Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



 
Stil
Seçenekler
 
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 08-24-2018, 08:40   #30
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU yazıları

Dedelerimiz 12 yıl askerlik yapıyordu

Bugünlerde bedelli askerlik ve 28 gün askerlik* tartışılıyor. 200 yıl önce Yeniçeri Ocağı’nın kapıtılmasının ardından Asâkir-i Mansure-i Muhammediye ordusu kuruldu. Askerlik çok az bir maaş karşılığı olmak tam 12 yapılırdı İmparatorluğun ilk üç asrında dünyanın en önemli askeri gücünü oluşturan Osmanlı ordusu, 17. yüzyıldan itibaren askeri sistemlere ayak uydurmak için imparatorluğun son 300 yılını arayışlarla geçirdi.Yeniçeri Ocağı'nın 1826'da kaldırılmasından sonra Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adlı yeni bir ordu kuruldu. padişahın fermanı ile ordunun esasları tespit edildi askere almada* bir sistem yoktu. Maaş karşılığı 12 yıl askerlik yapılacaktı. Nizâm-ı Cedid döneminde üç yıl olan askerlik süresi dört katına çıkarılmıştı.
askerlik yapacak kişiler evlilik ve sivil hayattan uzak tutulacaktı.

Askerlikten ayrılabilmek, varisi olduğu kişinin ölmesiyle tarlayı işleyenin kalmaması ve yetimlere bakacak bir akraba olmadığı durumlarda söz konusuydu. Savaş olmadığı dönemlerde her beş askerden birisi memleketi yakınsa 6 ay, uzaksa 8 ay sıla izni alabiliyordu. Askerler başka bir işle uğraşamıyordu. Hizmet bitince emeklilik maaşı bağlanacaktı. verilen maaşın azlığı yüzünden istenilen netice alınamadı. Mevcut askerlerin haricinde savaş sırasında yaşı uygun olanlar* askere alınırdı. Sistem yeterli olmayınca çıkarılan kanunlarla askere almaya bir düzen getirilmeye çalışıldı.1846 tarihli Kur'a Kanunu ile askeri işlemlere* düzen getirildi. Askerlik süresi 5 yıldı. yaşı 19-20 olanlar arasında kur'a çekilerek askere alınanlar tespit edildi. Gitmek istemeyenler bedel-i altında kendi yerlerine askere gidecek olanları tespit ederdi.

Yerine gidecek birisini bulamayan ise belirli bir miktarda para verirlerdi. gayrimüslimlerin askere gitmek istememeleri, kanundaki askere gitmeden muaf grupların fazlalığı ve uygulamadaki* noksanlıklardan askere alma başarılı olamadı. Medrese talebeleri, üst düzey bürokrasi ailesine bakacak kimsesi olmayanlar vs. askere gitmiyordu. 1846 kanunundaki aksaklıkları düzeltmek için 1870 ve 1886'da askere alma kanunları çıkarıldı. 1886'da askerlik süresi 6 yıl* belirlenmişti. istenilen netice alınamadı. gayrimüslimler askerlik yapmamak için çeşitli bahanelere sığındılar. 1908'de yeni bir asker kanunnâmesi hazırlandı dünya savaşına doğru 12 Mayıs 1914'te "Mükellefiyet-i Askeriye Kanun-u adıyla geçici bir askere alma kanunu çıkarıldı.

Bu kanunla ülkemizde zorunlu askerlik başladı.* birinci maddesine göre "Osmanlı hanedanının üyeleri dışında kalan tüm tebaa için askerlik hizmeti zorunluydu". 18 ile 45 yaş arasındaki her erkek askerlik ile mükellefti. Askerlik süresi görev yapılan birliğe göre değişiyordu. Piyade sınıfında süre 2 yıldı Önceki kanunların eksiklikleri iyi tespit edildiği ve seferberlik ilan edildiği için Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordusunda askerlik yapanların sayısı çok büyük rakamlara ulaştı. ilk defa 2.850.000 kişiyi askere aldık.1914 tarihli kanun, Millî Mücadele dönemi ile Cumhuriyet'in ilk yıllarında da uygulandı Cumhuriyet'in ilanından sonra 1927'de yeni bir askere alma kanunu kabul edildi. günümüze kadar uygulandı.

Osmanlı Beyliği'nin askeri gücü Anadolu beylikleri gibi aşiret kuvvetlerindendi. Orhan Gazi devrinde Vezir Alaeddin Paşa ve Çandarlı Kara Halil tarafından Türk köylülerinden vergi muafiyeti ve seferde günde 2 akçe maaş karşılığında yaya ve süvari teşkilatı oluşturuldu.Osmanlı fetihleri artıp, birlikler, ihtiyaca cevap vermeyince Hristiyan esirlerden istifade edilerek I. Murad devrinde Avrupalı yazarların, "şeytan icadı" diye adlandırdıkları Kapıkulu Ocakları kuruldu. Yeniçeri, kapıkulu süvarileri ve topçular gibi birliklerden oluşan kapıkulu askerleri profesyonel askerlerdi.
Osmanlı'da profesyonel askerlik varken Avrupada paralı askerler ve asillerin gönderdiği birlikler ağırlıktaydı. Osmanlı ordusu 100 bin kişiye* ulaşırken Avrupa orduları 25-30 bin kişiydi

Aristokratlar komutan ve onların adamları da askerleriydi. 17. yüzyılda Fransa Kralı XIV. Louis aristokratları topladı ve asillerin askerlerinden büyük bir ordu meydana getirdi.Fransa'da profesyonel askerlik Fransız İhtilali'nin* sonucudur. İhtilal yüzünden Avrupa'da savaş çıkınca "Levee en masse" olarak bilinen ve kitlelerin askere olmasını öngören kanun 23 Ağustos 1793'te Milli Konvansiyon'da kabul edildi. bütün vatandaşlar askerdi. Genç erkeklerden savaşmaları evli erkeklerden nakliyata ve mühimmata yardımcı olmaları, kadınlardan üniforma ve çadır dikmeleri, çocuklardan bez toplamaları, yaşlılardan* meydanlarda toplanmaları isteniyordu uygulama Fransız İhtilali boyunca geçerliydi. Fransız ordusunun çok büyük bir sayıya ulaştı yeni sistem Fransa'dan sonra Kıta Avrupa'sına da yayıldı.

Uğruna dağa çıktıkları anayasayı okumamışlardı

Tarihimizin önemli dönüm noktalarından İkinci Meşrutiyet’in 110. yıldönümü. İttihadçılar yıllarca mücadele edip 1908’de ilân ettirmek için dağa çıkarak canlarını ortaya koydukları anayasayı okumamışlardı 2. Abdülhamid, 93 Harbi'nin sonunda 1878'de meclisi süresiz tatil etti.
anayasaya dokunmadı.Anayasa uygulanmasa bile her sene ilk sayfalarda yer alıyordu. İlk Türk anayasası Kanun-ı Esâsî, özgürlükleri kısıtlı olmasına rağmen, Jön Türkler tarafından özgürlük sembolü olarak görüldü.Meşrutiyet taraftarları 1878 sonrasında 2. Abdülhamid rejimini değiştirip, meclisi açtırmak için muhalefete giriştiler. Yurtiçinde faaliyet gösteremeyince faaliyetlerini yurtdışında sürdürdüler.

Jön Türkler 1895'te hız kazandı. Jön Türkler'i destekleyen ulema meşrutî idarenin şeriata uygunluğunu savunuyordu.Meşrutiyetçiler, Meşrutî idarenin İslâmiyet'e uygun olduğunu, Kanun-ı Esâsî'nin yeniden uygulanmasını, şeriatın uygulanmasına engel olmadığı propagandasıyla taraftarlarını artırmaya çalıştılar. 1889'da İttihad ve Terakki Cemiyeti kuruldu. cemiyet zaman içinde örgütlerle birleşerek büyüdü ve askerler cemiyeti etkili bir hale getirdi. Reval görüşmesinden sonra ülkenin paylaşıldığına inanan ve gözlerine uyku girmeyen İttihadçılar yoğun bir propaganda yaptılar II. Abdülhamid de İttihadçılar'ı tespit etti
Enver Bey, 25 Haziran 1908'de Selanik'ten ayrılıp, dağa çıktı. Birkaç gün sonra Resneli Niyazi 150 askeriyle Resne'de dağa çıktı.

Enver Bey dağda gezerken anayasa konusunda halka ateşli propaganda yapmakta, toplu yemin ve cemiyete giriş törenleri düzenlemekteydi.
Rumeliden İstanbul'a anayasanın yürürlüğe konmasını isteyen telgraflar yağdı. Telgraflar hürmetkâr bir şekilde sultandan anayasanın yürürlüğe konmasını talep ederken bir kısmı "İstekleri yerine getirilmediği takdirde ordunun İstanbul'a yürüyüp başkasına biat edileceği" tehdidinde bulunuyordu.Sultan Abdülhamid'in subaylarına yapılan suikastlar ve Şemsi Paşa'nın vurulması ile İttihadçılar'ın önü açıldı Enver Bey, 22 Temmuz da arkadaşları ile Köprülü'ye girdi. Hürriyet'in ilânı kararlaştırıldı. 23 Temmuz'da Köprülü'de "Yaşasın Millet! Meşrutiyet!
Hürriyet!" nidaları ve top atışları arasında Meşrutiyet ilan edildi.

Enver Bey, İstanbul'a "Hastayı tedavi ettik. Bulgar vatandaşlarımız, bizimledir. Beyhude kan dökülmemek için haklı talebimizin yerine getirilmesine buyurunuz" şeklinde bir telgraf çekti. Bir diğer Hürriyet ilânı Manastır'da yapıldı. İkinci Abdülhamid meclisin açılacağını ilân edince II. Meşrutiyet dönemi başladı. Hürriyet kahramanı Enver Bey'i taşıyan tren her yerde kutlamalarla durdurularak, Selânik'e vardı. Selanik'te büyük bir kalabalıkla karşılanan Enver Bey'e Talât Bey, kırmızı cildli bir Kanun-ı Esâsî hediye edecekti. hürriyet getireceğiz diyen İttihadçılar kimseye nefes aldırmayacak muhaliflerini silahla susturacaklardı.
İttihadcılar'ın önde gelenleri yeniden ilân için Abdülhamid rejimine karşı mücadele verdikleri Kanun-ı Esâsîyi bile okumamışlardı.İttihadcılar'ın en önemli isimlerinden Dr. Nâzım iktidardan düştükten sonra Moskova'dayken bir sohbette anayasayı sorduklarında hiç okumadığını ancak anayasanın "iyi birşey olduğu"nu duyduğunu söyleyecekti. Kanun-ı Esâsî*(29.07.2018)


Kurbanda çevre kirliliğine karşı padişah fermanı

Kurban bayramlarında kesilen hayvanların artıklarıyla ortalığın kirletilmesi çok eskiden gelen bir mesele III. Mustafa “Kurban atıklarını sağa sola atmayın” diye ferman üstüne ferman yayınlamıştı
denetimin sıkılaşması ve kurban kesimine uygun yerlerin açılmasıyla birlikte sağda solda kurban kesip, çevreyi kirletme azaldı. Kurban bayramlarında kesilen hayvanlarla ortalığın kirletilmesi Osmanlı döneminden kalma bir durumdu. Osmanlı evlerinde kurbanların rahatça kesileceği bahçe veya avlu olmasına rağmen kurban kesiminde hoş olmayan durumlar yaşandı 1754 ile 1774 te Osmanlı tahtında bulunan Üçüncü Mustafa ferman yayınlayarak kurban artıklarının çevreyi kirletmesinin önüne geçmeye çalıştı.

Bayramlar, Müslümanlar'ın Medine'ye Hicret'inden sonra 624'te başladı. Ramazan Bayramı 3, Kurban Bayramı 4 gündü. Osmanlı İmparatorluğunda Ramazan Bayramı'na "Iyd-i Said-i Fıtr", Kurban Bayramı'na ise "Iyd-i Said-i Adha" denirdi.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Kurban Bayramı için Zilhicce ayının girdiğinin işareti olarak hilalin görülmesi beklenirdi. Zilhicce ayının birinci günününün tespitiyle arife ve bayram belli olurdu. Kurban Bayramı, Zilhiccenin 10'unda başlardı. Ramazan'ı Kadir gecesini ve Kurban Bayramı'nı belirlemek İstanbul Kadısı'nın göreviydi. Kadı bayramı tespitten sonra saraya bildirir, padişah onayından sonra bayram halka ilân edilirdi. bu günleri bildiren İstanbul kadısı yüklü bir bahşiş alırdı.

Arife günü ikindiden itibaren Ramazan Bayramı'nın üçüncü günü, Kurban Bayramı'nın ise dördüncü günü akşamına kadar her gün top atılırdı. toplar Tersane'den ve Donanma'dan ateşlenirdi. Bazen limanda bulunan başka milletlere ait gemiler de top atardı. Ramazan ve Kurban Bayramı öncesi arife gecesi bütün cami ve mescitlerin kandilleri yakılırdı. Kurbanda en önemli mesele halkın kurban ihtiyacıydı. Tanzimat öncesi sığır eti makbul olmadığından koyun tüketilirdi. halkın sıkıntı çekmemesi için aylar önceden İstanbul'a gelecek kurbanlık koyun hazırlıklarına başlanırdı.
kasab başı kontrolünde, Anadolu ve Rumeli'deki koyun yetiştirilen bölgelerden onbinlerce koyun getirilirdi. Kasab başı, Kurban Bayramı kışa rastlamışsa Anadolu'dan kurbanlık getirilmesi zor olduğundan, Rumeli'den daha fazla koyun getirtirdi.

Osmanlı döneminde kurbanlık koyunların rastgele kesilmesi ve hayvan artıklarının sağa sola atılması önlenemeyen bir meseleydi. 1757 ile 1774 te Osmanlı tahtındaki 3. Mustafa tarafından 1765'te çıkarılan bir fermanda İstanbul, Üsküdar, Eyüp ve Galata kadıları ile Galata Voyvodası'na halkın kestiği kurbanların sağa sola atmalarının engellenmesini emredmişti.3. Mustafa İstanbul diğer fermanında Kurban da kesilecek hayvanların ciğer, ayak ve fazlalıkları alışveriş yerleri ve pazarlara ortalık yerlere, bırakılması yüzünden pis kokuların yayılmasına sebep olanların engellenmesi için imamların çağırılarak tembihatta bulunulması, fermana aykırı hareket edenlerin ağır şekilde cezalandırılacağı" emredilmişti.


Kaynak hürriyet.com.tr ilber ortaylı yazıları

Datça’da Can Yücel günleri

Can Yücel acımasız bir hicivciydi. özel hayatında sanatçı ve edip dostlarıyla ilişkilerinde kin tutmaz vefasızlıklara ve entrikalara aldırış etmezdi gönül genişliğinden Datça ikliminden dolayı 73 sene yaşadı. Son yıllarını Datça’da geçirdi. Bir gitti, “Ben bir daha gelmem” dedi. CAN*Yücel modern Türk edebiyatının en ilginç kişiliklerindendi Can Yücel sağlığına dikkat etmeyen, dilediği gibi yaşayan bir şairdi. İnsanlara olan sevgisini ilk önce eşine ve çocuklarına verirdi, dostlarıyla gönül bağı vardı.
Eskici diye çığırıyor adam sokaktan / Müşteki bir sesle” diye başlayan dörtlüğü nostaljiyi makaraya alan bir deyiştir. Hiç kızmadım. Hatta kendimi tartmama neden oldu.Son yıllarını Datça’da geçirdi. Bir gitti, “Ben bir daha gelmem” dedi. Eski Datça’daki mezarlığı her yaştan ziyaretçiyi çekiyor.

Geçen haftaki Can Yücel günleri düzenlendi Eski Datça’nın ortasında Kitle turizminden ve betonlaşmadan uzak kalan Datça’nın sağlıklı havası, güzel tabiatı ve coğrafyası çevre korumasıda yaşatılırsa Türkiye’nin Akdeniz-Ege sınırını tespit eden muhteşem yarımadası ilelebet baki kalacak demektir. Yakaköy tıpkı Datça gibi eski bir yerleşim yeri. Hiç şüphesiz Datça’nın önemli bir anıtı Knidos harabeleri. Türkiye’nin batıdaki en uç noktasında, Ege ile Akdeniz’in kesiştiği noktada bulunan Knidos kazıları devam ediyor eski dünyanın önemli deniz kenti hem denizden hem de karadan ziyaret edilebilecek durumda. Anadolu’nun eskiliği ve ihtişamını ilginç bir tabiatı görmek isteyenler mutlaka ziyaret etmeli.

ARŞİVLERİN CUMHURBAŞKANLIĞI’NA BAĞLANMASI DOĞRUDUR LAKİN TAYİNLERİN SORGULANMASI GEREKİR
OSMANLI*Arşivleri 1980’lerde Hasan Celal Güzel’in müsteşarlığında önemli bir hamle yaptı. Bu onun kişiliği, çalışkanlığı ve sebatıyla ilgilidir. Bir anda birkaç yüz uzman alındı. uzmanların alınışı mesleğe ilgiyi uyandırdı. Hem Osmanlıca hem de yabancı dil bilen kimse azdır. arşiv araştırmacıları arasında bile Hariciye Nezareti’nin dili Fransızcayı ve Osmanlı belgelerini birlikte okumak az görülür diye biliriz. Uzmanlar zamanla iyi yetiştiler.
arşivlerin bakanlığa değil Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması doğrudur. Lakin açıklanmayan sebeplerle, Osmanlı arşivinde tasnifi bekleyen milyonlarca evrak dururken 200’e aşkın arşiv uzmanının mesleğinden ilgisiz yere tayin edilmesi doğrusu sorgulanması gerekir Şüphesiz Ankara’daki Tapu Kadastro, bakanlıklardaki Osmanlı döneminden kalan ve bugünlere kadar iyi korunamayan evraklar uzmanları bekler. Yine Ankara’daki şeriyye sicilleri, Cumhuriyet Arşivi uzman ihtiyacı içindedir ama bazı tayinlerin arşivciler için dar bir alan olduğu ortada. teşkilatlanmanın düzelmesi gerekir.


Doğrusuyla yanlışıyla Enver Paşa

Enver Paşa’nın hatası, içindeki zaafı görüp tenkitçi gözle bulamamasıdır. O zamanki Osmanlı-Türk genç komuta grubu içinde Karabekir Esad Paşa, Fevzi Paşa, Ali Fuad ve Mustafa Kemal gibi değerli kurmaylardaki tutum Enver’le onların arasında açıklık yaratacaktır. 1908*Temmuzunda “Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi ve Enver Bey sahneye çıktı. doğan çocuklara Enver” ve “Niyazi” adları koyuldu Rumeli ordusu Sultan Hamide karşı ayaklandı İttihat ve Terakki Cemiyeti siyasi partiden çok ihtilalci bir komiteydi 27 YAŞINDA HÜRRİYET*KAHRAMANI diye tanıtılan Enver Bey cemiyetin ilk mensubuydu. 23 Kasım 1881 doğumludur. “Hürriyet Kahramanı” olarak ismi vatanın dört köşesine yayıldığında 27 yaşındaydı.

Enver paşa Seçkin sınıftandı. 7 Mart 1905’te yüzbaşı oldu, 13 Eylül 1906’da terfiyle binbaşılığa yükseltildi. Rumelide Bulgar, Makedon, Arnavut ve Rum çetelerine karşı daima başarı gösterdi Mecidi ve Osmani nişanlar ve altın liyakat madalyasıyla ödüllendirildi Türkçülük ile İslamcılık arasında gidip gelen bir milliyetçi düşünceye sahipti
ALMAN ORDUSUNA*HAYRAN OLDU*AMA ANLAYAMADI 5 Mart 1909’da seçkin bir subay olarak Berlin Ataşe militerliği’ne tayin edildi. Yabancı askeri ataşeler ve Alman komutanlar ve imparatorun çevresinde tanındı. Farsça ve Rusça bilen, mükemmel resim yapardı Fransızcası mükemmeldi, Almancasını ilerletmişti Kayzer Wilhelm’in ailesine mensup prensler ve prensesle yakın dostluğu vardı.

Alman İmparatoru’na da, ordusuna da, bürokrasisine de hayrandı bütün İttihatçılar gibi yeterince anlayamadı. Bu dönemde. Britanyalı askerler dahi Alman hayranıydı Fransızların Mareşal Joseph Joffre’si ve Rusya’da son başkomutan olan, halk çocuğu General Aleksei Brusilov Alman askeriyesini takdir eden ama tenkit ve ondan uzak durmayı bilenler azdı Enver Paşa Trablusgarp savunmasında başarılı bir örgütçüydü Sunîsileriyle iyi anlaştı. Cemal Paşa da böyle bir vasıf olmadığından Arap ileri gelenlerini anlayamamıştır. Kût’ül-Amâre komutanı Nureddin Paşa veya Yemen’deki isyanı bastırmakla görevli Ahmet İzzet Paşa yerli Arapları anlayıp onlarla anlaşabilme kabiliyetini gösterdiler.

Balkan Savaşı’ndan sonra, Balkan devletlerinin arasındaki nefreti görüp stratejik bir ustalıkla Bulgarların elindeki Edirne’yi kurtarıp takdir edilen Enver Bey miralaylığa terfi etti. 31 yaşındaydı. İttihat ve Terakki idareye hâkim olmuştu. Mahmud Şevket Paşa’nın katliyle boşalan Harbiye Nazırlığı’na Yemen’den başarıyla dönen Ahmet İzzet Paşa’nın tayin edilmesine rağmen parti Enver’i 6 ayda mirlivalığa tuğgeneralliğe terfi ettirdi. Hak ettiği rütbenin üstüne çok süratli bir terfi daha geldi; makamdan alınan Ahmet İzzet Paşa’nın yerine Harbiye Nazırı yapıldı.SARIKAMIŞ ta Enver’in aleyhinde ilk burukluk başladı Sarıkamış, 1. Cihan Harbi’ndeki ilk önemli harekâttır. Başarısızlık Enver’e karşı tepkiye neden oldu.

Ocak 1914’te Harbiye Nazırlığı’na ilave olarak genelkurmay başkanlığını üstlendi. Orduda yenilenme ve dirilme harekâtını başardı. bu reform Türkiyenin I. Harp’te tarafsız kalmasını, harbe geç katılımla İtilaf devletleri yanında yer almasını sağlayabilirdi. Cihan Harbi’nde Alman ittifakını sadece Enver Paşa’nın Almancılığına bağlayamayız. İtilaf devletleri Türkiye’nin ittifakını reddetmişdi. İngiltere’nin zırhlı gemilerin ve peşin paranın üstüne oturarak bir dolandırıcılık sergilemesi nefret kazanmalarına sebep oldu. Britanya İmparatorluğu’nun politikasını değiştirerek Rusya’yı yanına alması Almanya’ya karşı duyduğu panikle ilgilidir. Enver Paşa Almanya ile ittifaka erken girdi

Bize sığınan iki Alman Goeben ve Breslau zırhlılarının Yavuz ve Midilli adını alıp Rus ve Karadeniz sahillerini bombalamaları Alman oyunu değildir. Bu emri verenler Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa’dır. Osmanlı Rusya ile savaşa hazırlıklı değildi. Savaş her ülkeyi yıktı, savaş kabinesinin ve Enver Paşa’nın Türkiye’nin çektiği sıkıntıdan tek başına sorumlu olmayacağı açık. Çanakkale Savaşı’nda iaşe düzgündü Şehit ailelerinin sıkıntı çekmesi önlenmişti. Türkiye her şeye rağmen feci bir buhrana düştü. Eski dünyanın düzeni altüst oldu Harbin sonunda İttihat ve Terakki’nin üyeleri yeni düzenden ve adil bir yargılamadan emin olmadığı için ülkeyi terk etti

Enver Paşa yeni idealler ve ülküler peşindeydi. Anadoluya Sakarya Zaferi’nden sonra müdahale etmeye çalıştı. 13 Eylül 1921’den itibaren Türkiye’nin gücü arttı. Sakarya Savaşı’nı kazanan Anadolu’nun Enver’e muhtaç olmadığı açıktı. İçerideki taraftarları onu ümitlendirdiler mücadelenin devam ettirilmesine cesaretlendirdiler. Anadolu hükümeti son meydan savaşına ve taarruza hazırlanıyordu KIZIL ORDU’YA*KARŞI ÖN SAFTA*ŞEHİT DÜŞTÜ
Enver Paşa Batum’dan içeri sokulmadı. Sovyetlerde istenmedi. Örgütlediği Basmacı Hareketi modern Orta Asya’nın en önemli olaydır. Sovyet Kızıl Ordusu’nun savaşta zorlukla bastırtılan hareketlerden biri olduğu resmen açıklanmıştır.

Bugünkü Tacikistan’ın Belcivan bölgesinde Abıderya köyünde karargâhını kurmuştur ve 4 Ağustos 1922 günü savaşçılarla bayramlaşırken başlayan ani Rus baskınına karşı ön safta atıldığı ve şehit düştü. Abıderya köyündeki Çegan Tepesi’ndeki mezarı Sovyet döneminde bile ziyaret edilen bir türbeydi. Mezarın Türkiye’ye, Abide-i Hürriyet’e nakli ne derecede isabetli olmuştur bilemiyoruz. Ne de olsa yerinde bir tarihi dönemin ve bir savaşçı neslin anısı olarak bulunması isabetli olabilirdi. EŞİNE AŞIK BİR DÂMÂD-
Enver*Paşa 1914’te Şehzade Süleyman Efendi’nin kızı ve Sultan Abdülmecid in torunu, Sultan Reşad ve Vahdeddin’in yeğeni Naciye Sultan’la evlendi. “Dâmâd-ı Şehriyâri”, yani hükümdar damadı olmuştu. Hırslı bir subayın kariyer evliliği gibi gözükebilir ama çocukluktan çıkan Sultan’ı bu genç subay çok sevdi. Hayatının sonuna kadar vatanından uzakta savaşırken dahi ona yazdığı mektuplar Bu aşk, paşanın idealleri ve bunları eşiyle paylaşması Türk hayatı için bir yeniliktir.
*

Kaynak hürriyet.com ilber ortaylı yazıları

Kıbrıs’ta 44 yılda çok şey değişti: Türk varlığı şart

Kıbrıs artık stratejik önemi olan bir adadır. Suriye’de Rusya’nın yerleşmesi, İngiltere’nin adadaki üsleri, Akdeniz’de üstün teknikli Amerikan filosu Kıbrıs’ta Türk varlığını gerekli kılmaktadır. Müdahalenin 44. yılında çok şeyler değişti. Değişen dünyayı, Türkiye’yi ve Kıbrıs’ı anlamak lazım. 9 Eylül*1570’te, II. Selim devrinde vezir Lala Mustafa Paşa’nın serdar, donanma serdarının ise Piyale Paşa olması ile Kıbrıs’ın kuşatılması ve adanın Venediklilerden Türklerin eline geçmesi mümkün oldu. Joseph Nasi’nin diplomatlık görevi Portekiz’den ve İtalya’dan Osmanlı ülkesine göç etmesinden evvel başlar. iyi bir bankerdir. Akdeniz’deki donanma sahibi devletlerin yapılarını, iç ve dış politikalarını iyi tanırdı.

Osmanlı Devleti Fatih ve Muhteşem Süleyman devirinde Ege adalarının fethini tamamlamış ancak Venedik’in elindeki Girit ve Kıbrıs alınmamıştı. bu iki ada Akdeniz’in kuzeyindeki Osmanlı için bir tehditti. Cezayir, Kuzey Afrika ve Mısır, Osmanlı Devleti’nin elindeydi. Fas Sultanlığı’yla ittifak vardı ticari yollar Venedik ve Kıbrıs’ın kontrolündeydi
Kıbrıs; tarih boyunca medeniyeti ve halklar nedeniyle Akdeniz tarihinin en karışık sorunlarındandır. adadaki Helen hâkimiyeti mutlak değildir. Yunan dilinin kullanılması ise anlaşma aracıdır Kıbrıs Türkler tarafından kolonize edildi. yerleştirilenler Toroslar’da birbirleriyle ve devletle itilaflı göçebe Türkmenlerdir Yaşamlarındaki kendi başına buyrukluk ve dini şamanlık devirlerine yakın duruşa sahiplerdi

Halen Kıbrıs’ta kullanılan Türkçe, Türkmen aşiretlerinin ve lehçelerinin yapısını taşır.
Kıbrıs Rusya’ya karşı Mısır’daki İngiliz hâkimiyetinin ve Süveyş Kanalı’nın üssü olarak bu Britanya İmparatorluğu için önemliydi. Berlin Kongresi’nde Rusya’nın ve Avusturya’nın aç gözlü politikalarına karşı zor durumdaki Osmanlı’yı kolayca ikna ettiler ve hâkimiyet Osmanlı’da, idare kendilerinde olmak üzere işgal ettiler. geçici işgal 1920’lerde bitecekti. Britanya ile Osmanlı imparatorluğu Birinci Dünya Harbi’ne savaştılar Britanya kıbrıs işgalini ilhaka çevirdi ada Türkleri ve Rumlar birbirlerine girdi
silah kullanılmadı 1950’lerde Türkiye’de kamuoyu ve Kıbrıs Türk halkı Yunanistan’ın taleplerine karşı çıktı Kıbrıs Türkleri Yunanların EOKA’cı hareketlerine karsı Britanya gücünü destekledi çatışmalar ortaya çıktı.

Türklerin ve Helenlerin anlaşması mümkün değildi. Türkiye’de “Ya taksim ya ölüm” sloganları geçerliydi. Yunanistan Türklerin adada harekete geçmesiyle paniğe kapıldı. EOKA Türk unsurun Britanya polis ve idaresine teslim olmasını yoksa ölümle cezalandırılacağını ilan etti. siyasi suikastlara başladılar. Siyasi suikastlar Türk birliklerinin çok dışına yayıldı. Türkiye beklenmeyen bir cesaretle adaya müdahale ihtiyacı hissetti. Bir yandan cesur kararlar alınırken bir yandan adaya büyükelçi gönderilip diplomatik manevrayla güvenlik konseyi üyeleri kazanılmaya çalışılıyordu.
1959 rejimi Zürih ve Londra anlaşmalarıyla ortaya çıkan ve Kıbrıs halkının yüzde 70 Rum, yüzde 30 Türk temsilciler tarafından idare edilmesini her iki tarafın da cemaatlerinin kurulmasına, Makarios idaresi tepki gösterdi anayasanın işletilmez ve Kıbrıs halkını köstekleyici bir oyun olduğunu ileri sürüyorlardı.

Türk Cemaati Meclisi Başkanı Rauf Denktaş İngiltere’de hukuk okuyan parlak bir hukukçuydu. İngiliz yönetiminde adada dağınık yasayan Türk cemaatinin gençlerinin hukuk dalında ve polislikte okuyarak idarede söz sahibi olması dikkat çekicidir. Makarios’un ikna edilemeyeceği görüldü çifte statülü cumhuriyetin 1960’larda EOKA hareketi ve silahlı direnişe geçmeye başlayan Türkler arasında karanlık günler başladı Türkiye Kıbrıs Türklerinin sadece okullaşma ve yayınlarına yardım ediyordu. Türkiyeden Giden güçlü eğitmenler ve milli eğitim desteğiyle Kıbrıslılar iyi yetişti ve kültürlerini korudu 1960’tan sonra kaçınılmaz olarak askeri destek verildi 10 yıl süren dönemde Kıbrıs halkı kuzeydeki merkezlerde toplanmaya başladı

Kıbrısta nüfus dağınıktı Kıbrıslı Albay Girivas’ın EOKA’sı ve barışı sağlayan Yunan tümeninin hareketiyle Kasım 1967’de ada kana bulandı. 1964’te Limasol, Baf ve Gaziveren’deki saldırılar Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurulması ve Türk jetlerinin müdahalesiyle bastırıldı. müdahale ancak 1972 de etkisini duyurmuştur. Sorun çözülemedi, 1967’de Yunan cuntasına bağlanan grup ve EOKA ayrı bir politika takip etdi. Makarios üçüncü dünya liderlerinin politikasını tekrarladı. Gayelerinin gerçekleşmesi için Sovyet Rusya’ya yanaştı. politikası durumunu Anglosaksonlar nezdinde sarstı. Kıbrıs çıkarmasında Kıbrıs Rumları ve Yunanistan’dakiler Kıbrıs Türklüğüne ve Türkiye’ye aşırı bir Amerikan ve İsrail desteğinden söz ederler.
Amerika’nın 1964’teki tutumunu terk etti Johnson mektubu Türkiye’de karşıt cepheyle karşılaştı.

1974 çıkarması Yunanistan ve Kıbrıs’ı en zayıf anda buldu. Makarios ve tarafları EOKA ile çatıştı. Yunanistan en karanlık günlerini yaşıyordu Yunanistanda sosyalistler de muhafazakâr liberaller Karamanlis’in partisi mevcut rejimle karşıtdı. Kıbrıs müdahalesinde Türkiye askeri yönetimin etkin olduğunu gösterdi. kara ordusunun eğitimi, komando tugayları, deniz kuvvetleri etkindir. Strateji iyiydi. Kıbrıs Rumları ve Yunan birliği Türkleri en müsait yer Mağusa’dan beklerken çıkarma Girne’den yapıldı ve muvaffak oldu. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi olayı işgal olarak niteledi. 15 Kasım 1983’te ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tanınmadı

tanınmanın yolları değişmeye, ilişkiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Türk tarafında hatalar yapıldı. Annan Planı onaylandı Kıbrıs Rumlarının inatçı tavrı, Türk tarafında adaya sonradan gelenler tarafından desteklenen görüşün reddine neden oldu. Yerleştirilen topluluk içinde Kıbrıs’ın ekonomisine katkısı görülenler Bulgaristan’dan getirtilen Balkanlı Türk unsurudur. Eğitim ve hayat bakımından yerlilerle iyi anlaşmaktadırlar.
Kıbrıs artık stratejik önemi olan bir adadır. Suriye’de Rusya’nın yerleşmesi, İngiltere’nin adadaki üsleri, Akdeniz’de dolaşan Amerikan filosu Kıbrıs’taki Türk varlığını gerekli kılar Müdahalenin 44. yılında çok şeyler değişti. Değişen dünyayı, Türkiye’yi ve Kıbrıs’ı anlamak lazım.
*
*
Yıllardır çocuklara yaşatılanlar... Asrın yüzkarası

Çarlık Rusyası’nın yıkılışında yaşananlar... General Franco döneminde Falanjistlerin hastanelerden çaldığı bebekler... Yunan İç Savaşı’nda General Markos’çuların faşist işbirlikçi dedikleri köylülerden topladıkları, ‘sosyalist’ eğitim için Çekoslovakyaya gönderdiği ailesiz büyüyen çocuklar... Stalin yetimleri... Hitler’in cinayetleri... Ve şimdi de Donald Trump İspanya’da halkı en çok meşgul eden konu Franco döneminde Falanjist militanların hastaneden çalıp dağıttıkları bebekler. Kuşkusuz bebek hırsızları olan o dönemin tıbbi personeli ve bir doktorun yargılaması öncesinde gösteriler patladı. İspanya’nın iç harp yaşadı. II. Cihan Savaşı’ndan sonra Çarlık Rusyası’nın yıkılışı gibi.

İspanyol İç Harbi’nde Hastanelerde babasız doğum yapanların sözde “ahlak dışı!” konumdan kurtulması için çocukları devlet otoritesine verilmekteydi. Bu bebekler düzgün ve iyi olan Katolik ve milliyetçi ailelerinin içinde büyüyeceklerdi. Babası saklanan bir solcu olan kadınların çocukları ve aynı akıbete uğramış yoksul ailelerin çocukları kimlikleri çalındı Bugün dava mağdurları adalet istiyor II. Harb öncesi ve sonrasında rejimlerin en büyük ahlaksızlığı budur.
Stalin 1930’larda terör sırasında ana-babaları tevkif edilen, sürgüne giden veya idam edilenlerin çocukları yetimhanelerde, toplandı Bunların sayısı kestirilemiyor en acı olay Yunan İç Savaşı’nda General Markos’çuların sağcı ve faşist işbirlikçi köylerden topladıkları küçük çocukları Çekoslovakya’ya sosyalist bir eğitim için göndermeleridir. 40 yıl sonra Yunanlılıkları evraktan tespit edilen, tek kelime Yunanca bilmeyen insanlar; kimlikleri kendilerinden çalınmış, yetişkinler olarak ortaya çıktılar.

Hitler’in cinayetleri veya bazı istenmeyen çocukları topladı Trump mülteci çocukları kaçırmayı ve göçü önleyici bir silah olarak kullanmayı düşünüyor Edepsizliğin son kertesi. Beşeriyet sadece seyrediyor. Bir yığın mültecinin bulunduğu botlar sahiden battı, yoksa batırıldı mı? İnsan kaçakçıları satacak veya organ mafyası her şeyi yapabilir insanlık tarihini yazarken son asırla iftihar ediyor ve övünüyoruz. 50 sene sonra bu parlak asra kibar görünümlü bir cani, çocuk hırsızı ve katili asrı diye bakılabilir mi? Beşeriyetin yaraları insanlığın “altın çağı”ndan bahsetmeyi imkânsız kılıyor.CÖMERT MAAŞLAR*ÖDEYEN PATRON 1930*doğumlu Şarık Tara, 40’lı yıllarda henüz 12 yaşında Türkiye’ye geldi. Rumeli kıtası imparatorluğun batışını hazmedememiştir;

Genç Şarık’ın ailesi imparatorlukta Balkanlar’da istanbul’da okuyan, yetişen gruplardandı. Baba Saraybosna’nın Karadağ’da yaşayan grubundan. Anne Osmanlı komutanlarından Yiğit Paşa’nın torunu. Şarık Tara eğitime Karadağ’da başladı ama rahat bir ortam değildi İstanbul’a göçtüler. Dönemin iyi yetişmek isteyen gençleri gibi bağımsız imtihan açan Teknik Üniversite’ye adım attı ve kısa zamanda inşaat mühendisi oldu.
ÜLKELERİ BİRBİRİNE BAĞLADI tecrübeler ve gördüklerinden inşaat sektöründe işçisine ve mühendisine cömert maaşlar ödedi Yeni mühendislik yöntemleri uyguladı Türk mühendislik eğitimi isteyen yurttaşlara imkân verdi Türkiye mühendisliğini hızlı, düzgün yatırımlarla inşaatlarla, Rusya’da ve Balkanlar’da temsil etti.

Balkanlar’da ülkeleri bağlayan otoyollar, Moskova, Leningrad’da yükselen binalar Şarık Tara’nın şirketi ENKA ve Türk mühendisliğini de rakipsiz hale getirdi. Türkiye’nin gelişmesinde eğitim ve şirketlerin Şirket ve patronların yetişmesinde büyük işler başarılmasına rağmen hâlâ yapılacak şeyler var. Şarık Bey Koç ailesi gibi Türkiye’de eğitimi üretimin başına koyan bir zihniyetdi. Bugün çok tutulan ve şüphesiz mühendislik ve işletmeye yardımcı olan ENKA okulları onun eseri. İç ve dış bursları, sayısız özellik var o Türk mühendisinden, ileri gelir. Kültürel hayatın ürünlerini tatmak için harcamaktan çekinilmez tüketim sınırlı örtülü olmalıdır. İyi çalışabilmek için genç yaşta işe girişmeli ve disiplinli yaşamak lazımdır.

Türk sanayisinin ve ticaretinin ayakta kalabilmesi için siyaset ve kültürel ilişkilerin önemi büyüktür. Şarık Bey Balkan devletleriyle iyi ilişkiler içindeydi. Yunanistan ve eski Yugoslavya, parçalanmadan bu birliğin her üyesiyle ve Rusya ile, ilişkilerin geliştirilmesi, için cömert bir fon kurdu. Maalesef fon o dönemdeki Dışişleri Bakanlığı’nın “Ben bilirim, ben yönetirim” zihniyetiyle muvaffak olamadı gerilimli bir diplomasi ortamında iş çevreleri ve kitleleri büyüleyen sanatçılar diplomatların inşa faaliyetlerine yardımcı olabilirler. Şarık Bey buna dikkat etti. holdinglerimizden birinin kurucusu olarak ebedi yolculuğuna çıktı. ÇALIŞANINI YETİŞTİREN* UZMAN YATIRIMCIYDI Binlerce işçisinin içinde rahat bir hayata ulaşan ve ENKA kurumları sayesinde okuyan gençlerin ve ekmek kazananların sayısı hayli kabarık. Şüphesiz burslarıyla yerküreye dağılanlar da var. Çalışanını ve araştırmacısını yetiştiren uzman yatırımcıların sayısı arttıkça memlekette sanayinin yoluna girdiği açıktır. Şarık Tara bu karakterde öncülerdendi.


Cezayir gerçeği

Dünyanın petrol yataklarından birine sahip ülkede, tarım yapılabilecek ve göçebelik dışında yaşam sürülecek alan yüzde 20’ye ulaşmıyor. Cezayir iç savaşı ustalıkla durdurduktan sonra aklı başında bir yönetim uyguluyor ve fert başına milli gelir 2002’den bugüne 8 misli artıyor, 9 bin dolar civarına ulaşıyor. CEZAYİR*Temmuz 1962’de Fransa’dan bağımsızlığını aldı. Bu, devlet olarak ilk doğuşu değildir. Batı Akdeniz’de İstanbul’dan uzak bir deniz eyaleti olarak Cezayir-i Garb Ocakları adıyla üç Sultan Selim devrinden beri Osmanlının içindeydi. Kırım Hanlığı ve Erdel Krallığı gibi yarı müstakil bir eyaletti. Mümtaz eyaletlerin merkez politikasına uygun dış devletlerle elçilik münasebeti vardı.

Askeri bakımdan merkeze bağlıydı. İlk beylerbeyi kaptan-ı derya Barbaros Hayreddin Paşa’dır. Cezayir donanması devletin yardımcı gücüydü korsan deniz kuvvetiydi. korsanlık deniz haydutluğu değildir. Merkez devletinin bilgisi ve emirleri dışında başına buyruk hareket edemezler, düşman devletlerini yağmalayamazlardı.1844’e kadar Cezayir, Fransa’ya boyun eğmedi. Bundan sonra Fransa’nın kolonizasyonu ve sömürge dönemi başladı. Cezayir’in Fransa’nın sömürgeci tutumu bir yandan da anavatanın parçası olarak bellediği Cezayir’i dışlaması, kültürlerini ve dillerini saf dışı etmeye çalışması yerli halkın ayaklanmaya sevk etti. Fransız milliyetçilik politikası Kuzey Afrika ve Akdenizde insanlara ters etki kazandırdı.

Cezayir Harbi çok kanlı ve uzundu. İsyan her yere yayıldı. Geniş kitleler infaz edildi. Cezayir’de Fransız diline bağlılık kadar Fransız tavrına ve milliyetçiliğine de sert ve haşin bir tepki devam etmektedir. Uzak vilayetleri merkez dışında oldukça müstakil bırakmak, yıllık vergi almak, silahlı kuvvetleri kontrol etmek şartıyla bu statüyü vermek Osmanlı politikasına uygundur. Cezayir uzaktı burada ilginç bir yapılanma vardır. Cezayir, Tunus ve bugünkü Libya’ya giden yeniçeri statüsündeki kuvvetler Balkan devşirmeleri olmayıp Anadolulu Türk çocuklardı. zabitlerin lakaplarında bu görülür; kul sınıfı Anadolu’ya bağlı kaldılar ve ilişkiler 19. asırda devam etti. İmparatorluğumuzun büyük amirali Cezayirli Hasan Paşa veya 19. asrın büyük sadrazamı Tunuslu Hayreddin Paşa büyük şahsiyetlerdir.

Cezayir 2 milyon 400 bin kilometreye varan yüzölçümüyle Afrika’nın en geniş devletidir. Dünya sıralamasında ilk dokuza giriyor. Nüfusu Moğolistan kadar az olmasa yüzölçümüne göre azdır. 40 milyon insan yaşıyor. dünyanın geniş petrol yataklarından birine sahip olan alanda tarım yapılabilecek ve göçebelik dışında yaşam sürülebilecek alan yüzde 20’ye ulaşmıyor. son 20 yıldaki çölleşme kendini hissettiriyor Cezayir iç savaşı ustalıkla durdurduktan sonra laik bir yönetim uyguluyor ve fert başına milli gelir artıyor. 2002’den bugüne 8 misli arttı, baskın bir gelir farklılaşması ortaya çıkıyor.

Bağımsızlık savaşının en kızgın savaşında Demokrat Parti hükümetinin bilmişlik gösterdi Kıbrıs politikasında bizi destekler görünen Fransa’yı gücendirmeyelim diye Cezayir’e sırtımızı döndük. Bu Türk halkına uygun değildi. Cezayir’e giden ilk elçimiz Semih Günver’in hatıratında da görülüyor. Devlet erkânının soğuk duruşuna rağmen deniz kuvvetlerinin şehri ziyareti ve abideye çelenk koyuşu, bütün Kasbah’ın destek ve alkışına sahne olmuştu. Özal’ın bizzat Cezayir Millet Meclisinde resmen özür dilemesi soğukluğu azalttı.Cezayir’de inşaat sektörüyle başlayan bir patlama var. Türkiye aktif rol alanlardan biri. Osmanlı eserlerinin restorasyonunda görev alınıyor. Bunlar yeterli değil. Asıl önemlisi kültür politikasıdır.

Cezayir Fransızca kullanır. Aydınlarda Fransızca önde geliyor ama Gençliğin Fransızcası gittikçe eriyor. Eğitim konusunda problemleri olan bir ülke. Yüksek tahsilde Cezayirli gençlere imkân sunmalıyız. O ülkede lise öğretmenleri güçlü. fen derslerinde yararlanmalıyız. Ülkeye uyum sağlayan ve Fransızca bilen büyükelçi ve diplomatlar yollamalı. Büyükelçimiz Mehmet Poroy ve eşi bu tür temsilcilerdendir. Batı Akdeniz’deki bu güzel ve bize yakın ülkeyle gönül bağlarını kurmak diplomatik ilişki ve ticari çıkar olarak görülmemeli.


İSVEÇ*milli takımındaki oyuncu Jimmy Durmaz’ın faulünden sonra kazanılan serbest vuruşla Almanya maçı kazandı. Futbolseverlerde arızalı tipler yaygın. Durmaz ve ailesi ölüm tehdidine maruz kaldı. Milli takım futbolcularını haşlayan Almanya Başbakanı ve sarayında tehdit ettiği Almanya Cumhurbaşkanı’nın aksine İsveç kabinesinin Sosyal Hizmetler ve Spor Bakanı Annika Strandhall meclise gittiği gün Durmaz’ın 21 numaralı formasını giydi ve onu desteklediğini gösterdi.Avrupalı” deyip bir kefeye koymayın. Annika Strandhall de Avrupalı, Avrupalı ama arada görgü ve insanca davranış eğitimi farkı var.
*
Kaynak yeniakit.com yavuz bahadıroğlu yazıları

Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!

Düşünün padişahlar cu*ma namazına gi*derk*en*“ta*lebe-i ulûm Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!”*diye bağırıyorlar
Ders kitaplarında*“diktatör”*ilân edilen padişahların en büyüklerinden, en cihangirlerinden, en zorlularından Yavuz Padişah Hâkimü’l-Haremeyn”* unvanı karşısında ürpertiler geçiriyor, dayanamıyor kendini secdeye atıyor, sonra mahzunca doğruluyor ve hatibe,* Hâkimü’l-Haremeyn
değil, Hadimü’l-Haremeyn”Mekke ve Me*din*e*’nin hizmetkârı diy*e*rek kendini*Harem-i Şerif’in hizmetkârı ilân ediyor. Hazret-i Ömer*şahsî gelirinden bir adam tutmuş, saçlarına ak düşene kadar her sabah sistemli şekilde,*“Ya Ömer ölümü unutma, mahşeri unutma”*diye, ahiretle arasına köprü yapmıştı…

Adaleti ile yalnız Müslümanları değil, Hıristiyan dünyasını bile teshir eden büyük*Halife Hz Ömer’in tutumuyla Osmanlı padişahlarının Allah’a teslim oluş halleri nbirbirine benzer.Osmanlı padişahları hiçbir zaman*“mutlaklığı kabul etmemişlerdir ulemaya tabi olmuşlar, büyük hesap gününü göz önünde bulundurmuşlar, bunu unutma korkusuyla*“Talebe-i ulûmdan”*bir grubu*“Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!”*diye bağırtmışlardır.*Al*lah’ı bi*len, Allah’a hesap vereceğine inanan kişi, hiç kuşkusuz her hareketin dünyevî so*rum*lu*luk*lar getireceğine inanırdı böyle bi*ris*i*nin diktatör, baskıcı, hırsız, asan-ke*sen olması mümkün müdür?

Kanunî Sultan Süleyman’ın, fetvaları bir sandıkta muhafaza eder sandığı göstererek,*“Dinimiz müsaade etseydi sandıkla birlikte gömülmeyi vasiyet ederdim”*dediği rivayet edilir. Ölünce, Şeyhülislâm sandığı açmış, verdiği fetvalara Şeyhülislâm’ın gözleri yaşarmış, büyük mesuliyetinin ağırlığını yüreğinde duymuş,*“Ah Süleyman! Sen kendini kurtardın, biz kendimizi nasıl kurtaracağız”*demişti.Kanunî’nin babası Yavuz, hocası*İbn-i Kemal’in atından sıçrayan çamura bulanmış kaftanı ölümüne kadar muhafaza ettirmiş, ölünce sandukasının üstüne örtülmesini vasiyet etmişti. Ve bu vasiyeti yerine getirilmişti.
Mâneviyat adamlarına ve mâneviyata önem veren, Allah korkusunu duyan, hesap gününü hafızasında tutan, ölüme her an hazır bulunan in*san*lar hakkında*“diktatör”tanımlaması ne ka*dar ak*la yakındır?

Padişahlar arasında zaman zaman hukuk dışına çıkanlar olmuştur, ancak bu nadirdir. Genel olarak Osmanlı padişahları hukuka bağlıydı Kâğıthane’deki mesire yerlerine su getirmek isteyen*Kanuni, Nikola*isimli mimarı tayin eder işi sıkı tutmasını, acele etmesini ister…bir sene sonra mesire yerinde hiçbir faaliyet olmadığını görüp kızar. Sadrazam’a Bu ne menem iştir ki buyruğumuz yerine gelmemiştir. Tiz Nikola’yı huzura getir! Sadrazam gayet sakin cevap verir:*“Nikola hapishanededir Hünkârım.”
Padişah,*“ ne demek oluyor?”diyip Sadrazam’ın yüzüne bakınca, Sadrazam açıklar:*“ hükümetten izinsiz kazı yaptığını haber verince yakalatup hapse atturdum.”Padişah’ın şaşkınlığına kızgınlık eklenir:*“Bu ne cüret! Buyruğumuz nasıl çiğnenir?”Sadrazam sakindir: “Hâşâ, maksat buyruk çiğnemek değildir. Hünkâr sizsiniz, velâkin Devlet-i Âliye’nin sadrazamı biziz; icra bizden sorulur. Padişahların bu işlere karışması töre değildir! Bunu değiştirecekseniz buyurun Mührü Humâyun’u alın!”*Ve*Kanuni, çok kızmakla birlikte, hukuka teslim olur, sesini çıkarmaz.*
*

*Ava giden avlanır

Devir,*Sultan Dördüncü**Mehmeddevri…
Osmanlı Devleti çökmekte serhadlerden acı haberler gelmekte Ay geçmiyor ki,*Osmanlı Devleti’ne bağlı kaleler küffar”*eline geçmektedir*Vatan ağlıyor, millet ağlıyor, devlet ağlıyor; Şevketlü Sultan Mehmed Han” erkânıyla birlikte*Davutpaşa*ormanlığında avlanmaktadır
Ancak Padişah, olup bitenden, habersiz değildir, lakin dalkavukları aşamıyor, dalkavukların,* Hünkârım”*övgülerinde teselli arayıp vicdanını rahatlatıyor. Mert ve sert bir sese vatanın, milletin, ve Padişah’ın ihtiyacı var, ama O mert ve sert sesi kim verecek? Hangi babayiğit Padişah’ı gafletten uyandıracak?*Bereket versin millet bugünkü gibi*“adam kıtlığı değil. milletin,*İstanbul Kürsü Vaizi Himmetzâde Abdullah Efendi’si var.

Abdullah Efendi, Sultan Dördüncü Mehmedin hocalarından gönül eridir. Âlimdir, “adam gibi adam”dır kısacası! tüm İslâm âleminde adı, sanı bilinir, sözü, dinlenir, kendisine güvenilir. Bir cuma sabahı Padişah’ın habercisi Hoca’nın kapısına dayanır Efendi Hazretleri, Padişah’ımız, zat-ı âlinizi dâvet buyurmaktalar, ‘Gelsün, irşad olalum” demekteler. Ne dersüz?”Abdullah Efendi’nin sabrı taşmış düşüncelerini Padişah’a ulaştırmak için fırsat kollar. Padişah’ın at arabasına binerek hutbeye çıkar. Ağlayarak konuşur Ey ümmet-i Muhammed! Devlet sahipsiz kaldı. Şehir ve kalelerimiz küffar eline geçti. Müslümanın canı, malı, ırzı, namusu mal oldu. Camilerimiz kiliseye döndürüldü. günahlarımıza tövbe edelim. Secdeye kapanıp, gözyaşlarımızdan yerde çimen bitinceye kadar da ağlayalım. Belki bağışlanırız.”
Cemaat de ağlamaya başlamıştır.*Abdullah Efendi,* padişaha döner. Canını dişine takarak azarlar Hay Padişahım! Nedur hay-huy, nedur bu nefs-i emmareye uymalar? Niçün gaflet uykusundan uyanmazsız? Bilin ki zaman avlanma zamanı değil, ağlama zamanıdır!”

Padişah, yüreğini inciten hutbeyi başı önünde sessizce dinler. adamlarına hazırlanmaları emrini verir. Ordusunun başında sefere çıkar.
Osmanlı’nın devamı olan milletimizin bugün Abdullah Efendi’lere ihtiyacı var. Birbirleriyle kavga eden siyasetçilerimizi, öğrencileriyle kavga eden üniversitelerimizi, halkla kavga eden medyamızı ve kavga eden halkımızı*“Kavga zamanı değil, el ele verip memleketi kurtarma zamanıdır”*diye uyaracak mert bir sese muhtacız.*
*
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı