|
![]() |
#1 |
![]() [size=8pt]Şimdi, gelelim bir başka şiire. Bu şiiri biraz okuyacağım, ötekileri biraz hızlı geçtim. "Dirvas" diye bir şiiri var. Kısaca anlatayım meseleyi: Dirvas, 11 yaşında bir çocuk. Emevîler devrinde yaşamış ve ikinci Hişam zamanında üç sene yağmur yağmıyor. Çölde, vahada, tarlalar kuruyor, çatlıyor, hayvanlar susuzluktan ölüyor, insanlar ölüyor, hatta, gençler ihtiyarlıyor, ihtiyarlar mevte dönüşüyor. Sonunda diyorlar ki, biz de insanız, halife de insan; kalkalım, gidelim, halifeye derdimizi anlatalım, herhalde bizi dinler, bir çare bulur. Onun üzerine, onlardan birisi diyor ki "Dirvas da gelsin bizimle." Dirvas, 11 yaşında bir çocuk, fakat, çok güzel konuşan bir çocuk; talakatıyla ikna etmediği kimse yok. Dolayısıyla, onu da alıyorlar ve Şam'a geliyorlar. Şam'da, saraya haber gönderiyorlar; İkinci Hişam, gelsinler diyor. "Vaktâ ki girer şüyûh Şam'a, Derhal haber gider Hişam'a: Derler ki, beş on kabile geldi. Der: Gelsinler saraya şimdi. Birlikte çocuk dalar huzura. Evvelce dua eder de sonra, (Yani, hükümdara şükran borçlarını filan sunar) Hiç pervasız gider kelâma... Lakin bu tuhaf gelir Hişam'a; Der: Sus a çocuk, büyük dururken, Söz sâdır olur mu hiç küçükten? (Bizim her zaman yaptığımız şey) Dirvas o zaman kelâmı tekrar Teshîr ile der: "Nedir bu azar! Mikyası mıdır zekâvetin sin? (Zekî olmanın ölçeği yaş mıdır) Dirvâs'ı çocuk mu zannedersin? Bir dinle de sonra gör çocuk mu? İnsaf nedir o sizde yok mu? Ben söyleyeyim de bir efendim, Susturmak elindedir efendim." Yani, 11 yaşında bir çocuğu, Emevî Hükümdarı Hişam'a karşı böyle konuşturuyor. Daha enteresan şeyleri var, gelecek. "Dirvas bakar Melik'te ses yok; Mecliste değil ki ses, nefes yok; Mu'tadı olan talakatıyle Başlar söze eski şiddetiyle: "Üç yıl mütemadiyen kuraklar, Emsali görülmemiş sıcaklar, Samanımızı kuruttu gitti; Mezrûâtm umumu bitti. Binlerce çadır kapandı kaldı, Çöl, mahşer-i mevt şekli aldı! Şehrîleri besleyen kabâil, Köy köy geziyor zelîl ü sâil! Matemlere cûd eden o urban, Nan pareye can verir bugün can! Çıplakları giydiren de üryan, Gömleksizdir zükûr ü nisvan! Açlık ecelin zahiri oldu: Baştan başa çöl cesetle doldu. Her kuşede bin acıklı feryâd... Yok bir yerden sada-yı imdad. Şubbân (gençler) bütün ihtiyara döndü! Pîrân görsen mezara döndü! Yok validelerde süt ki: Tutsun, Evladını emzirip uyutsun. Zannım, bize münfail ki Mevla: Bir bâdiye halkı yandı, hâlâ , Bir damla su inmiyor semadan, Şebnem bile düşmüyor duadan! Binlerce duaya bir icabet Göstermedi bargâh-ı rahmet. Artık sana ilticaya geldik, Reddetmez isen ricaya geldik: Görmekteyiz ey Emîr-i adil, İnkârı bunun değil ya kaabil Yok sendeki ihtişama pâyân: Bizlerse alay alay sefîlân Bir yanda demek ki fazla var çok; Hayfa ki öbür tarafta hiç yok. Öyleyse biraz tevazün ister. Evvel beni dinle sonra hak ver:" Şimdi, şu söyledikleri şeye özellikle dikkatinizi çekiyorum: Benim diyen sosyalist söyleyemez bunu: "Nerden buldun bu ihtişamı? Halkın mı, senin mi, Hâlik'ın mı? Allah'ın ise eğer bu servet, Bizler de onun kuluyken, elbet Bir pay talebinde hakkımız var... İnsaf olamaz bu hakkı inkâr. Halkınsa şu bî-nihayet emval; Ver, etme hukuk-i gayri pâmâl. Yok; böyle de olmayıp da kendi Mâlin ise -çünkü fazla- şimdi, Bî-vâyelere tasadduk eyle... Dördüncüsü varsa haydi söyle!" diyor. Mantıkta, kıyası mukassem denen bir kıyas vardır. Yani, Fatih Sultan Mehmet'in ilk tahta çıktığında, babasını tekrar tahta çağırması esnasında söylediği gibi, İşte, padişahsan gel tahta otur, ben padişahsam, emrimi dinle gel otur dediği gibi; yani, iki uçlu, iki taraftan da kurtuluş yok. Burada da, Mehmet Akif, Dirvâs adındaki 11 yaşındaki bu çocuğa, hükümdar Hişam'ı susturabilmek veya ikna edebilmek için böyle bir kıyası mukassem yaptırıyor. "Dördüncüsü varsa haydi söyle..." Çünkü, hiçbirinin altından kalkacak durumu yok. Kendisinin de olsa, halktan da almış olsa, Allah da vermiş olsa, hepsinde insanların hakkı var diyor. "Mebhût ederek bu söz Hişam'ı, Huzzara demiş: "Görün kelamı! Yok bende cevab-ı redde kudret... Hayret, bu civan-dehaya hayret! İcab ediyor ki şimdi insaf: Mes'ulü hemen olunsun is'af." Demek ki, bu çocuğun isteklerini yerine getirmek bizim için bir zaruret oluyor diyor, derhal getirin diyor ve getiriyorlar. İşte, Mehmet Akif, çocuklara bu rolleri veriyor. Bu bitti; ama, bir şey söylemek istiyorum. Ben, Mehmet Akif konuşmalarımın hepsini, Mehmet Akif'in kısa bir şiiriyle bitiririm: Müsaade ederseniz Sayın Başkan, geçen sene de okudum; Safahat'ta olmayan bir şiiri; 1986'dan sonra alındı ve Mehmet Akif'e de, 1925'te birtakım gençler "kör, beyinsiz, sağır" falan diye bağırtılmış, aleyhinde konuşturulmuş, ona verdiği bir cevaptır bu. 1946'da Hareket Dergisinde yayınlandı, ondan sonra, 1986'da bazı Safahat neşirlerine alındı. Şöyle diyor Mehmet Akif, kendisine "kör, beyinsiz, sağır" diyenlere: "Ne yapsam, neyle kurtarsam, şu yatmış inleyen halkı Deyip ezberde olsun gezdiğin vaki midir şarkı? Benim beynim sağır yahut gözüm körmüş. Peki, lakin, senin görgün yolundaymış da, keskinmiş de idrakin. Ne gördün, söyle evladım, ne duydun lütfen izah et; Hayır, hacet de yok izaha, pek meydan da mahiyet. O mahiyet, fakat iğrenç; o mahiyet fakat çirkin. Niçin dersen, sıkılmak hissi insanîsi yok ilkin. Evet, beynim sağırdır, çünkü kâinatım hep feryat. Gözüm görmez evet, zira muhitim hep karanlıktır. [color=red]İşitmem başka bir ses, milletim eylerken istimdat Fakat, sinemde imanım müebbet fecri sadıktır. Kör olmaz ağlayan gözler, sağırlaşmaz tutuşmuş beyin. Yaşarmaz gözle, yanmaz beyni hilkat addeder bir şeyn Geçilmez kahkahandan her taraf yangın içindeyken. Yanan bir sineden lakin ne istersin, nedir öfken? Beraber ağlamazsın, sonra kör dersin, sağır dersin. Bu hissizlikten insanlık hem iğrensin hem ürpersin. Ne ibret, yok mu bir bilsen, kızarmak bilmeyen çehren, Bırak tahsili evladım, sen ifkin bir haya öğren."
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|