığını alır.

BUNDAN SONRA BİR ŞEY YAPAMAZLAR

Esas operasyonun seçimler yaklaşınca gerçekleşeceği sık dillendiriliyor. Siz böyle bir olasılık görüyor musunuz?

Bu gibi söylentiler var; ama ben bundan sonra bu gibi işlere kalkışanların canının daha fazla yanacağını düşünüyorum. Paralel yapı, 25 Aralık'ta bile gerçekleştiremediğini, üzerinden iki-üç ay geçtikten sonra gerçekleştirecek gücü kendinde bulamaz. Ayrıca toplum ne olup bittiğinin gayet farkında.

HER PARTİNİN SOSYAL MEDYA TİMİ VAR ARTIK

AK Parti'nin sosyal medya ekiplerine sahip olması da paralel yapı tarafından sık kullanılan bir argüman. Bir siyaset bilimci olarak Ak Parti'ye bu açıdan yüklenilmesine ne dersiniz?

Artık her partinin hatta kişilerin bile sosyal medya timleri bulunuyor. Bu işin doğası bu. Bu konuşmayı deşifre eden yapı bir suç varmış algısı oluşturmaya çalışırken öte yandan Peygamberimiz'i rüyalarda gördürüp tweetlerin ikiye katlanmasını istiyor. Bunun, Gülen tarafından onaylandığı malûm zaten.

Erdoğan'ın liderliği konusunda bu süreçte kamuoyu algısında ne tür bir görüş var?

AK Parti'ye birinci oy verme nedeni hâlâ lideri. Erdoğan'ın başarısına dair kanaatlerde gerileme yok. Tam tersine Gezi'den bu yana yaşanan zincirleme saldırılar, AK Parti seçmeni ile sayın Başbakan arasındaki güven ve sevgiyi daha da pekiştirdi.

Gülen'in itibarı kayboldu

Cemaat ve Fethullah Gülen imgesi 17 Aralık sürecine kadar bambaşkaydı. Fakat Gülen'in ilişkileri deşifre oldukça, büyük ve küresel bir holding tablosu çıktı ortaya. Kamuoyunda Gülen'e ve cemaate yaklaşım değişti mi?

Operasyonlar sonrasında itibarlarının büyük oranda kaybolduğunu düşünüyorum. Cemaat hâlâ bedduanın şokunu atlatamadı, hasarını tamir edemedi. Son Adana operasyonunda o kadar militanca davrandılar ki, tüm ahlâkî meşruiyetlerini de kaybettiler. Yapılan araştırmalarda da bu sonuç ortaya çıkıyor. Cemaat artık dini çalışmalar yapan bir yapı olarak görülmüyor. Devleti ele geçirmek gibi siyasi hedefleri olan bir yapı olarak algılanmaya başlandı. Artık kendi tabanları dışındaki kesimlerde bir saygınlıklarının olduğunu ben gözlemleyemiyorum ve araştırmalarda da görmüyorum.

En büyük hataları öfkeleri

Operasyonda cemaat neden başarısız oldu?

Cemaat, hem AK Parti seçmenini, hem de Türk toplumunu tanımıyor. Toplumun geri kalanını tanımaya ihtiyaç bile duymuyor.

İhtiyatlarıyla bilinen bir yapı böyle bir hatayı nasıl yaptı?

Bence bunun sebebi öfke. Hükümete zarar vermeye yönelik çok büyük bir motivasyonları var ve bu onların en büyük hatası.

Cemaatin ne kadarı Gülen'e göre seçimlerde tavır belirliyor?

Cemaat artık küçük bir bölge içine yerleşmiş ve hiyerarşik şekilde örgütlenmiş feodal bir yapı değil. O nedenle bu yüzde 3'ten küçük kitleyi bile tam olarak kontrol edebilmeleri olanaksız. Talimatlara göre tercihlerini şekillendirecekler, sadece benim 'Cemaat Profesyonelleri' diye isimlendirdiğim küçük bir kesim.

Cemaat hile-i şer'riye yapıyor

Toplumun bu olanlara dair algısı ne peki?

Toplum da uzaktan baktığı zaman masum insanların suçlu gibi gösterilmek istendiğini görüyor. Bu durum da seçmen nezdinde bu operasyonun temiz bir operasyon olmadığı kanaatini gün geçtikçe pekiştiriyor. Paralel yapı farkında olmadan AK Parti'nin seçmenle kurduğu bağı güçlendirme noktasında büyük katkıda bulunuyor. AK Parti'nin oyları bu operasyondan olumsuz olarak hiç etkilenmedi.

AK Parti son yerel seçimlerde 45 ilde seçimleri kazanmıştı. Önümüzdeki yerel seçimlerde AK Parti'nin durumu nedir?

AK Parti önümüzdeki seçimlerde, bir önceki seçimden çok daha iyi durumda olacak gibi duruyor. Bu seçimlerde 45 ili 55'e çıkarması ihtimali yüksek görünüyor. Balıkesir, Gümüşhane, Antalya, Bartın, Edirne, Isparta, Karaman, Manisa, Sivas ve Uşak gibi iller AK Parti'de olmamasına rağmen AK Parti bu illeri alabilir. Bu illerin bazılarında açık ara önde gidiyor.

Cemaatin, en azından üst yönetiminin CHP ile flört ettiği görülüyor. Bu durum seçimlere nasıl yansır?

Cemaat içinde hiç kimse açıktan 'CHP'yi destekleyin.' diyemez. Bu yüzden bir hile-i şer'iyye yapıyorlar. 'AK Parti dışındaki güçlü bir partiye oy verin.' şeklinde bir yönlendirmede bulunuyorlar. AK Parti dışındaki en güçlü parti bazı illerde BDP ve MHP, ama bunun dışındaki yerlerde genellikle büyük parti CHP. 'CHP'ye oy verin.' demeden CHP'ye yönlendiriyorlar.

Sarıgül'ün kazanması imkânsız

İstanbul'da Sarıgül'ün kazanabilmesi imkânsız. Kazanabilmesi için önce bütün muhaliflerin, sonra da AK Parti seçmenin oylarının bir kısmını alması gerekiyor. Oysa tersi bir durum söz konusu. Kadir Topbaş, AK Parti oylarının tamamını ve fazlasını alıyor. Geri kalanlar da Sarıgül'e yetmiyor. Sonuçta seçimlerin de bir matematiği var. Ankara'da da bir risk yok. AK Parti alıyor.

CHP'nin başı derde girer

CHP, 17 Aralık'tan ne umuyor?

CHP'nin yapmaya çalıştığı, kriz fırsatçılığı; ama hesap hatası yapıyor. AK Parti dışında, MHP ve BDP de bu sürece ya karşı duruyor ya da yanında yer almıyor. Yani CHP, kabaca yüzde 70'in desteklemediği bir sürecin başarılı olacağını düşünüyor. Bu nedenle, hayal kırıklıkları yaşaması kaçınılmaz. Eğer seçimde bekledikleri başarıyı elde edemezse, tartışmalı veya sağcı adaylara oy vermek zorunda bıraktıkları seçmenleriyle başları belaya girebilir.

Kaynak

Yeni Şafak 23.02.2014

Konu Cihannur tarafından (11-29-2015 Saat 02:02 ) değiştirilmiştir..
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 02:01   #8
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Cemaatini Mahvettin

Prof. Dr. Hüsamettin Arslan, Gülen Grubu'nun iktidar hırsı uğruna Türkiye Müslümanlarını dünya kamuoyu önünde rezil ettiğini söyledi.

Yaşanan çatışmaların çerçevesini bagajdaki ideolojik tartışmalar nasıl etkiliyor? Her şeyi CHP'lilik ile açıklamak yeterli mi?

Artık kabul edelim. Elimizi vicdanımıza koyalım ve kabul edelim. Ya itikaden ya da kültürel olarak Müslümanız; ya pozitif açıdan ya da negatif açıdan Osmanlıyız. Sünni ve Aleviyiz; moderniz ve otantiktiz; hem pre-moderniz hem de moderniz. Böyleyiz. Böyle olmak da güzel olabilir. CHP'lilik tam da bu apaçık olguların ve hakikatlerin reddidir. CHP'lilik halkçı olduğunu söyler; Marksistler halkçı olduklarını söyler; fakat halk Osmanlının bakiyesidir; Hz. İbrahim'in geleneğine bağlıdır. CHP'lilik bunları reddetmesi ölçüsünde Türkiye'deki fiili halka karşı alınmış bir karşı-tutumun adıdır. Bu yüzden fiili halka oy nedeniyle yeşil ışık yaktığı zamanlarda bile inandırıcı olamıyor. Şu 'rüşvet ve yolsuzluk' tartışmalarına ve eleştirilerine bakın! Bunu AK Parti'ye karşı bir silah olarak kullananlara, Türkiye halkının ezici çoğunluğu neden inanmıyor acaba!

ELİTLER HALKI APTAL SANIYOR

Neden?

Nedeni basit ve anlaşılması hiç de zor değil. Çünkü siz Türkiye'yi en az yetmiş sene yönetmişsiniz. Devletçi bir rejimle, demokrasisiz yönetmişsiniz. Meclis siz olmuşsunuz, yargıç siz olmuşsunuz, basın ve ordu siz olmuşsunuz, patron siz olmuşsunuz, memur siz olmuşsunuz. Hesap sorabilecek kurumların olmadığı bir ortamda Türkiye'yi yıllarca yönetmişsiniz. Rüşvet ve yolsuzluk yapmamış olsanız bile, Türkiye'nin nimetlerini partililerinize dağıtmışsınız. Devletin rantlarını yemişsiniz, yemişsiniz ve yemişsiniz. En az yetmiş sene. Dile kolay. Ve şimdi 'Hırsız var' diye bağırdığınızda kimse size inanmıyor, inanmak istemiyor. Bu düzeni muhalefet ettiğiniz ve suçladığınız partinin seçmenleri kurmadı. Değişmeniz gerekiyor, değişemiyorsunuz. Muhafazakârlar aptal değildir; hiçbir halk aptal değildir; yalnızca aptal elitler halkın veya halkların aptal olduğunu düşünürler.

ÖNCE DEVLET MODERNLEŞTİ

Laiklik eski anlamını koruyabilir mi?

Radikal demokrasi taleplerinin yükseldiği bir dünyada laiklik eski anlamını koruyamazdı. Günümüzde devletin farklı dinlere, farklı cemaatlere karşı eşit mesafede durması olarak anlaşılıyor. Devlet devlettir, din de din. Benzer fikirler muhafazakârlık için de söylenebilir. Muhafazakârlık Batı'da yükselen modern güçlere ve onların ideolojilerine tepkiden doğmuştur. Muhafazakârlık Batı'da egemen güçlerin ideolojisidir. Bunun nedeni modernliğin toplum hiyerarşisinin alt katmanlarından doğmuş olmasıdır. Batı'da muhafazakârlar geçmişin getirdiği egemen politik konumların sahipleri ve savunucularıdır. 1789 Fransız Devrimi Batılı muhafazakârlığın doğuşundaki en önemli olaydır. Muhafazakârlık Devrime tepkiden doğmuştur. Türkiye'de durum farklıdır. Türkiye'de devlet 'devrimci', halk muhafazakârdır. Devlet 'moderni', halk 'muhafazakârlığı' temsil eder. Çünkü Türkiye'de önce devlet modernleşmiştir. Muhafazakârlığımızın doğuşundaki en önemli faktör, imparatorluğun kaybıdır. Türkiye'de muhafazakârlık İmparatorluğun kaybından doğmuştur. Bu kayıp bugün tahayyül etmemiz zor bir travmaya yol açmıştır.

MUHAFAZAKARLIK CHP TEPKİSİNİN ADI

Muhafazakâr olmak Özi Kalesi düştüğünde felç geçirmektir; bu damarıyla muhafazakârlık antiemperyalisttir. Batı muhafazakârlığı doğaldır ki böyle bir damardan yoksundur. Muhafazakârlık İmparatorluğun çöküşünün yol açtığı büyük travmadan doğmuştur. Bir diğer faktör, devlet eliyle yapılmış devrimlerdir. Harf devriminin muhafazakârlığın doğuşundaki rolü neredeyse tartışma götürmezdir. Muhafazakârlık İttihat ve Terakki'ye ve Cumhuriyet döneminde Tek Parti (CHP) yönetimine tepkinin adıdır. Takrir-i Sükûn, Serbest Fırka girişimi, Türkçe ezan ve muhafazakârların kâbusu Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun idamı. Muhafazakârlığı anlamak için Cumhuriyet dönemi eğitim hamlesine ve bu eğitimin içeriğine bakmak bile yeterli olabilir.

MÜSLÜMANLARIN İSLAMCI OLMAYA İHTİYACI YOK

Muhafazakârlık Cumhuriyet Devletine tepki değildir; CHP'nin Cumhuriyetine tepkidir. Ve 28 Şubat ve ve ve... 'İslamcılık' terimi oryantalistik bir terimdir; Müslümanın İslamcı olmaya ihtiyacı yoktur. Bir Soğuk Savaş dönemi yönelimi olarak görülebilir. Muhafazakârlığın sağında durur; tek parti yönetimi ne kadar radikalse o kadar radikaldir. Devlet radikalizmini yitirdiği ölçüde o da radikalizmini yitirmiştir. Allah aşırıları sevmez; radikalizm aşırılıktır. Müslümanlık bir devlet projesi ya da Aydınlanma projesi türünde bir toplum projesi değildir.

Bu kavga iktidar kavgası

Cemaati bu kavganın aktörü haline getiren şey neydi? Dini kaygılar mı?

Son zamanlarda medyadaki patlayan teoloji tartışmaları külliyen abesle iştigaldir; Cemaat-AK Parti çatışması dini bir çatışma değildir; iktidar, politik, ekonomik bir iktidar çatışmasıdır. Etik bir çatışma ve kavga değildir. Keşke öyle olsaydı! Bu dindarları incitmezdi. Fakat bu kavga bir iktidar kavgasıdır. İktidar kavgasının aktörleri her durumda dini aktörler değil iktidar aktörleridir. Tayyip Erdoğan bir politikacıdır; politikacı politik iktidar mücadelesine soyunmuş adamdır; fakat Fethullah Gülen için bu geçerli değildir. Çünkü o bir seçilmiş değildir ve aynı zamanda gözümüzün içine baka baka bize din adamı, mürşit olduğunu söylemektedir. Bu Gülen'in ve onu destekleyenlerin trajedisidir.

Türkiye'nin resmi ideolojisi dönüşme kapasitesini yitirdi mi?

Devlet dev bir kurumdur ve değişmesi çok zordur. Resmi ideoloji askeri ve sivil eğitim sisteminde hala çok etkili. CHP'de hala çok etkili. Resmi ideolojinin kaderi Türkiye solunun ve CHP'nin de kaderidir. CHP misyonunu tamamlamıştır; misyonu Cumhuriyet ve kurumlarını inşa etmekti. CHP'nin bugünkü iflah olmaz sorunları, büyük ölçüde misyonunu yitirmiş olmaktan doğuyor. Türkiye artık bir ideoloji devleti olarak kalamaz. İdeoloji devletlerinin dünyadaki ömrü bitmiştir. Türkiye'nin resmi ideolojisi ölmüştür ve artık ölüdür. Cesetler değişme potansiyelinden yoksundur. Devlete yeni bir resmi ideoloji lazım; demokratik bir resmi ideoloji; zamanın ruhuna uygun, halkını aşağılamayan, bölmeyen, halkının dinini ve geçmişini aşağılamayan bir ideoloji. Bugüne kadarki ideolojisi jakoben bir ideolojiydi. Her tür jakobenizmi reddetmeliyiz.

Müslümanlar resmi ideolojinin günah keçisi

Türkiye'de iktidara ne zaman İslamiyete önem veren bir parti gelse 'sistem krizi' yaşanıyor. Sistemi gerçekte krize sokan nedir?

Türkiye'de 'sistem krizi' daima jakoben bir devletin jakoben krizi olmuştur. Resmi ideoloji bu krizin sorumlusunun Türkiye'nin Müslüman halkı olduğunu ileri sürmüştür. Müslümanlık en az yetmiş yıldır resmi ideolojinin günah keçisidir. Yalnızca jakoben demokrasiler, yalnızca seküler teokrasiler, yalnızca ideokratik rejimler kendi krizlerinden muhatap oldukları halkı sorumlu tutabilirler.

KANLI TASFİYELER VAR

Türkiye'de dindarların, Türkiye'de halkın, yani muhafazakârların tarihi tasfiyelerinin tarihidir. Muhafazakârları, bu tasfiyelerin kilometre taşlarını tespit etmek mümkündür. 1826'dan günümüze devlet muhafazakârları tasfiye etmektedir. Bu modernleşme adına yapılmıştır. Cumhuriyet döneminde bir ideal seküler toplum yaratma adına devlet kendi halkını tasfiye etmiştir ve bu tasfiyelerin hatırı sayılır bir kısmı kanlıdır.

AK PARTİ'YE TEVECCÜHÜN NEDENİ TARİHİ SÜREÇ

Mustafa Kemal İkinci Meclis'te muhafazakârları tasfiye etmiştir; Takrir-i Sükûn muhafazakârların tasfiyesidir ve kanlıdır. Serbest Fırka girişimi muhafazakârların tasfiyesiyle sonuçlanmıştır. Demokrat Parti'nin darbeyle tasfiyesi kanlıdır ve muhafazakârların tasfiyesidir. Sözün gelişi 1960 darbesinde sadece ordudan yedi bin asker tasfiye edilmiştir. Dönemin Genelkurmay Başkanı buna dâhildir. Unutuyordum, 1933 Üniversite Devrimi muhafazakârların tasfiyesidir: entelektüellerin tasfiyesi. 28 Şubat bir muhafazakârları tasfiye hamlesidir. Kapanan partileri saymadım bile. AK Parti'ye günümüzde halkın teveccühünün arkasında bu uzun tasfiye tarihi vardır. Türkiye'de muhafazakârın AK Parti'yi desteklemesinin, ısrarla desteklemesinin arkasındaki en temel tarihsel faktör bu olabilir. Türk solunun bunu görme ihtimali yok gibidir. AK Parti alternatifsizdir; alternatiflere yer bırakmayacak kadar alternatifsizdir. Sorunuz burada ele alamayacağımız ölçüde derin bir bahis.

İmanı pazara çıkardılar

Türkiye'de dini oluşum ve cemaatler nasıl bir değişim ve dönüşüm geçirdi? Siyasi ve ekonomik gücün ötesinde Hükümet devirme çabası, gizli kayıtlara, ittifaklara cevaz veren bir yapı din ile bağdaşıyor mu? Bu eylemler ile dini yapıların örtüşmesi mümkün mü?

Fethullah Gülen hareketi Türkiye'nin Müslümanlarını dünya kamuoyu önünde iktidar hırsı uğruna rezil etmiştir. Müslümanların imanını politik pazara çıkarmıştır. En az sekiz TV kanalın, gazetelerin, dergilerin, marketlerin, iş adamların, fabrikaların, dershanelerin, yurtların, öğrenci evlerin, marketlerin, politikacıların var. Daha ne istiyorsun, daha ne istiyorsun! Nasıl bu kadar ihtiraslı olunabilir? Daha fazla iktidar talebi şeytanın çağrısıdır, Cebrail'in değil. Kendi cemaatinin gariban tabanını mahvettin, mahvettin. AK Parti'ye karşı uluslararası güçlerle işbirliği yapmak, Türkiye'ye karşı uluslararası güçlerle işbirliği yapmak anlamına gelmez mi?

PENSİLVANYA'YI ALLAH'A HAVALE ETTİLER

Türkiye'nin en az yarısı Amerika ile Türkiye'ye karşı işbirliği yaptığına inanıyor. Kalbine, Allah'ın içindeki evine değil, Pensilvanya'ya kaçtın. Müslüman Allah'a kaçar, Pensilvanya'ya değil. Akif Mısır'a gitmişti, Jöntürkler Paris'e, sen Pensilvanya'ya! Pensilvanya'dan Tayyip Erdoğan'a savaş ilan ediyorsun; bu AK Parti'ye oy verenlere savaş ilan etmek anlamına gelmez mi? Bu kendi halkına savaş ilan etmek anlamına gelmez mi? İktidarla kavganın başına neler getirebileceğini bilemezler; fakat Türkiye'nin muhafazakârları seni Allah'a havale ettiler, Allah'a havale ediyorlar. Ve hep Allaha havale edecekler. Tayyip Erdoğan ve AK Parti'den hesap sorma imkânları var, fakat senden hesap sorma imkanları yok, seni yalnızca Allah'a havale edebilirler ve sadece bunu yapıyorlar!

Kaynak

Yeni Şafak 28.03.2014
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
bekir berat özipek, bir cemaatin intiharına, şahitlik etmek


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı