![]() |
#1 |
![]() 'Beyin Yıkama' ifadesinin dünyada popülerleşmesi, 1950'li yıllarda Kore Savaşı'nda esir alınan Amerikalı askerlerin Çinliler tarafından sistematik bir şekilde endoktrine edilerek komünistleştirilmesinden sonra oldu. Esir alınan 7190 Amerikan askerinin ne kadarının komünist ideolojiyi benimsediği konusunda net bir bilgi vermek zor olsa da, yapılan muteber değerlendirmelerde, esirlerin yaklaşık üçte ikisinin (farklı seviyelerde de olsa) düşmanla işbirliği içerisine girdiği ortaya kondu.1
![]() Kore Savaşı esirlerinin komünistleştirilebilmiş olmasında dikkat edilmesi gereken nokta, Çinlilerin Amerikalı askerleri nasıl endoktrine edebilmiş olmalarından ibaret değil. Önceden belli bir şekilde yetiştirilmiş olan kimi askerlerin ülkelerine bağlılık duygularından nasıl uzaklaştırıldıkları, ardından yeni bir anlayışı nasıl benimsedikleri ve herşey sona erdikten sonra tekrar başa dönmelerinin ne derece mümkün olabildiği gibi konular da aynı derecede önemli. Savaş esirleri söz konusu olduğunda dikkat edilmesi gereken ilk nokta, toplumun 'çoğunluğu' tarafından destek ve saygı gören bir 'çevre'de, belli bir 'otorite'ye itaat duygusuyla yetiştirilmiş olan şahısların, bir anda bambaşka bir 'çevre'ye alınarak farklı otorite figürlerinin tesiri altına giriyor olmaları. Kamp yetkililerinin böyle bir tecrübe yaşayan insanları yeniden programlamak istemeleri durumunda, (doğal olarak) ilk önce eskiye ait izleri mümkün olduğunca silmeye çalışmaları ve böylelikle de esirlerin zihinlerini yeniden yapılanmaya elverişli hale getirmeleri gerekli – ki bu da ancak son derece dikkatli bir şekilde yönetilmesi gereken bir süreçle mümkün olabilir. Çinlilerin Kore Savaşı esnasında esir kamplarında gerçekleştirdikleri uygulamalarının, pek çok yönüyle, bilinçli bir şekilde yönetilen bu türden bir sürece işaret ettiği söylenebilir.2 Şöyle ki, esir kamplarındaki Çinli yetkililer Amerikalı askerlere herşeyden önce 'beklemedikleri şekillerde' davrandılar. Amerikalı esirler bir yandan gece yarısı durup dururken uyandırılmak gibi beklenmedik eziyetlerle karşılaşırken, diğer yandan da hiç ummadıkları anlarda Çinlilerin küçük iltimas ve ödülleriyle karşılaştılar. Çinlilerin bu şekilde sürüp giden beklenmedik tavırları sürdükçe, Amerikalı askerler hangi etkinin ne gibi tepkiler doğuracağını bilemez hale geldiler ve neticede, bugüne dek zihinlerinde hakim olan norm ve kodların, içinde bulundukları bu yeni ortamda anlamsız olduğunun farkına vardılar. Hayatlarını sürdürebilme adına çaresiz kalma, ne yapacaklarını bilememe ve bütün bu yeni şartlarla başa çıkamama gibi durumlardan kurtulmak istedikleri için de, yeni bir anlayışı benimsemeye hazır hale geldiler. Çinliler, Amerikalılara eski hayatlarına dair normların otorite noktasında da hiçbir anlam ifade etmediğini hissettirebilmek için, Amerikan ordusunun verdiği rütbelerin hiçbir önemi olmadığını da söylediler ve düşük rütbeli esirler arasından seçtikleri askerleri diğerlerinin başına lider tayin ettiler. Ordu dışı Amerikan sosyal hayatının izlerini de silebilmek için ise siyah ve beyazları ayrı gruplara ayırdılar; ve her türlü dini referans ve ifadeyi yasakladılar. Esirlere günlerce (ve kimi durumlarda aylarca) dar sandıklarda tutulmaktan, donmuş nehirlerde saatlerce çıplak ayakla yürütülmeye kadar çeşitli fiziksel işkenceler de uygulandı. Ancak işkenceler dahi sıradan bir sadizm ya da öc alma duygusundan kaynaklanmaktan ziyade, yürürlükte olan dönüştürme sürecinin bir parçasıydı. Zira Amerikalı askerler bir yandan bedenen takatsiz bırakılarak psikolojik yönden de çökertilmiş oluyor, diğer yandan da bütün bu sıkıntı ve bunalımı yaşamaktayken kendilerine 'başkalarına çektirdikleri acılar' hatırlatılarak suçluluk duygusunu içselleştirmeleri sağlanıyordu. Bütün bunlar, esirleri, bir sonraki suçlarını itiraf ve karşı tarafla uzlaşma aşamasına hazırlama amaçlıydı. Esir kamplarında çok sayıda küçük ve önemsiz kurallar da vardı. Bu kuralların konmasındaki amaç elbette düzenin sağlanması değildi. Çok sayıdaki olur olmaz kural, eski normların geçerli olmadığı yeni bir dünya algısının güçlendirilmesi ve böylelikle esirlerin yeni otoriteye boyun eğmeye alıştırılması amacına hizmet ediyordu. Askerlerin bu küçük kuralları ihlal etmeleri durumunda, gururlarını kırıcı yaptırımlar uygulanarak sindirilmişlik duygusu pekiştiriliyordu. Şöyle ki, kuralları ihlal eden askerler bir tür grup terapisi formatında karşı karşıya getiriliyor ve kendilerinden özeleştiride bulunmaları ve hatalarını birbirlerine itiraf etmeleri isteniyordu. Psikolojik yöntemlerin kullanıldığı bir diğer nokta ise, esirlerin sorgulanmasıydı. Zira, sorgularda ısrarlı bir şekilde mükerrer (ve mukayeseli) sorularla kişinin üzerine gitmek suretiyle bunaltmak ve pes ettirmek gibi klasik yöntemlerin yanı sıra, endoktrinasyona daha açık usüller de izleniyordu. Bu çerçevede, konuşturulması daha kritik görülen esirler diğerlerinden tecrit ediliyor ve kendilerini sorgulayacak olan kişiyle baş başa yaşamaları sağlanıyordu. Söz konusu profesyonel sorgu memuru, günler ve geceler boyunca aynı odada kaldığı, birlikte yemek yediği ve sohbet ettiği esir askere son derece arkadaşça davranıyor ve sonunda bildiklerini ona anlatmasını sağlıyordu. Dış dünya ile bağlantısı kesilmiş olan esir askerin konuşma, sohbet etme gibi psikolojik ihtiyaçlarını sadece sorgu memuru ile kurduğu arkadaşlıkla gidermek durumunda kalıyor olması sorgu sürecini hızlandırıyor ve nihayet sorgu memuru esir askerin yaptığı açıklamalar arasında hiçbir tutarsızlık kalmadığına ve ihtiyacı olan herşeyi öğrendiğine kanaat getirdiği an sorgulama sona eriyordu. Esir Kamplarında Politik Eğitim Çinliler, Amerikalı askerleri kendileriyle işbirliği yapmaya ikna edebilme amacıyla, esirlerin politik düşüncelerini değiştirmeyi ve böylelikle taraf değiştirmelerini kolaylaştırmayı hedef alan 'eğitsel' kimi uygulamalar da gerçekleştirdiler. Günde iki üç saat kadar süren konferanslar bünyesinde gerçekleştirilen bu eğitsel faaliyetlere katılan askerler, ülkeleri ve savaşla ilgili daha önce sorgulamayı akıllarından bile geçirmedikleri pek çok konuda ilk kez karşı argümanlarla yüz yüze geldiler. Böylelikle, içinde bulundukları savaşı, karşı tarafın gözünden de görmeye ve ABD, Birleşmiş Milletler ve komünist ülkeler hakkında önceden sahip olduklarına zıt bir paradigmayla tanışmaya başladılar. Çinliler, fikir dünyalarında doğal olarak ciddi sarsıntılar yaşayan askerlere barış talebinde bulunan toplu dilekçeler imzalatıyor ve onları barış talebinde bulunan propaganda broşürlerinin hazırlanmasında kullanıyorlardı. Böylelikle askerlerin, bir yandan kendi kendilerini de endoktrine edecek şekilde istihdam edilmiş olmaları sağlanıyordu. Zaten konferanslarda da esirlerden sadece dinleyici olmakla kalmayıp, yapılan konuşmalar hakkındaki fikirlerini sözlü ya da yazılı olarak belirtmeleri bekleniyordu – ki bu uygulamanın, okullarda kitlesel zorunlu eğitim bünyesinde 'kendi kendisinin endoktrinasyonunda kullanılan' çocuklara yaptırılanlarla tamamen aynı doğrultudadır. Konferanslarda askerlerin belki de en çok ilgisini çeken konu, ABD'nin biyolojik silah kullandığına yönelik iddialardı. Amerikalı askerler bu tür iddiaları önceden de duymuşlar, ancak kendilerine bunun düşmanın propaganda amaçlı söylediği bir yalan olduğu bilgisi verilmişti. Çinliler ise, bu iddiaların doğru olduğunu itiraf eden kimi ordu mensuplarını kamp kamp gezdirmiş ve konu ile ilgili detayların diğer askerlere bizzat itirafçılar tarafından sunulmasını sağlamışlardı. Sonuç Çinlilerin disiplinli bir şekilde gerçekleştirdikleri bu uygulamalar sonucunda binlerce Amerikan askeri düşmanla işbirliği içerisine girdi. Bu işbirliği, barış bildirilerine imza atmaktan ABD aleyhtarı sözlü ve yazılı eylemlere ortak olmaya ya da karşı tarafa bilgi vermekten ve komünizmi benimsemeye kadar pek çok farklı seviyelerde gerçekleşti. Savaş sonrasında ülkelerine geri gönderilen esirler arasında vatana ihanet sınırlarını fazlasıyla aşmış çok sayıda asker vardı. Ancak bu askerlerin hemen hepsi, karşılaşacakları maddi ve manevi yaptırımlar nedeniyle herşeyi zorlamalar sonucunda yaptıklarını beyan ettiler. Ne kadarının doğruyu söylediği konusunda net bir tespit yapılması mümkün olmadıysa da, Amerikan kamuoyunu asıl şok eden gelişme, 21 askerin ABD'ye geri dönmeyi reddedetmesi oldu. 'Beyin Yıkama' kavramı, bu olaylardan sonra dünya literatüründe popülerleşti. 'Beyni yıkanmış' olan söz konusu 21 kişi ihanetleri nedeniyle eski vatandaşlarının çeşitli hakaretlerine maruz kalırken, ABD'nin esir aldığı Çinli askerlerden geri dönmek istemeyip Amerika'da yaşamayı seçenler ise, demokrasinin üstünlüğünü kavramış olmaları nedeniyle pek çok vesileyle çeşitli övgülere layık görüldüler Serdar Kaya 1 Winn, Denise. [1983] 2000. The Manipulated Mind: Brainwashing, Conditioning and Indoctrination. Cambridge, Massachusetts: Malor Books. 1. 2 Kore Savaşı esirleri konusunda bugüne dek pek çok değerlendirme yapılmış olmasına rağmen, bu yazıda (incelenen kaynaklar arasında nisbeten daha akademik/muteber olmaları nedeniyle) iki kitapta verilen bilgiler esas alındı: (1) Winn, Denise. [1983] 2000. The Manipulated Mind: Brainwashing, Conditioning and Indoctrination. Cambridge, Massachusetts: Malor Books. (2) Watson, Peter. 1978. War on the Mind: The Military Uses and Abuses of Psychology. New York: Basic Books, Inc., Publishers.
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|