![]() |
#18 |
![]() Tecahül-i ârif, nükte sanatıdır... Sükse sanatı değil! Taa, lise yıllarında “Edebiyat” derslerinde görmüştük... Edebiyatta, “Tecahül-i ârif” diye bir tür vardı... Kısaca, “bildiğini veya bilineni bilmezlikten gelerek nükte yapma”ya “tecahül-i ârif” denilir... Bu terimi açıklamak için, Fuzuli’den şu örnek verilir: “Bilmiyorum, devreden kubbe mi su rengindedir, yoksa gözyaşlarım mı kubbeyi kaplamıştır.”
Fuzuli, bu beytinde “tecahül-i ârif” yapmaktadır... Gök kubbenin “mavi” renkte olduğunu bile bile, “bilmezlikten gelmekte”dir!.. Örnekten de anlaşılacağı üzre; “tecahül-i ârif”ten kasıt, “bilip de, bilmezlikten gelme”dir!.. Bunu, halk arasındaki “argo” ifadesiyle açıklayacak olursak, şöyle diyebiliriz: “Tecahül-i ârif, salağa yatma sanatı”dır... Hani, “aptalı oynamak” veya “saf ayaklarına yatmak” deriz ya, onun gibi bir şey!.. Fuzuli’nin; gök kubbenin “mavi” renkte olduğunu bilmezlikten gelmesi; nasıl ki “cahilliğinden” değil, “cahil ayaklarına yatmasından” dolayıdır, yani bunu “bilinçli” yapmaktadır, herhangi bir kişinin de; “cevabını bildiği” halde “soru yöneltmesi” saf ayaklarına yattığının bir göstergesidir!.. (işte bu dönemde gerçekler Levent Kırca n'ın işine gelmediğinden aptalı oynamaktadır) |
|
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|