Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-22-2008, 02:59   #1
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
Put Kıran İbrâhim (a.s.)


“Andolsun Biz İbrâhim’e daha önce rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık. O, babasına ve kavmine: ‘Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?’ demişti. Dediler ki: ‘Biz babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.’ ‘Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz’ dedi. Dediler ki: ‘Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?’ ‘Hayır’ dedi; ‘sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şâhitlik edenlerdenim. Allah’a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!’ Sonunda İbrâhim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye. ‘Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zâlimlerden biridir’ dediler. (Bir kısmı ‘Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhim denilirmiş’ dediler. O halde, dediler, ‘onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şâhitlik ederler.’ ‘Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhim?’ dediler. ‘Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Haydi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!’ dedi. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) ‘zâlimler sizlersiniz, sizler!’ dediler. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: ‘Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun’ dediler. İbrâhim: ‘Öyleyse’ dedi, ‘Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâlâ tapacak mısınız? Yuh olsun size ve Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere! Siz akıllanmaz mısınız?’ (Bir kısmı ‘Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!’ dediler. Biz de dedik ki: ‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!’ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. Biz, onu ve Lût’u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık.” (21/Enbiyâ, 51-71)

"Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi?! İşte o zaman İbrâhim: 'Rabbim, hayat veren ve öldürendir' demişti. O da: 'Ben (de) hayat verir ve öldürürüm' demişti. İbrâhim: 'Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir' dedi. Bunun üzerine kâfır apışıp kaldı. Allah zâlim kimseleri hidâyete erdirmez." (Bakara: 2/258)

Hz. İbrâhim döneminde, ülkenin hükümdarının veya makamının adı olarak bilinen Nemrut ismi, Kur’an’da geçmez. Hz. İbrâhim’le Rabbi hakkında tartışan hükümdar hakkındaki bu âyette görüldüğü gibi, “Nemrut” veya benzer bir isimden bahsedilmez. Hadis-i şeriflerde de böyle bir isme rastlanmaz. Rivâyetlerden ve isrâiliyat kökenli kıssalardan yola çıkılarak Nemrut ismine ulaşırız. Bugünkü Tevrat’a baktığımızda Nimrod adına rastlarız.[1] Fakat Tevrat’ta bahsi geçen Nimrod’un “Nemrut” olmadığı; belki Nimrod’un çok büyük bir ünü olduğu için, ondan yıllar sonra Hz. İbrâhim’le tartışan ve O’nu ateşe atan kişinin, olayları dilden dile dolaşırken, olay, bu meşhur kişiye mal edilmiştir. Bazı tarih kitapları, Nemrud’un, tanınmış Bâbil kralı Hammurabi olduğu görüşündedirler. Bazı tarihçilere göre, Nemrut, bir Bâbil hükümdarıdır; ancak hangi hükümdar olduğu kesin değildir. Bunlara göre, Nemrut, aynen Firavun gibi, Bâbil hükümdarlarının ünvanıdır. Eski tarihçilerden bir bölümü, Hammurabi’ye ek olarak Sinaharib ve Buhtunnasır adlarını sayarken; yeni tarihçiler de Şemsiulana ve Buhtunnasır adlarını Hammurabi’yle birlikte saydıklarını görmekteyiz. Bu isimlerin yanında, Akad devletinin kurucusu olan ve M.Ö. 2350’lerde yaşamış olan Sargon’un Nemrud olduğu ihtimalinden bahsedilir.

Kimliği ve tarihsel kişiliği ne olursa olsun, kesin olan bir şey vardır. O da, yaygın bir biçimde “Nemrut” diye anılan bir hükümdarın Hz. İbrâhim’e karşı çıktığı ve onu ateşe atarak yok etmek istediğidir. Bu; isim bir yana bırakılırsa, Kur’ân-ı Kerim’in haberi ile sâbittir. Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. İbrâhim ile Nemrut’un ve kavminin mücâdelesine ilişkin âyetlerin sayısı 91’i bulur. Bu âyetlerin konusu özetle şudur:

Nemrud’un toplumunda putlara tapılmaktadır.[2] Onların yiyip içtiğine[3], konuştuğuna[4] inanılmakta; onlardan rızık beklenmekte, şifâ umulmakta; kendilerinden bağışlanma dileğinde bulunulmaktadır.[5] Toplumda âhiret inancı yoktur.[6] Gök cisimleri de, putlardan daha üstün bir konumda, ama kendi aralarında hiyerarşik bir düzene oturtulmuş olarak tapınılan tanrılar arasında yer almaktadır ve bunların en büyüğü Güneş’tir.[7]

Halk, alabildiğine dindar olsa gerek ki, hem çok sayıda put edinmiş bulunmakta[8], hem putların bakımını üstlenmekte[9], hem de onları, inanmayan kimselere karşı canla başla savunup bu putların üstünlüklerini vurgulamaya çabalamaktadırlar.[10] Bu dindarlık, heykelcilik[11] gibi kimi iş kolları ile birlikte “aslı astarı olmayan söz yığını”[12] halindeki bir “edebiyat” ya da teolojik felsefeye de varlık kazandırmıştır.

Putların özenle yerleştirildiği tapınaklar, aynı zamanda, yargı gibi kimi kamusal işlerin yürütüldüğü merkezler durumundadır.[13] Toplumsal dinamiklerin en güçlüsü olarak gelenekleri görürüz.[14] Geleneklerle şartlanmış olduklarından ötürü insanlar, gözleriyle gördükleri gerçekleri bile kabullenemez, bir an için sezer gibi olduklarında da hemen geleneğin ve çevrenin ağır basmasıyla eski inançlarına yönelmekten başka bir şey yapamaz durumdadırlar.[15] Bunda, elbette, geleneklerle şartlandırma biçimindeki eğitim kadar, korkunun da payı vardır. Gerçekten de, toplumda geleneklere uymayan ve inançlardan sapan kimseler taşlanma, aforoz, sürgün ve hatta ateşe atılma gibi cezalara uğratılmaktadır.[16] Böylece, toplumda kendi inançlarından başka hiçbir şeyi ciddiye almayan, ya da inançlarına uymayan şeyleri gayr-ı ciddî bularak hafifseyen, dışlayan bir yapı oluşmuştur.[17]

Nemrut toplumunda putlara tapınılmasına karşın, onlara “Rab” gözüyle bakılmamaktadır. Rablık, ancak, gök cisimlerine tanınmaktadır. Toplum, Cahiliye arabı gibi, Allah’ın varlığından haberli bir toplumdur. “Allah’ın kendisine hükümranlık verdiği kimse” de Rab sayılmaktadır. Çünkü, Hz. İbrahim karşısında kendisini böyle tanıtmıştır.

Nemrut toplumunu tekdüze bir eşitlik içinde düşünmek mümkün olmayacağına göre, putları dostluk vesilesi kılmış bu insanların “dostluk”ları ile bir ehram (piramit) oluşturduklarını da varsayabiliriz. Herkesin kendisinden bir üstününü rab sayıp, bir altta olanına da rablık yaptığı bir ehram. En tepede de, kendisinde yaşatma ve öldürme yetkisi bulunduğunu açıkça belirterek rablığını Hz. İbrâhim’e karşı ilân etmeye kalkışmış olan “Nemrut”. Evet; gökyüzündeki güneş, ay, yıldızlar sıralamasının tapınaklardaki putlara öylece yansıtılmasının ardından, bu putlar vesilesi ile kurulmuş bulunan dostluklardaki hiyerarşik piramit... Dostluk, bilindiği üzere “velâ” anlamında bir dostluk... Hz. İbrâhim’in topluluğa karşı kullandığı; “...Sizin ve atalarınızın; neye taptığını (biraz olsun) düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur). Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren, içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifâ veren O'dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur...”[18] cümleleri, O’nun reddettiği putların dostluğunun ve dostluk vesilesi yapılmasının boyutlarını açıkça ortaya koymaktadır. Rızıktan, ölüme dek her alanda... Kulların rablığının putların dostluklarına dayanılarak, yürürlüğe konulduğu bir toplum; “Nemrut” da tepedeki “rab” kabul edilmektedir.

Bir yaratığın rablık dâvâsına kalkışması... Bir insanın Allah’tan başka rab veya rablar edinmesi, ya da başkalarına böyle bir kapı açması... Bir kimsenin Yüce Allah’ın gönderdiği elçiyi inkârı, öldürmeye kalkışması, hatta onu ya da herhangi bir insanı zulmen öldürmesi, hele peygamberi ateşe atmak... Bunlar, hep Nemrut’u “Nemrut” yapan tutumlardır. Ama, onun asıl Nemrutluğu bunlar değil de, tüm bunları uygulayabileceği bir ortama elverişli düzeni kurabilmiş olmasıdır. Çünkü, “düzen” vardır ve tüm bunlara imkân veren de, zemin hazırlayan da, hatta yönlendiren de işte bu düzendir. Öyle bir düzen ki, Yüce Allah, yaşamın dışında tutulmuştur. Dünya hayatında Allah bırakılmıştır da, insanlar arası ilişkilerin kurulması ve yürütülmesi için putlar “vesile” edinilmektedir. İnsanlar arasındaki ilişkilere putların aracı kılınmış olduğu bu düzenin yürümesi için can, mal, akıl ve nesil güvenliği ortadan kaldırılmış; tüm bunlar “Nemrut Dini”nin ayakta kalabilmesi uğruna güdüm altına alınmıştır. Böylece, insanların “can”ları üzerinde tasarruf edebilme yetkisi, “mal”larını yönlendirebilme gücü, “akıl”ları denetim altına alan gelenekler birikimi, “edebiyat”ı oluşturma ve ona yön verme imkânı, “nesil”leri uyumluca yoğurabilme, yontabilme işlevini veren “eğitim”i yönlendirme araçları elde tutulmuş; bunlar birer silâh gibi kullanılarak insanlar güdülmüştür. Bu, tersine de olsa, dört dörtlük bir düzendir ve Nemrut’un asıl “Nemrutluk”u da işte bu noktadadır. Kişisel tutumlarından çok, Yüce Allah’a giden yolları tıkayıcı bir işlev veren bu düzenlemesindedir.[19]

İbrâhim (a.s.), kral Nemrut ile mücâdele ederken onu hiçbir zaman Allah’ın varlığını kabule dâvet etmemiştir. Çünkü Nemrut da diğer benzerleri gibi Allah’ın varlığına inanıyordu. Ancak, bu inançla birlikte Allah’a şirk koşuyor, kendini Allah’a denk görüyordu. Nemrud’un ilâhlık dâvâsı, kendisinin göklerin ve yeryüzünün ilâhı olduğu değildi. İbrâhim kavmininin üzerinde yaşadığı sosyal ve siyasal hayatın rabbi olmak, bütün toplumsal hayatı, merkezî bir otorite ve kendi diktatörlüğü ile yönetmek; helâl ve haramı tâyin etmek, emir ve yasaklar koymak sûretiyle onların hürriyetini elinde bulundurmak istiyordu. İbrâhim (a.s.) de, devrinin tâğûtuyla mücâdelesinde, hükmün/egemenliğin ancak Allah’a ait olacağını, bu yetki ve selâhiyetin kimseye verilemeyeceğini, rabbın; yani yaratan, yöneten, sevk ve idare edenin sadece Allah olduğunu anlatıyordu. İbrâhim (a.s.); “haydi sen de güneşi batıdan getir!” demekle o azgın herifi susturmuştu.

Bu suskunlukla onun aczi ortaya açık bir şekilde konulduğu halde, yine de Allah’a iman edip İbrâhim (a.s.)’e tâbi olmamıştır. İstiğnâ ve istikbâr, kendini beğenmişlik, nefsinin arzu ve isteklerine sıkı sıkıya bağlılık, onu öyle bir aşağılığa düşürmüştür ki, hak ve hakikati, kendi acziyetini anladığı halde despot diktatörlüğünden bir türlü vazgeçip Allah’a ve elçisine itaat etmeyi nefsine yediremiyordu. Hatta bu gurur ve böbürlenme ile, dünyevî çıkarlarını altüst eden elçiyi yakalayıp öldürmek istiyordu. “(Nemrut ve kavminden bazıları ‘Eğer bir iş yapacaksanız yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!’ dediler. Biz de dedik ki:‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!’ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat Biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.” (Enbiyâ: 21/68-70)[20]

Yüce Allah, elçisine ve dolayısıyla dinine karşı çıkan herkesi mutlak sûrette cezâlandırmıştır, cezâlandıracaktır. Bu cezâ, bazen bir tûfan[21], bazen bir kasırga olur[22], bazen de bir deprem olur.[23] Allah, bazen melekleriyle[24] ve bazen görünmeyen askerleriyle[25] hak edenleri cezâlandırır. Dilerse, bir sivrisinekle. Her şey, O’nun emrinde askerdir. “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.” (Fetih: 48/4, 7) İbrâhim kavmi, başta Nemrut olmak üzere, İbrâhim (a.s.)’i ateşe atacak kadar açıkça hakka cephe aldıktan sonra, Allah onları helâk etmiştir.[26] Rivâyete göre bu cezâ, sivrisinekle olmuştur. Nemrud’un kavmini sinekler istilâ etmiş ve böylece helâk olmuşlardır. Nemrud’un beynine giren topal bir sivrisinek de onun feci şekilde, inleye inleye ölümüne sebep olmuştur. Burnundan giren sinek, beynine geçmiş, onun ısırmasının acısından dolayı, hizmetçilerine kafasını tokmakla dövdürmek zorunda kalmış, bu şekilde acılar içinde ölmüştür.

Burada önemli olan, Yüce Allah’ın, elçisini hazırlanan tuzaklardan kurtarması, müslüman olmayan putperest toplumu da cezalarından biriyle topyekün cezalandırıp helâk etmesidir.[27]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 10/8-12.

[2] En’âm: 6/74; Meryem: 19/42, 48; Enbiyâ: 21/52, 57, 66; Şuarâ: 26/70, 71; Ankebût: 29/17, 25; Sâffât: 37/85, 86, 95.

[3] Sâffât: 37/91.

[4] Sâffât: 37/92.

[5] Şuarâ: 26/78-82.

[6] Ankebût: 29/19, 20.

[7] En’âm: 6/74-79.

[8] Enbiyâ: 21/58.

[9] Sâffât: 37/91.

[10] Bakara: 2/258; En’âm: 6/76-80; Enbiyâ: 21/55, 59, 60; Ankebût: 29/24; Sâffât: 37/97.

[11] Enbiyâ: 21/52; Sâffât: 37/95.

[12] Ankebût: 29/17.

[13] Enbiyâ: 21/61.

[14] Enbiyâ: 21/52-54; Şuarâ: 26/71-74.

[15] Enbiyâ: 21/58-65.

[16] En’âm: 6/80; Meryem: 19/46-48; Enbiyâ: 21/68, Ankebût: 29/24; Sâffât: 37/97.

[17] Enbiyâ: 21/55.

[18] Şuarâ: 26/75-82.

[19] Zübeyir Yetik, Şâmil İslâm Ansiklopedisi: 5/81-83

[20] Beşir İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri: 44-45

[21] Kamer: 54/11-12.

[22] İsrâ: 17/69; Zâriyât: 51/41.

[23] Hacc: 22/1; Zilzâl: 99/1.

[24] Âl-i İmrân: 3/124.

[25] Tevbe: 9/40.

[26] Enbiyâ: 21/70.

[27] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları‎: 2453.

 

dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı