|
![]() |
#1 |
![]() Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak, Allah için dînde halis (nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan dîn budur.
Allahû Tealâ: “Onlar emrolunmadılar, Allah’ın dininde nefslerinin kalbini halis kılmış kullar olmakla emrolundular. Dînde halis kullar olmakla ve bunu hanifler olarak gerçekleştirmekle emrolundular.” diyor. Bakara Suresinin 139. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki: 2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne). De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, onun için ihlâs sahibi (MUHLİS) (kul)larız. “Onlara deyin ki; Allah sizin de Rabinizdir, bizim de Rabbimizdir ama biz Allah’a muhlis olanlarız.” Allah’a karşı bütün sahâbe muhlis olmuşlardır. • Fizik vücudun teslimi; 25. basamakta, • Ulûl’elbab olmak, nefsi Allah’a teslim etmek; 26. basamakta, • Muhlis olmak, irşad olmak; 27. basamakta • İradenin teslimi; 28. basamakta gerçekleşir. Allahû Tealâ iradenin teslimi ile gerçekleşen takva müessesesine “bihakkın takva, hakka tukatihi takva” diyor. Allahû Tealâ herkese Al-i İmran-102’de: “Onlar, başkaları, sizden öncekiler nasıl bihakkın takvayla takva sahibi olmuşlarsa siz de öyle takva sahibi olun.” diyor. 3/AL-İ İMRAN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne). Ey îmân edenler! Hakkıyla takva sahibi olanlar (nasıl bir takvanın sahibi ise aynı onlar) gibi, Allah’a karşı takva sahibi olun ve (ölmeden önce) Allah’a teslim olun. Bütün sahâbe iradelerini de Allah’a teslim ederek irşad makamına tayin edilmişler, irşad görevlerini de bihakkın gerçekleştirmişlerdir. Tevbe Suresi 100. âyet-i kerimede Allahû Tealâ bu hususu söylüyor: *9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu). O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamlarını, en üst üç makamı işgal edenler), onların bir kısmı muhacirînden (Mekke’den Medine’ye göç edenlerden), bir kısmı ensardan (Medine’deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe, irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu.) Allah, onlardan razı ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır. Allahû Tealâ: “O sabikûn-el evvelîn var ya onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirindendi bir de ensar ve muhacirine ihsanla tâbî olanlardandı.” diyor. İster ensar olsun ister muhacirin, sahâbenin hepsine teslim olunmuş, çünkü hepsi irşad makamının sahipleriydi. Bu makamda, 28. basamağın 5. kademesinde, iradeyi de Allah’a teslim edip Allah’ın mürşidi olmak üzerimize farz mıdır? Farzdır. Bu kişi ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a teslim etmiştir. Öyleyse Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’indeki mürşid olmak bedava bir olgu değildir, mutlak olarak daimî zikri gerektiriyor. Mutlak olarak ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimini gerektiriyor. Bir mürşid eğer Kur’ân’daki mürşidse, o ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a teslim etmiş olan bir kişidir. O, sabrın sahibi olmuştur. Öyleyse konumuzun muhtevasını ifade eden mürşid olma vasfı, Kur’ân’ın 28 basamağını birden yaşamayı gerektiriyor. Allah’ın Kur’ân’daki mürşidi bu vasıfların hepsine sahip olandır. Geri kalanlar o mürşidlere tâbî olan vekil mürşidlerdir ama vekil mürşidler de kendilerine tâbî olunmaları için Allahû Tealâ tarafından vazifeli kılınmışlardır. Çünkü herkesin bulunduğu yerde bir mürşid olmalı ki insanların ulaşabilecekleri bir yerde o mürşide tâbî olsunlar. İşte her yerde bulunan bu mürşidler, vekil mürşidlerdir. Yani asıl mürşidlere tâbî olup da, onların vekili sıfatıyla kendilerine tâbî olunan görevlilerdir. Esas tövbenin irşad makamının sahibine olması gerekir. Ama kişi Allah’a ulaşmayı dileyip de mürşidine ulaşmayı dilediği ve bunu gerçekleştirmek için hacet namazını kıldığı zaman, Allah’ın gösterdiği kişi bazen asıl mürşiddir, bazen de asıl mürşidin vekilidir. Vekile tâbiiyet gerçekleştikten sonra tâbî olan kişi için fırsat doğarsa esas mürşide de gidip tâbî olması söz konusu olacaktır. Öyleyse mürşid dediğimiz kişi alelâde bir insan değildir. Mürşid ruhunu Allah’a teslim etmiştir, vechini Allah’a teslim etmiştir, nefsini Allah’a teslim etmiştir, iradesini de Allah’a teslim etmiştir; Allah’ın kendisine emanet olarak verdiği her şeyi onun sahibi olan Allah’a teslim etmiştir. Bunları hayattayken yapmıştır ve de daimî zikrin sahibi olmuştur. Mürşidin vasıflarına baktığımız zaman; 1- Onun daimî zikirde olduğunu görüyoruz. 2- Bu sebeple nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmuştur. 3- Allah onların kalp gözünü açmıştır. Dilediği zaman onlara kalp gözlerine fiziğin ötesinde bir şeyler gösterir. 4- Allah onların kalp kulaklarını açmıştır ve o gösterdiği şeyin mahiyetini onlara vahyetmek suretiyle onlara anlatır. Bu irşad makamındaki kişi bu 4 vasfın ötesinde; 1- Ehli tezekkürdür. Allah’la her an konuşmak, tezekkür etmek imkânının sahibidir. 2- Ehli hayırdır. Devamlı zikrettiği için, daimî zikrin sahibi olduğu için devamlı derecat kazanır. Derecat kazanmak hayırdır, derecat kaybetmek şerrdir. 3- Bu kişi ehli hüküm ve ehli hikmettir. Hakemlik yaptığı zaman veya hâkimlik yaptığı zaman mutlaka adaletle hükmeder. Çünkü Allah’tan sorarak gerçekleştirir ve bu kişi Kur’ân-ı Kerim’in bir âyetine baktığı zaman 28 basamaktan hangisine giriyorsa onu bir çırpıda söyleyebilecek olan yeteneğin sahibidir. Kur’ân’ın çatısını, 28 basamağı ve muhtevasını çok iyi bilir. Mürşid bu vasıfların sahibi olan kişidir. Mürşid Allahû Tealâ’nın irşad makamına ulaştırdığı kişidir. Gerçek mürşid odur. Hayatımıza mürşid ne zaman girer? Önce bizim Allah'a ulaşmayı dilememiz lâzım. Sadece bu dileğin sahipleri için mürşid vardır ve faydalı olur. Bir insan Allah'a ulaşmayı dilememişse, asırlardır Allah’a ulaşan Allah’ın evliyalarına özenmemişse, Allahû Tealâ’dan “Yarabbi, beni de o ermişlerden kıl.” tarzında bir talebi olmamışsa, o zaman o kişinin herhangibir mürşide ulaşması ona bir şey kazandırmaz. Bir kişi mürşidine ulaşmadan önce mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemiş olmalıdır. Kim 12 tane ihsanla mürşidine ulaşırsa o zaman o kişi hedefine ulaşmıştır. Allahû Tealâ Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin üzerine Rahîm esmasıyla tecelli eder. Bu tecelli; 1- O kişinin gözlerindeki hicab-ı mesturenin alınmasına sebebiyet verir. 2- O kişinin basiret adlı görme hassasının üzerindeki gışavetin alınmasına sebebiyet verir. 3- Kişinin işitme hassasındaki mührün açılmasına sebebiyet verir. 4- Kulaklarındaki vakranın alınmasına sebebiyet verir. 5- O kişinin kalbinin mührünün açılmasına sebebiyet verir. 6-Kalbindeki ekinnetin alınmasına sebebiyet verir. 7- Kalbe ihbat konulmasına sebebiyet verir. Tam 7 tane faktör. Bunlar Allah’ın ilk 7 ihsanıdır. 8. ihsan; Allah’ın o kişinin kalbine ulaşmasıdır. Allahû Tealâ buyuruyor: 64/TEGABUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun). Allah’ın izni olmadan (kimseye) bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a âmenû olursa Allah, onun kalbine ulaşır (hidayet eder). Ve Allah, herşeyi bilendir. Allah kalbe ulaşırsa ne yapar? 9. ihsan olarak Allahû Tealâ o kişinin kalbini Allah’a çevirir: 50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin). Kim gaybte (görmeden) Rahmân’a huşû duyarsa, (onun kalbine ulaşan Allah, o kişinin kalbini Kendine çevirir, bu sebeple) O’na dönük bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelir. “Allah’a kurumuş toprakların suya olan hasreti gibi hasret duyanlar, huşû duyanlar için, Allah onların kalplerini Allah’a çevirir.” Allahû Tealâ 10. ihsan olarak En’am Suresinin 125. âyet-i kerimesi gereğince kişinin göğsüne bir nur yolu açar: 6/EN’AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne). Öyleki Allah, kimi O’na (Allah’a) ulaştırmayı dilerse onun göğsünü İslâm (Allah’a teslim) olması için yarar (göğsünden kalbine nur yolu açar). Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir. “Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onların göğsünü yarar, şerh eder ve teslime açar.” diyor. Allah’a ruhunun teslim olması için açar, Allah’a fizik vücudunun teslim olması için açar, Allah’a nefsinin teslim olması için açar çünkü bütün teslimlerin geçeceği, oluşacağı nokta, merkez, kalptir. Allah’ın nurlarının kalpteki seviyesine göre kişi teslimlerini gerçekleştirir. Kişi %51 nur birikiminde ruhunu, %81 nur birikiminde fizik vücudunu, %100 nur birikiminde nefsini Allah’a teslim eder. Bunun üzerine nefsinin kalbindeki afetler tamamen yok olduktan sonra, o kişinin nefsinin kalbindeki müzeyyen olma olayı başlar; tezyin, Allah’ın verdikleriyle süslenme. Kalp ulûl’elbab makamında, yerlerin melekûtuyla 7 defa tezyin edilir. 7 tane yer katı, 7 kat cehennem gösterilir. Her birinde kalp bir kademe tezyin olmuştur. Sonra ihlâs makamında göklerin melekûtu gösterilir. Göklerin 7 katının her birinde, kalp bir mertebe tezyin olur. O kişi ihlâsa ulaştığı zaman, irşad olduğu zaman, kalbinde 14 mertebe müzeyyen olma olayı tahakkuk etmiştir. Bu noktadan sonra salâh makamında 5 mertebe daha kalbi müzeyyen olur. Böylece kişinin nefsinin kalbi tam 19 mertebe müzeyyen olduğu zaman o kişi irşad makamının sahibi olur. Bütün mürşidler bu kademeyi tamamlamış olanlardır. İradesini Allah’a teslim eden kişiye Allahû Tealâ “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad yetkisini verir. Bu yetkiyi Allahû Tealâ’dan bizatihi almamış olan bir kişi, Allah’ın tayin ettiği bir mürşid değildir. Allah’ın tayin etmesi; “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle gerçekleşir. Bu kişi ihlâs makamı tamamlandığı zaman Allahû Tealâ tarafından önce Tövbe-i Nasuh’a davet edilmiştir. Tövbe-i Nasuh’unu Allah’ın söylediği kelimeleri tek tek tekrar ederek gerçekleştirmiştir. Sonra da Allah’a iradesini teslim ettiği zaman Allahû Tealâ: “İradeni teslim aldık, irşada memur ve mezun kılındın.” cümlesini kullanır ve onun artık her noktada Allah’a sorması ve Allah’tan aldığı emirle hareket etmesi kendisine tebliğ edilir. İşte mürşidlerin iradelerini Allah’a teslimiyle beraber bu noktaya ulaşmaları söz konusudur. Öyleyse bir kişi mürşidine tâbî olmak mevkiine gelebilmek için mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemek mecburiyetindedir. Allah'a ulaşmayı dileyen bu kişi mürşidine ulaşmak için ne yapmak mecburiyetindedir? Allahû Tealâ bu hususu Fatiha Suresinde şöyle anlatıyor: 1/FATİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu). (Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE isteriz. Allahû Tealâ’ya diyoruz ki: “Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden istiane isteriz.” İstiane Allah’tan mürşidi istemenin Kur’ân’daki ismidir. Allah’tan istiane istenir, mürşid Allah’tan istenir. Allahû Tealâ buyuruyor ki: 16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne). Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi. Sebîllerin tayini Allah’a aittir. Her mürşidin bulunduğu dergâhtan devrin imamının bulunduğu ana dergâha baş gözüyle görülmeyen, ruhlara ait yere paralel yollar vardır. O yolların her birisi bir sebîldir. Her mürşidin bulunduğu dergâhtan devrin imamının bulunduğu dergâha doğru, dünyanın her köşesinden yollar vardır. Devrin imamı bütün mürşidlerin bağlandığı temel merkezdir. Öyleyse irşad makamının sahipleri, kendileri o ruhları eğitmek yetkisinin sahibi değillerdir. Eğitim devrin imamının dergâhında oluşur. O tâbî olduğu mürşidin dergâhına gelen ruhlar, oraya 12 tane ihsan alarak geleceklerdir. Demiştik ki; ilk 7 ihsan, başlangıçta tahakkuk eder. Görme, işitme ve idrak etme hassalarının açılmasıyla 7 tane ihsan kişiye verilir. Sonra Allah’ın kalbe ulaşması, 8. ihsan; kalbin nur kapısını Allah’a çevirmesi, 9. ihsan ve Allah’ın göğsümüzü yararak göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açması, En’am Suresinin 125. âyet-i kerimesi gereğince, 10. ihsandır. Dikkat ettiniz mi? En’am-125’de “Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar.” diyor. Neden? Çünkü kişinin Allah’a ulaşabilmesi, nefs tezkiyesi isimli bir olaya bağlıdır. Nefs tezkiyesi için Allah’ın rahmet, fazl ve salâvât adlı nurlarının nefsin kalbine girmesi gerekir. Bunun için de bir yol şarttır. İşte bu yol En’am Suresinin 125. âyet-i kerimesi gereğince o kişinin göğsünden kalbine ulaşan bir menfez oluşturmak suretiyle Allah tarafından gerçekleştirilir. Kişinin göğsü yarılır, göğsünden kalbine bir nur yolu açılır. Bu, Allah’ın 10. ihsanıdır. Bu noktadan itibaren o kişi zikir yapmaya başlar; “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah” diye bu kişi zikrettiği zaman Allah’ın katından gelen rahmet ve fazl isimli 2 tane nur, kişinin göğsüne gelir, göğsündeki o yarıktan geçerek kalbine ulaşır ama kalbe sadece rahmet nuru girebilir. Bu nurun girmesini Allahû Tealâ Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde açıklıyor:
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|