![]() |
#21 |
![]() Hz. Dâvud aynı zamanda peygamber olan bir hükümdardı. Kur'an-ı Kerim'in başka surelerinde verilen ayrıntılı bilgilere göre yüce Allah ona başta zırh olmak üzere çeşitli savaş araçları yapmayı öğretmişti. Burada ise ayetlerin akışı, yukardaki kıssanın tümünde güdülen bir başka amaca yöneliyor. Hikâyenin bu şekilde son bulduğu, yani nihaî zaferin maddi güç yerine Allah'a güvenen inanç tarafından, sayı çokluğunun oluşturduğu kuru kalabalık yerine özüne saygı besleyen irade tarafından kazanıldığı ilân edilince, tam bunun arkasından bu kuvvetler arasındaki çatışmanın yüce amacı açıklanıyor. Bu yüce gaye savaş ganimetleri, yağmalar, ünvanlar ve görkemli törenler değildir. Bu yüce gaye, yeryüzünde dirlik ve huzur sağlamak, kötülüğe karşı kavga vererek iyiliği, hayırlıyı egemen kılmak, iktidara getirmektir: "Eğer Allah bazı insanların şerlerini, diğerleri aracılığı ile savmasaydı, yeryüzünü kargaşa kaplardı."
Ayetin bu kısacık bölümünde yeryüzünde hüküm süren kuvvetler çatışmasının, güç odakları arasındaki yarışın; insan çabasının coşkun, dalgalı ve çağıltılı hayat selinin akıntısına kapılarak sürüklenişinin gerisindeki ilâhi hikmetin iyice belirgin hale gelmesi için kişiler ve olaylar sahneden çekiliyor, gözlerden kayboluyor. Burada üzerinde karınca sürüleri gibi insan kaynayan uçsuz-bucaksız hayat alanı gözler önüne seriliyor. Bu insan kalabalıkları kesintisiz bir karşılıklı savunma, yarışma ve aralarında itişerek hedefleri peşinde koşuşma halindedirler. Bütün bu olup-bitenler süreci içinde o yüce, hikmet sahibi ve önceden tasarlayıcı (mudebbir) el, bu kalabalıkların tümünün iplerini elinde tutarak aralarında çatışan, yarışan, itişen insan yığınlarını son aşamada hayra, dirliğe, yapıcılığa ve gelişmeye doğru yönlendiriyor. Eğer Allah kötü insanların kötülüğünü, başka birtakım insanlar aracılığıyla savıp önlemeseydi hayat bozulur ve yaşanmaz hale gelirdi. Bunun yanı sıra eğer insanlar arasında Allah tarafından öyle yaratılan fıtrî yapılarının gereği olarak menfaat ve kısa vadeli, yüzeysel amaçlar çatışması olmasaydı, bütün enerji birimleri özgür biçimde yarışmaya, yenişmeye ve karşılıklı meşru savunmaya girişir, böylece insanlar tembelliği ve aylaklığı üzerinden silkeleyip atar, potansiyel enerji kaynaklarım tam kapasite ile harekete geçirir, sürekli biçimde uyanık, faal, yeryüzünün üstündeki ve altındaki kaynakları ortaya çıkarma, onun çeşitli güçlerini ve gizli hazinelerini keşfedip kullanma çabasını harcar durumda olurdu. Gerçi son aşamada dirlik, huzur, hayır ve gelişme gerçekleşir. Fakat bu olumlu gelişmelerin görülebilmesi için iyilik yanlısı, doğru yol yolcusu ve fedakâr bir cemaatin, sıkı dayanışmalı bir insan topluluğunun ortaya çıkması gerekir. Bu cemaat, yüce Allah'ın kendisine açık açık anlattığı hakkı, kendisini Allah'a ulaştıracak yolu kesin bir şekilde bilir. Yine bu cemaat batılı ortadan kaldırarak yeryüzünde hakkı egemen kılmakla yükümlü olduğunu, bu soylu görevi yerine getirmedikçe, bu uğurda sırf Allah'ın emrini yerine getirmek ve O'nun hoşnutluğunu elde etmek amacı ile dünyada önüne çıkacak her sıkıntıya katlanmadıkça yüce Allah'ın azabından asla kurtulamayacağını da bilir. Bu çatışmalı hengâmede yüce Allah hükmünü yürütür, takdirini pratiğe uygular; hakka, hayra, dirliğe ve huzura söz üstünlüğü kazandırır; bu çatışmanın, bu yarışın ve bu karşılıklı savunmanın olumlu birikimini, hayır yanlısı ve yapıcı olan gücün avucuna koyar, kazanç hanesine yazar. O hayır yanlısı ve yapıcı güç ki, giriştiği bu çatışma sırasında içindeki en soylu, en onurlu, kendisini hayatta erişebileceği en yüce kemal düzeyine yükseltecek itici yetenekler harekete geçmiş, ortaya çıkmıştır. “Bunlar Allah'ın ayetleridir. Bunları sana hakka bağlı olarak okuyoruz. Hiç kuşkusuz sen de peygamberlerden birisin.” (2/Bakara, 252). Bu yüksek düzeyli, geniş amaçlı ayetleri "sana okuyoruz". Yani bu ayetleri okuyan,bizzat yüce Allah'ın kendisi. Eğer insan bu olayın, bu açıklamanın içerdiği derin ve dehşet verici mahiyeti yeterince düşünebilse bunun ne kadar korkunç ve büyük bir şey olduğunu kavrardı. "Bu ayetleri sana hakka bağlı olarak okuyoruz". Yani bu ayetler beraberlerinde "hakkı" taşıyorlar ve onları okuma ve indirme yetkisini elinde bulunduran yüce Allah'tır bu ayetleri okuyan. Bu yetki Allah'tan başka hiç kimsenin elinde değil. O halde Yüce Allah dışında kullar için sistem düzenlemeye yeltenen herkes haddini aşarak Allah'ın yetki alanına dalan bir mütecaviz, kendine ve kullara zulmeden bir zorba, gerçekte sahip olmadığı bir şeye sahip olduğunu iddia eden bir sahtekâr, itaat görmeyi beklemeye hakkı olmayan bir batıl yolun yolcusudur. Kul, sadece Allah'ın buyruklarına ve bir de Allah'ın gösterdiği yoldan ayrılmayan hak kılavuzlarının emirlerine itaat eder, başkasının söylediklerine değil. "Hiç kuşkusuz sen de peygamberlerden birisin." Onun için sana bu ayetleri okuyoruz. Onun için seni bütün geçmiş yüzyıllarda yaşanmış insanlık tecrübeleri ile, iman kervanının deneyim birikiminin bütün aşamaları ile donatıyor ve bütün peygamberlerden kalan mirası sana aktarıyoruz. Ve tecrübe hazineleri ile dolu olan bu bölüm burada sona eriyor. Böylece müslüman cemaati çeşitli alanlarda çeşitli yönlerde gezintiye çıkaran ve bu gezintilerin izlenimleri aracılığı ile onu eğiterek son derece önemli görevine hazırlayan bu cüz de burada noktalandı. O önemli görev ki, Allah onu müslüman cemaatin üstlenmesini takdir etti, onu bu görevin başına dikti, yine onu zamanın bitimine, dünyanın son anına kadar bu ilâhi sistem uyarınca insanları yönlendirecek bir örnek ümmet olarak ortaya çıkardı. |
|
![]() |
![]() |