|
![]() |
#1 |
![]() Bediüzzaman Said Nursi,1873 te Bitlis in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza,annesinin Nuriyedir.Ağabeyi Molla Abdullah'ın ilim tahsil etmesinin kendisine kazandırdığı itibara imrenerek 9 yaşında Tağ köyünde Muhammet Emin Efendi'nin medresesinde(alttaki resim) öğrenime başladıysa da çok geçmeden Nurs'a döndü ve haftada bir gün gelen ağabeyinden temel bilgileri öğrenmekle tahsilini devam ettirdi. Öğreniminin en verimli safhası, 15 yaşındayken 1888'de Muhammet celalî'den ders aldığı üç aylık devredir. O zattan Molla Cami'den nihayete kadar, ortalama on yılda okutulan bütün metinleri üç ayda okuyup diploma aldı. Kitaplardan sadece anahtar bilgileri öğreniyordu.alet ilimlerini kapsayan bu Öğrenimin ardından,sıcaktan kavrulmuş toprağın suyu yutması gibi temel ilimlere yöneldi. Usûl'den Cem'ül-cevâmi, Kelâm'dan Şerhül-Mevâkıf gibi ağır metinlerden günde ortalama iki yüz sayfalık bir kısmı anlayarak okuyordu.Bu sıralarda Şirvandaki ağabeyinin yanına gittiğinde icâzet aldığını söyleyince o inanmamış, sıkı bir sınamadan sonra küçük kardeşinin kendisini geçtiğini görerek talebelerinden gizlice ondan ders almaya başlamıştı.
Siirt'teMolla Fethullah da imtihan sonucunda durumunu tespit etmiş, yanında bulunduğu bir hafta içinde, günde bir-iki saatlik meşguliyetle Sübkî'nin Usûl-i Fıkh'a dair Cem'ül Cevâmi eserini ezberlediğini görünce ''zeka ile hafıza kuvvetinin ifrat derecede bir kimsede bir araya gelmesi nadirdir'' deyip hayretini belirtti ve kitabına şu cümleyi yazdı (Cem'ul Cevâmi Kitabının tamamını bir haftada ezberlemiştir.) sonunda ünü, Siirt, Bitlis gibi bölge valilerinin, O'nu korumaya mecbur kalacakları boyutlara vardı. Tillo'da Kubbeyi Hasiye türbesinde inzivada Kamus'u Muhit'i ezberlerken bir gece Abdülkadir Geylâni'yi rüyasında görür. ''Git Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'yı hidâyete davet et; zulümden vazgeçip namaza, emr'i ma'rûfa başlasın der'' Molla Said, derhal Miran aşiretine doğru Tillo'dan hareket eder. Büyük bir cesaretle tebliğini yapar. Paşa,onu öldürmeye kalkar fakat sonunda yola gelir. Bir süre Mardin'de ikamet eden Molla Said, çok genç yaşta içtimayî ve siyasî hadiselerle ilgilenmeye başlar. Kendisinden endişelenen Mardin mutasarrıfı onu, muhafızlarla kelepçeli olarak Bitlis Valiliğine sevk ettirir. Namaz kılmak için kelepçelerinin çözülmesini ister. Jandarmalar kabul etmeyince kendisi açar. Jandarmalar, bu hali keramet addedip hayretler içnde kalırlar; özür dileyip her türlü hizmete amade olduklarını söylerler. İleriki yıllarda Bediüzzaman'a; ''kelepçeleri nasıl açtın?'' diye sorulunca ''Bende bilmiyorum, olsa olsa namazın kerametidir''diye cevap vermiştir. Bitlis'te vali ile bazı memurların içki alemi yaptıklarını öğrenince emr-i maruf yapar. Önce hiddetlenen vali, az sonra onu geri çağırtarak, ''Herkesin bir üstadı vardır. Artık benim de üstadım sensin der.'' Der. İşbu Vali Ömer Paşa ona sarayında yer ayırır, ısrarla iki sene misafir eder, kızı ile evlendirme isteğini Bediüzzaman kabul etmez. Birgün meşhur şeyhlerden Muhammet Küfrevî'nin kendisine bedua ettiğini işitince onu ziyaret eder. Küfrevi hazretleri kendisine iltifat edip teberrüken ders verir. Said'in bir hocadan okuduğu en son ders budur. Böylece o haberin asılsız olduğu da ortaya çıkmıştır. Van Valisi Hasan Paşa'nın daveti üzerine 1893'te 15 yıl sürecek olan Van ikametini başlar. Burada öğretim ve irşad hizmetini yaparken hükûmet görevlileri ve muallimlerle de temasta bulunur; geleneksel ve Kelâm ilminin, islam akâidini yeni dünya şartları karşısında açıklamaya yetmediği kanaatine vardı ve fen bilimlerini öğrenmeye koyuldu. Coğrafya, matematik, fizik,kimya, jeoloji, astronomi, biyoloji, tarih ve felsefe'ye dair kitapları, o ilimlerin uzmanlarıyla konuşacak derecede öğrendi. Molla Said, kendisine has bir öğretim usûlü geliştirdi. İlim ehli ona ''Bediüzzaman'' lakabını vererek değişik özelliklerini ifade etmek istediler. Bulunduğu ortamda yaşayan âlimlerden, şu yönlerde farklı bir tutumu vardı: 1-Maaş ve hediye kabul etmiyordu. 2-Kendisine sorulan tüm sorulara cevap verdiği halde ilim ehlinden hiç kimseye soru sormuyordu. 3-talebelerini da zekât ve hediye kabülünden men ediyordu. 4- Dünyada mücerred kalmak istiyor; ev,bark, eşya, aile kaydı altına girmiyordu. Günün birinde Vali Tahir Paşa, bir gazetedeki şu müthiş haberi gösterir: İngiltere Sömürgeler Başkanı Gladston, mecliste Kur'an'ı gösterip ''müslümanları bu kitaptan uzaklaştımadıkça onlara tam hâkim olamayız.'' Demiştir. Bu dehşetli haber, Bediüzzaman'ın şahikasına ulaşmış olan iman heyecanında dalgalanmalar meydana getirerek ; ''Kur'an'ın sönmez ve söndürelemez mânevi bir güneş olduğunu Dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim! Der. Fen bilimleri adına Batı'dan gelecek dalâletlere karşı koymak üzere ideal edindiği üniversiteyi Van veya Diyarbakır'da açmak düşüncesiyle 1896'da İstanbula gider.Netice alamayınca aynı maksatla 1907 yılında İstanbul'a ikinci defa gitti.İstanbul Fatih semtindeki Şekerci Han'a yerleşir
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|