![]() |
#5 |
![]() Ancak bütün bunlara rağmen, CHP'nin korporatizmi ismen kabul etmeyip 'ulusal devlet'
kavramını tercih etmiş olduğunu da belirtmek gerekli. Recep Peker'in bu konudaki sözleri şöyle: Şu halde acaba korporatif bir devlet düşüncesi mi hakimdir fikri hatıra gelebilir. Bunu da karşılamak için programımızda bir önemli madde vardır. Onu hatırlatayım: Türkiyede istismarcı yolda çalışacak tröstler ve karteller de yasak olacaktır. Bilirsiniz, nasıl marksist sosyalist fakir bir ulusu içinde sınıf duygusu ile besliyerek parça parça çatışma saflarına ayırır, bir sınıfı öteki sınıf aleyhine uğraşa sürükleyici telkinler yaparsa, müstahsillerin [üreticilerin] aralarında birleşmeleri ve elele vermeleri ve bu surette müstehlikler [tüketiciler] aleyhine ilk bakışta bariz görünmiyen falan hakikatte zararlı olan bir başka çeşit sınıf mücadelesine yol açar. Halbuki biz Türk varlığında bu müstahsiller-müstehlikler çatışmasına da yer vermeyeceğiz. Her gün kendisine maliyet fiatından kat kat fazla bir fiat empoze edilmek vaziyetinde bulunan ve istismar edenlere karşı yüreği nefretle dolu bir müstehlik kitlesi meydana çıkmasının da önüne geçmeyi esaslı bir prensip tutmuş oluyoruz. 19 Recep Peker'in gerek parti programının metninin, gerekse kendisinin program hakkındaki açıklamalarının korporatizm anlayışıyla ilişkilendirileceğini düşünmesi elbette doğal. Ancak Kemalist devletçiliğin korporatist olmadığı konusuna delil olarak tröst ve kartellere izin verilmeyecek olmasını göstermiş olması tamamen anlamsız. Zira üreticilerin kendi başlarına tröst ya da kartel oluşturmaları, devlet korporatizminin tanımına zaten baştan ters. Peker, ihtimal, dönemin şartlarından ötürü Türkiye'nin, Mussolini İtalyası ve Nazi Almanyası ile aynı kategoride değerlendirilmesini istemiyor olabilir. Ancak bir politik ya da ekonomik bir sistemin niteliği analiz edilirken esas olan, o sistemi organize eden kişilerin söz konusu idareye hangi ismi taktıkları değil, o sistemin temel özelliklerinin hangi tanımlara karşılık geldiğidir. Bu çerçevede, cumhuriyet adı verilen bir idare cumhuriyet olamayacağı gibi, korporatist olmadığı iddia edilen bir ekonomik rejim de pekala tipik bir devlet korporatizmi olabilir. Kemalist Devletçiliğin Militer-Milliyetçi Yönü Korporatizmin etkisi altına giren 1920 ve 30'ların Avrupa ülkeleri gibi Kemalist devletçiğin de militer seviyede bir milliyetçiliği benimsediği rahatlıkla söylenebilir. Kemalizmin milliyetçilik ilkesi korporatizm adına gördüğü işlev itibariyle ayrıca ele alınmayı hak etse de, militer milliyetçiliğin ekonomik alanda devletçilik ilkesi ile fazlasıyla iç içe geçtiği kimi örnekler diğerlerine göre bir parça farklılık arz ediyor. Bu tür örneklerden en çarpıcı olanı, Kemalist devletçiliğin ülke çapında, devlete ve sivillere ait olan kurumlarda beden eğitimi mecburiyeti getirmiş olması. Beden eğitimi 1920 ve 30'lu yıllarda (Atatürk'ün ifadesiyle) ırkın 'saflaşması' adına bir araç olarak algılandığından, halkın topyekün mecburi beden eğitimine tabi tutulması o dönemde olağan karşılanıyordu. Dahası, tek parti rejimi, yukarıdaki metinde devlete ve sivillere ait kurumlar derken, fabrikaları da bu çerçevede değerlendiriyordu. 1935 yılı CHP programının bu konudaki hükümleri şöyle: 19 Parla, 131. KEMALİZM - 14 - Yurdda beden ve devrim eğitimi ile spor işlerinde biteviyelik [süreklilik] göz önünde tutulacaktır. Okullarda, devlet kurumlarında, ve özel kurum ve fabrikalarda bulunanlar, yaşlarına göre, beden eğitimi ile uğraşmak yükümü altına alınacaktır. 20 Kemalist devletçiliğin korporatist yapısı hakkında pek çok örnek verilebilir. Ancak 'beden eğitimi' ile 'devrim eğitimi' kavramlarını aynı tamlama içine alabilen, fabrika işçilerini dahi ekonomik rejimin askeri gibi görerek militer bir şekilde eğitmek isteyen, bütün bu (akademik anlamda) faşist uygulamaları ırkla ilişkilendiren, ve hepsinden önemlisi, (sözgelimi) fabrika işçilerinin kendilerini doğrudan ilgilendiren bu uygulamalar hakkındaki fikirlerini hiçbir şekilde sormaya ihtiyaç hissetmeyen ve kendileri haklarında alınan kararlara rütbesiz asker gibi itaat etmelerini bekleyen bu zihniyet, hemen her yönüyle tipik bir faşizmi ve devlet korporatizmini yansıtmaktadır. Böyle bir ortamın sosyal demokrasiyle ilgisi yoktur - ve zaten tek parti döneminin hiçbir aşamasında da olmamıştır. Bu türden (hem popüler hem akademik anlamda) faşist uygulamalar, II. Dünya Savaşı'nın ardından tarihe karışmış olduğundan, bunların günümüz dünyasıyla da hiçbir ilişkisi kalmamıştır. Bu tuhaf ilkelerin halen 'ilericilik' olarak sunulması ise, Türkiye'ye has bir gericiliktir. 5. MİLLİYETÇİLİK Kemalizmin 'halkçılık' ilkesi, halkı 'birbirleriyle uyum içerisinde faaliyet gösteren farklı parçalardan oluşan bir bütün' haline getirmeyi esas alırken, 'devletçilik' ilkesi de, devleti, söz konusu bütünün ne şekilde koordine edileceği konusunda kararlar alan bir üst aygıt kılmayı hedefliyor. Dikkat edilecek olursa, rejimin sosyal, politik ve ekonomik niteliğini belirleme adına bu iki ilke 'teknik anlamda' yeterli. Ancak bu işleyişin sürdürülebilir kılınabilmesi için, insan faktörünün de göz önüne alınması ve kaba teknik kalıplara insani anlamlar yüklenerek rejimin işleyişinin vatandaşların gözünde bir ideal haline getirilmesi gerekiyor. Milliyetçilik, bu noktada, halkçılık ve devletçilik ayakları üzerine oturan Kemalist korporatizmin işlevselliğini temin edebilme adına ciddi çözümler sunuyor. Halkın genelini bir 'ulusal mit' etrafında kenetleyebilen, bireysel değil, kollektif değerleri yücelten, böylelikle de devlete ve idarecilere bağlılığı kolaylaştıran milliyetçilik, herşeyden önce, ürettiği farklı insan tipi sayesinde devlet korporatizmi (ya da daha farklı türden parti diktatörlükleri) adına elverişli bir zemin ortaya çıkarıyor. Gerek hakim kollektif değerler, gerekse ulusal mitler konusunda eleştirel ve şüpheci bir yaklaşımdan son derece uzak olan bu insan tipinin ayırt edici özelliği, devlet otoritesine karşı sorgulayıcı değil, itaat edici bir tavır sergilemesi. Kemalizmin temelde 'kalkınma' kaygısıyla hareket eden bir ideoloji olması nedeniyle, milliyetçiliğin sadece politik değil, ekonomik bir boyutunun da olduğu ve hatta çoğu zaman ekonomik boyut ile politik boyutun iç içe geçtiği de söylenebilir. Zira halkı önce birbirine kenetleyip sonra da devletin güdümüne sunan halkçı-devletçi rejim, milliyetçiliğin yardımıyla 20 CHP Programı, 1935. - 15 - teksesliliği de temin ediyor, ulusal ideallerin mutlak doğruluğuna ve sorgulanamazlığına olan inancın yerleşmesini sağlıyordu. Benzeri bir etkiyi ekonomik sahada da görmek mümkündü. Milliyetçilik ilkesi, gerek özel sektörde gerekse kamu sektöründe çalışanların faaliyetlerini kontrol altına alıyor, devletin uygun gördüğü şekilde sürdürülen faaliyetlere 'ekonomi ötesi' anlamlar yüklenebilmesine olanak tanıyordu. Bu noktada milliyetçilik ilkesinin yaptığı, insanlığa ziraati, sanatı ilk öğreten, dünyaya mürebbilik etmiş olan bir 'üstün Türk ırkı' konsepti oluşturmaktı. Bu konsept, (halkçılık ilkesi gereği) 'birbirleriyle uyum içerisinde faaliyet gösteren farklı parçalardan oluşan bir bütün' olarak davranması beklenen halkın, (devletçilik ilkesi gereği) devlet güdümünde gerçekleşmesi planlanan ekonomik kalkınma amacına kilitlenmesini kolaylaştırıyordu. Atatürk'ün 1930 yılında İzmir'de gerçekleşen CHP kongresindeki konuşmasında sarf ettiği kimi cümleler, bu yaklaşımın bir özeti gibidir: 'Bütün beşeriyete ziraati, sanatı ilk öğreten Türk milleti idi. Türk milletinin dünyaya mürebbilik etmiş olduğuna artık hakiki alimlerin şüphesi kalmamıştır. Türk milletinin bundan sonra layık olduğu derecede iktisadiyat sahasında yükseleceğine kimsenin şüphesi olmamalıdır. Fırkamızın vazifesi bu hedefe bir an evvel erişebilmek için millete yol göstermek ve yardım etmektir.' 21 Tek parti döneminin tamamı boyunca işçilerde milliyetçi olma koşulunun aranmış 22 olması gibi uygulamalar, halkçı-devletçi bir zemin üzerine oturan Kemalizmin işlevsellik konusundaki bu kaygısının sonucuydu. 'Irkın saflaşması' adına bütün işçilere devrim ve beden eğitiminin zorunlu tutulması da, yine bu çerçevede değerlendirilerek açıklanabilir. Bu türden uygulamaların özel sektör çalışanlarını da kapsayacak şekilde geniş tutulmuş olması, 1930'lar Türkiyesinde devlet korporatizminin dozunun epey yüksek olmasından ileri geliyordu. Kemalist milliyetçilik, Türkiye'deki gerek müslüman gerekse gayrimüslim azınlıklara karşı ayrımcı ya da asimile edici yöndeki uygulamalarıyla da ayrıca değerlendirilebilir. Ancak bu noktada, şovenist karakterdeki bu milliyetçiliğin varlık sebebinin (ve kavramsallaştırılmasının) halkçı- devletçi korporatizm ile ilişkilendirilerek o çerçevede ele alınması yeterli görülebilir. 21 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri'nden aktaran: Parla, Taha. [1992] 1995. Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Cilt 3: Kemalist TekParti İdeolojisi ve CHP'nin Altı Ok'u. İstanbul: İletişim Yayınları. 241. 22 Konu onurcan tarafından (12-05-2011 Saat 00:48 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|